SİYASET BİLİMİ & TARİHİ

Tarih "YAZI" ile başlar. Yazıdan önceki devirler hakkında sağlıklı bilgi edinmek zor olduğundan, bu dönemlere "Tarih Öncesi Devirler=Prehistorik Devirler" veya "Karanlık Çağlar" denir. Tarih Öncesi Devirler; "TAŞ DEVRİ" VE "MADEN DEVRİ" olarak iki ana bölümde incelenir.

Bu devirlerin birbirinden ayrılmasında yazı olmadığı için, insanların "KULLANDIĞI ARAÇ VE GEREÇLERİ" yaptıkları hammaddeler ölçü olarak alınır. İnsanlar sırasıyla "TAŞ" , "TOPRAK" ve "MADENDEN" araç ve gereç yapımını öğrenmişlerdir.

TAŞ DEVİRLERİ

İnsanların ortaya çıkışından madenlerin kullanılmaya başlanmasına kadar süren Taş Devirleri iki bölümde incelenmektedir:

1-Kaba Taş (Yontma Taş veya Eski Taş) Devri (Paleolitik): MÖ 600.000 - MÖ 10.000

Bu döneme "" ESKİTAŞ veya "" KABATAŞ DÖNEMİ de denir.insanlık tarihinin en uzun ve karanlık dönemidir.(Mö.600.000-10.000 yılları arası) Yüzbinlerce yıllık bir dönemi kapsamaktadır. Bu dönemde "" ÜRETİM YOKTUR.
*Yeryüzü "" BUZULLARLA KAPLI ve İnsanlar "" MAĞARAlarda yaşadılar, yaşamlarını GÖÇEBE olarak, "" TOPLAYICILIK VE AVCILIK yaparak sürdürmüşlerdir. Kadınlar toplayıcılık, erkekler de avcılık yapmıştır. Cinsiyete dayalı iş bölümü oluşmuştur.
"" KLAN denilen ilkel aileler oluşmuştur. Küçük gruplar halinde göçebe yaşarlardı.
*İnsanlar "" MAĞARA DUVARLARINA avladıkları hayvanların resimlerini çizerek sanatsal duygularını ortaya koymuşlardır.
*Hayvan "" POSTLARINDAN GİYSİLER yaparak soğuktan korunmaya çalışmışlardır.
* "" ATEŞ bulunmuştur.
*Bilgi birikimi yok denecek kadar azdır. Alet yapım becerisi gelişmemiştir. Yontma Taş Devri'yle ilgili buluntular; "" ÇAKMAK TAŞLARININ YONTULMASIyla şekillendirilmiş, hem silah hem de alet olarak kullanılan ilkel el baltaları, kemik ve ağaçtan yapılmış delici, kesici, kazıcı araçlar ve silahlardır
Not: "" KARAİN, "" BELDİBİ ve "" BELBAŞI mağaraları, YARIMBURGAZ Mağarası bu zamana ait yerleşim yerleridir.

2-Orta Taş Dönemi (Mezolitik): MÖ 10.000-8000

-Kabataş döneminin sonlarını ifade eder. Bu dönemde Yontma Taş Döneminin devamı gibidir. Üretim ekonomisine geçiş dönemidir.
"" BUZUL ÇAĞI SONA ERMİŞ ,iklim şartları yaşamaya daha elverişli hale gelmiştir.üretime geçiş başlamıştır.
"" MİKROLİT denilen genellikle çakmak taşından yapılmış 3 cm’den ufak araç-gereçler yapmışlardır.
"" OBSİDYEN (Volkanik Cam) alet yapımında kullanılmıştır.
"" ÖLÜ GÖMME törenleri başlamıştır.
Not: "" BELDİBİ mağarası, Göller bölgesinde "" BARADİZ, Ankara'da "" MACUNÇAY ve Samsun'da "" TEKKEKÖY dönemin önemli yerleşim merkezleridir.

3-Yeni Taş Devri (Neolitik-Cilalı): MÖ 8000-MÖ 5500

Buzulların çekilmesi ve iklim koşullarının iyileşmesi sonucunda, bu dönemde insanların yaşam biçimi, hayata bakışı, alışkanlıkları ve uğraşları büyük değişikliğe uğramıştır. Günümüz uygarlığının temellerinin atıldığı Cilalı Taş Devri’nde "" ÜRETİM.
Cilalı Taş Devri'nin önemli gelişmeleri şunlardır:
*Yabani tahılların yetiştirilmeye başlanması ile tarımsal faaliyetlerin başlaması ve "" YERLEŞİK hayata geçilmesi
Not: Bu döneme ait ilk buğday örneği olan "" EMMER EVCİL BUĞDAYI bulunmuştur.
*Tarımsal hayat sonucu insanlar Yerleşik yaşama başlamıştır. İlk kez bu dönemde KÖYLER kurulmuştur.
* İnsanlar gücünden, etinden ve derisinden faydalanmak amacıyla hayvanları "" EVCİLLEŞTİRMİŞlerdir.
*TEKERLEK bulunmuş ve ulaşım kolaylaşmıştır. (Bir görüş de tunç çağında sümerler tarafından bulunduğu şeklindedir.)
*İnsanlar ihtiyaç fazlası üretim elde ettiler. Bu gelişmeyle takas usulü TİCARET başlamıştır.
Not: Çayönü’nde bulunan deniz kabukları ticari faaliyet yapıldığına kanıttır.
*İlk defa toplumsal örgütlenme ortaya çıktı. Toplu yaşamla birlikte ilk mesleki iş bölümü ve düzeni sağlamak amacıyla ilk yazısız hukuk kuralları oluşturulmuştur.
*Özel mülkiyet ortaya çıkmıştır. Emek gücüne ihtiyaç duyulması kölecilik faaliyetlerini başlatmış, sınıf ayrılıkları oluşmuştur. Böylelikle ilk defa toplumsal eşitsizlik ortaya çıkmıştır. Özel mülklerin sınırlarla belirlenmesi kavgalara, akabinde savaşlara da neden olduğu görülmüştür.
*Bu dönemde Batı Anadolu’da avluların geniş olduğu megaron tipi evler ortaya çıktı. Bu evler özel mülkiyetin kanıtıdır.
Not: Bu döneme ait dikdörtgen şeklinde "" MEGARON TİPİ EVLER yapılmıştır.
*Keten, kenevir gibi bitkiler yetiştirmişler ve bunlardan giysiler dokuyarak insanlığa ait ilk sanayi dalları olan daha çok kadınların uğraştığı DOKUMACILIK faaliyetlerini başlatmışlardır. Erkekler ise pişirilmiş topraktan ÇÖMLEKÇİLİK yaparak yiyeceklerini saklamışlardır.
*Sınıfsal durum "" MEGALİT (anıtlardaki büyük taş) yapılar olan "" MENHİRLER ve DOLMEN (ilkel anıtlar) ile dışa vuruldu.
"" Not:Taş Devri’nden Maden Devrine geçiş hemen olmamış ve Taş-Bakır Devri denilen bir ara dönem yaşanmıştır.(Mö.5500-2500 arası)
Not: Anadolu'da geniş bir alanda yaşanmıştır. Bu döneme ait en önemli yerleşim merkezleri Diyarbakır "" ÇAYÖNÜ(Türkiye ve Güneydoğu Avrupa'da ilk üretimle ilgili bugüne kadar bulunmuş en eski yerleşim yeridir) , Konya "" ÇATALHÖYÜK (Dünyadaki ilk şehir) ve Gaziantep "" SAKÇAGÖZÜ, Urfa’da "" GÖBEKLİTEPE (Dünya’nın ilk dinsel mekanı)’dır.

MADEN DEVİRLERİ

Madenlerin kullanılmaya başlamasından yazının bulunmasına kadar geçen döneme Maden Devri denir ve "" ÜÇ BÖLÜMDE incelenir:

1-Bakır Devri(Kalkolitik):

İnsanların ilk olarak kullandıkları madenler "" BAKIR, "" ALTIN VE "" GÜMÜŞ olmuştur. Bakır Devri'nde hem kolay işlenmesi hem de tabiatta bol bulunmasından dolayı daha çok bakır kullanılmıştır.
Not: Bakır çabuk eğilen bir maden olduğundan kullanışsızdır

2-Tunç Devri:

Madencilik tekniğinin gelişmesi sonucunda "" BAKIR VE KALAYIN KARIŞTIRILMASIyla tunç elde edilmiştir. İnsanların araçlarını tunçtan yaptıklara döneme Tunç Devri denilmiştir "" İLK ŞEHİR DEVLETLERİ ve büyük devletler (Sümer, Akad, Babil, Mısır ve Hitit) bu dönemde ortaya çıkmıştır.
Not: İlk tarım toplumlarında ekonomik ve sosyal organizasyonun temel birimi 10-50 aileden oluşan topluluklardı. Avcı ve toplayıcı topluluklara göre hayat standartları biraz daha iyileşen bu yerleşimler, zamanla büyüyerek "" KABİLE KONFEDERASYONLARI nı oluşturdu. Kabile, aynı atadan gelen ve birbirine kan bağıyla bağlı bulunan büyük insan topluluğuna verilen isimdir. Çağlar içinde sayıları milyonlara ulaşan kabilelerin varlığından söz edilse de bu dönemde kabile organizasyonları genelde sayıları binlerle ifade edilen topluluklardır. Büyük devletler ve imparatorluklar kurulduktan sonra bile kabile konfederasyonları varlıklarını büyük oranda sürdürmüştür. Örneğin Anadolu medeniyetlerinden Urartular, Hititler, Frigler ve Lidyalılar; Mezopotamya’da Sümer, Babil ve Akadlar kabile konfederasyonlarının bir araya gelmesiyle oluşmuştur.
Not: Kabile Federasyonu ve şehir devletleri yönetiminde merkezi otorite kurulması zordur.

3-Demir Devri:

Maden Devri'nde insanlar en son demiri bulup işlemeyi başarmışlardır. Artık daha dayanıklı silah, araç ve gereçler yapılmış, medeniyet gelişmeye başlamıştır.
Demir Devri'nin sonlarında Sümerlerin yazıyı kullanmaya başlamaları (MÖ. 3000) sonucunda Tarih Öncesi Devirler sona ermiş, Tarih Çağları başlamıştır.
Not1:Tarih öncesi çağlar dünyanın her yerinde "" AYNI DÖNEMDE YAŞAMAMIŞlardır.Örneğin, Mezopotamya'da Maden Devri yaşanırken Avrupa'da Cilalı Taş Devri yaşanmıştır.
Not2: Maden Devri’nin en önemli yerleşim merkezleri Çanakkale "" TRUVA, Denizli "" BEYCESULTAN, Burdur "" HACILAR, Yozgat "" ALİŞAR, Çorum "" ALACAHÖYÜK ve Van "" TİLKİTEPE'dir

TARİHİ ÇAĞLAR

İnsanoğlu yazıyı bulunca tarihi çağlar başlamıştır. çağların başlangıç ve bitim tarihleri belirlenirken toplumların geniş çapta etkilendiği tarihi olaylar esas alınmıştır.

İlkçağ = Yazının bulunmasıyla(mö.3500) başlar, 375 yılındaki Kavimler Göçüne kadar sürer.
Ortaçağ =375 yılındaki Kavimler Göçüyle başlar, 1453 yılında İstanbul'un Fethine kadar sürer.
Yeniçağ =1453'teki İstanbul'un Fethiyle başlar, 1789'daki Fransız İhtilaline kadar sürer.
Yakınçağ =1789'daki Fransız İhtilaliyle başlar, günümüze kadar sürer
Not: Eskiden günümüze geldikçe Tarihi Çağlar daha kısa yaşanmaktadır.

İLK ÇAĞ UYGARLIKLARI

Kültür:Kültür,bir millete ait maddi ve manevi değerler bütünüdür.
Medeniyet(Uygarlık):Bir çok milletin ortaya koyduğu maddi ve manevi değerler bütünüdür.

MEZOPOTAMYA UYGARLIKLARI

İlk çağ'da Dicle ile Fırat nehirleri arasındaki bölgeye Mezopotamya adı verilmiştir. Güneydoğu Anadolu’dan başlayıp Basra Körfezine kadar uzanır. Nehrin akış yönüne göre aşağı ve yukarı olarak iki bölüme ayrılmıştır.

“Bereketli Hilal”in (topraklarının büyük bölümü ortadoğu’da olan yer) içerisinde olan Mezopotamya; topraklarının verimli, ikliminin insan yaşamına elverişli olması ve göç yollarının üzerinde bulunmasından ve coğrafi olarak düz olmasından dolayı, tarih boyunca çeşitli kavimlelerin istilasına uğramıştır. Taşın azlığından dolayı sanat eserlerinde kireç ve kerpiç kulanılmış ; bu yüzden günümüze fazla sanat eseri kalmamıştır. Bu bölgede kurulan en önemli uygarlıklar şunlardır:

1-Sümerler (MÖ 4000-2000)

- Orta Asya’dan gelerek, Aşağı Mezopotamya’ya yerleştiler.
- Sümerler şehir devletleri halinde yaşamışlardır.Şehir devletlerine "" SİTE demişlerdir. Ur, Uruk, Lagaş gibi.
- Tarihte "" YAZIyı bulan ilk millettir. (MÖ 3000).
Not: Tapınak ürünlerin resmedilmesi sonucu Piktografik yazı, (sembol yazı) çivi yazısı bulunmuştur.
- Sitenin başında "" PATESİ veya "" ENSİ denilen rahip krallar bulunurdu.
- Patesi çevresindeki sitelere hakim olursa "" LUGAL ; bütün Sümer ülkesine hakim olursa "" LUGAL KALMA ünvanı alırdı.
- Devlet yönetiminde krala yardımcı olan bir danışma meclisi vardır.
- Urukagina rahiplerin halkın mallarını gasp ettiklerinin anlaşılması üzerine, özel mülkiyeti korumak için "" İLK YAZILI KANUNLARI yapmıştır. "" FİDYE esası vardı. Ur nammu ise sosyal sınıflaşmayı ortadan kaldırmak için yasa yapmıştır.
- Depo, Okul ve ibadethaneleri olan "" ZİGGURATların en üst katını rasathane olarak kullanan Sümerler "" AY YILI esasına göre düzenlen takvimi buldular.
- "" GILGAMIŞ,YARATILIŞ VE TUFAN adlı destanları meydana getirdiler.
- Akad saldırıları sonrası zayıflamış, Elamlılar son vermiştir.
Not: Bilimsel çalışmalarında ayrıca güneş ve ay tutulmasını bulmuşlardır. Güneş sisteminde 5 gezegeni bulmuşlardır. 1 saati 60 dakika olarak hesaplamışlardır. Matematikte 4 işlemi, bir dairenin 360 derece olduğunu, uzunluk ve ağırlık ölçülerini bulmuşlardır. Tıp alanında da çalışma yapmışlardır.

2-Akadlar (MÖ 2300-2100)

-Sami kökenli bir kavim olan Akadlar, Kral "" SARGON zamanı Agade merkezli, güçlü bir devlet olarak kuruldu.
-Akadlılar tarihte bilinen "" İLK BÜYÜK İMPARATORLUĞU, İLK DÜZENLİ VE SÜREKLİ ORDULARI kurmuşlardır.
-Sınırların genişlemesi üzerine merkezi otoriteyi güçlendirmek için Sümer yasalarını sertleştirerek kısasa kısas haline getirdiler.
-Guti saldırıları sonucu zayıflamış, Sümerler son vermiştir.
Not: Mezopotamya’nın tamamına hakim olarak, Mezopotamya’da ilk siyasi birliği kurdular. Tarım üretimi artırmak için sulama kanalları yaptılar.

3-Babiler/ Amurrular (MÖ2100-1531 ve MÖ 625-539)

-Arabistandan gelen samilerin bir diğer kolu olarak kurulmuşlardır.
-Babil Devleti'nin en önemli hükümdarı "" HAMMURABİ'dir. Hammurabi din devleti anlayışı yerine gücünü ordudan alan devlet örgütlenmesi gerçekleştirmiştir. Böylece tarihte ilk mutlak krallık yönetimini kurarak, teokratik anlayışa son vermiştir. Bu gelişme laiklik doğrultusunda atılan bir adımdır.
-Dünyada ilk mutlak krallığı kuran Hammurabi’nin yaptığı kanunlar; Sümer kanunlarını geliştirerek, mülkiyet, ticaret ve ceza hukukuna dair yaptıkları yasalar "" KISASA KISAS esasına göreve ve çok serttir. (ilk anayasa)
-Dünyanın en yüksek zigguratı olan "" BABİL KULESİ ve "" BABİL’İN ASMA BAHÇELERİ önemli eserleridir.
-I.Babil Devleti’ni Hititler, II. Babil Devleti’ne Persler sona erdirmiştir.

4-Asurlar (MÖ 2100- 625)

- Arabistan’dan Mezopotamya’ya gelen sami kökenli son kavim Asurlulardır. Güçlü orduları sayesinde İran, Mısır, Kıbrıs ve Orta Anadolu’ya kadar olan bölgeleri hakimiyetlerine almışlardır. Topraklarının tarıma elverişli olmamasından dolayı kara koloniciliğine yönelerek Karum denilen pazarlar kurmuşlarıdır.
-Anadolu'da kral yolu vasıtasıyla ticaret kolonileri kurarak ticareti geliştirmişlerdir. Kayseri yakınlarınki Kültepe'de ticaretle ilgili Asurca birçok tablet bulunmuştur. Asurlular "" ANADOLU'NUN YAZI İLE TANIŞMASINI sağlamışlardır. Böylece Anadolu tarihi çağlara girmiştir
Not: Anadolu’da ilk yazılı eser MÖ 2000 de Kültepe’de bulunan ticaret senetleridir.
-İlk kütüphanecilik, arşivciliği başlatmışlardır. "" DÜNYANIN İLK KÜTÜPHANESİ Ninova Kütüphanesi’dir.
-Ülke yönetimini kolaylaştırmak, merkezi otoriteyi güçlendirmek için yaptıkları kanunlar Mezopotamya’nın en sert kanunları olmuştur.
-Mezopotamya sanatında önemli yenilikler getirmişlerdir. Yüksek surlarla çevrili saray ve tapınaklar yapmışlar, ayrıca heykel yapımında ilerlemişlerdir.
-Medlerler birleşen Babilliler yıkmıştır.
Not: Asurların Anadolu’da iki yüz yıl kadar sürdürdükleri ticari faaliyetler koloni devri (MÖ 1950-1750) olarak isimlendirilir.

5-Elamlar(MÖ 3000-640)

-Başlangıçta şehir devleti şeklinde yaşamışlardır. Daha sonra başkentleri "" SUS şehri yaparak siyasi birliklerini sağlamışlardır.
-Orduya çok önem vermişlerdir. Asurlular tarafından yıkılmıştır.

ORTA ASYA UYGARLIĞI

Burada yapılan kazılarda kültür bölgeleri bulunmuştur.
Anav Kültürü:Orta Asya’nın en eski kültürüdür.
Afanesyevo Kültürü:Türklerin en eski kültürüdür.
Andronova Kültürü:En geniş yayılma alanına sahip kültürdür.
Karasuk Kültürü:Karasu Irmağı kenarında kurulmuştur.
Tagar Kültürü:En gelişmiş kültürdür.

MISIR UYGARLIĞI

- Nil Nehir etrafında oluşturulan bu uygarlık, ırmağın akış yönüne göreaşaı ve yukarıdiye iki bölüme ayrılmıştır.
- Mısır, Afrika'nın kuzeydoğusunda yer almaktadır. Etrafında Akdeniz ve Sina Çölü ile çevrili olmasından dolayı diğer uygarlıklarla etkileşimi olmamıştır. böylece tarih öncesi dönemleri sırasıyla yaşayarak KENDİLERİNE ÖZGÜ BİR UYGARLIK meydana getirmişlerdir.
- Önceleri "" NOM denilen şehir devletleri vardı; fakat daha sonra Kral Menes merkezden valileri atayarak merkezi otoriteyi güçlendirmiştir. Böylelikle merkezi krallık haline geldiler.
- Kendilerini tanrının oğlu olarak gören "" FİRAVUN denilen krallar tarafından yönetiliyordu.
- Krallar aynı zamanda tanrı sayılırdı. Bu yüzden yetkileri sınırsızdır. Bu anlayıştan dolayı hukuk gelişmemiştir. (mutlak monarşi)

-Mısırlılar, tarıma hayat veren Nil nehrinin taşma zamanını hesaplamak amacıyla astronomide gelişme göstererek "" GÜNEŞ YILI ESASINA DAYANAN İLK TAKVİMİ yapmışlardır.
-Tarım ürünlerinden alınan verginin hesaplanması matematiğin Nil'in tasmasıyla arazi sınırlarının belirlenmesi ve düzeltilmesi geometrinin gelişmesinde etkili olmuştur
-Ürünleri kayıt altına almak için "" HİYEROGLİF denilen resimli yazısı kullanmışlardır. Bu yazıyı "" PAPİRÜS denilen kağıda yazılmıştır. Bu yazı Fenike alfabesi ve Latin alfabesine esin kaynağı olmuştur.
Not: Hiyeroglifi okumak ve yazmak zor olduğu için katipler ayrıcalıklı bir sınıf olmuşlardır.
-Mısır'da öldükten sonra dirilme inancından dolayı, ölen kişilerin vücudu "" MUMYAlanmıştır. Bu durum mumyacılık ve insan vücudunun yakından tanınmasına paralel olarak tıp biliminin gelişmesini sağlamıştır. Ölen kişileri "" PİRAMİT denilen anıt mezarlara gömmüşlerdir. Piramitin yapımını kolaylaştırmak için Pİ sayısını hesaplamışlardır. Halkı ise labirent adı verilen mezarlara gömmüşlerdir. Dinsel inanışları sanatlarını etkilemiştir.
-Değişik hayvan ve tabiat kuvvetlerini tanrı olarak kabul etmişlerdir.
-En önemlisi güneş tanrısı Amon-Ra ve iyilik tanrısı Osiris’tir.
-Güçlü ordularıyla Suriye hakimiyeti için sık sık Hititlilerle savaşmışlardır. 16 yıl süren Kadeş Savaşı sonrasında, Hititlilerle imzaladıkları "" KADEŞ ANTLAŞMASI tarihin ilk yazılı antlaşmasıdır. (MÖ 1280)
-Sınıflaşmaya dayalı toplumsal yapı vardır. Başlıca sınıflar rahipler, katipler, çiftçiler, askerler, şehirliler, köylüler ve zanaatkarlardır.
Not: Mezopotamyada topraklar özel mülkiyet iken, mısır’da firavunundur.
-Persler ve Büyük İskender son vermiştir.

ÇİN UYGARLIĞI

- "" SARI IRMAK ve "" GÖK IRMAK çevrelerinde kurulmuşlardır.
- İlk önce feodal bir yapı hakimken daha sonra III. Yy’da merkezden atanan valilerle siyasi birliklerini tamamlayarak merkezi otoritelerini güçlendirmişlerdir.
- Asya'nın güneydoğusunda geniş topraklara sahip olan Çin çeşitli "" SÜLALELER (HANEDAN) tarafından yönetilmiştir.
- Tao, Konfüçyüs ve Buda gibi düşünürlerin görüşlerini din olarak kabul etmişlerdir. Bu inançların etkisiyle resim ve heykel sanatı ayrıca tapınak mimarisi gelişmiştir.
- Kendilerine özgü alfabesi olan Çinliler; "" BARUT, "" PUSULA, "" MÜREKKEP, "" KAĞIT VE "" MATBAAYI icat ederek dünya medeniyetine katkıda bulunmuşlardır.
- Askeri alanda Türkleri örnek alan Çin ordusu, Hun askeri teşkilatından etkilenerek düzenlemiştir.
- İPEK böceğinden ipek elde etmişler, Çin ile Yakındoğu ve Avrupa arasında ipek ticaret yolunun açılmasını sağlamışlardır.
Not: İpek Yolu hakimiyeti için Türklerle sık sık savaşmışlardır. Çünkü bu ticaret yoluna hakim olan devlet, siyasi ve ekonomik anlamda güçlenmiştir.
Not: İpek Yolu aracılığıyla ipek, çini, porselen ve kumaş satmışlardır.

HİNT UYGARLIĞI

-İndus ve Ganj nehirleri etrafında oluşmuştur.
Asya kıtasının güneyinde bulunan Hindistan, zengin bir ülke olduğu için sık sık istilalara uğramıştır.
-Baharat yolu aracılığıyla ticaret yapmışlardır. Baharat, kenevir ve kumaş başlıca ticaret mallarıdır.
- Değişik zamanlarda Hindistan'a gelen kavimler birbiriyle kaynaşamamışlardır. Hint kültürü de bu ülkede birliği sağlamaya yetmemiştir.
- Hindistan'da yaşayan insanlar arasında dil birliği yoktu. Bölgede günümüzde bile çeşitli diller ve lehçeler kullanılmaktadır. Bu durum bölgede günümüze kadar gelen etnik çatışmalara neden olmuştur.
-Orta Asya’dan MÖ 1500’lü yıllarda bölgeye gelen "" ARİlerin Hindistanı istila etmelerinden sonra hakimiyetlerini sağlamlaştırmak için kurdukları Kast Sistemi, Hint halkının birbiri ile kaynaşamamasının ve millet haline gelememesinin nedenlerinden biri olmuştur.
Kast Sistemi: Kast, meslekleri babadan oğula geçen ve aynı geleneklere bağlı bulunan gruplar topluluğudur. Herkes babasının mesleğine girmek zorundadır. Kastlar arasında geçiş yoktur. Aynı kasttan olmayanlar evlenemez. Her kastın kendi içinde dayanışması vardı. Bu durum Hindistan’daki halkın millet olmasını engellemiştir.
Bu sisteme ilk tepki Budizm’in kurucusu Buda tarafından gelir. Ancak gerek Brahmanları baskıları, gerekse halkın Buda’nın görüşlerini yeterince anlayamamasından dolayı Buda Çin’e kaçmak zorunda kalmıştır.
Not: Kast sisteminde halkın isyan etmesini önlemek için Brahmanlar dünyaya tekrar gelineceği ve bu dünyadaki yaşamın tam tersi hayat sürüleceği inancı olan Reenkarnasyon düşüncesini ortaya atmışlardır.

Not:Bilimsel çalışmalar yaparak astronomi, matematik, cebir, tıp alanlarında gelişmişlerdir. Örneğin bugünkü onlu sayı sistemini ve rakamları Hintli bilginler bulmuşlardır. Sıfırı ilk defa kullanmışlar ama sayı olarak kabul etmemişlerdir.

EGE UYGARLIĞI

1-Girit (MÖ 3500-MÖ1200)

Yunan Medeniyeti’nin temelleri burada atılmıştır. Ege’de kurulan ilk medeniyettir.
Şehir devletleri şeklinde örgütlenmişlerdir. Tarım, balıkçılık ve denizcilikler uğraşmışlardır.
Barışçı olmaları, adada yaşamaları, güçlü donanmaya sahip olmaları gibi nedenlerden dolayı şehirlerinin etrafına kale ve sur yapmamışlardır.
En büyük tanrıları Rea’dır.
Girit Adası’nda halk soylular ve Krallar tarafından yönetilirdi. Bu yönetim anlayışı da aristokrasiyi ortaya çıkarmıştır.
Ege Bölgesi'nde en eski ve en önemli uygarlık merkezi Girit'tir. "" KNOSSOS SARAYI günümüze kadar gelen eserleridir.
Dorlar tarafından yıkılmışlardır.

2-Miken (MÖ 2000-MÖ 1100)

Orta Avrupa'dan gelen Akaların Yunanistan'a yerleşmelerinden sonra kurulmuştur.
Şehir devletleri şeklinde örgütlenmişlerdir.
"" AKALAR, Boğazların hakimiyeti için "" TRUVAlılarla savaşmışlardır. Bu savaşlar "" HOMEROS'un "" İLYADA DESTANı'na konu olmuştur.
En önemli eserleri Kuyu mezarlarıdır. Dil alanında çalışmalar yaparak Grekçenin temellerini atmışlardır.
Miken uygarlığı Dor saldırıları başlayınca dayanamayarak Anadolu’ya göç etmişler ve Anadolu’da İyon Devleti’ni kurmuşlardır.

3-Yunan (dor) (MÖ 1200- MÖ 337)

*Yunanistan'a göç eden "" DORLAR, Akaların egemenliğine son verdiler.
*Yunanistan'ın tamamına egemen olan Dorlar "" POLİS adı verilen şehir devletleri kurdular Bunlardan İsparta , Atina, Korint ve Tebai önemlileridir.
*Polislerin başında "" TİRAN isimli yöneticiler vardı.
Not: Tiran, siyasi gücü zorla ele geçirip, tek başına yönetim gösterenlere denirdi.
*Yunanlılar tanrılarının yardımını almak veya öfkesini yatıştırmak için spor, müzik ve şiir yarışmalarına önem vermişlerdir. Bunların en ünlüsü ilk kez MÖ 776'da kutlanan ve dört yılda bir düzenlenen "" OLİMPİYAT OYUNLARIdır. Olimpiyatlar Yunan toplumunun kaynaşıp ortak bir kültür oluşturmalarına katkıda bulunmuştur.
Not: Tanrılarını insan şeklinde düşündükleri için fedakarlık gerektirmeyen, düşünmeyi sınırlamayan bir dinsel inanış ortaya çıkmıştır. Bu inancın etkisiyle sanatta heykelcilik, edebiyatta ise mitoloji gelişmiştir.
* Kolonicilik faaliyetleri sırasında zamanla güçlenen tüccar ve sanayiciler yönetime hakim olmak amacıyla köylülerle birleşerek soylularla mücadeleye başlamışlardır. Bu çatışmayı ortadan kaldırmak amaçlı Arhon adı verilen yasa koyucular başa geçmiştir. Bu arhonlardan;
Dragon: Asillerin çıkarlarını koruyan kanunlar yapmış bu yüzden başarılı olamamıştır.
Solon: Soyluların ayrıcalıklarına son vermiş, borçlarından dolayı köle durumunu düşen kişileri affetmiş, doğuştan köleliği kaldırmıştır.
Klistenes: Sınıflar arası farklılıkları kaldırmış, Halk meclisini açarak halkın yönetimde söz sahibi olmasını sağlamıştır. Halk meclisinin açılmasından dolayı bu gelişmeler dünyanın ilk demokrasi hareketi sayılmıştır.
Not: "" DRAKON, "" SOLON VE KLEİSTENES KANUNLARI Atina’da demokrasinin gelişmesini sağlamışlardır.
*Sokrat, Platon (Eflatun), Aristo önemli filozoflarıdır.

* İyonya ihtilaline destek verdiği için Persler Yunanlılara savaş açtılar. "" MARATON SAVAŞI’nı kaybettiler. Pers kralı I.Darius ölünce yerine geçen Kserkses’de Yunanlılara saldırsa da sonuç Persler için gene hüsran oldu. Bir dizi savaşlarda taraflar arası galibiyetler olsa da sonucu Yunanlılar belirledi. Bu durum milli bilincin gelişmesine katkıda bulunarak Atina başkanlığında "" ATTİKA-DELOS DENİZ BİRLİĞİnin kurulmasını sağladı. Atina ile İsparta arasında hakimiyet mücadelesi başlayınca "" PELEPONNES SAVAŞLARI başlamış ve birlik dağılmıştır.
Not: Özellikle Atina denizcilikte çok gelişmiş ve birçok KOLONİ kurmuştur.
Not2: "" KOLONİ bir devletin kendi ülkesinin sınırları dışında egemenlik kurarak yönettiği ekonomik veya siyasal çıkarlar sağladığı ülkedir.

Toparlama1 : Kolonizasyon kurmuş topluluklara örnek verecek olursak; Asur, Fenike, Soğd, Lidya, İyon, Yunan, Roma gibi

Toparlama2: Coğrafya veya iklimin hayat tarzlarını şekillendirmesiyle köyler ve kabile konfederasyonları zamanla şehir devletlerini oluşturmuştur. İlk Çağ medeniyet alanlarına bakıldığında Mısır’da “nom”, Sümerlerde “site”, İyon ve Yunanlılarda “polis” adı verilen şehir devletleri kurulmuştur. Aynı millet içinde siyasi birlik kurulup bir milletin devleti olduğu gibi, diğer milletlere hakimiyet kurularak imparatorluklar da oluşturulmuştur. Kurulan siyasi yapılar genelde monarşi ile yönetilmiştir. Yönetim gücünün kaynağı da tanrısal görülmüştür. Aynı zamanda başa geçenin soyu da önemliydi. Merkezi devletler ise Hitit, Babil, Mısır, İskenderiye krallığı

Toparlama3:İlk Çağ’da sömürgeci anlayışla kurulan Kuşatıcı Olmayan (dışlayıcı) Yeni Asur, Yeni Babil gibi imparatorluklarla hakimiyeti kurduğu topraklarda ki uluslara hoşgörü olan Hititler gibi Kuşatıcı İmparatorluklar da kurulmuştur. Ayrıca dünya hakimiyeti fikriyle hareket eden iki imparatorluk kurulmuştur. Bunlar Büyük İskender İmparatorluğu ve Roma İmparatorluğu.

DOĞU AKDENİZ UYGARLIĞI

1-Fenikeliler (MÖ1500-MÖ 520)

- Sami asıllı Fenikeliler, Lübnan ve Akdeniz kıyılarına yerleşmişlerdir.
- "" ŞEHİR DEVLETLERİ halinde kurulmuşlardır. En önemlileri Biblos, Sayda ve Sur’dur.
- Bulundukları coğrafya tarıma elverişli olmadığından denizcilik faaliyetlerine ve ticaretine önem veren Fenikeliler, Akdeniz ve Karadeniz kıyılarında "" KOLONİler kurmuşlardır. En ünlü kolonileri "" KARTACA’dır. Kartaca hakimiyeti için Romalılarla ilk çağın en uzun savaşı olan Pön Savaşlarını yapmışlardır.
Not: Tarihte kolonicilik faaaliyeti başlatan uygarlıktır.
Not: Deniz koloniciliği sayesinde doğu medeniyetini batıya taşıdılar.
-İlk alfabe Fenikeliler tarafından yapılmıştır. "" FENİKE ALFABESİ Frigyalılar, Lidyalılar, İyonyalılar ve İbraniler tarafından kullanılmış, daha sonra Yunanlılara ve Romalılara geçmiştir. Romalılar Fenike alfabesini geliştirerek bugünkü Latin alfabesini yapmışlardır.
-İlk defa boya, kırmızı mürekkep ve camı bulmuşlardır.

2-İbraniler (MÖ 10- MS 70)

- Önce Suriye ile Mezopotamya’ya yerleşen İbraniler daha sonra Nil Vadisine göç etmişlerdir. Bu yüzden Irmağı aşan anlamına gelen İbrani adını almışlardır.
- MÖ II. bin başlarında Filistin'e yerleştiler. Dinlerinin oluşmasını Hz Musa sağlamıştır. Hz. Davud tarafından kurulan İbrani Devleti bir süre sonra İSRAİL ve YAHUDİ Devleti olarak ikiye ayrıldı. Yahudi Devleti'ne Babilliler, İsrail Devleti'ne Asurlular son verdiler. İbraniler çıkardıkları isyan sonucunda Romalılar tarafından dünyanın çeşitli yerlerine sürgün edildiler.
Tek Tanrı inancı ilk defa İbranilerde görülmüştür. "MUSEVİLİK" denilen bu dinin sadece İbranilere gönderildiği kabul edilmiş, bu durum Museviliğin başka toplumlar arasında yayılmasını engellemiştir. Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmalarına rağmen dini İnançları etrafında oluşan milli tarihleri, Yahudilerin milli kimliklerini korumalarını sağlamıştır. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra tekrar Filistin topraklarına gelerek İsrail Devleti’ni kurdular.
Not: Hz Musa’ya Mısırdan çıktıktan sonra Sina Dağında gelen ON EMİR ( Başka tanrın olmayacak, öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, zina etmeyeceksin gibi) Allah tarafından verilmiştir. Yahudi inancına göreTanrı ile İsrailoğulları arasında yapılan ahdi (anlaşma) içeren, Yahudiler’in kutsal kitabına Hristiyanlar, günümüzde “AHD-İ ATÎK” (ESKİ AHİT) demektedir.
Not: Başkentleri Kudüs’te üç din içinde kutsal görülen mekanlar vardır. Musevilerin Ağlama Duvarı, Hristiyanların Kamema Kilisesi, Müslümanların ise Mescidi Aksası vardır.
-En önemli eserleri SÜLEYMAN MABEDİdir.

İLK ÇAĞ'DA ANADOLU

Üç tarafı denizlerle çevrili olan Anadolu, Avrupa ile Asya arasında köprü konumundadır. Bu özelliğinden dolayı Anadolu tarih boyunca göç dalgalarına yol olmuş ve istilalara uğramıştır. Ayrıca uygun iklimi ve verimli toprakları eski çağlardan beri Anadolu'yu dünyanın önemli yerleşim merkezlerinden biri haline getirmiştir. Günümüzde yapılan kazılarda birçok medeniyete ait eser bulunması Anadolu'nun medeniyetler beşiği olduğunu gösterir.

ANADOLU UYGARLIKLARI

Hattiler (MÖ 2500-MÖ1700)

Anadolu’nun eski halklarındandır. Göçlerle geldikleri düşünülmektedir. Hititlerle aynı soydan olmasalar da Hititlilere öncülük etmişlerdir.

1-Hititler (MÖ 2000-1200)

-Kafkas yoluyla Anadolu’ya gelerek KIZILIRMAK ve çevresinde kuruldu.
-Başkentleri HATTUŞAŞ’tır
-Hitit Kralı;BAŞKOMUTAN,BAŞYARGIÇ VE BAŞRAHİP olan Tabarna’dır.
-Devletin kurucusu Labarna’dır.
-Kral Telepinuş, kendi ismiyle anılan Telepinuş sistemiyle krala kendinden sonra gelecek kişiyi belirleme hakkı vermiştir.
-TAVANANNA denilen kraliçeleri vardı.
-Kralın yanında asillerden oluşan danışma meclisi niteliğinde olan PANKUŞ MECLİSİ vardı. Bu meclis zaman zaman kralın yetkilerini sınırlandırmıştır.
-Mısırlılarla yaptıkları savaş sonrası imzaladıkları KADEŞ ANTLAŞMASI dünyanın ilk yazılı antlaşmasıdır.
-Tarihte ilk defa tımar sistemini başlatmışlardır.
-İlk kez medeni kanun yaptılar ve kanun kitapları yazdılar. Hukukları nispeten YUMUŞAK KANUNLARdan meydana geliyordu.Kısas yerine FİDYE yöntemi uygulanmıştır.
-Komşu kavimlerinin tanrılarını ülkelerine getirip tapındıkları için BİNTANRI İLİ denmiştir.
-Her yılın önemli olaylarını Objektif tarihin ilk örneği olan ANAL dedikleri yıllıklara yazmışlardır. Yazanlar tanrıya hesap vereceğini de düşündüğü için TARAFSIZ bir şekilde yazmışlardır.
Not: Anallar, tarihteki ilk objektif tarih yazıcılığının başlangıcını oluşturmuştur.
-YAZILIKAYA VE İVRİZ KABARTMALARI günümüze kadar gelen önemli eserleridir.
-EGE GÖÇLERİ sonucunda harekete geçen Frig saldırıları sonucu yıkılmıştır.
Not: Ege Göçleri DENİZ KAVİMLERİ HAREKETLERİ olarak da ifade edilmiştir. MÖ XIII yüzyıl sonları ile MÖ XII. Yüzyıl başlarında iki aşamada yaşanmıştır. İlk olarak Yunanistan’da başlamıştır. Yunanistan’ın aşırı nüfus fazlalığı, ekonomik zorluklar, siyasi baskılar sonucunda çeşitli etnik grupların yaptığı göçlerin etkileri Mısır’a kadar uzanmıştır. EGE GÖÇLERİ SONUCUNDA; Hitit İmparatorluğu yıkılmış, Mısır’da firavun idaresi zayıflamış, Akalar İzmir’de İyon Devletini, Frigler de İç Anadolu’da Frig Devletini kurmuştur.
Not: Ayrıca farklık bölgelerde çeşitli kavimlerinde göçleri olmuştur. Bunlardan bazıları; Amurru (Babil), Akad, Hurri, Frig Göçleri gibi.

2-Frigyalılar (MÖ 1200-MÖ 676)

-Ege göçleri yoluyla Balkanlardan Anadolu’ya gelmişlerdir.
-SAKARYA IRMAĞI,Ankara ve çevresinde kuruldu.
-Kurucusu Kral GORDİOS’tur
-Başkentleri Ankara yakınlarında GORDİON’dur.
-KRAL MİDAS zamanı en kuvvetli zamanlarıdır.
-Tarıma çok önem vermişlerdir. Bundan dolayı TARIMLA İLGİLİ KANUNLARI çok sertti. Mesela öküz öldürme ve saban kırmanın cezası ölümdü.
-TAPATES isimli halı ve kilim üretmişlerdir.
-Hayvan konuşturma sanatı olan FABL ilk defa burada ortaya çıkmıştır.
-Kralları için Tümülüs adı verilen kaya mezarları yapmışlardır. En ünlüsü olarak KRAL MİDAS’IN MEZARI günümüze ulaşan Frig eseridir.
-Sınıf ayrımı Tümülüs adı verilen mezarlara güçlü ve zengin kişilerin gömülmesi ile dışa vurulmuştur.
Not: TÜMÜLÜS mezarın toprakla örtülmesi sonucu oluşan suni tepedir. Gene suni tepe olan HÖYÜK ise yerleşim yerlerinin zamanla toprak altında kalmasıyla yıkıntıların üst üste birikmesiyle oluşan suni tepedir.
-Kafkaslardan gelen Kimmer saldırıları sonucu yıkılmıştır.

3-Lidyalılar (MÖ 680-546)

-BATI ANADOLU’da Kral Giges tarafından kuruldu. Küçük Menderes-Gediz civarı.
-Başkentleri Sardes’tir.
- Efes ve Sardes’ten başlayarak Mezopotamya’da Ninova’ya uzanan KRAL YOLU'nu yaptılar ve bu yol sayesinde ticarette çok ileri giderek zenginleştiler.
Not: Persler, Kral Yolu’nu tamir edip başkentleri Sus’a kadar götürdüler.
-Elektron adını verdikleri PARAyı icat ettiler. Bu sayede değiş - tokuş usulü ortadan kalkmış, ticaret gelişmiştir.
-İlk kez bankacılık sistemini kurmuşlardır.
-Orduları ücretli askerlerden meydana geldiği için çabuk yıkıldılar.
-Son kralları Krezüs Dönemi’nde en parlak dönemlerini yaşadılar.
-En önemli eserleri Sardes Sarayıdır.
-Persler tarafından yıkılmıştır.
Not: Kral Yolu’nu kullanan Lidyalılar, Asurlular ve Persler; İpek yolu üzerinde Soğdlar önemli kara ticareti yapan halklardı.

4-İyonyalılar (Akalar) (MÖ 1200-334)

-İZMİR VE ÇEVRESİNDE Yunanistan’dan gelen Akalar tarafından kuruldu.
-Milet,Efes,Foça,İzmir gibi şehir şeklinde kurulmuştur.
Not: Şehir devletlerine POLİS demişlerdir.
-Aristokraklar yönetimi ele geçirdiği için OLİGARŞİ ile yönetilmişlerdir.
Not: Aristokrat: soylu (asil)
-İlk deniz ticaret kolonileri kurdular.
-Gerek ticaretten dolayı zengin olmaları,gerekse uygarlıkların kesişme noktasında bulunmalarından dolayı ÖZGÜR DÜŞÜNCE gelişmiştir ve önemli bilim insanları yetişmiştir.

HEREDOT :Tarih biliminin kurucusu
HİPOKRAT:Tıp biliminin kurucusu
TALES VE PİSAGOR: Matematik ve astronomi alanında
DİYOJEN: Felsefe alanında

-Kendilerine özgü mimari anlayışları vardır. İyon Nizamı
-ARTEMİS TAPINAĞI en ünlü eserleridir. Celsus Kütüphanesini kurdular.
-Lidya baskısından kurtulmak için tarihte ilk kez tiranlık idaresini benimsediler.
Not: Tiranlar alt tabakanın sevgisini kazanarak bir hükümet darbesiyle iktidara çıkmış ve tek başına saltanat sürmeye başlayan kişilerdir. Hukuk kurallarından bağımsız yönetim sergilerler.
-Persler yıkmıştır.
Not: Deniz Ticareti yapan İyonyalılar, Yunanlılar ve Fenikeliler uluslararası ticareti geliştirdiler.

5-Urartular (MÖ 900-600)

-DOĞU ANADOLU’da Sardur tarafından kuruldu.
-Başkent TUŞPA’dır. (Van)
-KAYA MİMARİSİnde ve MADEN İŞÇİLİĞİnde çok ileri gittiler.
-Tarihte ilk defa saltanat sistemini uyguladılar.
-ÖLÜMDEN SONRAKİ HAYATA inanan Urartular, bu inançlarının etkisiyle mezarlarını oda ve ev biçiminde yapmışlar, mezarlara ölüyle beraber değerli eşyalarını da koymuşlardır.
-Yaptıkları her işi savaş ve devlet tanrısı HALDİ adına yaparlardı.
-VAN KALESİ günümüze kadar ulaşan önemli eserleridir.
-Dağların etrafına inşa ettikleri göletlerle “Hidrolik Medeniyet” ünvanı aldılar.
-Medler tarafından yıkılmıştır.

ANADOLU'YA EGEMEN OLAN UYGARLIKLAR

1-Med İmparatorluğu

-İran’da kurulan ilk uygarlıktır. Keyeksar döneminde bağımsız olan Medler kısa sürede güçlenerek Asurluların varlığına son vermiş, ayrıca Urartuları yıkarak Doğu Anadolu topraklarına hakim olmuşlardır.
-Hanedan değişikliği ile yerini Perslere bırakmıştır.

2-Pers İmparatorluğu (MÖ 550- MÖ 331)

- II. Kiros tarafından kurulmuştur. Güçlü askeri yapıları sayesinde Suriye, Filistin, Anadolu, Balkanlar, Kafkasya, Mısır ve Hindistan’a kadar bölgede hakimiyet kurmuşlardır.
- Kral Yolunu onarıp, ilaveler yapmışlardır.
- İran'da imparatorluk kuran Persler, Lidyalıları mağlup ederek Anadolu'ya egemen olmuşlardır. Persler tarihte ilk defa Anadolu'yu SATRAPLIKlara (eyalet) ayırarak ülke yönetimini kolaylaştırmayı amaçlamışlardır. Satraplıkların başına vali ataması yaparak merkezi yönetimi güçlendirmişleridir

Not:Satraplık daha sonra Romalılar ülkelerini eyalet sistemine göre yönetmelerine esin kaynağı olacaktır.
Not: Anadolu’ya 200 sene hakim olmuşlar, fakat Anadolu’yu yurt olarak görmemeleri ve kültürel olarak Anadolu’dan geri olmalarından dolayı Anadolu’da etkili olamamışlardır.
-Dünyada İLK POSTA TEŞKİLATInı kurdular.
-Şah Gözü, Şah Kulağı dedikleri dünyada ilk HABER ALMA (İSTİHBARAT) TEŞKİLATInı kurdular.
Not: Satraplık, PostaTeşkilatı ve Şah gözü denen müfettişlik taşkilatı merkezi otorite için yapılmıştır.
-Çok tanrılı dine inanan Persler ateşin kutsal kabul edildiği Zerdüştlük (Mecusilik) dinine inanmışlardır. İyilik ve kötülüğün mücadelesi esasına dayanan bu dinde, temizliğin temsilcisi kabul edilen ateş, ateşgede denilen yerlerde yakılır ve burada tanrılara ibadet edilirdi.
-Bodrumda dünyaca ünlü Mousoleum (Mozele-Kral Mezarı) yaptırmışlardır.

3-İskender İmparatorluğu (MÖ 359- MÖ 323)

-Makedonya Kralı II. Flip, Yunan şehir devletlerinin varlığına son vererek Helen Devleti’ni kurmuştur. Devlet ismini kurulduğu bölgeden almıştır. Ölünce yerine oğlu İskender geçti.
-Yunanistan'ın kuzeyinde kurulan Makedonya Devleti'nin başına geçen Büyük İskender, ASYA SEFERİ'ne çıkarak Persleri mağlup etmiş ve Anadolu'ya egemen olmuştur (MÖ 333). Asya Seferi'ni sürdüren Büyük İskender; Suriye, Filistin ve Mısır'ı ele geçirdikten burada İSKENDERİYE şehrini kurdu sonra Hindistan'a kadar ulaşmıştır. İskenderiye Kütüphanesinde görev yapan Eratosthenes, coğrafya terimini ilk kez kullanarak coğrafya biliminin kurucusu olmuştur.
İskender'in ölümünden sonra imparatorluk parçalanmıştır.
Komutanları ülkeyi paylaşınca
1-Selevkoslar (Anadolu ve İran’da),
2-Ptolemerler (Mısır’da),
3-Antigonitler (Makedonya’da)
olarak parçalanmıştır. Selevkoslar Devleti yıkılınca Anadolu’da PONTUS, KAPADOKYA, BİTİNYA, KOMMEGENE BERGAMA gibi Helenistik Krallıklar ortaya çıkmıştır.

Not: İskenderiye Kütüphanesi papirüs kağıdı vermeyince Bergama Kütüphanesi PARŞÖMEN KAĞIDInı bulmuşlardır. Kütüphanelerinde 200 binden fazla kitap bulunmaktadır. Not: ASKLEPİON ismini verdikleri sağlık merkezleri kurdular. Zeus Tapınağı bu dönemde yapılmıştır. Büyük İskender'in Asya seferi sırasında Doğu-Batı toplumları kaynaşmış, eski Yunan medeniyeti ile Doğu medeniyetleri birbirini etkilemişler ve "HELENİSTİK MEDENİYET" ortaya çıkmıştır. Helenizm: Doğu-Batı kültürlerinin kaynaşmasıdır.

4-Roma İmparatorluğu (MÖ 753- MS 395)

-İlk Çağ’da İtalya’ya göç eden İtalik ve Etrüskler tarafından temelleri atılmıştır.
-Ordunun temelini lejyon adı verilen askeri birliklerden oluşturarak, Doğuda Fırat nehrinden batıda Atlas Okyanusu'na kadar bütün AKDENİZ ÇEVRESİni egemenliği altına almıştır.
-Krallık , Cumhuriyet ve İmparatorluk olmak üzere üç ana kısımda yönetilmiştir.
-KRALLIK DÖNEMİ Üç siyasal organ vardır: KRAL, SENATO VE HALK MECLİSİ. Halk meclisi üç gruptan oluşurdu. PATRİCİ (asiller), PLEBLER (Küçük çiftçi ya da zanaat sahibi), CLİENT (Patricinin hizmetini görürlerdi.)
-CUMHURİYET DÖNEMİnde 4 siyasal organ vardır:CONSUL’ler (halk meclisinin seçtiği iki kişi bir yıl ülkeyi yönetirdi.). MAGİSTRA (consullerin görevi artmaya başlayınca yeni seçilen consullerdir.). HALK MECLİSİ ( önceleri sadece particiler katılırken sonraları plepler de katılmıştır). SENATO danışma kurulu niteliğinde olsa da zamanla önemleri çok artmıştır. Hazırlanan kanun teklifleri burada tartışılırdı. Halk meclisinin kabul ettiği öneriler tartışılıp onaylanırdı. Yürütmede önemi büyüktü. Hemen her konuda fikirleri alınıp karar alınırdı.
-İMPARATORLUK DÖNEMİnde ise bütün kurumların yetkileri imparatorun lehine azaldı ve roma hukuku da her yerde uygulanamadığı için zamanla rejim tam anlamıyla MUTLAKİYETe dönmüştür.
Tanım: Mutlakiyet yani Monarşi yönetimin bir insanda toplanmasıdır.

-375 tarihindeki KAVİMLER GÖÇÜ'nün ardından hızla toprak kaybetmeye başlayan Roma İmparatorluğu, 395 tarihinde Batı ve Doğu olmak üzere ikiye ayrıldı. Batı Roma imparatorluğu 476 tarihinde, Doğu Roma İmparatorluğu ise 1453 yılında yıkıldı.
Roma İmparatorluğu'nun önemli özellikleri şunlardır:
- ONİKİ LEVHA KANUNLARI'nın yapılmasıdır.Bu kanunlar günümüz hukukunun temelini oluşturmuştur.
- Fenike alfabesinde düzenlemeler yaparak günümüzde kullanılan LATİN ALFABESİni oluşturmuşlardır.
- Mısırlılar tarafından Güneş'in hareketlerine göre düzenlenen takvime katkı yaparak MİLADİ TAKVİMin bugünkü haline gelmesini sağlamışlardır.
- Roma İmparatorluğu, HRİSTİYANLIĞIn ortaya çıkmasından sonra yayılmasını önlemek için sert önlemler almıştır. Ancak halk arasında Hristiyanlığın yayılmasına engel olamamıştır. 313 yılında MİLANO FERMANI yla Hristiyanlık serbest bırakılmış ve 381 yılında da Roma'nın resmi dini olarak kabul edilmiştir.
Not: İlk Hristiyanlar, Roma baskısından dolayı Antakya ve Kapadokya’da sığınmışlardır. Antakya kilisesi Hıristiyanlığın Doğu’da ve Asya’da yayılmasını sağlamıştır.
-Ülkemizdeki İstanbul’da BOZDOĞAN KEMERİ , ÇEMBERLİTAŞ, Ankara’da AVGUSTUS TAPINAĞI ve ROMA HAMAMI ile ASPENDOS TİYATROSU önemli Roma eserleridir.

5- Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans)

Roma İmparatorluğu'nun ikiye ayrılmasından sonra merkezi İstanbul olan doğu kısmına Bizans İmparatorluğu denilmiştir. Orta Çağ’da; Anadolu, Balkanlar, Mısır, Suriye, Filistin ve Kuzey Afrika coğrafyasında etkili olmuştur. Hellenizm ve Ortodoksluk gibi kültürel bileşenler sonucu batı Roma İmparatorluğu’ndan farklı bir siyasi yapı hâline gelmiştir. Roma İmparatorluğu bir çeşit cumhuriyet ile yönetilirken Bizans İmparatoru gücünü Tanrıdan alan otokrat bir lider konumuna gelmiştir. En parlak dönemleri JÜSTİNYEN DÖNEMİ’dir. Ülke thema denilen eyaletlere ayrılmış ve başına tekfur denilen valiler atanmıştır. 1453 İstanbul’un Fethi ile yıkıldı. AYASOFYA CAMİSİ , AYA İRİNİ, HORA (KARİYE CAMİİ), MERYEM ANA KİLİSELERİ, SERGİOS VE BAKÜS KİLİSESİ , BİNBİRDİREK VE YEREBATANSARNIÇLARI Bizans mimarisinin dikkat çekici örnekleridir. "ORTA ÇAĞ’DA DÜNYA" Orta Çağ, MS 375 yılında gerçekleşen Kavimler Göçü ile başlamıştır. 1453 yılında, Osmanlı İmparatorluğu tarafından İstanbul'un Fethi ile Bizans İmparatorluğu 'nun yıkılışıyla da Orta Çağ sona ermiştir. Orta Çağ, Kavimler Göçü’yle başlar. KAVİMLER GÖÇÜ Büyük Hun Devleti yıkıldıktan sonra batıya doğru göç eden Türkler Karadeniz’in kuzeyine geldiler. Buradaki GERMEN KAVİMLERİni (Ostrogotlar, Vizigotlar, Angıllar, Saksonlar, Franklar, Vandallar, Alamanlar, Normanlar gibi) yerlerinden ederek Avrupa’ya sürdüler. Roma topraklarına giren bu Germen kavimleri 375 yılında Kavimler Göçü olayını meydana getirmişlerdir.

Kavimler Göçü sonunda; Avrupa uzun yıllar karışıklık içinde kalmıştır. Barbar kavimlerin topraklarına girmesini önleyemeyen Roma İmparatorluğu 395 yılında Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmıştır. 476 yılında Batı Roma İmparatorluğu yıkılmıştır. Germen kavimleri arasında Hıristiyanlık yayılmış, Avrupa'da kilise ve papalık güçlenmiştir. Avrupa'da ortaya çıkan otorite boşluğu FEODALİTE (DEREBEYLİK) rejiminin kurulmasına ve yaygın-laşmasına ortam hazırlamıştır.

Bu sisteme göre siyasi güç; krala ait olup kral, siyasi otoritesini mutlak sadakat koşuluyla ve kontrollü olarak derebeyleriyle paylaşmıştır. Süzeren’de (himaye eden) denilen derebeyi kendilerine sığınan insanları koruyabilmek için kendine bağlılık yemini etmiş VASSALardan (himaye edilen) şövalye denilen savaşçı topluluk oluşturmuştur. ŞÖVALYE topraksız soyluydu. Feodal ünvanlar yukarıdan aşağıya doğru: imparator ve kraldan sonra grandük, dük, marki, kont, vikont, baron şeklindeydi.

Orta çağ toplumunun temelini köylüler oluştururdu. Üst sınıfların refahı onun emeğine bağlıydı. Toprağın sahibi olan ve malikânede yaşayan lordlar, köylü, özellikle serf (toprakla beraber alınıp satılabilen) ve ailesinin de sahibiydi. Kral; LORD ve vassallarından malikâne sayısı oranında asker ve vergi toplardı. Feodalizmde hiç kimse tam anlamıyla hükümran değildi. Bu yüzden kral, lord ve vassallar arasındaki mücadeleler, orta çağ Avrupası’nda uzun süren karışıklıklara, siyasal istikrarsızlıklara hatta savaşlara neden olmuştur.

Güç sahibi olan Katolik Kilisesinin kişiyi dinden çıkarma olan AFOROZ, toplumu dinden çıkarma veya bir bölgede belli bir süre dinsel ayinleri yasaklama olan ENTERDİ, cennetten toprak satma olan ENDÜLÜJANS ve günah çıkarma önemli silahları olmuştur. Germen kavimleri Avrupa'nın çeşitli yerlerine yerleşmişler. Frank, Vizigot, Ostrogot, Sakson gibi Germen krallıkları kurulmuş ve buradaki yerli halk ile kaynaşarak bugünkü Avrupa milletlerinin temelini oluş-turmuşlardır. Roma toprakları üzerinde birçok germen Devleti kurulmuştur. Kavimler göçü İlk Çağ'ın sonu Orta Çağ'ın başlangıcı kabul edilmiştir. Sonunda da Avrupa hun Devleti kurulmuştur.

Orta çağ’ın diğer gerçekleşen olay ve durumlar şunlardır:

1-İlk çağ’dan itibaren Kral Yolu, İpek Yolu, KÜRK YOLU ve Baharat Yolu dünya ticaretinde hâkim rol oynamıştır.
Baharat önemi hastalıkların tedavisinde ve yiyeceklerin raf ömrünü uzatmakta kullanılmasındandır. Avrupa'da ticaretinin dayandığı temelleri oluşturan ve doğuyu batıya bağlayan İpek Yolu, güneyi batıya bağlayan Baharat Yolu, kuzeyi güney ve batıya bağlayan Kürk Yolu zamanla Müslüman toplulukların eline geçmiştir. Kısa sürede refaha ulaşan İslam ülkeleri Orta Çağ Avrupası’nın iştahını kabartmış, böylece iki yüzyıla yakın sürecek olan HAÇLI SEFERLERİ başlamıştır. (8 büyük sefer yapıldı)

2-İslam’ın döneme damgasını vurmasıyla ticari alanda şu kurumlar ortaya çıkmıştır.

HAN: Türk devletlerinde konaklama merkezi
KERVANSARAY:kökeni ribata dayanan kervansaraylar da kervanların güvenliği ve konaklaması için ana yol kenarında tesis edilirdi. kervansaraylar genellikle 8-10 saatlik yürüyüş mesafesinde, 35–40 km aralıklarla kurulurdu. vakıf sistemi sayesinde günümüze kadar gelen kervansaraylar, yollar üzerinde kurulan ve kamu yararına çalışan ticari yapılardı.
BEDESTEN: Kapalı çarşı
ARASTA: arasta, genellikle aynı esnaf grubuna ait dükkânların bir sokak üzerinde sıralanması ile meydana gelmekteydi.
KAPAN: Toptancı hali
RİBAT: İslamiyet’in ilk dönemlerinde daha çok korunma, savunma ve askerî amaçlı inşa edilerek karakol veya ordugâh olarak kullanılırdı. sınır bölgelerinde yoğunlaşan bu yapılar, yüksek duvarlarla çevrili olup avlu ve gözcü kulelerinden oluşurdu. 11. yüzyıldan sonra sınırların genişlemesiyle birlikte iç bölgelerde kalan ribatlar, işlev değiştirerek ticari konaklama amacıyla kullanıldı.
PAZAR: Alışveriş yeri
PANAYIR:Günümüzdeki fuarlara benzeyen panayırlar, malların tanıtımı ve satışının yapıldığı yerdir. Kara ticaretinde asyalı, deniz ticaretinde de Avrupalı topluluklar hakimdir.

3-KARA VEBA 1347-1351 tarihlerinde görülmüş ve Avrupa nüfusunu çok büyük oranda azaltmıştır. Bu da büyük değişimlere sebep olmuştur. Avrupa nüfusunun yarısına yakını ölmüştür.

4-MÖ 753 yılından Doğu Roma İmparatoru Justinianus’un 565 yılında ölümüne kadar geçen sürede Roma ve egemenliği altındaki ülkelerde uygulanmış olan hukuka Roma Hukuku denir. JUSTİNİANUS KANUNLARI ise madde madde yazılmamış, belli olaylar için verilmiş somut örneklerle kanun maddeleri anlatılmıştır. Bu kanunlarla hukuk kurallarında ilk defa kamu ve özel hukuk ayrımı yapılmıştır. Özellikle aile, kişi ve miras hukuku konularındaki düzenlemeler, günümüz medeni hukukunun temelini teşkil etmektedir. 527-565 yılları arasında doğu roma imparatoru olan Justinianus on iki levha kanunları başta olmak üzere Roma kanunlarını toplayarak çağın ve toplumun ihtiyaçlarına uygun bir şekilde yeniden düzenlemiştir. Justinianus’un hazırladığı kanunlarda toplumun en küçük birimi olan aile kurumu ve evlilik konusu dinî bir temele oturtulmuştur.

5-Moğol İmparatorluğu'nun hukuk ve askerlik işlerini düzenleyen kanunlara “ CENGİZ HAN YASASI” veya Büyük Yasa” denilmiştir. Ama bu yasanın tamamı Cengiz Han tarafından oluşturulmuş değildir. Cengiz Han Yasası, nesilden nesile aktarılan Türk ve Moğol törelerinin yazılı hâle getirilerek düzenlenmiş şeklidir.

6-Orta Çağ Avrupasına feodalite ve Katolik Kilisesi yön verirken doğu dünyasının kaderini Bizans, Sasani ve Moğol devletleri belirlemiştir. Haçlı Seferleri, surların yıkılabileceğinin anlaşılması ve coğrafi keşifler feodal sistemin sonunu getirmiştir.

İSLAMİYET’TEN ÖNCE TÜRK UYGARLIĞI

TÜRKLERİN ANAYURDU

Türklerin anayurdu İç Asya yani Orta Asya'dır, Orta Asya; kuzeyde Sibirya, güneyde Tanrı ve Hindikuş Dağları, doğuda Kingan Dağları ve batıda Hazar Denizinin çevrelediği geniş bir bölgedir. Karasal iklime sahip olan Orta Asya bozkırları, tarımdan çok hayvancılığa elverişlidir. Bu nedenle Türklerin temel geçim kaynağı hayvancılık olmuştur ve sürülerine otlak ve su bulabilmek için göçebe (konar - göçer) yaşam biçimini benimsemişlerdir. Türkler, MÖ 1700'lü yıllardan itibaren Orta Asya'dan dünya’nın çeşitli bölgelerine göç etmişlerdir. Türklerin Orta Asya'dan göç etmesinde; 1-İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ: iklim koşullarının değişmesine bağlı olarak meydana gelen kuraklık, artan nüfusa mevcut toprakların yetmemesi ve bu gelişmelerin sonucunda bölgede geçim sıkıntısının ortaya çıkması, hayvan hastalıklarının artması,otlakların yetersiz hale gelmesi 2-Nüfus Artışı: Yaşanılan toprakların artan nüfusa bağlı olarak yeterli olmaması 3-Siyasi ve sosyal durum: Türk boyları arasında siyasal anlaşmazlıklardan dolayı savaşlar çıkması, dış baskılardan (Çin, KİTAN ve Moğol) dolayı Türklerin bağımsızlıklarını kaybetmek istememeleri 4-İstiklal(bağımsızlık)duygusu: Türklerin yeni ülkeler fethetmek istemeleri gibi nedenler etkili olmuştur. Coğrafi bir terim olarak Türkiye adını ilk kez Bizanslılar kullanmuştır.

TÜRKLERİN İLK YURDU VE GÖÇLER

İskitler (Sakalar) (MÖ7.-MS 2.YY) Karadeniz'in kuzeyine yerleştiler. Göç ederken at arabaları kullanmışlardır. Maden işçiliğinde ileri gittiler. Bozkırın kuyumcusu denilmiştir. ALP ER TUNGA İskitlerin ünlü hükümdarlarıdır. Savaşçı AMAZON KADINLARI İskit topluluğu bünyesindedir. İlk kadın hükümdarları TOMRİS’tir. Bu topluluğa Yunanlılar İskit ; Persler ise Saka demişlerdir Tarihteki ilk Türk topluluğu (boyu)’dur. Avrupa’ya göçen ilk Türk boyudur. Anadolu’ya ilk kez Türk akınları yaptılar. Bugünkü YAKUT TÜRKLERİnin atası sayılan İskitler gerek Batıdan Avrupalı toplulukların baskısı gerek doğudan YÜEÇİLERin baskıları, gerekse teşkilatlanma, devletleşme aşamasına geçemedikleri için dağılmışlardır.

İLK TÜRK DEVLETLERİ

1- Asya (Büyük) Hun İmparatorluğu (MÖ 220-MS 216)

Tarihte bilinen ilk Türk Devleti Asya Hun Devleti'dir. Hunların bilinen ilk hükümdarı Teoman'dır. Hunlar ilk kez Orhun - Selenga Irmakları çevresinde yaşamışlar ve Ötüken'i devlet merkezi yapmışlardır. Hunların TEOMAN döneminde çin üzerine sürekli akınlar düzenlemesi, ÇİN SEDDİ'nin yapılmasında etkili olmuştur (MÖ 214). Asya Hunları en güçlü dönemlerini mete zamanında yaşamıştır. Askeri sistemde düzenleme yaparak ON’LU SİSTEMİ oluşturmuştur. (onbaşı-yüzbaşı-binbaşı gibi) METE’nin Çin Politikası: Çin’i yensen bile işgal etme,vergiye bağla ; çünkü kalabalık çinlilerin arasına Türkler yerleşirse zamanla yok olurlar. -Mete'nin devlet yönetimi ve askeri teşkilat alanındaki düzenlemeleri daha sonraki Türk devletlerine örnek olmuştur. Asya Hunlarının yıkılışı: Mete'den sonra yerine geçen oğulları Çin prensesi ile evlenmiştir. Bu evlilikler Türk devletleri için olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Çinli pren-seslerin himayesinden yararlanan Çinli elçiler,casuslar ve görevliler Hunlara bağlı kavimler arasında propaganda yaparak Türkleri birbirine düşürmüştür. Mete'nin ölümünden sonra zayıflayan Hunlar, önce doğu ve batı, sonra da güney ve kuzey olarak parçalanmışlardır. Hunların bir bölümü çinlilerin hakimiyetine girmiş, bir kısmı da bağımsızlıklarını devam ettirmek için batıya göç etmişlerdir. OĞUZ KAĞAN DESTANI’nda Mete’nin anlatıldığı düşünülmektedir.

2- Avrupa Hun Devleti (378-469)

Batıya göç eden Hunlar Karadeniz’in kuzeyine gelerek burada bulunan Germen kavimlerini yerlerinden ettiler. Bu Germen kavimleri roma topraklarına girerek Kavimler Göçü’nü başlattılar. Hunlar da Germen kavimlerinin arkasından BALAMİR ve oğulları zamanında Avrupa topraklarına girdiler. ULDIZ zamanı dünyanın en kuvvetlisi olabilmek için şu politika oluşturulmuştur: Önce Batı Roma ile dost ol, Doğu Roma’nın işini bitir. Sonra Batı Roma’ya saldır ve dünyanın en kuvvetli ülkesi ol. Böylelikle Uldız zamanı Hun süvarileri bir yandan Balkanlar üzerinden Doğu Roma topraklarına girerken diğer yandan Kafkasya üzerinden Anadolu’ya akınlarda bulunmuşlardır. Bu yüzden Anadolu’ya ilk giren Türk Topluluklarından olmuştur. Avrupa Hunları en güçlü zamanını ATİLLA Devrinde yaşamışlardır. Attila önce Doğu Roma ( Bizans) üzerine akınlar düzenlemiştir. Bu seferler sonucunda Bizans mağlup edilerek Margos ve Anotolyos antlaşmaları ile ağır vergiler ödemek zorunda bırakılmıştır. Attila, Bizans üzerinde egemenlik kurduktan sonra batı roma üzerine yürümüştür. Önce Galya (Fransa), ardından İtalya Seferlerini düzenleyerek Batı Roma'yı kendisine bağlamak istemiştir. Ancak Papanın isteği üzerine barış yaparak geri dönmüştür. Avrupa Hunları Almanların NİBELUNGEN DESTANIna konu oldular. Bu destanda Atilla’ya Etzel denmiştir. Attila'nın ölümünden sonra yerine geçen çocukları Devletin bütünlüğünü koruyamamışlardır. Avrupa Hunları güçten düştükten sonra Karadeniz’in kuzeyine geldiler. Buradaki Ogur Türkleri ile karışarak Bulgar Türkleri’ni meydana getirdiler.

3- 1. GÖKTÜRK DEVLETİ. (552-630)

1. GökTürk Devleti, BUMİN KAĞAN tarafından ÖTÜKEN'de kurulmuştur (552). Bumin Kağan ülkeyi doğu ve batı olmak üzere ikiye ayırarak yönetmiştir, ülkeninin batı bölümünü İSTEMİ YABGU abisi Bumin Kağan’a bağlı olarak yönetmiştir. Ülkenin doğusunda Bumin Kağan’dan sonrakiler MANİHEİZM dinini benimsemeye çalıştıklarından ülke kuvvetten düşüp zamanla Çin hakimiyetine girdi. -Ülkenin batısında ise İstemi Yabgu İpek Yolu'na egemen olma politikası izlemişlerdir. GökTürkler, İpek Yolu'na egemen olmak amacıyla Sasanilerle ittifak yaparak akhunlar Devleti'ni yıkmışlardır. Daha sonra da ticaret yolları için Sasanilere karşı Bizans ile ittifak yapmışlardır. Bu başlayan Bizans-Sasani Savaşları sonunda Sasaniler çok zayıfladılar ve daha sonraki tarihlerde HZ.ÖMER’in orduları sasanileri bu sayede kolaylıkla yıkıp İSLAMİYETi İran’da yaymıştır. Ülkenin batısı da zamanla Çin hakimiyetine girdi. ERGENEKON VE BOZKURT DESTANLARI GökTürklere aittir. Esaret döneminde dünya üzerinde hiç Türk Devleti kalmamıştır. Bu sırada Çin’e karşı çok sayıda isyan çıkmıştır. KÜRŞAT İHTİLALİ bunlardan bir tanesidir. Başarısız olsa da milli bilincin daha da yayılmasını sağlamıştır.

4- 2. GökTürk (Kutluk) Devleti (682-742)

50 Yıl Çin egemenliğinde yaşayan GökTürkler, KUTLUK KAĞAN liderliğinde ayaklanarak mekezi Ötüken olmak üzere Kutluk Devleti'ni (2. GökTürk) kurmuşlardır (682). Kutluk Kağan’a derleyen-toparlayan manasında İL-TERİŞ ünvanı verilmiştir BİLGE KAĞAN zamanı en parlak dönem olmuştur. Kardeşi KÜLTEKİN’i başkomutan,TONYUKUK’u vezir yapmıştır. Bu üçlü ülkeyi uyum içinde yönetmişlerdir. Ölümünden sonra iç çekişmeler Devleti zayıflatmıştır. Bu durumdan faydalanan Türk boyları BASMİLLER, KARLUKLAR ve Uygurlar isyan etmişlerdir. Bu gelişmeler sonucunda Kutluk (2. GökTürk) Devleti yıkılmıştır (742). GökTürkler tarihte Türk adıyla kurulan ilk devlet olup, İslam öncesinde kurulan Türk devletlerinin en geniş sınırlara ulaşan devlettir. GökTürkler Batı Türkistan'ın Türkleşmesini sağlamışlardır. Bizans ile Orta Asya'da yaşayan Türklerin ilişkileri GökTürkler Dönemi'nde başlamıştır. Kendi adları ile ilk Türk alfabesini kullanan GökTürkler, ORHUN KİTABELERİni hazırlayarak Türk tarihinin ve edebiyatının ilk yazılı örneklerini ortaya koymuşlardır.

5- Uygur Devleti (744-840):

Uygurlar, Basmil ve Karluk boylarının yardımıyla GökTürk Devleti'ni yıkarak KUTLUK BİLGE KÜL KAĞAN zamanı merkezi Ötüken olmak üzere kendi devletlerini kurdular (744). Talas Savaşı'nda Çin'in Araplara yenilerek Orta Asya'dan çekilmesinden sonra, Çin'de iç karışıklıklar başlamış ve Uygurlar topraklarını genişletmişlerdir. Başkentleri önce Ötüken iken sonra ORDU BALIKa (KARABALSAGUN) taşındı.

MOYEN ÇOR zamanı en parlak zamanıdır. BÖGÜ KAĞAN Maniheizm dininin Uygurlar arasında yayılmasını sağlamıştır.Mani dininin hayvani gıdaları yemeyi yasaklaması sonucunda hayvancılık yerine tarımsal faaliyetler gelişmeye başlamıştır. Böylelikle Uygurlar mücadeleci ve savaşçı özelliklerini kaybetmiş ve yerleşik yaşama geçen ilk Türk Devleti olma özelliğine sahip olmuşlardır. Mani dinini yaymak için matbaada kitap basıldı. Ayrıca töreler yazılı hale getirilerek; aile, miras, mülk hukuku alanlarında kanunlar yapılmıştır. (medeni kanun) Uygurluların tarımla uğraşmaları kadar, tapınakta ibadet etmeleri de yerleşik yaşama geçmelerine neden olmuştur.

Satir, Komdu ve Çav adında paralar kullandılar. Çin etkisi sonucu zayıflamış ve KIRGIZLAR 840 yılında Uygurları yıkmışlardır. Dağılan Uygur kabileleri güneye doğru hareket ederek yeni devletler kurmuşlardır. TÜREYİŞ VE GÖÇ DESTANLARI önemli eserleridir. Kansu Uygurları (Sarı Uygurlar) (847-1226) Çin’in kuzeyindeki Kansu şehrine yerleşen Uygurlar, devletlerini kurmuşlardır. Moğol istilası sonucu Moğol hakimiyetine girmiştir. Günümüzdeki çin’deki sarı uygurların atalarıdır. Turfan Uygurları (Doğu Türkistan) (856-1209) Doğu Türkistan'a yerleşmişlerdir. 1209 da Moğol hakimiyetine girerek Moğolların Türkleşmesinde etkili olmuşlardır. Günümüzdeki Çin işgalindeki Doğu Türkistan uygurlarının atalarıdır. Nüfusları 20 milyon civarındadır.

Uygurlar, Türklerde ilk defa kağıt ve matbaayı kullandılar. Moğolların Türkleşmesinde, teşkilatlanmasında ve devlet yönetiminde etkili olmuş-lardır. Bu devlet sayesinde Uygur yazısı Moğol yazısı haline gelmiş ve birçok Türkçe kelime Moğol diline girmiştir. Orta Asya'da kurulan Türk devletleri içinde ilk defa göçebe hayattan yerleşik hayata uygurlar geçmiştir. Uygurların yerleşik hayata geçmesinde Mani dininin önemli etkisi olmuştur. Uygurlar şehirler kurarak Türk mimarisinin gelişmesine katkı sağlamışlardır. Şehirlerine Ordu demişlerdir.Ordu balık,beş balık gibi. Kültür ve sanatta ileri gitmişler, MİNYATÜR adı verilen iki boyutlu resim bulmuşlar ve İslam ülkelerinde bu tarz resimler yapılmıştır.

DİĞER TÜRK DEVLETLERİ VE TOPLULUKLARI

1- Avarlar (Juan Juanlar) (558-805)

Tarihte hem ASYA’da , hemde AVRUPA’da olmak üzere iki devlet kurmuşlardır.
- Orta Asya’da yıkıldıktan sonra, batıya doğru göç ederek 562’de Bayan Han öncülüğünde Macaristan’da devlet kurmuşlardır.
- Türklerde Hıristiyanlığı kabul eden ilk Türk devletidir.
- Bugünkü SLAV TOPLULUKLARININ OLUŞMASINDA önemli rol oynadılar. Ayrıca Slav topluluklarının devlet ve askeri teşkilatlarında etkili oldular.
- Avarlar, İSTANBUL'U İLK DEFA KUŞATAN TÜRK DEVLETİdir. Avarlar Sasanilerle işbirliği yaparak İstanbul'u iki defa kuşattılar

2- Kırgızlar(840-1207)

- 840’da Uygurları yıkan Kırgızlar ÖTÜKEN'e yerleşip devlet kurdular. 1207'de Moğolların egemenliğine giren ilk Türk devletidir.
- Bugün aynı isimle varlıklarını devam ettirmekte olan bu medeniyetin 400.000 beyitlik MANAS DESTANI meşhurdur. (dünyanın en uzun destanı). Ayrıca YENİSEY YAZITLARI vardır.

3- Hazarlar

- Hazarlar, Hazar Denizi’nin kuzeyine hakim oldular ve bu denize adlarını verdiler. Bulan Han önderliğinde kurulmuşlardır.
- Ticaret yolları üzerinde yer aldıklarından ekonomik yapıları güçlüdür. Bölgede huzuru ve ulaşım güvenliğini sağlayarak bu dönemin Hazar Barış Çağı olarak adlandırılmasında etkili olmuşlardır.
- YAHUDİLİĞİ BENİMSEYEN TEK TÜRK DEVLETİdir.Din konusunda halkına hoşgörülü olmuşlardır. Halkına din konusunda baskı yapmamışlardır. Cami, sinagog ve kilise gibi ibadetler yanyana bulumuştur. Mahkemelerde her dinden temsilci bulunurdu.
- Müslüman Araplarla savaşan ilk Türk devletidir. Hz. Osman zamanında MÜSLÜMAN ARAP ORDULARINI DURDURDULAR.
- Rusları etkileyerek, devlet ve ordu teşkilatı yönüyle RUS KNEZLİKLERİNE ÖRNEK OLDULAR.

4- Bulgarlar

-Köktürk Devleti’nin yıkılmasından sonra Kafkasya’nın kuzeyinde, Kubrat yönetiminde BÜYÜK BULGARYA (632-668) adıyla kuruldular. Kubrat’ın ölümünden sonra Hazarların baskıları sonucunda Tuna ve Kama Bulgarları diye ikiye ayrıldılar.
TUNA BULGARLARI (679-869): Avrupa’da Tuna Nehri civarına giderek devlet kurdular ve bir süre sonra HRİSTİYANLIĞI kabul ederek Türklük özelliklerini kaybettiler.
KAMA (İTİL/VOLGA) BULGARLARI (689-1391): Almış Han zamanı Müslüman tüccarların etkisiyle İslâmiyet'i kabul ettiler. Batu Han zamanında Moğollar Kama Bulgarlarına son verdiler. Kazan Türkleri adıyla da bilinirler.
Not:İtil Bulgarları Avrupa’da MÜSLÜMANLIĞI KABUL EDEN İLK TÜRK DEVLETİdir.
-Avarlarla ittifak yaparak İstanbul’u kuşatmışlardır.
Toparlama: Hunlar Germenlere, Avarlar Slavlara, Hazarlar Ruslara, Uygurlar Moğollara öğretmenlik yapmıştır.

5- Türgişler (Türkeşler) (659-766)

-Ulusçu bir yapıya sahipler. Bunun göstergesi olarak;
1- Kendilerine ait alfabesi vardır.
2- İLK TÜRK PARASInı bastırdılar. (Devleti kuran Baga Tarkan Türk tarihinde kendi adına para bastıran ilk hükümdardır)
3- Irkçılık yapan Emevilerle mücadele ettiler. Böylece ORTA ASYA TÜRKLERİNİN ARAPLAŞMASINI ÖNLEDİLER.
4- Devletlerinde Türk adı kullanmışlardır.
Türgişler, Karlukların saldırıları sonrasında yıkılmışlardır.

6- Karluklar(627-1212)

-Talaş Savaşı'nda Çinlilere karşı savaşan Müslüman Arapların yanında yer alarak ORTA ASYA'NIN ÇİNLİLEŞMESİNİ ENGELLE-DİLER.
- İSLAMİYET'İ TOPLUCA KABUL EDEN İLK TÜRK BOYUdur. Ayrıca Moğol hakimiyetine giren ilk Türk boyudur.
-İlk Türk İslâm devleti olan KARAHANLILARIN KURULMASINDA ETKİLİ oldular.
-Karluklar bugünkü Tacikistan Türklerinin de atalarıdır.

7- Akhunlar (Eftalitler)

-Asya Hun Devleti’nin yıkılması sonrasında günümüz Afganistan bölgesinde kurulmuşlardır. Daha sonraki süreçte Maveraünnehir ve Kuzey Hindistan’a hakim olmuşlardır.
-İpek Yolu hakimiyeti için Sasani-Köktürk ittifakı sonucunda yıkılmışlardır. (557)

8- Macarlar (896-11. Yy)

- Peçeneklerin baskısıyla Don Nehri civarı ve Macaristan da Arpad önderliğinde devlet kurmuşlardır.
-Balkanları Germenleştirmekten korudular.
-Slavların birlik oluşturmasına engel oldular.
-HRİSTİYANLIĞI kabul ederek Türklük özelliklerini kaybettiler.
-İlk Türk entitüsünü kurdular. (1870)

9- Peçenekler

-KARADENİZ'İN KUZEYİne geldiler. Ruslarla mücadele ederek Rusların güneye inmelerini önlemişlerdir.
-Oymaklar halinde yaşayan Peçenekler DEVLET KURAMAMIŞlardır.
-Bizans'ın entrikalarıyla zayıflamışlar, MALAZGİRT SAVAŞI'nda Bizans ordusunda görev alan Peçenekler Büyük Selçukluların tarafına geçerek Türklere yardımcı olmuşlardır.
-Peçeneklerin varlıklarına Kıpçaklar son vermiştir.

10- Oğuzlar (Uzlar) (766-1000)

- TÜRK MİLLETİNİN EN KALABALIK ve tarihte hem siyaset hem de uygarlık alanında en büyük rolü oynayan koludur.
Topluca İSLÂMİYET'i kabul ettiler. "SELÇUKLULAR" , "OSMANLILAR" , "ANADOLUBEYLİKLERİ" , "SAFEVİLER" , "AKKOYUNLULAR"
Akkoyunlular, 14. yüzyılda Oğuz Türklerinin kurmuş olduğu bir devlet. Horasan'dan Fırat'a ve Kafkas Dağları'ndan Umman Denizi'ne kadar uzanan topraklarda egemen olmuşlardır. Akkoyunlular, Azerbaycan halkının oluşumunda önemli bir rol oynamasının yanı sıra Azerbaycan devletçilik tarihinde de önemli yere sahiptir.
, "KARAKOYUNLULAR" , "TÜRKİYE CUMHURİYETİ" Oğuzlar tarafından kurulmuştur.
Not: Günümüzde Türkmenistan, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan, Türkiye, Kıbrıs ve Balkanlarda yaşayan Türklerin ataları Oğuzlardır.
Not: Ayrıca Romanya’da Hristiyanlığı kabul eden Gagavuzlarda Oğuzdur.
-Dede Korkut hikayeleri Oğuzlara aittir.

11- Kıpçaklar (Kumanlar) (1050-1239)

- En güzel görünüşlü Türk boyudur.
-Avrupa’ya en son göç eden Türk topluluğudur.
-Bozkırın efendisi olarak anılırlar. Dede Korkut Hikayelerine konu oldular.
- Peçeneklerle birlikte hareket ederek Rusların KARADENİZ'e inmesini engellediler. Kumanların Ruslarla mücadeleleri Rusların ünlü İgor Destanı’na konu olmuştur.
-Kodeks Kumaniskusi adında Kuman Türk şivesiyle yazılmış bir sözlükleri mevcuttur.
- Macaristan'a göç eden Kıpçak toplulukları Hristiyanlığı kabul ederek Türklüklerini kaybettiler. OĞUZLARLA YAPTIKLARI MÜCADELELER DEDE KORKUT HİKAYELERİNE konu olmuştur.
-Eyyubiler tarafından Mısır’a köle olarak götürülen Kıpçak Türkleri daha sonra bu devleti yıkarak MEMLÜKLER (KÖLEMENLER)DEVLETİ’ni kurdular.
-Macaristan’a giderek Macarların etnik yapısının oluşmasında ve Romen Devleti’nin kurulmasında etkili olmuşlardır.

12- Sabirler (Sabarlar)

-Anadolu’ya keşif amaçlı akım yaptılar.
- V. yüzyılda Kafkasya'nın kuzeyine yerleştiler. VI. Yüzyılda Kafkasya’da etkili olan Sibirler, Sasani ve Bizans’la mücadele ederek Orta Anadolu’ya kadar ilerlemiştir.
SİBİRYA ismini bu kavimden: almıştır.

13- Başkırtlar

Başkentleri Ufa’dır. Kökenleri Kıpçak Türklerine dayanmaktadır.

HZ. MUHAMMED DEVRİ:

Hz. Muhammed 571'de Mekke'de doğdu. Doğmadan önce babası Abdullah’ı, küçük yaşta da annesi Amine’yi kaybetti. Hz. Muhammed’i önce dedesi Abdülmuttalip daha sonrada Ebu Talib himaye etmiştir. 40 yaşında iken NUR DAĞI’nın HİRA MAĞARASI'nda kendisine ilk VAHİY geldi, kendisine ilk inananlar Hz. Hatice, Hz. Ali, Zeyd Bin Haris ve Hz. Ebubekir'dir. Eşitliği savunan İslamiyet, ilk yıllarda köleler ve fakir aileler arasında yayılma alanı buldu. Süreç içinde Mekke'nin önde gelen ailelerinin çocukları da İslamiyet'i benimsemeye başlayınca Mekke'nin ileri gelenleri tepki göstermeye başladı. Mekkelilerin tepkilerinin giderek büyümesi karşısında Hz. Muhammed, kendisini koruyamayacak konumda olanların Mekke'den gitmelerine izin verdi. Böylece İslam tarihinde ilk göç hareketi Habeşistan'a (615-618) gerçekleşti.

DÖRT HALİFE DEVRİ (HULEFA-İ RAŞİDİN)

Hz. Muhammed'in vefatının ardından yerine geçen devlet başkanlarına, ondan sonra gelenler anlamına gelen "halife" denilmiştir. Halife, Hz. Muhammed'in peygamberlik görevi hariç, o'nun tüm görev ve sorum-luluklarını üstlenen vekiline denir. ilk dört halife, bir tür seçimle başa geçtikleri için bu döneme İSLAM CUMHURİYETİ DÖNEMİ de denir.

EMEVİLER DEVRİ

Şam valisi Muaviye, Hz. Ali'nin ölümünden sonra Hakem Olayı'na dayanarak kendini halife ilan etti. Hz. Ali'nin büyük oğlu Hz. Hasan bazı şartlarla halifelikten vazgeçerek Medine'ye çekildi. Ancak Muaviye, Hz. Hasan'a verdiği sözü tutmayarak, kendisi ölmeden önce oğlu Yezid'i halife ilan etti. Böylece halifelik, babadan oğula geçen saltanat şekline dönüştü. Başkent şam olmuştur. Muaviye zamanı Arap İslam Tarihi'nde İstanbul'un ilk kez kuşatılması gerçekleşti. Yezid dönemi'nde, Hz. Ali'nin küçük oğlu Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehid edilmesi ile İslam dünyasında mezhep ayrılıkları kesinleşti. Abdülmelik dönemi'nde Arapça resmi dil ilan edildi, ilk İslam ortak parası bastırılarak sasani ve Bizans parasının kullanımına son verdi. Posta Teşkilatı kuruldu. Kuzey Afrika'da İslam Fetihleri tamamlandı. 711 'de TARIK BİN ZİYAD, Cebelitarık Boğazı'nı geçerek KADİSK SAVAŞI’yla İspanya'da fetihlere başladı.. Avrupa'da ilk İslam fetihleri Emeviler Dönemi'nde başlamıştır. 732 PUVATYA SAVAŞI'nda Emeviler, Frank ordusuna yenildi. böylece Avrupa'da fetihler durdu. Hz Osman zamanı Türkistan’da başlayan fetihler, Emeviler zamanı hız kazanmıştır. Horasan’ın Fethi tamamlanmış, Taşkent, Buhara ve Semerkant’ı ele geçirmiş, ancak Türgeş Kağanı SULU KAĞAN’la yaptığı mücadeleyi kaybetmişlerdir. emevilerin yıkılma nedenleri; Arap olmayanlara mevali olarak davranmaları Türklerin durumdan kötü etkilenmelerine neden olmuş, Emevilerin bu tutumu, bu dönemde İslamiyet'i kabul etmemelerinde etkili nedendir Abbasoğulları ve Şiilerin çalışmaları da Emevileri olumsuz etkilemiştir. Ayrıca halifeliği saltanat haline getirmeleri gibi durumlar emevilere güç kaybettirmiş, özellikle mevali politikaları Arap olmayan Müslümanlar olan acemler arasında rahatsızlık yaratarak ŞUUBİYE HAREKETİni kuvvetlendirdi. 750'de Şam'da büyük bir ihtilal çıktı ve Emevilerin çoğu öldürüldü. Emeviler, “ACEM” diye Türk ve iranlı gibi Arap olmayan Müslümanları kastetmiştir. Türkler ise “acem” diye İranlıları (Farslı) kastetmişlerdir. Emevilerin yıkılmasıyla İslam dünyasındaki siyasal birlik de bozulmuştur. Çünkü bir süre sonra Abbasi Halifeligini tanımayan İspanya'daki Müslümanlar, kendi halifeliğini ilan edeceklerdir.

ABBASİLER DEVRİ

Emevilere karşı meydana gelen ayaklanma sonucu Horasanlı Ebu Müslim'in gayretiyle bir ihtilal sonucu kurulmuştur. ilk Abbasi halifesi Ebu'lAbbas’tır..

ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ

Emevi soyundan ABDURRAHMAN tarafından KURTUBA merkez olmak üzere İspanya'da kurulmuştur. Abbasi yönetimini kabul etmedikleri için bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Halife unvanını kullanan ilk liderleri 3. Abdurrahman, Abbasi halifesini tanımayınca bu dönemde İslam dünyasında bağdat’ta Abbasi halifesi, İspanya’da Endülüs Emevi halifesi, Mısır’da Fatimi halifesi olmak üzere 3 İslam lideri ortaya çıkmıştır. Bu durum İslam dünyasında siyasi birliğin bozulduğunun, birlik ve beraberliğin zayıfladığının göstergesidir. Kurtuba'daki medreseleri, Hıristiyan batı'yı, bilimsel ve kültürel alanda çok etkilemiştir. Avrupadaki öğrenciler kurtuba’ya gelerek eğitim görmüşlerdir. Bu durum bu dönemde İslam dünyasının Avrupa’dan daha ileri olduğunu gösterir. İç karışıklıklar yüzünden TAVAİFİ MÜLÜK denilen küçük devletlere ayrılmıştır. 1031’de İspanyollar tarafından yıkılmışlardır.

TÜRKLERİN İSLAMİYETİ KABULÜ

Türkler; Hz Ömer döneminde Sasani Devleti’ni yıkılmasıyla Araplarlarla komşu oldu Hz Osman döneminde Kafkaslarda Hazarlar ile ilk kez Savaşıldı. Emeviler döneminde ırkçı politikalardan dolayı İslamiyet’ten uzak durdu. Abbasiler döneminde 751 Talas Savaşı’nda ortak düşman çin’e karşı Araplarla ittifak kurması ve Abbasilerin hoşgörülü politikası sonucu İslamiyet’i kabul etmiştir.

İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ

İslamiyet'i kabul eden ilk Türk boyu Karluklar, ilk -Türk İslam Devleti Karahanlılar, Müslüman Türklerin Mısır'da kurduğu ilk devlet Tolunoğulları, Avrupa'da kurulan ilk Türk-İslam Devleti ise İtil Bulgarları olarak bilinmektedir.

BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ

Uygur Devleti’nin bünyesinde yaşayan Oğuzlar, bu Devletin yıkılmasından sonra değişik coğrafyalarda birçok devlet kurmuşlardır. Bu devletlerden biri de Aral Gölü etrafında kurulan Oğuz Yabgu Devleti’dir. Selçuklular, Oğuzların ÜÇOK KOLUnun KINIK BOYU'na mensupturlar. Devlet, adını veren SELÇUK BEY, Oğuz Yabgu Devleti’nde subaşıydı. Oğuz yabgu Devleti ile arası açılan Selçuk Bey boyu ile beraber Cend şehrine geldi. Burada Samanoğullarından etkilenip İslamiyeti kabul etti. Samanoğlulları topraklarında yaşamasına karşılık Samanoğulları Devleti’ni, Karahanlı ve Gaznelilerin saldırılarından korumuştur. Selçuk Bey’den sonra boyun başına Arslan Yabgu geçti. o da Karahanlı-Gazneli ittifakı sonucu Gazneli Mahmut’un tuzağına düşürülerek hapse atıldı. Arslan Yabgu’dan sonra Selçukluların başına Devletin asıl kurucuları olan Tuğrul ve Çağrı Beyler geçti.

Tuğrul Ve Çağrı Beyler Dönemi (1025-1063):

Bu dönemde temel amaç, tam bağımsız bir devlet haline gelmek ve göçebe Türkmenlere yurt bulmaktır. Tuğrul Bey amacını gerçekleştirmek için Cend şehrinden güneye doğru inmeye başlaması Horasan’a hakim olan Gaznelilerle ilk mücadelelerin başlamasına neden olmuştur. Horasan’ı kaybetmek istemeyen Gazneliler harekete geçerek 1035 Nesa, 1038 Serahs Savaşları yapmışlardır. Mücadeleyi kazanan Tuğrul Bey, Nişabur’a gelerek adına hutbe okutup para bastırarak bağımsızlığını ilan etti. Bundan rahatsız olan Gazneli Mesut, Selçuklu gücünü yok etmek için büyük bir ordu topladı. Selçuklular 1040 Dandanakan Savaşı'nda Gazne Devleti'ni yenerek kuruluşunu tamamladı. Horasan ve İran hakimiyeti Selçuklulara geçti. Fetih bölgesine yakın olmak için başkent Rey’e taşınmıştır. Büyük Selçuklu Devleti’nde başkentin İranlıların yoğun olarak yaşadığı bir kente taşınması devlet yönetiminde iran etkisinin artmasına zemin hazırlamıştır.

Tuğrul Bey, bir yandan da Anadolu'yu yurt edinme çabalarını başlatmıştı. Çağrı Beyi yurt bulmak için keşif amaçlı sefere göndermişti. 1015-1021 tarihleri arasında Vaspuragan Seferini yapan Çağrı bey Anadolu’nun yurt olarak uygun olacağına dair kardeşine rapor vermişti.

Şimdi devlet bağımsızlık ilan edip Dandanakan Savaşı’yla kurulmasını tamamlayınca, bu yurt bulma işi konusunda daha kararlı davranıldı. Anadolu’ya yapılan akınların artması Bizans’ı rahatsız etti. Türkleri Anadolu’dan atmak için Ermeni ve Gürcülerle ittifak yaparak harekete geçtiler. Tuğrul Bey’in üvey kardeşi İbrahim Yınal komutasındaki Selçuklu birlikleri Erzurum civarında Bizans’la yapılan Pasinler Savaşı'nı (1048) kazandı. Bizans’la, Selçuklu arasında gerçekleşen bu ilk savaşla; Gürcü komutan liparit’le anlaşma yapılmış,Doğu Anadolu toprakları Selçuklu Devleti’nin kontrolüne girmiştir. Böylece Anadolu’nun Fethine zemin hazırlamıştır. Ayrıca Bizans’a İstanbul’daki caminin onarılması ve hutbenin Abbasi Halifesi ve Tuğrul bey adına okutulması kabul ettirilmiştir. Büyük Selçuklu Devleti’nin göçebe Türkmenlere yurt bulmak istemesi; göçebe olarak yaşayan Türkmenlerin yerleşik yaşamda tarımla uğraşan kişilere zarar vermelerini önlemek, göçebeleri yerleşik yaşama geçirerek tarımsal üretim yapmalarını sağlamak. Bunlar üzerinden vergi alarak Devletin gelirlerini artırmak ve merkezi otoriteyi güçlendirmektir. Şii Büveyhoğulları’nın zayıf durumda olan Abbasi Devleti’ni sürekli baskı altında tutması ve bu baskılara direnemeyen halifenin Tuğrul Bey’den yardım istemesi üzerine Bağdat’a gelen Tuğrul bey, Şii Büveyhoğlu Devleti’ni ortadan kaldırmıştır. (1055). Bu mücadele sonrasında halife Kaim Bi-Emrillah, Tuğrul bey’e altın kılıç kuşatarak "Doğu'nun ve Batı'nın Sultanı" unvanını vermiştir. Bundan dolayı İslamiyet’teki siyasi yetki Tuğrul bey’de, dini yetki de halifede olmuştur. Böylece ilk defa resmen, siyasi otorite ile dini otorite birbirinden ayrılmış laik bir tutum benimsenmiştir. Ayrıca Türk- İslam dünyasının koruyuculuğu Büyük Selçuklu Devleti'ne geçmiştir.

Alparslan Dönemi (1064-1071):

Tuğrul ve Çağrı Bey’in erkek çocuğu olmadığı için Devleti başına Çağrı Bey’in oğlu Alparslan geçmiştir. Nizamülmülk’ü veziri yaptı. Nizamülmülk Melikşah’ın da veziri olmuştur. Gürcistan'ı fethetti. Suriye'yi Büyük Selçuklu Devleti'ne bağladı. Kafkasya’nın kapısı olarak kabul edilen Ani ve Kars Kaleleri alınarak Ermeni Krallığını (Vaspuragan Krallığı) fethetti. Abbasi halifesi Alparslan’a Ebu’l Feth (fetihlerin babası) ünvanı verdi. Burası Anadolu’da fethedilen ilk yerdir. Şii kökenli Fatimi Devleti’ni ortadan kaldırmak için Şam’a geldiği sırada Bizans’ın Türkler üzerine yöneldiği haber alınca Mısır seferini bırakarak Bizans’a yöneldi. Bizans ile 1071’de Muş’ta MALAZGİRT SAVAŞI'nı yaptı. Bizans ordusundaki Uz ve Peçenek Türklerinin de Selçuklu safına geçmesiyle Selçuklu Devleti büyük bir zafer kazanmıştır. Bu savaş ile; Bizans, Türkleri Anadolu’dan tek başına atamayacağını anlamış ve Avrupalı Hristiyanlardan yardım istemiştir. Bu gelişme Haçlı Seferleri’ne zemin hazırlamıştır. Anadolu'nun kapıları Türklere açıldı. Yağma ve talan amaçlı yapılan akınların niteliği değişmiş artık Anadolu’ya yerleşme amacıyla akınlar yapılmaya başlanmıştır.Anadolu’nun Fethini hızlandırmak için kılıç hakkı uygulaması başladı. (fethettiğiniz yer sizindir.) Böylece Anadolu'da ilk beylikler dönemi başladı. Anadolu fetihleri hızlandı. Fethedilen yerlere Türklerin yerleştirilmesiyle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması hızlanmıştır. Kurulan beylikler sınır güvenliğini sağladığı gibi, yaptıkları yapılarla Anadolu’yu bayındır hale getirmişlerdir.

Saltuklular Erzurum'da; Mengücekler Erzincan’da ;Danişmendliler Amasya, Sivas, Tokat, Kayseri'de ; Artuklular Mardin, Diyarbakır’da ; Çaka Beyliği ; İzmir'de kuruldu. Çaka Beyliği ilk denizci Türk Beyliği'dir. Böylelikle; Türkiye tarihi başladı, Haçlı Seferleri başladı. Başlangıçta merkeze bağlı olarak varlıklarını sürdüren beyliklerin merkezi otoritenin zayıflamasıyla bağımsızlıklarını ilan etmeleri Anadolu’da feodal nitelikli beyliklerin kurulmasına ve Devletin bütünlüğünün bozulmasına neden olmuştur.

Şiilerin yıkıca akımlarına karşı mücadele edebilmek için dünyanın ilk üniversitesi sayılan NİZAMİYE MEDRESESİ kurulmaya başlandı. Medresenin baş hocası İMAM GAZALİ, merkezi ise Bağdat’tı. Abbasi halifesinden “İslam ülkelerinin sultanı” ünvanı aldı. Alparslan çıktığı Maveraünnehr seferi’nde, Behram Kalesi’ni kuşatmış ancak esir alınan bir kale kumandanı Yusuf Mirza tarafından şehit edilmiştir.

Melikşah dönemi (1072-1092):

Taht mücadelesine girişen Kavurd Bey’i yenmiştir. Karahanlı ve Gaznelileri barışa zorlamıştır. Gürcü ve Ermenileri kendine bağlamıştır. Melikşah adına ÖMER HAYYAM tarafından güneş yılı esaslı Celali Takvimi hazırlanmıştır. Selçuklu Devleti'nin en parlak ve sınırlarının en geniş olduğu dönemdir. Bu dönemde "KUTALMIŞOĞLU SÜLEYMAN ŞAH" Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Türk tarihinin önemli isimlerinden biridir. 11. yüzyılda yaşamış olan Süleyman Şah, Selçuklu Devleti'nin kurucusu Tuğrul Bey'in soyundan gelmektedir. Süleyman Şah, Türk boylarının çoğunun hükümranlığına boyun eğdiği dönemde bağımsız bir beylik kurarak Anadolu'da Türklerin yerleşmesine öncülük etmiştir. Kendisine bağlı beyliklerin desteğiyle bölgede güçlü bir hükümdarlık kurmuş ve Bizans İmparatorluğu'na karşı savaşlar yapmıştır. Süleyman Şah'ın en önemli başarılarından biri, Bizans İmparatorluğu'na karşı yaptığı savaşlarda elde ettiği zaferlerdir. Bu zaferler sayesinde Anadolu'da Türklerin yerleşmesi hızlanmış ve Türk boyları arasında liderliği sağlamıştır. , Anadolu'nun Fethine gönderildi. Devletin sınırları Orta Asya’dan İstanbul Boğazı’na, umman denizi’nden aral gölü’nün kuzeyine kadar genişlemiştir. İkta Sistemi ilk kez bu dönemde uygulandı. BATINİ ayaklanması bu dönemde başladı. Batıniler, Hasan Sabbah önderliğinde kurulan ve kuran ayetlerinin görünen manalarının yanı sıra gizli (Batıni) anlamlarının da olduğunu ileri süren Şii kökenli bir örgüttür. Gerileme Ve Yıkılış Batıniler önce Melikşah zaman da vezir olarak görev yapan Nizamü'l – Mülk’ü sonra da MELİKŞAH'ı öldürünce 1092-1117 yılları arasında Fetret Dönemi yaşandı. Melikşah’ın ölümünden sonra karısı TERKEN HATUN’un dört yaşındaki oğlu Mahmut’u veliaht tayin ettirmesi ve desteklerini almak için devlet hazinesini askerlere dağıtması taht kavgalarının çıkmasına ve huzursuzluğa neden olmuştur. 1091 ve 1118 yılları arasında Mahmut, Berkyaruk, Mehmet Tapar, Sencer arasında yaşanan taht mücadelesinin Sultan Sencer’in kazanmasıyla Fetret Dönemi sonra ermiştir. Önce Berkyaruk, sonrasında Mehmet Tapar, Mahmut Tapar işbaşına geçmişlerdir. Fetret Devri, Sultan Sencer'in tahta geçmesiyle sona ermiştir. Berkyaruk Dönemi’nin önemli olaylarından birisi de Haçlı Seferleri’nin başlamasıdır. Türkleri Anadolu’dan atmak ve Kudüs’ü ele geçirmek amacıyla Avrupa’dan harekete geçen Haçlı Ordusu Antakya’ya kadar ilerleyerek burayı kuşattı. Şehrin valisi, Berkyaruk’tan yardım istedi. Berkyaruk, Musul emirini bu işle görevlendirdi. Ancak Musul Emiri, Haçlılarla yapılan Savaşı kaybetti. böylece Antakya’yı ele geçiren Haçlılar, Kudüs’e kadar ilerledi.

Sencer Dönemi:

Büyük Selçuklularda son büyük hükümdardır. İçte ve dışta kazandığı zaferler nedeniyle Sultanı Azam (Büyük Sultan) ve İskenderi Sani (İkinci İskender) ünvanlarıyla anılmıştır. Bu dönemde Devletin karşısına iki sorun çıkmıştır. Birisi batıdan Anadolu ve Suriye’ye saldırmakta olan Haçlı tehlikesi, diğeri ise doğudan gelen Moğol Karahitaylı saldırısıdır. Öncelikle doğudan gelen saldırıya yönelen Sencer’in Karahitaylılarla yaptığı KATVAN SAVAŞInı kaybetmesiyle seyhun nehri’ne kadar olan topraklar elden çıkmıştır. Böylece devlet iyice zayıflamış ve yıkılış sürecine girmiştir. Büyük Selçuklu Devleti, Oğuz kökenli bir devlet olmasına rağmen devlet yönetiminde İran kökenlilere yer verilmesi, diğer taraftan göçebe Türkmenlerin dışlanması, vergi tahsili sırasında haksızlıkların yapılması, Türkmenlerin devlete olan güvenlerinin ve bağlılıklarının azalmasına neden olmuştur. Oğuzların isyan ederek sultan Sencer’i esir alması ve Devletin en güzel şehirlerinin yağmalanması sonrasında Büyük Selçuklu Devleti tarih sahnesinden silinmiştir. Büyük Selçuklu Devleti'nin yıkılmasında; Devletin sınırlarının genişlemesiyle farklı etnik kökenlilerin ülke bünyesinde barınması; ülke, Hanedanın ortak malıdır anlayışının benimsenmesi (geleneksel veraset sistemi); atabeylerin zararlı çalışmaları; Türkmenlerin küstürülmesi; Haçlı Seferleri’nin vermiş olduğu sarsıntı; eski güçlerine ulaşmak isteyen Abbasilerin zararlı faaliyetleri; batını" tarikatının zararlı çalışmaları etkili olmuştur. Selçuklu devri’nde başkentler sürekli değişmiştir. Tuğrul Bey zamanında Nişabur ve Rey, Alparslan zamanında Rey, Melikşah zamanında İsfaHan Devletin merkezi olmuştur. Amaç ise fetih bölgesine yakın olmaktır

Büyük Selçuklu Devleti'nin dağılmasıyla ortaya çıkan devletler:

1. Irak-Horasan Selçukluları
2. Suriye Selçukluları
3. Kirman Selçukluları
4. Anadolu Selçukluları(Türkiye) Selçukluları

Ortaya Çıkan Atabeylikler:

1. İldenizoğulları
2. Salgurlular
3. Zengiler
4. Begteginogulları
5. Börioğulları

ASYA VE YAKIN DOĞU’DA KURULAN DEVLETLER

A.FATİMİLER (909-1174)

Tunus merkezli Ubeydullah tarafından kurulan Fatimiler, İslam’ın Şii kolundandır. Akşitlere son vererek Mısır’a hakim olmuş ve Devletin merkezini Mısır’a taşımıştır. 1. Haçlı Seferi’nde Kudüs’ü kaybeden bu devlet 1171’de Selahaddin Eyyubi tarafından yıkılmıştır.

B. EYYUBİLER (1174-1250)

Selahaddin Eyubi tarafından Mısır’da kurulan Eyyubiler, 1187 Hıttin Savaşı’yla Haçlıları yenmiş ve Kudüs’ü geri almıştır. Ordularını kölemenlerden oluşturmuş ve Eyyubileri aslen Türk olan Aybek yıkmıştır. Selahattin Eyyubi, Mekke Ve Medine’nin Hizmetkarı anlamına gelen “Hadimül Haremeyn ünvanını kullanan ilk hükümdardır.

C.MEMLUKLAR (1250-1517)

Aybek tarafından Mısır’da kurulan Memluklar, Mansure Savaşı’yla Haçlıların son kalıntılarını temizlemişlerdir. Anadolu ve Irak’ı istila eden İlhanlıları (Moğol) dört kez yenilgiye uğratmışlardır. bu savaşlar; AYN CALUT (1260), Elbistan (1277), Humus (1282), Meri Suffar (1303) savaşlarıdır. Türk kültürüne ve Türkçenin korunmasına büyük önem vermişlerdir. Memlukların resmi dillerinin Türkçe olması ve memur olabilmenin ilk koşulu olarak Türk olma şartının konmasın buna örnek olarak gösterilebilir. Memlukların egemenlik anlayışları diğer Türk devletlerinden (veraset) farklıdır. Her emirin başa geçme hakkının olması komutanlar arasında rekabeti artırmıştır. Bundan dolayı taht kavgaları hızlanmış, farklı soydan kişiler Devletin başına geçmiştir. 1258-1517 yılları arasında Abbasi halifesini koruma altına aldıkları için İslam dünyasında saygınlık kazanmışlar, yavuz sultan selim’in Mısır seferi sonrasında yıkılmışlardır.

D.HARZEMŞAHLAR DEVLETİ (1157-1231)

Aral Gölü’nün güneyinde kalan bölgeye Harzem, bölgeyi idare edenlere ise Harzemşahlar denilmiştir. Harzemşahlar; Türkiye Selçuklu Devleti ve Moğollar arasında adeta tampon bir devlet işlevine sahiptir. Ancak daha sonraki süreçte Türkiye Selçuklu Devleti’nin bilim ve kültür merkezi olan Ahlat’a saldırmaları üzerine bu devletle araları açılmıştır. CELALEDDİN HARZEMŞAH’ın Türkiye Selçuklu Devleti ile yaptığı 1230 YASSI ÇEMEN SAVAŞI’nın kaybetmesi Devleti bütünüyle yıpratmıştır. Muhammed Harzemşah’ın Cengiz Han ile çatışmaya girmesi Devleti zayıf düşürmüş, 1231’de Moğollar bu devlete son vermiştir.

E.MOĞOL (CENGİZHAN) İMPARATORLUĞU (1207-1221)

Bugünkü Moğolistan’da Karakurum merkezli Cengiz Han tarafından kurulmuştur. Cengiz Han ismi, dağınık halde yaşayan Moğol kabilelerini ilk defa teşkilatlı bir devlet yönetimi altında topladığından kendisine verilmiştir. Gerçek adı Timuçin’dir. Güçlü ve disiplinli bir ordu kuran Cengiz Han önce çin’i almış daha sonra Karahitaylar ve Harzemşahlara son vererek sınırlarını Hazar Denizi ve İran’a kadar genişletmiştir. Cengiz Han, istila hareketleri ile dünyanın en geniş kara İmparatorluğunu kurmuştur. Cengiz Han hayattayken imparatorluk topraklarını dört oğlu arasında paylaştırınca 4 devlet ortaya çıkmıştır. 1- Moğolistan bölgesinde KUBİLAY HANLIĞI, , 2-Kırım’da ALTINORDA DEVLETİ, 3- Anadolu ve İran’da İLHANLILAR, 4- Batı Türkistan’da ÇAĞATAY HANLIĞI … Bunlardan Kubilay Hanlığı Moğolluğunu günümüzde de korurken, diğerleri Müslümanlığı kabul edip Türkleşmiştir.

F.KUBİLAY HANLIĞI (1227-1398)

Çin’de Pekin merkezli Cengiz Han’ın torunlarından Kubilay tarafından kurulan devlet, kalabalık Çin nüfusu içinde zamanla Çinlileşmiştir. Kubilay Hanlığı, Türkleşmeyen ve İslamiyeti kabul etmeyen tek Moğol Devletidir.

G.ALTIN ORDU DEVLETİ (1227-1369)

Cengiz Han’ın torunlarından Batu Han tarafından karadeniz’in kuzeyinde saray merkezli kurulmuştur. Altın Ordu Devleti İslamiyet’i kabul eden ilk Moğol Devletidir. Devletin bünyesinde, Türklerin çoğunlukta olmasından dolayı hızla Türkleşmişlerdir. Rusların güneye inmesini engellemişlerdir. Timur’un yaptığı seferler sonucu zayıflayarak Kırım, Nogay, Özbek, Tatar ve Sibir gibi Hanlıklara ayrılmışlardır.

H.İLHANLILAR (1227-1336)

Tebriz merkez olmak üzere İran’da Cengiz Han’ın torunlarından "HÜLAGÜ" Hülagü Han, Cengiz Han'ın ikinci oğlu Tolui'nin oğludur ve İlhanlı Hanedanı'nın kurucusudur. 1256 yılında Cengiz Han'ın oğlu ve Hülagü'nün ağabeyi Möngke Han, Büyük Khagan unvanıyla İmparatorluğun başına geçtiğinde, Hülagü Han'a batıdaki İslam dünyasını fethetmesi için görev verdi. Hülagü Han, Bağdat'taki Abbasi Halifeliği'ni hedef alarak büyük bir ordu topladı ve 1258 yılında Bağdat'ı ele geçirdi. Bu dönemde Bağdat, İslam dünyasının kültür, bilim ve sanat merkeziydi ve Hülagü Han'ın bu şehri ele geçirmesi İslam dünyasında büyük bir yıkıma neden oldu.
tarafından kurulmuştur. 1243 "KÖSEDAĞ SAVAŞI" Kösedağ Meydan Muharebeleri, Türk tarihinde önemli bir yere sahip olan savaşlardandır. Anadolu Selçuklu Devleti ile Moğollar arasında 3 Temmuz 1243 tarihinde gerçekleşmiş ve Selçuklu Devleti'nin yenilgisiyle sonuçlanarak Moğol hakimiyetine girmiştir. yla Türkiye Selçuklularını yenerek Anadolu’ya hakim olmuşlar ve 1258’de Bağdat’ı ele geçirerek Abbasi Devleti’nin siyasal varlığına son vemişlerdir.

I.ÇAĞATAY HANLIĞI (1227-1369)

Cengiz Han’ın oğlu Çağatay tarafından Türkistan’da kurulmuştur. İslamiyet’i kabul etmelerinin ardından hızla Türkleşmişlerdir. Timur saldırıları sonrasında yıkılmıştır. j. "TİMUR İMPARATORLUĞU (1369-1507)" Timur İmparatorluğu, 14. yüzyılda yaşamış olan Timur (Tamerlane) tarafından kurulmuş bir imparatorluktur. Timur, Türk-Moğol kökenli bir hükümdar olarak Orta Asya'da yaşamış ve birçok savaşta başarılı olmuştur. Çağatay Hanlığına son veren Timur tarafından Semerkant merkezli kurulmuştur. Timur yaptığı Batı Seferi’yle hem Altın Ordu Devleti’nin parçalanmasına ve bu durumdan yararlanan Rusların güçlenmesine sebep olmuş, hem de 1402 "ANKARA SAVAŞI" 1402 Ankara Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu ile Timur arasında gerçekleşen bir savaştır. Savaş, 28 Temmuz 1402'de Ankara yakınlarında yapıldı ve Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük bir yenilgiye uğramasıyla sonuçlandı. yla Osmanlı Devleti’ni yenerek Anadolu Türk siyasi birliğini parçalamıştır. Daha sonra Çin üzerine yürümüş ama yolda ölmüştür. Bu dönemde edebi alanda Ali Şir Nevai’nin Mühakemetül Lugateyn adlı eseri ortaya konmuştur. Timur’un torunu "ULUĞ BEY" Uluğ Bey, Timur'un torunu ve Semerkand'ın hükümdarıdır. Tam adı Muhammed Taragay bin Şahruh'dur. 22 Mart 1394'te Semerkand'da doğdu ve 27 Ekim 1449'da oğlu Abdullah tarafından öldürüldü.
Gök bilimiyle uğraşmıştır. (astronomi gelişmiştir.) ayrıca Ahmet Yesevi Türbesi yaptırılmıştır.

K.BABÜR DEVLETİ (1526-1858)

-Timur soyundan gelen Babür tarafından Hindistan’da Agra merkezli olarak kurulan Babürler, Hindistan’da siyasi birliği sağlayarak Kast Sistemine son vermişlerdir. -Hindistan’da İslamiyet’in yerleşmesini sağlayan Babürler, Müslümanların asimile olmasını önlemişlerdir. -En önemli eserleri Babürşah’ın yazdığı Babürname ve "CİHAN ŞAH" Cihan Şah, 14. yüzyılın sonlarında ve 15. yüzyılın başlarında Timur İmparatorluğu'nun hükümdarıydı. Gerçek adı Mirza Muhammed bin Murtaza olan Cihan Şah, Timur'un oğlu Şahruh'un torunuydu ve Timur İmparatorluğu'nun kurucusu Timur'un da yeğeniydi.
ın karısına yaptıdığı "TAC MAHAL" Tac Mahal, Hindistan'ın Agra kentinde yer alan bir anıt-mezardır. İmparator Şah Cihan'ın eşi Mumtaz Mahal için yaptırdığı yapı, Mughal İmparatorluğu'nun en önemli yapılarından biridir.
adlı anıt mezardır. (dinsel mimari) -1858’de Hindistan’ın İngiliz sömürgesi olmasıyla bu devlet yıkılmıştır.

ANADOLU VE TÜRKLER

Moğol baskıları Orta Asya’dan Türklerin Anadolu’ya göç etmesine sebebiyet verdiği gibi, Anadolu’da Bizans’ın kötü yönetiminin halkta açtığı memnuniyetsiz bakışı da Türklerin Anadolu’ya yerleşmesini kolaylaştırıcı etki yapmıştır. 11. yüzyıla kadar Latinler ve Araplar Anadolu’ya Romania dediler. 11. yüzyıldan itibaren Avrupalılar Anadolu’ya Turchia (Türkiye) dediler. Bu dönemde Avrupalı seyyah "MARCO POLO" Marco Polo (1254 - 1324) Venedikli tüccar, gezgin ve yazar. 13. yüzyılın sonlarında, babası ve amcasıyla birlikte Asya'ya seyahat ederek Çin İmparatorluğu'na kadar gitmiştir. Yaklaşık 24 yıl boyunca Asya'da kaldı ve gezileri sırasında birçok ülkeyi ziyaret etti. Gezileri boyunca edindiği bilgileri ve gözlemlerini yazdığı "Milione" adlı kitapta anlattı. Kitap, Avrupa'da keşif çağına damgasını vurdu ve Asya hakkında daha önce bilinmeyen birçok bilgiyi içeriyordu.
Anadolu’ya Türkiye demiştir. 13. yüzyılda Avrupalılar Türkistan dahil Altay’dan Tuna boylarına kadar olan bölgeye Magna Turcia (Büyük Türkiye) dediler. Bu dönemde ünlü Arap seyyah "İBNİ BATUTA" İbn Battuta (1304 - 1368 veya 1369), Faslı bir gezgin ve yazar. 14. yüzyılın başlarında doğmuş olan İbn Battuta, hayatının büyük bir kısmını gezerek geçirmiştir. Hac ibadetini yerine getirmek için yaptığı yolculuk, onu Fas'tan başlayarak Mısır, Irak, İran, Hindistan, Çin, Anadolu, Güneydoğu Asya, Orta Asya ve Afrika'nın birçok yerine götürmüştür. Seyahatlerini, "Rihla" adlı eserde yazmıştır.
Anadolu için Biladüt Türk kavramını kullanmıştır. Arap kaynakları Anadolu için Diyarı Rum veya Biladı Rum demiştir. yukarıda bahsedildiği üzere Büyük Selçuklu Devleti hükümdarı Alparslan zamanı yapılan Malazgirt Savaşı’ndan sonra Alparslan’ın komutanlarına kılıç hakkı olarak verdiği, “fethettiğiniz yer sizindir” anlayışından sonra Anadolu’da 1. BEYLİKLER DÖNEMİ kurulmuştur. Alparslan’ın komutanlarının genellikle adlarıyla anılacak olan beylikler kurulmuştur. Bu beylikler Anadolu’nun Türkleşip, İslamlaşmasına önemli katkı sağladıkları gibi zamanla Türkiye Selçuklu hakimiyetine girdiler. Bu beyliklerden bazıları şunlardır:

Saltuklu Beyliği (1072-1202)

"EBUL KASIM SALTUK" Ebul Kasım Saltuk, 11. yüzyılda yaşamış bir İslam mistiği ve Türkmen şeyhidir. O dönemde Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde faaliyet göstermiş ve halk arasında sevgi ve saygı görmüştür. Saltukname adlı eser, onun hayatı ve etkisi hakkında birçok efsaneye yer verir ve onun halk arasındaki popülaritesinin ne kadar yüksek olduğunu gösterir. Saltukname ayrıca, Türk halk edebiyatında önemli bir yer tutar ve Anadolu'nun kültürel mirasına katkıda bulunur.
tarafından Erzurum ve çevresinde kuruldu. Haçlılar, Ermeniler ve Gürcülerle mücadele etmiştir. "TEPSİ MİNARE" Tepsi Minare, Türkiye'nin Konya şehrinde bulunan bir tarihi yapıdır. Selçuklu dönemi mimarisinin güzel örneklerinden biridir. 13. yüzyılın başlarında inşa edilmiştir ve orijinal olarak Sultan I. Alaeddin Keykubad'ın camisi için bir minare olarak tasarlanmıştı. Ancak yapı süslemeleri tamamlanamadan yapım çalışmaları durduruldu. Bu nedenle, yarım kalan minare tepsiye benzeyen bir yapıya sahip olduğu için "Tepsi Minare" olarak adlandırılmıştır. Günümüzde, minare çevresindeki tarihi yapılarla birlikte ziyaretçilerin ilgisini çeken bir turistik cazibe merkezidir.
, "KALE CAMİ" Kale Cami, Türkiye'nin Diyarbakır şehrinde bulunan tarihi bir camidir. 11. yüzyılda Büyük Selçuklu Devleti döneminde inşa edilmiştir ve o dönemde "Behramî Camii" olarak bilinmekteydi. Cami, Diyarbakır Kalesi'nin doğu yamacında yer almaktadır ve kentin tarihi dokusuna önemli bir katkıda bulunmaktadır.
ve "MAMA HATUN KERVANSARAYI" Mama Hatun Kervansarayı, Türkiye'nin Erzurum şehrinde bulunan tarihi bir kervansaraydır. İlk olarak 13. yüzyılın sonlarında Selçuklu hükümdarı II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in annesi Mama Hatun tarafından yaptırılmıştır. Kervansaray, İpek Yolu üzerinde konaklayan ticaret kervanları için bir dinlenme ve konaklama yeri olarak kullanılmıştır.
en önemli eserleridir. Türkiye Selçuklu sultanı 2. Rükneddin Süleyman Şah tarafından yıkılmıştır. Anadolu’da kurulan ilk Türk Beyliğidir.

Mengücekli Beyliği (1080-1228)

Mengücek Gazi tarafından Erzincan merkezli kuruldu. Trabzon rum İmparatorluğu ve Gürcü krallığı ile mücadele ettiler. Sivas "DİVRİĞİ ULU CAMİ" Divriği Ulu Cami, Türkiye'nin Sivas ilinin Divriği ilçesinde bulunan tarihi bir camidir. 1228-1229 yıllarında Mengücekli hükümdarı Ahmet Şah tarafından yaptırılmıştır. Ayrıca cami avlusunda yer alan ve aynı dönemde yapılan Darüşşifası (hastane) ile birlikte UNESCO Dünya Miras Listesi'ne dahil edilmiştir.
ve "DİVRİĞİ TURAN MELİK DARÜŞŞİFASI" Divriği Turan Melik Darüşşifası, Türkiye'nin Sivas ilinin Divriği ilçesinde bulunan tarihi bir hastanedir. 1218 yılında Mengücekli hükümdarı Fahreddin Behramşah'ın oğlu Turan Melik tarafından yaptırılmıştır ve Divriği Ulu Cami avlusunda bulunmaktadır. Unesco tarafından dünya miras listesine konularak korumaya alınmıştır. "SİTTE MELİK TÜRBESİ" Sitte Melik Türbesi, Türkiye'nin Sivas ilinin Kangal ilçesinde bulunan tarihi bir yapıdır. 14. yüzyılda inşa edilmiştir ve Anadolu Selçuklu mimarisinin güzel örneklerinden biridir. en önemli eserleridir. Türkiye Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat tarafından yıkıldılar.

Danişmendli Beyliği (1080-1178)

Gümüştekin Ahmet tarafından Sivas merkezli kuruldu. İlk beylikler arasındaki en güçlüsüdür. Haçlılar, Bizans ve Ermenilere karşı başarılı mücadeleler verdiler. Emir Gazi döneminde Türkiye Selçuklularını vergiye bağladılar. Anadolu’nun siyasi üstünlüğünü ele geçirdiler. Danişmenlilerin Anadolu’da önemli hizmetleri olmuştur. "DANİŞMENTNAME DESTANI" Danişmentname Destanı, Türk edebiyatının önemli destanlarından biridir. Destanın konusu, Danişment Gazi adlı bir Türk kahramanın hayatı ve mücadelesi etrafında şekillenir. nda bu hizmetler anlatılmaktadır. Anadolu’daki en eski medrese olan "TOKAT YAĞIBASAN MEDRESESİ" Yağıbasan Medresesi, Tokat ilinin merkezinde yer alan tarihi bir medresedir. 15. yüzyılda, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın eşi Yağıbasan Hatun tarafından yaptırılmıştır. Medrese, Osmanlı döneminde birçok kez onarılmıştır. ni yapmışlardır. Türkiye Selçuklu sultanı ıı. Kılıçarslan tarafından yıkıldılar.

Artuklu Beyliği (1102-1409)

"ARTUK BEY" Artuk Bey, 11. yüzyılda yaşamış Türk askeri ve siyasi liderdir. Türk-İslam tarihinin önemli isimlerinden biri olan Artuk Bey, birçok Türk beyliğinin atası olarak kabul edilir. tarafından Mardin merkezli kurulmuştur. Artuk Bey’in ölümü üzerine üç koldan yönetildiler.

1- Mardin Kolu(1108-1409)

İlgazi tarafından mardin’de kuruldu. Artuklu Beyliğinin en uzun yaşayan koludur. "HAÇLILAR" Haçlılar, 11. ve 13. yüzyıllar arasında Avrupa'dan başlayarak Kudüs ve çevresindeki toprakları ele geçirmek için düzenlenen askeri seferlerin katılımcılarıdır. Bu seferler, Hristiyanlar tarafından "kutsal toprakları" geri alma çabası olarak görülmüş ve büyük bir askeri, dini ve kültürel hareket olmuştur.
Haçlı seferleri, 1095 yılında Papa II. Urbanus tarafından çağrılmıştır. Avrupalı Hristiyanlar, İslam kontrolündeki Kudüs'ü ele geçirmek ve burayı Hristiyanlığa geri kazandırmak için büyük bir ordu toplamışlardır. Haçlı seferleri, İslam dünyasıyla Avrupa arasındaki ilişkileri de etkilemiştir ve sonuçları uzun süre devam etmiştir.
la mücadele etmiş, mardin kervansarayını yaptırmış ancak karakoyunlular tarafından yıkılmıştır.

2- Hasankeyf Kolu (1102-1231)

SÖKMEN tarafından diyarbakır merkezli kurulmuş ve Anadolu’nun ilk camisi olan "DİYARBAKIR ULU CAMİSİ" Diyarbakır Ulu Camii, Türkiye'nin Diyarbakır şehrinde bulunan tarihi bir camidir. 1091 yılında Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından yaptırılmıştır. Cami, birçok tarihi olaya sahne olmuş ve zaman içinde çeşitli tamiratlar geçirmiştir. ni yaptırmışlardır. diyarbakır’da dünyanın en büyük taş kemerli köprüsü olan malabadi köprüsü’nü ve Hasankeyf kalesi’ni yaptırmışlardır.

3-Harput (Elazığ) Kolu (1188-1234)

İmameddin Ebubekir tarafından Elazığ’da kurulan Harput Kolu, Artukluların en kısa süreli yaşayan kolu olmuştur. Artuklular Eyyubi Devleti ile ittifak yaparak Haçlılara, Türkiye Selçuklu Devleti ile ittifak yaparak Bizans’a karşı mücadele ettiler.

Artuklular bilimi desteklemişler, CEZERİ elektriğin henüz kullanılmadığı dönemde sadece su ve mekanik parçalar ile çalışan makineler yapmıştır. El Cezeri dünyada sibernetik (robot) üzerine çalışmalar yapan ilk bilim adamı ve mühendistir.

Çaka Beyliği (1081-1093)

Çaka Bey tarafından İzmir ve çevresinde kuruldu. Bizansla mücadele etti. Güçlü donanması sayesinde Bizans’tan Midilli, Sakız, Rodos, İstanköy Adalarını ve Boğazlardan gümrük vergisi aldı. Bizans entrikaları sonucu damadı "1. KILIÇARSLAN" Kılıç Arslan, Türkiye Selçuklu Devleti'nin üçüncü sultanıdır. Babası Kutalmışoğlu Süleyman Şah'tır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, tahmini olarak 1079-1080 yılları arasında doğdu. Sultan I. Süleyman'ın torunudur. tarafından öldürüldü. Bizans’ın İzmir’i alması sonucu yıkıldılar. ilk denizci Türk Beyliği'dir. Kurulduğu 1081 yılı Türk deniz kuvvetlerinin kuruluş yılı olarak kabul edilmiştir. Türklerde denizcilik faaliyetini başlattılar. Diğer beylikler: Dilmaçoğulları Bitlis’te, Ahlatşahlar (Sökmenliler) Van Gölü civarı hüküm sürmüşlerdir. İnaloğulları Diyarbakır’da, Çubukoğulları Harput’ta (Elazığ), Tanrıvermişoğulları Efes’te hüküm sürmüşlerdir.

TÜRKİYE (ANADOLU) SELÇUKLU DEVLETİ (1075-1308)

Büyük Selçukluların, Oğuzlara yurt bulma amacıyla oluşturduğu Anadolu’yu yurt edinme politikasına, Büyük Selçuklu sultanlarına isyan -amca oğulları olan- Arslan Yabgu’nun soyundan gelenlerin saltanat kavgası olan YABGULULAR MESELESİ önemli katkı yapmıştır. Yabgulular Meselesi: Selçuk Bey’in oğullarından Mikail’in soyundan gelenler Selçuklular şeklinde adlandırılmış ve Büyük Selçuklu Devleti’ni kurmuşlardır. Arslan Yabgu’nun soyundan gelenlere ise yabgulular denilmiş ve bunlar da Türkiye Selçuklularını oluşturmuşlardır Büyük Selçuklulara isyanı sırasında ölen yabgululardan Kutalmış’ın oğulları, Alparslan tarafından Malazgirtten sonra Anadolu’yu fetihi ile görevlendirilmiştir. fethedilen yer fethedenindir anlayışı Melikşah zamanında da devam etmiştir. Böylece arslan yabgu oğullarının Büyük Selçuklularında biten hükümdarlık hayatları, Anadolu’da devam etmiştir. Büyük Selçuklu sultanı MELİKŞAH tarafından Anadolu'da fetihler yapmakla görevlendirilen "KUTALMIŞOĞLU SÜLEYMAN ŞAH" Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Türk tarihinin önemli isimlerinden biridir. 11. yüzyılda yaşamış olan Süleyman Şah, Selçuklu Devleti'nin kurucusu Tuğrul Bey'in soyundan gelmektedir. Süleyman Şah, Türk boylarının çoğunun hükümranlığına boyun eğdiği dönemde bağımsız bir beylik kurarak Anadolu'da Türklerin yerleşmesine öncülük etmiştir. Kendisine bağlı beyliklerin desteğiyle bölgede güçlü bir hükümdarlık kurmuş ve Bizans İmparatorluğu'na karşı savaşlar yapmıştır. Süleyman Şah'ın en önemli başarılarından biri, Bizans İmparatorluğu'na karşı yaptığı savaşlarda elde ettiği zaferlerdir. Bu zaferler sayesinde Anadolu'da Türklerin yerleşmesi hızlanmış ve Türk boyları arasında liderliği sağlamıştır. tarafından İznik başkent olmak üzere Türkiye Selçuklu Devleti’ni kurulmuştur.

Kuruluş Dönemi

Süleyman Şah Dönemi (1077-1086) -İznik merkezli Türkiye (Anadolu) Selçuklu Devleti’ni kurduktan sonra Bizansla yaptığı mücadele sonrasında İzmit, Güney Marmara kıyıları ve boğazların kontrolünü denetim altına almıştır. -Bizansla yaptığı antlaşmayla batı sınırını güvence altına alan süleyman şah; daha sonra güneye yönelerek adana, tarsus ve hristiyanlarca önemli bir kent sayılan Antakya’yı egemenliği altına aldı. Suriye Selçuklu Devleti’ne ait olan halep’i kuşatması üzerine iki devlet arasında savaş başlamıştır. Suriye Selçuklu sultanı "TUTUŞ" Tutuş, Selçuklu Sultanı Alp Arslan'ın oğlu ve kardeşi Melikşah'ın da kardeşidir. 1079'da Şam emiri olarak atandı ve Suriye'de hüküm sürdü. Ancak Türkiye Selçuklu Devleti'nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın Antakya'yı ele geçirmesiyle Süleyman Şah'la savaşmak zorunda kaldı. Bu savaşı kazandıktan sonra Suriye'nin sultanı ilan etti. Ancak Melikşah Suriye'ye geldiğinde bölgeyi yeniden Büyük Selçuklu Devleti'ne bağladı. Tutuş, yeğeni Berkyaruk ile saltanat mücadelesi verirken öldü. Tutuş'un ölümünden sonra Suriye Selçuklu Devleti Halep Melikliği ve Şam Melikliği olmak üzere ikiye ayrıldı. ile yaptığı savaşı kaybeden Süleyman Şah, savaş alanında ölmüştür. -Süleyman Şah’ın ölümü üzerine Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah, Süleyman Şah’ın oğulları Kılıç Arslan ve "KULAN ARSLAN" Kulan Arslan, Türkiye Selçuklu Sultanı Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın oğlu ve Selçuklu ilhanıdır. Asıl adı Davud'dur. Ayn Seylem Savaşı'nda yenilgiye uğrayan Süleyman Şah'ın oğulları Kılıç Arslan ve Kulan Arslan, Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah'ın tutsağı olarak İsfahan'a götürüldü. Melikşah'ın ölümünden sonra Anadolu'ya dönen kardeşler, Anadolu Türk Devleti'nin yeniden kurulması için çalıştılar. I. Haçlı Seferi'nde İznik'i savunan Kulan Arslan, daha sonra ansızın tarih sahnesinden çekildi ve Aleksios'un kızı Anna Komnini'nın iddiasına göre Haçlılardan kaçarak Bizans'a sığındı ve Hristiyan oldu. ı beraberinde İsfahan’a götürmüştür. -Melikşah’ın bu faaliyeti sonrasında Türkiye Selçuklu Devleti’nin tahtı boş kalmış 1086-1092 yılları arasında fetret dönemi yaşanmıştır.

1. Kılıçarslan (1092-1107)

Melikşah’ın ölümü sonrasında serbest kalan 1. Kılıç Arslan, Anadolu’ya gelerek 1092’de devletin başına geçmiş böylece fetret dönemine son vermiştir. 1. Kılıç Arslan ilk önce İzmir merkezli kurulan Çaka Beyliğiyle Bizans’a karşı ittifak yaparak Bizans’ı sıkıştırmayı hedeflemiş ancak Bizans’ın kışkırtmalarıyla ittifak bozulmuş ve Çaka Beyliği’nin varlığına son vermiştir. 1. Kılıçarslan Çaka Beyliği’ne son vererek Anadolu Türk siyasi birliğini sağlama faaliyetini başlatmıştır. 1. Haçlı Seferi karşısında Doğu Seferini yarıda kesen 1. Kılıç Arslan İznik’e dönmüş, Haçlılarla yaptığı DORİLEON SAVAŞI’nda başarılı olamamıştır. Bu durum üzerine devletin yıkılışını önlemek için başkenti değiştirerek iznik yerine Konya yapmıştır. Haçlı saldırılarından dolayı Türkiye Selçuklularının kuruluş dönemi uzamıştır. Haçlı saldırılarının bitmesiyle diyarbakır ve bitlis’i alan 1. Kılıç Arslan, Büyük Selçuklu toprağı olan Musul’a saldırmasıyla iki devlet karşı karşıya gelmiştir. Büyük Selçuklu sultanı Mehmet Tapar ile mücadeleye girişti. ,Büyük Selçuklu ordusuna kumanda eden EMİR ÇAVLI’ya yenilerek Habur Nehri’nde boğulmuştur. 1. Kılıçarslan ölünce Türkiye Selçuklu tahtı gene boş kalmıştır.

1. Mesud (1116-1155)

1. Kılıç Arslan’ın ölümü sonrasında Türkiye Selçuklu Devleti’nde taht kavgaları başlamış ve devlet zayıflamıştır. Bu durumdan yararlanmak isteyen Bizans’ın saldırısıyla Türkler; kıyı bölgelerinden iç bölgelere çekilmek zorunda kalmıştır. Danişmendli Emir Gazi’nin desteğini alan 1. Mesut yapılan mücadeleyi kazanarak devletin başına geçmiş ve Danişmentlilerin desteğiyle devletin başına geçtiği için bir süre bu devlete bağlı kalmıştır. Yalnız sonraki zamanlarda Danişmetlilerde başlayan taht kavgalarını fırsat bilerek bu beyliğin himayesinden kurtulmuştur. Devletin gücünü tekrar toparlayan 1. Mesut 2. Haçlı seferi'ne karşı mücadele etti. 1. Mesut, Türkiye Selçuklu Devleti’nde ilk kez imar ve bayındırlık faaliyetlerini başlatmış ayrıca Türkiye Selçuklu Devleti’nde ilk kez kendi adına para batırmıştır. 1.Mesut’un kendi adına para bastırmasıyla Türkiye Selçuklu Devleti siyasi ve ekonomik anlamda tam bağımsız olmuştur.

YÜKSELİŞ DÖNEMİ

2. Kılıçarslan

2. Kılıçarslan’ın Anadolu’daki hakimiyetini arttırması sonrasında Bizans’ın Türkiye Selçuklu Devleti’ne karşı politikası değişmiş ve Avrupa’dan da aldığı destekle büyük bir ordu kurmuş ve saldırıya geçmiştir. Bizans’la yapılan MİRYOKEFALON SAVAŞI'nı (1176) Türkiye Selçuklu Devleti kazanmış. böylece; Bizans, Türkleri Anadolu’dan atamayacağını anlamıştır. Anadolu’nun siyasi üstünlüğünün ve ticaret yollarının denetimi Türkiye Selçuklularına geçti. Bu savaş Türkiye Selçuklularının son savunma savaşıdır bundan sonra Bizans savunmaya geçerken Türkler taarruza geçmiştir. Anadolu’da Türk hakimiyeti kesinleşmiştir. Anadolu kesin Türk yurdu haline geldi ve Türkiye denmeye başladı. Haçlı Seferleriyle Bizans’a geçen üstünlük yeniden Türklere geçmiştir ve Türkiye Selçuklu Devleti yükselme devrine girdi. Bu dönemde 3. Haçlı Seferi’ne karşı mücadele edildi. İlk gümüş (dirhem) ve altın (dinar) para basıldı. Ülkeyi on bir oğlu arasında paylaştırması, taht kavgalarına neden olmuştur.

2. Rükneddin Süleyman Şah (1196-1204)

İçte otoriteyi sağladıktan sonra Bizans’ı vergiye bağlayarak bu devlete siyasi üstünlüğünü kabul ettirdi. Kilikya Ermenilerini itaat altına aldı. Saltuklu Beyliği’ne son vermiştir.

1. Gıyaseddin Keyhüsrev(1192-1196/ 1205-1211)

Bu dönemdeki fetihlerde ekonomik çıkarlar ön planda olmuştur. Kara ticaret yolunun güvenliğini sağlamıştır. Karadeniz’de Samsun’u almıştır. Ayrıca Antalya'yı fethederek burayı ithalat - ihracat limanı haline getirmiştir. Ayrıca Antalya’da ilk deniz üssünü kurdu. Böylece ülkeyi bir kara devleti olmaktan çıkararak bir deniz devleti haline getirmiştir. Venediklilerle ilk defa ticaret antlaşması yaparak uluslararası ticareti geliştirmiştir. Eyyübilerin Anadolu’ya yaptıkları saldırıları önlemiştir. Akdeniz ticaretini canlandırmak için Venedik ile ilk ticaret antlaşması imzaladı. Bir önceki bahsettiğimiz hükümdar olan Rükneddin Süleyman Şah, tahtı ele geçirince Gıyaseddin’i hapse atmıştır. Sonrasında Gıyaseddin Keyhüsrev tekrar tahta çıkmıştır. İznik Rum İmparatorluğu’nun ödemesi gereken vergiyi kesmesi üzerine sefere çıkan 1. Gıyaseddin Keyhüsrev; İznik Rum İmparatorluğu’yla yaptığı ALAŞEHİR SAVAŞI’nda şehit olmuştur.

1. İzzeddin Keykavus (1211-1220)

Sinop'u ele alınarak Karadeniz ticaret yolunda avantajlı bir konuma gelindi. Burayı ithalat-ihraracat limanı haline dönüştürdü. Venedik ve Kıbrıs Krallığı ile ticaret geliştirmek için ikili antlaşmalar imzalandı. Trabzon Rum İmparatorluğu’nu vergiye bağladı.

1. Alaaddin Keykubat

Türkiye (Anadolu) Selçuklu Devleti'nin en parlak dönemidir. Alanya Kalesi'ni alarak ilk Selçuklu tersanesini inşa ettirmiştir. Donanmayı güçlendirerek Kırım'ın Suğdak limanını ele geçirmiştir. İlk deniz aşırı seferdir. Bu dönemde Anadolu'nun ticaret merkezi haline getirilmesine çalışılmıştır. Ülkenin her tarafına yaptırdığı kervansaraylarla Anadolu’yu uluslararası ticaret merkezi haline getirniştir. Erzincan merkezli kurulan Mengücekliler Beyliğine ve Artuklular Beyliğinin Harput Koluna son vermiştir.

Bu dönemin temel sorunu Moğollara karşı önlem Eyyubilerle ittifak yapılmıştır. Konya, Kayseri, Sivas gibi kalelerin surları tamir edilmiştir. Moğollarla dostluk ilişkisi kurulmaya çalışıldı ve Moğollarla mücadele eden Harzemşahlar desteklendi. Yalnız Harzemşahların Türkiye Selçuklu toprağı olan Ahlat’ı işgal edip, ittifakı bozması üzerine Harzemşahlarla, Selçuklular arasında 1230 Yassıçemen Savaşı yapılmıştır. Siyasal gücü sarsılan Harzemşahlara Moğollar son vermiştir. Yassıçemen Savaşı, Anadolu Selçukluların galibiyeti ile sonuçlanmasına rağmen, olumsuz sonuç yaratmıştır. Bu olumsuz sonuç da, Moğollarla aralarındaki tampon bölgenin ortadan kalkmasıdır.

DAĞILMA DÖNEMİ

2. GIYASEDDİN KEYHÜSREV

Kötü yönetimi ve veziri Saadeddin Köpek'in kötü yönetimi, devleti yıkılmaya doğru yöneltti. Gerek nüfus yoğunluğunun artması, gerek adaletsiz yönetim, gerekse devlet otoritesinin sarsılaması üzerine Türkmenler Anadolu’da; BABAİLER İSYANI (Baba İlyas ve sonrasında Baba İshak’ın’ın liderliğinde) çıkardı. Kısa sürede Tokat, Amasya’ya kadar yayılmıştır. İsyanın güçlükle bastırılması, Moğol saldırılarına ortam hazırladı. Babailer isyanı, Türk tarihinde ilk dini nitelikli isyandır. 1243 yılında Baycu Noyan komutasındaki Moğollarla yapılan "KÖSEDAĞ SAVAŞI" Kösedağ Meydan Muharebeleri, Türk tarihinde önemli bir yere sahip olan savaşlardandır. Anadolu Selçuklu Devleti ile Moğollar arasında 3 Temmuz 1243 tarihinde gerçekleşmiş ve Selçuklu Devleti'nin yenilgisiyle sonuçlanarak Moğol hakimiyetine girmiştir. nda Anadolu Selçuklu Devleti yenilerek Moğollara bağlı hale geldi ve yıkılma sürecine girdi ve Anadolu’da Moğol hakimiyeti başladı. Moğol tehlikesinden kurtulmak isteyen birçok Türk boyu batı Anadolu’ya göç ederek buraların Türkleşmesini sağladı. Bu savaşla birlikte; Türkiye Selçuklu hakanlarını Moğollar atamaya başladıSelçuklu paraları Moğol hü. kümdarları adına bastırıldı. Moğollara vergi ödenmeye başladı. Moğol istilasından kaçan Türkmenler Anadolu’ya gelerek Anadolu’da Türk nüfusunun artmasını sağlmışlardır. Böylece Anadolu’nun Türkleşme süreci hızlanmıştır. Anadolu Türk siyasal birliği bozuldu ve "2. BEYLİKLER DÖNEMİ" 2.Beylikler Dönemi, Anadolu Selçuklu Devleti'nin Moğol İstilası sonrasında zayıflamasıyla başlayan bir dönemdir. Bu dönem, Anadolu'da kurulan Türk beyliklerinin ortaya çıktığı, kültürel, sosyal ve siyasi açıdan önemli bir dönemdir. Bu beylikler, Osmanlı Devleti'nin doğuşuna kadar Anadolu'da hüküm sürmüştür. Dönem boyunca birçok beylik kurulmuş, bazıları diğerlerini ele geçirerek güçlenmiştir. Bu dönemde Türkler, Anadolu'da yerleşik halk ile bir arada yaşayarak yeni bir kültür ortaya çıkarmışlardır. 2. Beylikler Dönemi, Osmanlı Devleti'nin yükselişi ile son bulmuştur. başladı.

Bu beylikler 1335’te İlhanlıların yıkılmasıyla tamamen bağımsız oldular. 1308'de son hükümdar 2. Mesud'un ölümüyle Anadolu Selçuklu Devleti yıkılmıştır.

HAÇLI SEFERLERİ

Avrupalıların 11. yüzyılın sonları ile 13. yüzyılın sonları arasında Hristiyan dünyasının siyasi, ekonomik ve dini sebeplerle İslam dünyası üzerine düzenledikleri seferlere Haçlı seferleri denmiştir. Sekiz defa Haçlı Seferleri düzenlemişlerdir. ilk dördü Anadolu üzerinden olmuştur. Bizans; Haçlılara rehberlik edip, ihtiyaçlarını karşılama karşılığında Türklerden alınan toprakların kendisine iade edilmesi konusunda Haçlılarla anlaşmıştır. -Hristiyanların kutsal saydıkları antakya, urfa gibi yerleri, özellikle de Kudüs'ü Müslümanlardan geri almak istemesi

1. Haçlı Seferi (1096 -1099)

PAPA 2. URBAN ve KEŞİŞ PİYER LERMİT'in çabalarıyla Avrupa'da kalabalık bir ordu hazırlanmıştı. Harekete geçen ilk gelen düzensiz gruplar, Bizans’ın yardımıyla Anadolu’ya geçtiler; fakat 1. KILIÇ ARSLAN tarafından yok edilmişlerdir. Ancak bu grubun ardından şövalye, kont ve düklerden oluşan bir ordu Anadolu'ya girdi. Yapılan Dorileon Savaşı’nda başarılı olmayan ı. Kılıç Arslan Devletin yıkılışını önlemek amacıyla başkenti İznik’ten Konya’ya taşıdı.

Kalabalık olduğu için durdurulamayan Haçlılar, Antakya, Urfa, Trablus, Yafa’yı işgal eden Haçlılar, 1099'da Fatımilerden Kudüs'ü aldılar. İznik ve Batı Anadolu Bizans'ın eline geçmiştir. Başarılı olan tek Haçlı seferidir. İslam dünyasının 1. Haçlı seferinde başarısız olmasının genel nedeni aralarında mezhep çatışmaları yaşamalarıdır. (şii-sünni)

2. Haçlı Seferi (1147-1149)

Musul Atabeyi İmadeddin Zengi'nin Urfa, Halep ve Şam’ı almasından sonra, Kudüs Krallığı Papadan yardım istedi. Papanın çağrısı ile Alman İmparatoru 3. Konrad ve Fransa Kralı 7. Lui ayrı yollardan Anadolu üzerine sefere çıktılar. Türkiye Selçuklu hükümdarı 1. Mesut, Anadolu’ya geçen Alman İmpratoru 3. Konrad’ı Eskişehir’de yenmesi üzerine imparator İznik’e döndü. FRANSA KRALI 7. LUİ ile beraber antalya’ya gelmiş, buradan da deniz yoluyla geçtiler. Ordularının büyük kısmını kaybeden iki kral Şam'a saldırdılar, fakat başarılı olamadılar. Kralların katıldığı ilk seferdir.

3. Haçlı Seferi (1189-1192)

Mısır'da devlet kurmuş olan SELAHADDİN EYYÛBİ 1187'de " HITTİN" denilen yerde Haçlıları yendi. Kudüs dahil olmak üzere Suriye'nin büyük bir bölümünü Haçlı istilasından kurtardı. Alman İmparatoru FREDERİK BARBAROS Anadolu üzerinden yürümek istemiş, Silifke’ye geldiğinde 2. Kılıç Arslan tarafından yenilgiye uğratılarak Silifke Nehrini geçerken boğulmasıyla alman ordusu dağılmıştır. Fransa kralı FİLİP OGÜST ve İngiltere kralı ARSLAN YÜREKLİ RİŞAR komutası altındaki yeni Haçlı orduları Anadolu’dan geçmek yerine deniz yoluyla Kudüs’e doğru harekete geçtiler. Selahattin Eyyubi tarafından bozguna uğratıldılar. Kara ve deniz yollarıyla gelen Haçlı orduları Kudüs'ü almayı başaramayarak geri döndüler. Haçlı seferlerinde maliyetin az olmasından dolayı deniz yolu kullanılmış, böylece Avrupa denizciliği gelişmiştir.

4. Haçlı Seferi (1204)

Eyyûbiler, Yafa’yı alınca Haçlılar sefer düzenledi. Bizans taht kavgalarına karışıp yardım isteyince sefer amacından saparak İstanbul’a giderek şehri yağmalayıp İstanbul’da LATİN KRALLIĞInı kurdular (1204). İstanbul' dan kaçan Bizans SOYLULARI İZNİK RUM İMPARATORLUĞU 'nu (1204 -1261) ve TRABZON RUM İMPARATORLUĞU'nu (1204 -1461) kurdular. Bir kısmı ise Mora’ya yerleşmiştir. 4. Haçlı Seferi amacından sapan ve Hristiyanları iç çatışmasına dönüşen bir seferdir. Bu sefer Katolik ve Ortodoks çatışmasını körüklemiştir. Ayrıca bu yaşananlar seferin asıl amacının ekonomik olduğunu göstermiştir. Daha sonraki süreçte İznik Rum İmparatorluğu 1261’de İstanbul’u Latinlerden alarak Bizans’ı tekrar canlandırmıştır. Böylelikle 1204-1261 yılları arasında dünyada olmayan Bizans İmparatorluğu tekrar siyaset sahnesine çıkmıştır. Başarısız olan Haçlı Seferleri sonunda Papa’nın otoritesi sorgulandı. Avrupa ile Orta Doğu arasında etkileşim artmış. Ticaret yapan iki ülke Ceneviz ve Venedik çok zenginlemiştir. Aynı zamanda barut, pusula, matbaa Avrupa’ya geçmiş ve bu sayede Coğrafi Keşifler, Rönesans ve Reform gerçekleşmiştir.

MAGNA CARTA (BÜYÜK ŞART) (1215)

Orta Çağ’da İngiltere hükümdarı Yurtsuz John ile soylular arasında imzalanan belgedir. Buna göre;
1-Hür olan insanlar yargılanmadan cezalandırılmayacaktır.
2-Kimsenin malına ve mülküne el konulmayacaktır.
3-İsimsiz ve usulsüz vergi alınmayacaktır.
4-İşkence ve angarya kaldırılacaktır.

Kralın yetkilerinin bu belge ile kısıtlanmasından dolayı magna carta Avrupa’da ilk demokrasi hareketi sayılmıştır.

YÜZYIL SAVAŞLARI (1337-1453)

- İngiltere ile Fransa arasında yaşanmıştır.
- İngiltere’nin Fransa toprağında hak iddia etmesi ve Fransa’ya saldırısı ile savaş başlamıştır.
- 116 yıl süren Savaşı İngiltere kaybetmiştir.
- Savaş sırasında birçok derebeyinin ölmesi derebeylik düzenini zayıflatmış ve mutlak krallık güçlenmiştir.

ÇİFTE GÜL SAVAŞI (1455-1485)

İngiltere’de çıkan iç savaştır. -derebeylere karşı üstün gelen kral otoritesini arttırmıştır.
NOT: Avrupa’da yaşanan Yüzyıl Savaşı, Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda ilerleyişini hızlandırmıştır.

OSMANLI

Osmanlı Devleti Kurulurken Çevresi

Balkanlarda siyasi birlik yoktur. Mezhep kavgaları yaşanmaktadır. (Ortodoks-Katolik) örneğin Bulgar ve Sırplar Ortodoks; Bosna-Hersek Bogomil; Macar ve Hırvatlar Katolik mezhebine inanmaktadır. Siyasi olarak en güçlüleri Sırplardır. Sırp, Bulgar, Arnavut, Krallıkları, Eflak Ve Boğdan Voyvodalıları ile Bosna Prensi bulunmaktadır.

Avrupa’da: Siyasi birlik yoktur. Mezhep kavgaları yaşanmaktadır. İngiltere, Fransa, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, Macaristan belli başlı siyasi güçlerdir. İngiltere ve Fransa arasında Yüzyıl Savaşları yaşanmaktadır. İtalyan şehir devletleri olan Ceneviz ve Venediklerin; Ege ve Akdeniz’de Venediklilerin, Karadeniz’de Cenevizlilerin ticaret kolonileri vardır. Bu dönemde Ceneviz ve Venedikliler Anadolu’daki siyasi çekişmelere karışmamışlar, Anadolu’daki ticari etkinliklerine devam etmişlerdir.

Anadolu ve çevresinde: Türkiye (Anadolu) Selçuklu Devleti 1243 Kösedağ Savaşı’yla iran merkezli kurulan İlhanlı Moğollarına yenilerek yıkılış sürecine girmiş; merkezi otoritesini kaybederek İlhanlılara bağlı hale gelmiştir. Bizans (Doğu Roma) Balkanları küçük bir kısmı ve Marmara’dan ibaretti. Ancak iç karışıklıklar, taht kavgaları yüzünden tekfurlarına (vali) söz geçiremeyecek kadar güçsüzdür. Trabzon Rum İmparatorluğu, 4. Haçlı Seferi sonrası kurulan bu devlet Anadolu’nun iç siyasetine karışmamış, İlhanlılara vergi vererek varlığını sürdürmüştür. İlhanlı Devleti ise Türkiye Selçuklu Devleti’ni yenerek Anadolu’daki en büyük güç haline gelmiştir. Ancak Anadolu’ya yerleşmemiş sadece Anadolu’daki mevcut güçlerden vergi almakla yetinmiştir. Memluklü Devleti, Abbasi halifesini muhafaza ettiği için kendisini kendisini İslam dünyasının lideri olarak görüyordu. Altın Orda Devleti, Karadeniz’in kuzeyinde Batuhan tarafından kuruldu. Rusların güneye inmesini engellediler. Timur tarafından yıkıldı. Anadolu Beylikleri Kösedağ Savaşı sonrası siyasi birliğin bozulmasıyla bağımsız olmuşlardır. Başlangıçta İlhanlılara vergi verirken bu devletin yıkılmasıyla bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Anadolu’da aralarında Osmanoğlu Beyliği’nin de 2. Beylikler Dönemi siyasi yapılanması önceki notlarımızda anlatıldı.

Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu

Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan aile, Oğuzların Bozok Kolu’nun Günhan Oğullarının, Kayı Boyu’na mensuptu.

Doğuda Moğol baskısının artması üzerine diğer Türk boyları gibi kayı boyu da Anadolu’ya gelmiş ve 1230’da Türkiye Selçuklu Devleti ile Harzemşah arasında yapılan Yassı Çemen Savaşı’nda Selçuklu Devleti’ne yardım ettiklerinden dolayı 1. Alaeddin Keykubat tarafından ödüllendirilerek Ankara’nın Karacadağ bölgesine yerleştirilmişlerdir. Daha sonraki süreçte Bizans’a karşı yaptıkları mücadele sonrasında SÖĞÜT ve DOMANİÇ bölgesi yurtluk olarak verilmiştir.

Osmanlı Devleti'nin kısa zamanda gelişmeside; ilk hükümdarların yetenekli olması, cihan hakimiyeti düşüncesi, Osmanlıların ilk zamanlarında Müslüman Türk beyliklerine değil Hristiyan Bizans’a saldırarak olayı Müslüman-Hristiyan çatışması haline dönüştürmesi(gaza ve cihat anlayışı), coğrafi konumunun uygunluğu, Bizans İmparatorluğu'nun zayıflamış olması, nüfus yerleştirme (iskan) politikası izlenmesi, Balkanlarda siyasal birliğin ve büyük devletlerin bulunmaması, Avrupa’yı ve Bizans’ı saran veba salgını, Balkanlarda mezhep çatışması yaşanması (zaman zaman Osmanlı’ya karşı Haçlı ittifakı kurabilmişlerdir.), topraktan asker yetiştirme sistemi olan tımar sistemi, ahilerin desteğinin alınması, adalet ve hoşgörü anlayışı, yani istimalet politikası, Osmanlıların merkezi otoritenin kurulmasına önem vermeleri, Yüzyıl Savaşları’nın etkisi önemlidir.

OSMAN BEY DÖNEMİ (1281 -1326)

- Ertuğrul Bey’in 1281’de ölümüyle boyun başına Osman Bey geçmiştir.
-Batıdaki mücadelesinde Bizans’ın içinde bulunduğu durumdan yararlanarak bu devletten Karacahisar, Yarhisar, İnegöl, Bilecik topraklarını almış ve beyliğin merkezini Söğüt’ten Bilecik’e taşımıştır.
-1299’daKaracahisar’da BAĞIMSIZLIĞINI ilan ederek Osmanlı Devleti’ni kurdu. Türkiye Selçuklu Devleti sultanı III. Alaeddin Keykubat’ın İlhanlılar tarafından İran’a götürülmesi ve İlhanlıların Anadolu’daki etkisinin azalmasıyla oluşan iktidar boşluğunda daha rahat davranma imkanını kazanmıştır.
-Mangır isimli bakır para bastırdı.
-AYKUT ALP, TURGUT ALP, KONUR ALP, KARAMÜRSEL ALP, HASAN ALP, AKÇA KOCA, SAMSA ÇAVUŞ gibi komutanlarla önemli başarılar kazandı.
-Bizans’la yaptığı 1302’de KOYUNHİSAR (BAFEON) SAVAŞI’nı kazandı.
Önemi:İlk Osmanlı-Bizans savaşıdır.
-Bursa kuşatılmıştır. Oğlu Orhan komutasındaki birlikler Bursa’yı fethedeceklerdir.

ORHAN BEY DÖNEMİ (1326 -1362)

-BURSA alındı ve başkent yapıldı.(1326)
-Bizans’la yaptığı MALTEPE(PALEKANON SAVAŞI)’nı kazandı. (1329)Böylece İZNİK VE İZMİT Osmanlıların oldu. Böylece Bizans’ın Anadolu’da toprağı kalmamıştır.
Önemi:BİZANS’IN ANADOLU İLE OLAN BAĞLANTISI KESİLDİ.
-KARESİOĞULLARI Beyliği alındı.
Önemi1: Osmanlılar Denizlere ilk adımı attı.
Önemi2: Osmanlıların ele geçirdiği ilk Türk beyliğidir.
Önemi3: ECE YAKUP, GAZİ FAZIL, HACI İLBEYİ ve EVRANOZ BEY gibi önemli Karesi komutanları Osmanlı hizmetine girmiştir.
-ÇİMPE Kalesi alındı.
Önemi:Avrupa’da ele geçirilen ilk toprak parçasıdır ve Rumeli fetihleri için başlangıç merkezi olmuştur.
Not: Rumeli’de fetholunan yerlere Anadolu’dan getirilen Türkmenler yerleştirilerek İskan Siyaseti uygulanmıştır.

Orhan Bey’in diğer yaptıkları:
-Sınırların genişlemesi sonrasında ülke yönetimini kolaylaştırmak ve merkezi otoriteyi güçlendirmeye yönelik siyasi, adli, eğitim ve askeri alanlarda teşkilatlar kurulmuştur.
Bu dönemde;
-DİVAN’ı kurdu.(Devletin yönetilme merkezi) (siyasi)
-VEZİR (padişah yardımcısı) (siyasi) , SUBAŞI (güvenlikten sorumlu) (askeri) , KADI ( adaletten sorumlu) (adli) ataması yaptı.
-Ülke sancaklara ayrılmış ve şehzadeler yanlarında lalasıyla sancaklara vali olarak gönderilme uygulaması başlatılmıştır.
-YAYA VE MÜSELLEM adlı Osmanlıların ilk düzenli ordusunu kurdu. (Fetihlere süreklilik kazandırmak için)
-Osmanlıların İLK MEDRESEsini (devletin memur ihtiyacını karşılamak için) ve TERSANEsini kurdu.
-İlk defa gümüş para ( akçe) bastırıldı.

I.MURAT (HÜDAVENDİGAR) DÖNEMİ (1362-1389)

-Anadolu Türk Birliğini sağlamak için Germiyanoğullarından ÇEYİZ olarak Kütahya ve civarını ; Hamitoğullarından Isparta,Yalvaç,Akşehir, Beyşehir gibi yerleri SATIN ALDI.
Not: Karamanoğulları ile ilk savaşlar bu zamanda başladı.
-Bizans’la yaptığı SAZLIDERE SAVAŞI’nı (1363) kazandı. Böylelikle Edirne Osmanlılara geçti.
Önemi: Bizans’ın AVRUPA İLE OLAN BAĞLANTISI kesildi.
-Haçlılarla yaptığı SIRPSINDIĞI SAVAŞI(1364)’nı kazandı.
Önemi:İlk Osmanlı-Haçlı Savaşıdır. Bu savaşla Trakya’nın fethi tamamlanmıştır.
-Sıplarla yaptığı ÇİRMEN SAVAŞI’nı (1371) kazandı.
Önemi: Makedonya yolu Osmanlılara açıldı.
-Avrupalılar PLOŞNİK’te(1388)Osmanlıları pusuya düşürdüler.
Önemi: Ploşnik Bozgunu Avrupa’da aldığımız ilk yenilgidir.
-Haçlıları "" I.KOSOVA SAVAŞI’nda (1389) yendi.
Önemi1: İlk kez bir Osmanlı padişahı savaşta şehit olmuştur.
Önemi2: Tuna Nehri’nin güneyi Osmanlı toprağı oldu.

I.Murat’ın diğer yaptıkları:
- Sınırların genişlemesi ve ülke nüfusunun artmasıyla ülke yönetimini kolaylaştırmak ve merkezi otoriteyi güçlendirmek için teşkilatlanma yoluna gidilmiştir.
-VEZİR-İ AZAM (SADRAZAM), KAZASKER (eğitim ve adaletin başı), DEFTERDAR (Maliyenin başı) ataması yaptı.
-RUMELİ BEYLERBEYLİĞİ kurdu. (merkezi manastır)
-YENİÇERİ OCAĞI’nı kurdu.buradaki asker ihtiyacını PENÇİK SİSTEMİ ile sağladı. Pençik sistemi; savaşlarda esir alınanların beşte bir oranında ordu hizmetine alınması demekti.
-TIMAR SİSTEMİ’ni kurdu.
-Eski Türklerdeki “ülke hanedanın ortak malıdır” anlayışını terk ederek , “ÜLKE PADİŞAH VE OĞULLARININDIR” anlayışını getirerek ülke yönetimini saltanat haline getirmiştir.

I.BAYEZİD (YILDIRIM) DÖNEMİ (1389-1402)

-İSTANBUL’U KUŞATTI ve kuşatma sırasında ANADOLU HİSARI’nı yaptırdı.
-Haçlıları NİĞBOLU SAVAŞI’nda yendi.
Önemi1:Daha sonra Ankara Savaşı’nı kaybeden Osmanlılar çok güç kaybetse de Avrupa’da Haçlı ittifakı oluşturulamadı.
Önemi2: Abbasi Halifesi Yıldırım’a "SULTAN-I İKLİM-İ RUM" Sultan-ı İklim-i Rum unvanı, Sultan Yıldırım Bayezid'e Osmanlı Devleti'nin Anadolu topraklarını fethetmesi ve bu toprakları kontrolü altına alması nedeniyle verilmiştir. ünvanı verdi.
-Anadolu Beyliklerini ele geçirdi.
Önemi:Anadolu TÜRK BİRLİĞİNİ GERÇEKLEŞTİREN İLK Osmanlı padişahıdır.(Ankara Savaşı’ndan sonra bozulacaktır.)
-Timur’la yaptığı "ANKARA SAVAŞI" 1402 Ankara Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu ile Timur arasında gerçekleşen bir savaştır. Savaş, 28 Temmuz 1402'de Ankara yakınlarında yapıldı ve Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük bir yenilgiye uğramasıyla sonuçlandı. nı kaybetti.

ANKARA SAVAŞI (1402)

Sebepleri:
-İki hükümdarın dünya hakimiyeti için hareket etmeleri
-Toprakları genişleyen iki devletin sınır komşusu haline gelmeleri
-Çin Seferi’ne çıkmayı planlayan Timur’un batısında güçlü Osmanlı Devleti’nin bulunmasını istememesi
-Timur’un Yıldırım Bayezit’ten kabul edilmesi mümkün olmayan isteklerde bulunması
-Yıldırım’dan kaçan Anadolu beylerinin Timur’u Osmanlılara karşı kışkırtması. Buna karşılık da Timur’dan kaçan Karakoyunlu ve Celayirli hükümdarların Osmanlı Devleti’ne sığınıp Yıldırım Bayezit’i Timur’a karşı kışkırtması.
-Hakaret içerikli mektuplaşmalar
-Timur’un Sivas’ı ele geçirmesi
Not:Savaşın en kızgın anında Kara Tatarların ve Anadolu Beylik askerlerinin Osmanlı ordusunu terk edip Timur’un tarafına geçmesiyle Osmanlı ordusu bozguna uğradı.
Sonuçları:
-ANADOLU BEYLİKLERİ TEKRAR KURULDU. (Karesioğulları ve Eşrefoğulları hariç) Böylece Anadolu Türk Birliği bozuldu.
-Osmanlı Devleti’nde Yıldırım’ın oğulları arasında taht kavgası başladı.(FETRET DEVRİ)
-Doğu’da AKKOYUNLU DEVLETİ güçlenerek Osmanlılara rakip hale geldi.
-Bizans’ın ömrü uzadı.
-Osmanlı Devleti DAĞILMA TEHLİKESİ geçirdi.
-Osmanlı Devleti’nin Balkan ilerleyişi durdu. Ancak Balkanlarda (Selanik hariç) toprak kaybı yaşanmadı. Bunda Yüzyıl Savaşları, uygulanan tımar sistemi, iskan politikasının etkisiyle Balkanların önemli oranda Türkleşmesi ve istimalet politikalarının ve Niğbolu Savaşı’nın kazanılmasının etkisi vardır. Ayrıca Rumeli Beylerbeyliği’nin etkisiyle merkezi otorite güçlü tutulabilmiştir.
Not: Timur’un Karadeniz’in kuzeyindeki Altın Orda Devleti’ni yıkması, Rusların güneye inerek Osmanlı Devleti’nin zamanla en büyük rakibi olmasına sebep olmuştur.

FETRET DEVRİ (1402-1413)

Timur Osmanlı Devleti’ni güçten düşürmek için ülkeyi Yıldırım’ın dört oğlu arasında paylaştırdı.Buna göre MEHMET ÇELğğEBİ Amasya , MUSA ÇELEBİ Bursa , İSA ÇELEBİ Balıkesir , SÜLEYMAN ÇELEBİ de Edirne’de hükümdarlığını ilan etti.Beşinci oğlu olan MUSTAFA ÇELEBİ’yi de yanına alarak ülkesine döndü.

Osmanlı ülkesinde kardeşler arasında yaklaşık 11 yıl süren taht kavgalarını Mehmet Çelebi kazanarak tek başına Osmanlı padişahı oldu.Böylece Osmanlılar tekrar toparlanmaya başladı.Bu sebeple Çelebi Mehmet Osmanlı Devleti’nin İKİNCİ KURUCUSU olarak kabul edildi.

I.MEHMET (ÇELEBİ) DÖNEMİ( 1413-1421)

-Tahta geçer geçmez dış politikasını barış esasına dayandırmış, iç politikada ise Anadolu siyasi birliğini kurmayı amaçlamıştır. Saruhanoğlu Beyliğine son vermiş, Aydınoğullarından İzmir’i almış, Karamanoğullarından Akşehir, Beyşehir ve Seydişehir’i almıştır. Candaroğulları ve Menteşeoğullarına üstünlüğünü kabul ettirmiştir.
-Balkanlarda Eflak prensiliği vergiye bağlanmıştır. Denizcilik alanında güçlü olunmadığı için Venediklilerle yapılan ilk deniz savaşı kaybedildi.
-ŞEYH BEDRETTİN İSYANI’nı bastırdı.
Önemi:Osmanlı Devleti’nde çıkan ilk dini içerikli isyandır.
-DÜZMECE MUSTAFA İSYANI’nı bastırdı.

Not: Mustafa Çelebi kaçarak Bizans’a sığındı.

II.MURAT DÖNEMİ (1421-1451) :

-2.DÜZMECE MUSTAFA İSYANI bastırıldı.
-Bizans’ın Düzmece Mustafa İsyanı’nı desteklemesinden dolayı II. Murat İstanbul’u kuşattı. Bu durumdan kurtulmak isteyen Bizans’ın kışkırtmasıyla çıkan KÜÇÜK(ŞEHZADE)MUSTAFA İSYANI bastırıldı.
-BUÇUKTEPE İSYANI bastırıldı.
Önemi:Yeniçerilerin çıkardığı ilk isyandır.
-Bazı Anadolu beylikleri ele geçirilerek (Aydınoğulları, Menteşeoğulları, Hamitoğulları gibi) Anadolu Türk Birliği büyük oranda sağlanmıştır. Germiyanoğulları bu sefer vasiyet (miras) yoluyla Osmanlı toprağı olmuştur.
- Makedonya’dan Adriyatik Denizi ve Ege’nin batı kıyılarını almasıVenedik savaşlarına neden olmuştur. Selanik ile Orta ve Güney Arnavutluk denetim altına alındı.
-Osmanlı kuvvetleri ilk zamanlar başarılı olsalar da sonradan yenilmiş ve Karamanoğulları da saldırınca iki ateş arasında kalmak istemeyen Osmanlı Devleti EDİRNE-SEGEDİN ANTLAŞMASI’nı imzaladılar.
Önemi: Avrupa’da Osmanlı aleyhine imzalanan ilk antlaşmadır.
Karamanoğulları mağlup eden II. Murat tahtı 12 yaşındaki oğlu II. Mehmet’e (Fatih) bırakmıştır.

II. Mehmet’in çocuk yaşta padişah olmasından dolayı Edirne-Segedin Antlaşması’nı bozan Avrupalılar Haçlı ittifakı oluşturdu.
-Haçlılar VARNA SAVAŞI’nda yenildi.
Önemi:Osmanlı Devleti Ankara Savaşı’ndan önceki kuvvetine erişti.
-Arnavutluktaki İskender Bey’in isyanından yararlanan Avrupalılar Hünyadi Yanoş komutasında Haçlı ittifakı meydana getirdi.
-Haçlılar "II.KOSOVA SAVAŞI" II. Kosova Savaşı Sultan II. Murat komutasındaki Osmanlı ordusu ile Macar komutan János Hunyadi komutasındaki müttefik bir ordu arasında geçen bir muharebedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun zaferiyle sonuçlanmıştır. nda yenildi.
Önemi: Balkanların kesin olarak Türk yurdu olduğu kabul edilmiştir. Ayrıca Haçlıların Osmanlıları yenme ümidi kalmamış ve uzun süre karalarda Haçlı ittifakı kurulamamıştır. Ayrıca Bizans’ın Avrupa’dan yardım alma ümidi bitmiş, İstanbul’un alınmasına zemin hazırlamıştır.

-ENDERUN MEKTEBİ’ni açtı. -DEVŞİRME SİSTEMİ’ni kurdu.
Not1: Devşirme Sistemi uygulamaya esas sokan kişi II. Mehmet’tir. (Fatih) bu sisteme göre özellikle Rumeli’deki Hıristiyan köy ve kasabalarında, ayrıca Anadolu ve Kafkaslarda yaşları 8-20 arasındaki çocuklar 40 haneden 1 tane olmak üzere alınırdı. Tek çocuklu ailelerin çocukları alınmazdı. Daha sonra bunlar Anadolu’daki Türk ailelerinin yanına gönderilirdi. Sonra bir kısmı eğitilmek üzere küçük saraylara (Edirne-Galata-İshak Paşa-İbrahim Paşa Sarayları gibi), diğerleri de Acemi Oğlanlar Ocağı’na gönderilirlerdi. Buradan Yeniçeri olanlar ya da diğer ocaklara gidenlerin geçişlerine BEDERGAH veya KAPIYA ÇIKMA denirdi. Saraya gönderilen çocuklar eğitimden geçtikten sonra elemeye tabi tutulur, bir kısmı Topkapı Sarayı’na, diğerleri de kapıkulu süvari ve silahtar bölüklerine yerleştirilirdi. Topkapı sarayına giden devşirmeler gene eğitime tabi tutulur ve buradan taşraya yüksek görevlere gönderilirdi. Haremden evlendirilerek gittikleri yerdeki büyük ailelerin kızları ile evlenmeleri engellenmiş olurdu.
Devşirme sistemi ile önemli ailelerin padişahın otoritesine karşı güç olarak çıkması engellendiği için merkezi otoritenin kuvvetli kalmasını sağlamıştır.

OSMANLI DEVLETİ'NİNYÜKSELİŞİ

II. MEHMET (FATİH) DÖNEMİ (1451-1481):

İlk iş olarak kendisine İstanbul’u kendisine hedef seçti.
Not: Daha önce 28 kez kuşatılmış ama alınanmıştır. Osmanlı padişahları arasında I.Bayezit (Yıldırım), Fetret Devrinde Musa Çelebi ve II. Murat da kuşatmıştı.
İstanbul’un Fethinin Sebepleri:
-İstanbul’un önemli kara ve deniz ticaret yolları üzerinde bulunması(Ekonomik neden)
-Bizans’ın Avrupa’dan yardım istemesi, Osmanlı şehzadelerini kışkırtması ve Anadolu Beylerini kışkırtması(Siyasi neden)
-Asya ile Avrupa ve Osmanlı Devleti’nin Anadolu-Rumeli topraklarını birleştiren bir noktada bulunması ve Anadolu-Rumeli toprak bütünlüğünü bozması (Stratejik neden)
-Hz Muhammet’in istanbul’un fethedileceğini müjdeleyen hadisi ve Ortodoksların merkezine hakim olma düşüncesi (Dini neden)

İstanbul’un Fethi’nin hazırlıkları :
-Rumeli Hisarı yaptırıldı.
-400 parçalık donanma yaptırıldı.
-Avrupa devletleri ve Anadolu Beylikleriyle antlaşmalar yapıldı.
-Avrupa’dan gelebilecek yardımları önlemek için Mora ve Balkanlara ordu gönderildi.
-Büyük toplar döktürüldü.(ŞAHİ)
Not: Bizans buna karşı Haliç’in girişine kalın zincirler çektirdi.Bizans imparatoru Avrupa’nın yardımını sağlayabilmek için Ortodoks ve Katolik Kiliselerinin birleşmesinin teklif etti.ancak halk “istanbul’da Türk sarığı görmek , Latin külahı görmekten daha iyidir.”diyerek görüşlerini belirtmişlerdir.
-6 Nisan 1453’de karadan kuşatma başlamıştır. Diğer taraftan donanma da İstanbul üzerine yürümüş ancak Haliç’e zincirlerin çekilmesinden dolayı geçilememiştir. Bu durum üzerine 22 Nisan gecesi Tophane’den Kasım Paşa’ya kadar 72 parça gemiyi karadan yüzdürerek Haliç’e inmeyi başarmışlardır. 29 Mayıs günü fetih gerçekleşmiştir.

İstanbul Fethinin Sonuçları:
Türk tarihi açısından;
-II. Mehmet’e Fatih ünvanı verildi.
-Bizans yıkıldı.
-Başkent Edirne’den İstanbul’a taşındı.
-Osmanlı toprak bütünlüğü sağlandı.
-İslam dünyasında Osmanlı Devleti’nin önemi artmıştır.
-Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Devri sona ermiş ,Yükselme Devri başlamıştır.
-Ortodoksların merkezi ele geçirilmiş ve tüm Ortodokslar Osmanlı ülkesinde temsil edildiği için Osmanlı Devleti çok uluslu ve çok dinli bir imparatorluk haline gelmiştir.
-İstanbul’un alınmasıyla İpek Yolu’nun büyük bir kısmı Osmanlı denetimine girmiştir. Böylece devletin gümrük gelirleri artmıştır.

Dünya tarihi açısından;
-Ortodokslar Osmanlı hakimiyetine girmiştir.
-Orta Çağ sona erdi.Yeni Çağ başladı.
-Ticaret yollarının Türklerin eline geçmesi Avrupalıların yeni yolları aramasına,dolayısıyla Coğrafi Keşifleri yapmalarına neden olmuştur.(Ekonomik sonuç)
-Kalelerin top gülleleriyle yıkılabileceği anlaşıldı.Bu durum Avrupa’da derebeylik(feodalite)’in zayıflamasına ve merkezi krallıkların güçlenmesine neden olmuştur.(Siyasal sonuç)
-İstanbul’un fethinden sonra İtalya’ya giden Bizanslı bilginler eski eserleri tercüme ederek Rönesans’ın başlamasına sebep olmuşlardır.(kültürel sonuç)
Not1: İstanbul’un Fethi’nden sonra halka iyi davranan Fatih Ortodoks kilisesini himayesine almıştır.bu davranışında Fatih HIRİSTİYAN BİRLİĞİNİ PARÇALAMAYI düşünmüştür.
Not2: Fatih Bizans’ın tekrar dirilme umutlarını söndürmek için bu soydan gelenlerin Mora’da kurduğu devleti yıkarak Mora’yı ele geçirdi.Gene Bizans ailesinin bulunduğu Trabzon Rum Devleti’ne de son verdi.

-Balkanlarda Eflak(1462),Boğdan(1476),Bosna(1463),Hersek(1465),Belgrat hariç Sırbistan (1454-1459) ve Arnavutluk’u(1479) ele geçirdi. Böylece DOĞU AVRUPA(BALKANLAR) alınmış oldu.
Not:Fatih’in karada kuşatıp alamadığı tek yer Belgrat’tır.
-Karamanoğullarından Konya ve Karaman alındı. Sinop merkezli Candaroğullarına son verildi.
-Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’la Erzincan’da yaptığı OTLUKBELİ SAVAŞI’nı kazandı.
Önemi:Akkoyunlu Devleti yıkılma sürecine girdi. Böylece Osmanlı sınırları Doğu Anadolu’ya kadar genişledi.
-Osmanlı Memlük ilişkileri bozuldu.
Bunun sebebi;
a) İki tarafında 1 numara olmak istemesi
b)Hicaz su yolları meselesi
c)Memlüklerin Dulkadiroğulları Beyliği’ne hakim olmak istemesi
-EGE ADALARInı bir çoğu ele geçirilmiştir.mesela: Gökçeada,Bozcaada,Limni, Midilli, Taşoz,Semadirek gibi.Ayrıca Adriyatik Denizi’nde bazı adalar alınmıştır.
-Uzun yıllar sürecek Venedik-Osmanlı savaşları başlamıştır.Savaşlar sonunda İSTANBUL ANTLAŞMASI imzalanmıştır.
Buna göre Venedikliler ;
-İstanbul’da sürekli elçiler bulundurabilecek(BALYOS)
-Osmanlı ülkesinde serbestçe ticaret yapabileceklerdir.
Not:Osmanlı’dan ilk imtiyazı Venedikliler almıştır. Osmanlı Devleti ilk defa bir devlete ticari, dini, hukuki , siyasi ayrıcalık vermiştir. Osmanlı Devleti’nin bu imtiyazları vermedeki amacı Avrupa HIRİSTİYAN BİRLİĞİNİ PARÇALAMAKve ticari faaliyetleri geliştirmektir.
-Karadeniz’in güney kıyılarında Cenevizlilerden Amasra’yı aldı. Trabzon Pontus Rum Devleti’ne son verdi. Kuzey kıyılarında ise denizaşırı sefer yapılarak Azak,Kefe gibi yerler alındı. Böylece ufak tefek yerler dışında kıyılar Osmanlıların eline geçti. Karadeniz’deki Ceneviz hakimiyeti sona erdi.
Önemi:KARADENİZ TÜRK GÖLÜ haline geldi.
-İtalya yarımadasına çıkartma yaparak Otranto’yu ele geçirdi.

Fatih’in diğer yaptıkları:
Ülke sınırlarının genişlemesi üzerine devlet yönetimini kolaylaştırmak ve merkezi yönetimi güçlendirmek için teşkilatlanma yoluna gidilmiştir.
1-Fatih Kanunnamesi (Kanunnamei Ali Osman) hazırlanmıştır.
Bu kanunla;
-Devlet memurlarının görevleri ve uyulması gereken kurallar belirtilmiştir.
-Devletin bekası için kardeş katli yasal hale getirilmiştir.(Ülke padişahın malıdır anlayışı başlamıştır.)
2-Topkapı sarayı bünyesinde devşirme kökenli devlet adamı yetiştirmek için Enderun Mektebi tam kapasiteli hale getirilmiştir.
-Bu dönemden itibaren yönetimde denge unsuru göz önünde bulundurularak Türk kökenli devlet adamları görevden alınmış, padişaha koşulsuz şartsız itaat eden devşirme kökenli devlet adamlarının etkinliği artırılmıştır.
3-Padişah, divana rahat bir çalışma ortamı sağlamak için divan başkanlığı Sadrazama bırakılmıştır. Buna karşılık divandan çıkan kararlarda son söz padişaha aittir anlayışı başlamıştır. Böylece divan padişahın fikir alışverişinde bulunduğu danışma kurulu haline getirilmiştir.
-Son sözün padişaha ait olması, padişahın mutlak otoritesini güçlendirmiştir.
4-Sınırların genişlemesiyle devlet görevlilerine ihtiyaç artmıştır. Buna bağlı olarak divan üye sayısı arttırlmıştır.
5-Padişahların harem dışından evlenmeleri yasaklanarak belli ailelerin ayrıcalıklı hale gelmesi önlenmiştir.
6-Şehzadelerin deneyim kazanmaları için sancağa çıkması zorunlu hale getirilmiştir.
7-Devlet görevlilere müsadere usulü uygulanmaya başlanmıştır.
8-İstanbul ve Rusçuk’da tersaneler kurulup donanma güçlendirilmiştir.
9-İlk defa altın para bastırılmıştır.
10-Dönemin en büyük eğitim kurumları olan Sahnı Seman Medreseleri açılmıştır.
11-Fatih Sultan Mehmet, İtalyan ressam Bellini’yi İstanbul’a davet ederek İstanbul’un ve kendisinin resimini yaptırmıştır.
-TOPKAPI SARAYI yapılmaya başlandı.
-ilk ALTIN PARA basıldı.

II.BAYEZİD DÖNEMİ (1481-1512):

-Bu dönemin en önemli olayı CEM SULTAN OLAYI’(1481-1495) dır.Kardeşi Cem Sultan saltanat mücadelesi için isyan etmiştir. İki kardeş arasındaki mücadeleyi kaybeden Cem Sultan, önce Konya’ya çekilmiş, ardından da Mısır’a giderek Memlükler’e sığınmıştır. Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakmak isteyen Memlük Devleti, Cem Sultan’ı destekleyerek onu Anadolu’ya tekrar göndermiş, Anadolu’ya gelen Cem Sultan Karamanoğulları’nın desteğiyle yeniden saldırıya geçmiştir. Yaptığı ikinci mücadeleyi kaybeden Cem Sultan, Rodos Şövalyelerine sığınmıştır. Rodos Şövalyeleri ile kendisini Rumeli’ye geçirmeleri için anlaştı ; fakat şövalyeler anlaşmaya uymayarak Cem Sultan’ı Fransa’ya götürdüler. Oradan da Papa’ya teslim edildi. Burada tutsaklık hayatı başladı. Cem Sultan’a Haçlı birliklerinin başına geçme teklif edildi O da kabul etmedi.1495’te ölünce Osmanlı derin bir soluk aldı.
Önemi: Cem Sultan olayı bir iç mesele iken dış mesele haline gelmiştir.
Not:Cem Sultan olayı yüzünden Osmanlı’dan yardım isteyen ispanya’daki BENİ AHMER DEVLETİ’NE YARDIM gönderilememiş.sadece gemiler gönderilerek buradaki insanlar Osmanlı topraklarına yerlerek hayatları kurtarılmıştır.
-Fatih zamanında bozulan Memlük ilişkileri çatışmaya dönüşmeye başlamıştır.
-Cem Sultan’ın ölümünden sonra Mora Yarımadası’ndaki Modon,Koron,İnebahtı gibi yerler alınmıştır. Ayrıca Karadeniz’deki Kili-Akerman topraklarını alarak Karadeniz’in bütün kıyıları Osmanlı toprağı olmuştur.
-Doğu’da Akkoyunlu Devleti’nin yerine kurulan Safevi Devleti’nin hükümdarı Şah İsmail’in Osmanlı topraklarında çıkardığı ŞAHKULU İSYANI’nı Osmanlı Devleti güçlükle bastırabilmiştir.
Bu sırada babasının İran politikasını beğenmeyen Selim isyan ederek padişah oldu.

I.SELİM ( YAVUZ) DÖNEMİ (1512-1520):

-II. Bayezid’in son yıllarda yaşlılığından dolayı devleti iyi yönetememesi üzerine Trabzon sancağında bulunan Yavuz Sultan Selim babasına karşı mücadeleye girişmiştir. Yeniçerilerin desteğiyle tahta geçmiştir.
-I. Selim’in amacı Türk-İslam birliğini sağlamaktır. Bu amaç doğrultusunda ilk olarak Doğu Seferine çıkmıştır.
Doğu Seferi;
-İran merkezli olan Safevi Devleti’nin Hükümdarı Şah İsmail’le yaptığı ÇALDIRAN SAVAŞInı(1514) kazandı.
Önemi:Doğu ve Güneydoğu Anadolu Osmanlıların egemenliğine girmiştir. (Tebriz, Musul, Kerkük, Erbil). Tebriz-Halep ve Tebriz-Bursa ticaret yolu Osmanlı denetimine girince devletin gelirleri artmıştır.
-Maraş merkezli Dulkadiroğlu Beyliği’ne TURNADAĞ SAVAŞI(1515) ile son verdi.
Önemi: Adana merkezli olarak kurulan Ramazanoğulları’nın da Osmanlı’ya bağlanmasıyla Anadolu Türk birliği kesin olarak sağlanmıştır.
Not: Dulkadiroğlu ve Ramazanoğulları beyliklerinin alınmasıyla Memlüklerle Osmanlı Devleti arasında tampon bölge ortadan kalkmıştır. Bu gelişme Osmanlı Memlük savaşlarına zemin hazırlamıştır.

Memlük Seferi;
1-Fatih zamanından kalma Hicaz Su Yolları sorunu
2-Memlüklerin II.Bayezid Dönemi’nde Cem Sultan’ı himaye etmeleri
3-Memlüklerin Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları iç işlerine müdahale etmeleri
4-Memlüklerin Osmanlı Devleti’ne karşı Karamanoğulları’nı himaye etmeleri
5-Memlüklerin Safevilerle işbirliği yapmaları
İki savaş yapılmıştır.
-Memlükleri MERCİDABIK SAVAŞI’nda(1516) yendi.
Önemi Suriye Osmanlı toprağı oldu.
-Memlükleri Mısır’da RİDANİYE SAVAŞI’nda(1517) yendi.

Mısır Seferi’nin sonuçları:
-Memlük Devleti yıkılmış; Suriye,Filistin ve Mısır Osmanlı toprağı olmuştur.
-Mısır’ın Osmanlı toprağı olmasıyla yeni bir kıtaya ayak basılmıştır.
-Hicaz (Mekke-Medine) Osmanlı himayesine girdi. Kutsal emanetler İstanbul’a getirildi.
-Halifelik Osmanlı Devleti’ne geçmiş , böylece Osmanlı Devleti TEOKRATİK bir karakter kazanmıştır. Bu seferden sonra Osmanlı Devleti İslam dünyasının lideri olmuştur.
Not:Teokratik Devlet , din devleti demektir.
-Venedikliler Kıbrıs için Memlüklere verdikleri vergiyi, Osmanlılara vermişlerdir.
-Doğu Akdeniz kısmen Osmanlı egemenliğine girmiştir.
-Baharat Yolları ve Mısır hazinesi Osmanlı Devleti’ne geçmiştir.

I.SÜLEYMAN (KANUNİ) DÖNEMİ (1520-1566)

Hükümdarlığının ilk yılları isyanlarla uğraşmak zorunda kalmıştır.
-İç isyanlar çıkmıştır.
Anadolu’da: BABA ZÜNNUN(dini-ekonomik), KALENDER ÇELEBİ(dini-ekonomik)
Mısır’da: CANBERDİ GAZALİ,AHMET PAŞA isyanları çıkmıştır.

Osmanlı-Macar ilişkileri:
-BELGRAT alındı.
Önemi: Orta Avrupa’ya açılan kapıdır.
-Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’na güvenen Macaristan’ın Osmanlı’ya kafa tutması ve Pavya Savaşı’nda Fransa kralı Fransuva’nın, Alman kralı Şarlken’e esir düşmesi ve Fransa’nın Osmanlı’dan yardım istemesi ile sefere çıkıldı. Yapılan MOHAÇ MEYDAN SAVAŞI kazanıldı.
Önemi: Macaristan fethedildi. Orta Avrupa’da Osmanlı egemenliği başladı. Macar tahtına Osmanlı yanlısı Jan Zapolya (Yanoş) getirildi. Ayrıca Kutsal Roma Germen İmparatoru Şarlken, Fransuva’yı serbest bırakmıştır.
Not: Osmanlı Devleti Avusturya ile sınır komşusu oldu ve Osmanlı-Avusturya savaşları başladı.

Osmanlı-Avusturya ilişkileri:
İki devlet de Macaristan’a hakim olabilmek için sürekli mücadele etmişlerdir. Bu mücadeleler şunlardır.
-I.VİYANA KUŞATMASI yapıldı. Fakat sonuçsuz kaldı.
-ALMAN SEFERİne çıkıldı.Bu seferde Osmanlı’nın karşısına ordu çıkamadı.sonunda İSTANBUL ANTLAŞMASI (1533) imzalandı.bu antlaşmaya göre ;a)Avusturya , Macaristan’ın Osmanlı Devleti’ne ait olduğunu kabul edecek , b)Avusturya Kralı protokol bakımından Osmanlı sadrazamına denk sayılacaktır.
Önemi: Osmanlı Devleti bu antlaşmayla Avusturya’ya üstünlük sağlamıştır.
-Diğer seferinde Kanuni MACARİSTAN’I ÜÇE BÖLMÜŞTÜR: Kuzey Macaristan Avusturya’ya , Orta Macaristan’da Osmanlı himayesi altında Erdel Beyliği kurulacak , Güney Macaristan ise Budin Beylerbeyliği adıyla Osmanlı’ya bağlanacaktı.
-Kanuni’nin son seferi ZİGETVAR SEFERİ’dir.Bu sefer sırasında ölmüştür.
Not: Kanuni Avusturya ve Almanlarla mücadelesi aslında HABSBURG mücadelesidir. Avusturya Kralı ile Alman Kralı kardeş ve Habsburg hanedanına mensuplardır. Macar ve Hollanda kralları ile akrabalığının yanında, Şarlken’in İspanya tahtında da hak iddia etmesiyle Coğrafi Keşiflerde ele geçirilen İspanyol sömürgelerine de hakimiyetini uzatmış oldu.

Osmanlı-Fransız İlişkileri:
Bu ilişki KAPİTÜLASYON antlaşması etrafında oluşmuştur. Osmanlı Devleti kapitülasyon vererek şunları amaçlamıştır: Avrupa Hristiyan birliğini bozmayı. Akdeniz ticaretini canlandırmayı. Osmanlı ticaret mallarını Fransızlar aracılığıyla Avrupa’ya pazarlamayı.
Not: Kapitülasyonlara Osmanlılar İmtiyazı Mahsusa veya Uhudu Atika demişlerdir.
Kapitilasyonların tarihsel gelişimi: Kapitülasyonlar padişahların hayatlarıyla sınırlı kalacaktı. fakat daha sonraki padişahlar döneminde kapitülasyon antlaşmaları imzalanmıştır. zamanla diğer devletlere de kapitülasyonlar verilmiştir.1740’da Fransızlara verilen kapitülasyonlar süresiz olarak uzatıldı.1838 BALTA LİMANI ANTLAŞMASI ile kapitülasyonları kapsamı genişletilmiştir.(bundan dolayı Avrupa’nın açık pazarı haline geldik).1923 LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI ile kaldırılmıştır.
Not: Kapitülasyon (İmtiyazatı Mahsusa) Antlaşması gereğince gümrük duvarlarının indirilmesinin yanında Osmanlı topraklarında Fransızlara ait davalara Fransız hakimin bakması, OSMANLI DEVLETİ’NDE HUKUK BİRLİĞİ OLMADIĞININ göstergesidir.

Osmanlı-İran İlişkileri: -IRAKEYN (İKİ IRAK) SEFERİ’ne çıkan Kanuni sonunda 1555 AMASYA ANTLAŞMASI’nı imzalamıştır. Buna göre Azerbaycan,Tebriz,Irak Osmanı Devleti’ne kalacaktı.
Önemi:İlk Osmanlı-İran Antlaşması’dır.

Denizlerdeki gelişmeler:
Kuruluş döneminde Karesi, Aydın, Candar vb. beyliklerin alınması ile donanmanın temelleri atıldı. I. Mehmet, Fatih ve II. Bayezit dönemlerinde Akdeniz hakimiyeti için mücadele edildi. Kanuni döneminde Osmanlı donanması altın çağını yaşadı.
-RODOS alındı.
Not: Şarlken Rodos şövalyelerinin bir kısmını Trablusgarp’a ,bir kısmını da Malta’ya yerleştirmiştir.
-Cezayir hakimi Barbaros Hayrettin Paşa,Kaptan-ı Derya olarak Osmanlı hizmetine girince CEZAYİR Osmanlı toprağı oldu.
-Haçlılarla yapılan PREVEZE DENİZ SAVAŞI kazanıldı.
Önemi1: Akdenizdeki üstünlük Osmanlı Devleti’ne geçti. 28 Eylül tarihinde kazanılan bu zafer TÜRK DENİZCİLİK GÜNÜ olarak kabul edilmiştir.
Önemi2: Türklerin denizlerde kazandığı en büyük savaştır.
-Turgut Reis tarafından Trablusgarp alındı.
-Haçlılarla yapılan CERBE DENİZ SAVAŞI kazanıldı.
Önemi1: Batı Akdeniz Osmanlı hakimiyetine girdi.
Önemi2: Osmanlıların denizlerde kazandığı ikinci büyük zaferdir.
-Malta Adası kuşatıldı fakat alınamadı

Hint Deniz Seferleri:
Hint deniz ticaretinin Portekiz hakimiyetine girmesi ve buradaki Hint Müslümanlarının yardım istemesi sonucu OSMANLI 4 BÜYÜK SEFER düzenlemiştir.Fakat bu seferler sonuç itibariyle başarısız olmuştur.Başarısız olmasında ;
-Osmanlı Devleti’nin sefere gereken önemi vermemesi
-Yardım isteyen Hindistan İslam devletlerinin Osmanlı Devleti’ne gereken yardımı yapmaması

Not: Hint seferleri sonunda YEMEN VE HABEŞİSTAN alınarak Kızıldeniz iç deniz haline gelmiştir.

SOKULLU DÖNEMİ(1564-1579)

Kanuni’nin son zamanından itibaren Sokullu Mehmet Paşa devlet işlerinde etkili olmaya başladı.II.Selim ve sonra da III.Murat’ın ilk beş yılında Sokullu devlet işlerini üstlendiği için 1564-1579 yılları arasındaki döneme Sokullu Dönemi denir.bu dönemde;
-Sakız Adası Cenevizlerden alındı. Böylece Batı Akdeniz kıyılarının ve Boğazların güvenliği sağlanmıştır.
-Yardım istenmesi üzerine Endonezya Seferi’ne (Sumatra Seferi) çıkılarak Açe Sultanlığına yardım götürüldü.
-Haçlı ittifakı oluşur endişesiyle Sokullu’nun itiraz etmesine rağmen II. Selim’in ısrarlı isteğiyle Kıbrıs alındı.(1571)Buna karşılık Sokullu’nun endişesi haklı çıkmış ve Avrupalılar Kıbrıs’ın intikamını almak için haçlı ittifakı toplayarak aynı yıl İNEBAHTI DENİZ SAVAŞI’nda Osmanlı donanmasını yaktılar.
-İnebahtı’da batırıla gemilerin yerine kısa sürede daha güçlü bir donanma hazırlanmış ve donanma eski gücüne kavuşturulmuştur. Böylece İnebahtı Deniz Savaşı’nın olumsuz etkisi yok edildi ve TUNUS alındı.
-LEHİSTAN Osmanlı himayesine girdi.
Önemi:Osmanlı hakimiyeti Baltık Denizi’ne kadar ulaşmıştır.
-Portekizlilerle yapılan VADİS SEYL SAVAŞI sonucunda FAS Osmanlı himayesine girdi.
Önemi: Osmanlı hakimiyeti Atlas Okyanusu’na kadar genişlemiştir

Sokullu’nun projeleri:

1)Süveyş Kanalı Projesi
Akdeniz ile Kızıldeniz’i birleştirerek Hint Okyanusu’na açılmayı amaçlayan bir projedir.
Osmanlı Devleti bu proje ile;
-Hindistan üzerindeki Portekiz baskısını önlemeyi
-Baharat yolunu tekrar canlandırmayı
-Hint deniz yolunu kısaltmayı amaçlamıştır.

Not: Osmanlı bu projeyi bitirememiş ve 1869’da Fransa tarafından açılmıştır.

2)Don-Volga Projesi:
Bu proje ile Don ile Volga ırmakları arasında açacağı bir kanalla Karadeniz ve Hazar Denizi’ni birleştirmek istenmiştir. Osmanlı Devleti bu yolla,
-İpek Yolu’nu tekrar canlandırmayı
-İran Savaşlarında donanmanın gücünden yararlanmak
-Rusların güneye doğru inmesini engellemek
-Orta Asya’daki Türk Dünyası ile bağlantı kurabilmek
Not1: Osmanlı Devleti projeyi bitiremedi.1952 tarihinde Ruslar tarafından bitirilmiştir.

Not: Bunların dışında Karadeniz-Marmara Projesi ile Marmara Denizi , Sapanca Gölü, İzmit Körfezi ve Sakarya ırmağını kanallarla birleştirerek İstanbul Boğazı’nın yükünü hafifletmeyi amaçlamıştır.

XVII. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİ

DURAKLAMA DÖNEMİ

-Osmanlı Duraklama Dönemi 1579 Sokullu Mehmet Paşa’nın ölümüyle başlar, 1699 Karlofça Antlaşmasına kadar devam eder.
-Duraklama Dönemi’nde Osmanlı Devleti, gerek sınırları korumak gerekse fetihler yapmak amacıyla doğuda İran batı da Venedik, Lehistan, Avusturya ve dönemin sonlarında Rusya ile mücadele etmiştir.
-Bu mücadeleler sonunda Osmanlı Devleti doğuda ve batıda en geniş sınırlara ulaşmış, ancak yapılan fetihlerin Yükselme Dönemi’ne nazaran daha az olması ayrıca idari, askeri, mali, eğitim alanlarındaki bozulmalardan dolayı bu dönem Duraklama Dönemi olarak adlandırılmıştır.
-Osmanlı Devleti'nin kurumlarında bozulmaların başladığı ve güç kaybettiği dönemde Avrupa'da rönesans ve reform hareketleri yapılmıştı. Osmanlı Devleti, eski geleneklerine bağlı kaldı ve Avrupa'daki BİLİMSEL VE TEKNOLOJİK GELİŞMELERİ TAKİP EDEMEDİ. Bu durum Osmanlı Devleti'nin her alanda duraklamasına neden olmuştur

Osmanlı Devleti’nin duraklamasında etkili olan etkenler şunlardır:

XVII. YÜZYILDA (DURAKLAMA DÖNEMİ) SİYASAL GELİŞMELER (1574-1699)

-Osmanlı Devleti bu dönemde kendisi için stratejik tehdit olarak gördüğü İran, Lehistan, Venedik ve Avusturya ile savaşlar yapmıştır. Yüzyılın sonlarına doğru Rusya ile de ilk defa savaşlar yapmıştır.

OSMANLI - İRAN İLİŞKİLERİ

-Yükselme döneminde Çaldıran Savaşı ile başlayan Safevi mücedeleleri, Kanuni zamanında da devam etmiş, Irakeyn Seferi yapılmış, Amasya Antlaşması imzalanmıştır.
-Duraklama döneminde mücadeleler devam etmiş, Kafkasya’ya hakim olmak için bir çok savaşın yanında 1583’te MEŞALELER SAVAŞI yapıldı.
-1590’da FERHAT PAŞA ANTLAŞMASI imzalandı.
Önemi: Doğu’da en geniş sınırlara ulaştık.
-1611’de NASUH PAŞA ANTLAŞMASI imzalandı.
Önemi:Ferhat Paşa ile kazandıklarımızı geri verdik.
-1618’de SERAV ANTLAŞMASI imzalandı.
Önemi: Sınırlarda hiçbir değişiklik olmadı.
-Safevilerin bütün Irak’ı Osmanlılardan alması sonucu IV. Murat Ordunun başında 1635 REVAN SEFERİ, 1639’da BAĞDAT SEFERİ yaptı. Sonunda Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalandı.
Önemi:Bugünkü Türk-İran sınırı aşağı yukarı çizildi.
Not: İran’la yapılan bu mücadeleler Osmanlı Devleti’nin, Avrupa’daki Otuz Yıl Savaşlarından yararlanmasını engellemiştir. Yalnız Avrupa’daki bu karışıklıklar, Osmanlı Devleti’nin Batı’da konumunu korumasını sağlamıştır.

Osmanlı-Lehistan ilişkileri

-Sokullu Mehmet Paşa Dönemi’nde himaye altına alınan Lehistan, 1587’den itibaren Osmanlı Devleti’nden ayrı siyaset izlemeye başlamıştır. Bu dönemde Lehistan’ın Osmanlı Devleti’ne karşı zararlı faaliyetlerde bulunmasından dolayı iki devlet arasındaki ilişkiler savaşa dönüşmüştür.
-Genç Osman 1621’de HOTİN SEFERİ’ne çıkarak Yeniçerilerin disiplinsiz davranışı yüzünden Hotin Antlaşması’nı imzaladı.
Not: Hotin Seferi’nden sonra Genç Osman yeniçeriler tarafından öldürüldü.
-IV. Mehmet’in ordunun başında çıktığı sefer sonunda 1672’de BUCAŞ ANTLAŞMASI , 1676’da ZORAVNA ANTLAŞMASI imzalandı.
Önemi: Bucaş Antlaşması Batı’da en geniş sınırlarımıza ulaştık.

Osmanlı - Venedik İlişkileri

Fatih Sultan Mehmet Dönemi’nde imtiyaz verilmesiyle oluşan Osmanlı-Venedik arasındaki iyi ilişkiler bu dönemde bozulmuştur.
GİRİT ADASI (1645-1669) alındı.
Not: Ada 25 yılda ele geçirildi. Bu da Osmanlı Devleti’nin artık eski kuvvetinde olmadığını gösterir.
Not: Bu kuşatma sırasında Venedik karşı hamle olarak boğazları ablukaya aldığı için İstanbul’da kıtlık yaşandı.
Not: Girit fethinin gecikmesinde; Osmanlı bünyesinde çıkan iç isyanlar, adanın savunmaya elverişli olması, Osmanlı ekonomisinin zayıf olması, Papa’nın önderliğinde Haçlı yardımı olması gibi durumlar etkili olmuştur.

Osmanlı - Rus İlişkileri

Rusya'nın Cehrin kalesini almaları üzerine sefere çıkan IV. Mehmet daha sonra komutayı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya bırakarak geri dönmüştür. Osmanlı –Rusya arasında yapılan savaş sonunda iki devlet arasında BAHÇESARAY ANTLAŞMASI imzalandı (1681). Buna göre Çehrin Kalesi Osmanlı’ya kaldı.
Önemi: Osmanlı Devleti'yle Rusya arasındaki ilk resmi anlaşmadır.

Osmanlı - Avusturya İlişkileri

-962 yılında kurulan Kutsal Roma Germen İmparatorluğu tahtına 1516’da Şarlken geçmiş ve Avrupa’da HABSBURG HANEDANI hüküm sürmeye başlamıştır. Avusturya ise bu hanedana bağlı olarak Türklere karşı mücadele eden bir ARŞİDÜKLÜK olarak ortaya çıkmış, 1804-1867 arasında AVUSTURYA İMPARATORLUĞU, 1867-1918 arasında da AVUSTURYA-MACARİSTAN İMPARATORLUĞU olarak adlandırılmıştır.
-Osmanlı Devleti’nin Yükselme Devri’nde Mohaç Meydan Savaşı ile Macaristan Krallığı’na son vermesi ile Habsburg yani Avusturya mücadeleleri başlamıştır. Avusturya’nın Macaristan’a müdahale etmesi üzerine Kanuni Sultan Süleyman Avusturya’ya İstanbul Antlaşması’yla üstünlüğünü kabul ettirmiştir. Ancak bu dönemde savaşlar tekrar başlamıştır.
-Duraklama döneminde III. Mehmet’in ordunun başında bulunduğu 1596’da HAÇOVA MEYDAN SAVAŞI’nı Osmanlı kazandı.
Not: Osmanlı Devleti’nin büyük bir devlete karşı kazandığı son meydan muharebesidir.
-ZİTVATOROK ANTLAŞMASI imzalandı. (1606)
ÖNEMİ: Osmanlı padişahı ve Avusturya imparatoru protokol bakımından eşit sayılmıştır. Osmanlılar, Avusturya Arşidükü için CAESAR (SEZAR) ünvanı kullanacaklardır. Diplomaside MÜTEKABİLİYET durumu ortaya çıkmış ve karşılıklı haklardan faydalanma konusunda eşitlik sağlamıştır. Böylelikle 1533 istanbul Antlaşması ile Avusturya’ya sağlanan üstünlük sona ermiştir.
Not:Bu antlaşmayla Eğri, Kanije ve Estergon kaleleri Osmanlı Devleti'ne bırakılmıştır.
Not2: Tımarlı Sipahilerin yetersiz olduğu görülerek Anadolu’da tüfek kullanabilen SEKBAN ASKERİ toplamak zorunda kalınmıştır.
Not3: Bu Antlaşma ile Osmanlı Devleti dış politikada prestij kaybetti. Sadece Macaristan’da toprak kazanma amacından vazgeçtiği anlamına gelmiyordu, Avusturya’nın vermek zorunda olduğu vergilerin kaldırılması, Avusturya’nın büyük devlet seviyesine çıkmasını sağlıyordu.
-Osmanlı Devleti’ne karşı isyan eden Erdel Beyi Rakoçi’nin Avusturya tarafından desteklenmesi üzerine Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa sefere çıktı ve sonunda da VASVAR ANTLAŞMASI imzalandı.(1664)
Not: Uyvar Kalesi Osmanlı’ya bırakıldı. Uyvar Kalesi’nin alınmasıyla Avrupa’da “Uyvar önünde bir Türk gibi güçlü” sözü söylenir oldu.
-Orta Macaristanda Protestan Macarların lideri olan Tökeli İmre Avusturya’nın Katolikleştirme baskısı karşısında Osmanlı Devleti’nden yardım isteyince Osmanlı Devleti durumu fırsat olarak görüp, Hristiyan birliğini bozmak için, son taarruz hareketi olan II.VİYANA KUAŞATMASI’nı yaptı.(1683) Leh-Bavyera- Saksonya öncü kuvvetlerinin gelmesiyle de, Osmanlı Devleti başarısız olunca Avrupa’da Osmanlı Devleti’ne karşı KUTSAL İTTİFAK kuruldu. (AVUSTURYA-LEHİSTAN-VENEDİK-MALTA VE RUSYA) 16 yıl boyunca bütün cephelerde savaşı Osmanlı Devleti kaybetti.
Not: Fransa; kutsal ittifaka doğrudan katılmasa da, sessiz kalarak dolaylı destek vermiştir.
Not2: Köprülü Fazıl Mustafa Paşa’nın gayretiyle tekrar toparlanan Osmanlı ordusu 1691 SALANKAMEN, 1696 ZENTA yenilgileri ile tekrar kötü duruma düşmüştür.
1699 KARLOFÇA ANTLAŞMASI imzalandı.
Not: İngiltere ve Hollanda anlaşmanın imzalanması için arabuluculuk yapmasını Osmanlı Devleti kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu kabullenme bir zamanlar hiçbir devleti kendisi ile eşit görmeyen Osmanlı için önemli bir itibar kaybıdır. Ayrıca Osmanlı devleti için savunma dönemleri başlamaktadır. Daha önce kendi şartlarını kabul ettiren Osmanlı Devleti, ilk defa yabancı eliçierin arabuluculuğunu kabul etmiş, ilk defa müzakere yoluyla anlaşmayı imzalamak zorunda kalmıştır.

Bu antlaşmaya göre;
*Ufak tefek yerler dışında MACARİSTAN , Avusturya’ya
*MORA YARIMADASI VE DALMAÇYA KIYILARI Venedik’e
*UKRAYNA, Lehistan’a bırakıldı.
*Antlaşma 25 YIL GEÇERLİ olacak ve Avusturya’nın garantisi altında olacaktır.
Not:Rus elçisi imza yetkisi olmadığını söyleyince, Rusya ile yapılan savaşlar 1 yıl daha devam etti.sonunda 1700 İSTANBUL ANTLAŞMASI İmzalandı. Buna göre;
*AZAK KALESİ Ruslara bırakılacaktı.
Önemi:Ruslar Karadeniz kıyısında bir toprağa sahip oldu.
*Ruslar KUDUS’Ü SERBESTÇE ziyaret edebilecekti.
*Rusya İstanbul’da elçi bulunduracaktır.
Not: Rusya bu maddeyle Osmanlı politikalarını yakından izleme imkanı elde etmiştir.

Karlofça Antlaşmasının önemi:

-İlk Osmanlı Devleti geniş çaplı toprak kaybetti
-Osmanlılarda Duraklama Dönemi sona erdi.Gerileme Dönemi başladı.
-Osmanlı Devleti politika değişikliği yaptı: Batı’da ilerleme politikasını terk etti,kaybettiği toprakları geri kazanma politikası takip etti.
-Rusya sıcak denizlere ilk adım attı.
-Aynı anda birden fazla devletle savaşacak gücünün olmadığını anlayan Osmanlı Devleti, bundan sonraki süreçte KONJONKTÜREL İTTİFAKLAR kurmuştur.
Not: Osmanlı Devleti, Avrupa'dan geri çekilmeye başlamış ve büyük toprak kaybına uğramıştır. Türklerin geri çekilmesi 1921 Sakarya Savaşı'na kadar devam etmiştir.

KARLOFÇA ANTLAŞMASI SONRASI DIŞ SİYASET

Osmanlı Devleti, Karlofça Antlaşması’ndan sonra Avrupalılar için tehlike olmaktan çıkmaya başlamıştır. Daha önce önem vermediği İngiltere, Hollanda ve Fransa’nın siyasi etkisinde kalmaya başlamış ve denge siyaseti izlemek zorunda kalmıştır. XVII. Yüzyıldan sonra Protestanlar arasında da Haçlı zihniyeti zayıflamış ve İngiltere, İsveç, Hollanda gibi devletler; Osmanlılarla iyi ilişkiler kurma politikası izlemiştir. Buna karşın Osmanlı Devleti’de, Fransa dışındaki devletlerle de iş birliği yapmanın gerekliliğini görmüştür. Osmanlı devleti herkesle aynı anda savaşacak gücü kalmadığı için konjontürel ittifaklar kurmuştur. Kaybettiği toprakları geri kazanma düşüncesi Pasarofçaya kadar sürmüş, bu tarihten sonra barış politikası takip etmek durumunda kalmıştır. 1736-39 Osmanlı-Avusturya/Rusya Savaşlarından sonraki uzun barış döneminde, Avrupa’daki Veraset ve Yedi Yıl Savaşlarından faydalanmayı bile düşünmemiştir.

Fransa’nın, Rusya ve Avusturya’ya karşı ittifak tekliflerine bile Fransa’ya güveni sarsıldığı için sıcak bakmamış, Avrupa’nın yükselen gücü Prusya’ya yaklaşmak istemiştir.

Osmanlılar diğer Avrupalı devletlerle olan mücadelelerinde, Avusturya’nın tarafsız kalmasını sağlamaya çalışmıştır. Gücünü kaybeden Venedik’te asıl tehlikenin Osmanlı’dan değil, Hıristiyan aleminden olduğunu düşünmüştür. Avrupa’da doğal sınırlarına ulaşan Fransa, Osmanlı Devleti ile iyi geçinme politikası üretmiştir. Kuzeyden gelen tehlike olan Rusya ise ilk başta olmasa bile sonradan Osmanlı’ya önemli zararlar verecektir.

AVRUPA’DA DEĞİŞİM ÇAĞI
YENİ ÇAĞ’DA AVRUPA TARİHİ
AVRUPA’DA BİLİM ve TEKNİK ALANINDAKİ GELİŞMELER

XVI. yüzyılın başlarına kadar Orta Çağ boyunca Kilise kimsenin itiraz edemediği mutlak egemenliğe sahipti. Not: Merkezi otoritenin güçlü olduğu İngiltere ve Fransa’da Papa’nın etkisi daha az oluyordu. Dini kurum olmasına rağmen Papalık, İtalyan şehir devletleri arasında en güçlülerinden biri haline gelmiştir. Eğitim- öğretim alanında Oxford, Paris ve Bologna gibi önemli üniversitelerde söz sahibi olmuş, ARİSTO VE BATLAMYUSun öğretilerini okutmuştur. Aristo’ya göre tanrılar gökyüzünde yaşadığı için gezegenler ve yıldızlar mükemmel yapıdaydı ve lekesizdi. Dünya, evrenin merkeziydi ve tüm gök cisimleri dünyanın etrafında dönerdi. Bu düşünceler kilise tarafından kabul edildiği için astronomi ilerleyemiyordu. Aristo’nun; Dünya ve evrendeki her şeyi oluşturan dört ana madde; toprak, su, hava ve ateştir. Düşüncesi fizik ve kimyanın gelişmesini engellemiştir. Veba gibi ölümcül hastalıkların, insanların günahları nedeniyle ortaya çıktığına inanıldığı ve tedavi amacıyla din adamlarına gidildiği için tıp gelişemiyordu. Kilise, ekonomik faaliyetleri dini hayata göre daha önemsi görüyordu. Ortak mülkiyeti esas alıyor, gerekli olandan fazlasını istemek hırs ve günah olarak kabul edilmiştir. Haçlı Seferleri sonunda Hıristiyanlar Müslümanlardan Barut,pusula ve matbaayı öğrendiler.

Barutun Ateşli Silahlarda Kullanılması
Barutun ateşli silahlarda kullanılması, Avrupa'yı siyasal yönden etkilemiştir. Top sayesinde feodal beylerin surları ve şatoları yıkılmış, derebeylik (feodalite) rejimi zayıflamış ve Avrupa'da mutlak krallıklar güçlenmiştir.

Pusulanın Avrupa'ya Geçmesi ve Gemicilik Bilgisinin İlerlemesi
Avrupalılar pusula sayesinde Coğrafi Keşifleri gerçekleştirmiş, yeni ticaret yolları bulmuş, sömürge imparatorlukları kurmuş ve değerli madenlere sahip olmuşlardır.

Kağıt ve Matbaanın Avrupa'da Kullanılması
Rönesans ve Reform hareketlerinin meydana gelmesine ortam hazırlamıştır

COĞRAFİ KEŞİFLER

XV. ve XVI. yüzyıllarda Avrupalılar tarafından yeni ticaret yollarının, okyanusların ve kıtaların bulunmasına Coğrafi Keşifler denir.

Nedenleri
-Avrupalıların PUSULAyı öğrenmeleri, gemicilik ve coğrafya bilgilerinin artması
-Karavel, Kalyon adı verilen okyanusa dayanıklı gemilerin yapılması
-Avrupa’da kilisenin hurafelerine inanmayan cesur gemicilerin varlığı,
-Avrupalıların Doğu ülkelerinin zenginliklerine ulaşabilmek amacıyla yeni ticaret yolları aramaları
- İstanbul'un fethinden sonra Türklerin Doğu ticaret yollarına hakim olmaları ve Avrupalıların açık denizlere çıkma ihtiyacı hissetmeleri
-Avrupa'da değerli madenlerin az bulunmasından dolayı kralların
Not: Çin’den ya da Hindistan’dan çıkan malların Avrupa’ya ulaşıncaya kadar birçok ülkeden geçmesi ve her geçen ülkeye gümrük vergisi ödenmesinden dolayı maliyet çok fazladır. Bu yüzden Avrupalılar doğunun zenginliklerine aracısız ulaşmayı hedeflemişlerdir.
(İspanyol – Portekiz gemicileri desteklemesi
-Avrupalıların Hristiyanlık dinini yaymak istemeleri
- Avrupalıların dünyayı tanımak istemeleri

Keşifler

ESKİ YOLLAR

1)İpek Yolu: Çin'den başlayarak Orta Asya üzerinden, Hazar Denizi'nin güneyinden ve kuzeyinden geçerek Trabzon ve Kırım limanlarına gelen malların buralardan Avrupa'ya ulaştığı yoldur.

2)Baharat Yolu: Hindistan'dan başlayarak İran Körfezi ve Irak üzerinden Suriye limanlarına veya Kızıldeniz yoluyla Süveyş ve oradan da kara yoluyla İskenderiye'ye ulaşan yoldur.

Kaşifler: XV. yüzyılda İspanyolların ve Portekizlilerin başlattığı keşifler sırasında:
- Bartelmi Diyaz----Ümit Burnu’nu (1487)
- Vasko dö Gama---- Hint Deniz Yolu’nu (1497)
- Kristof Kolomb-----Amerika kıtasına ulaştı. Fakat burayı Hindistan sandı.(1492).
Ameriko Vespuci buranın yeni bir kıta olduğunu keşfetti. (1507)
- Macellan ve Del Kano -------Dünyayı dolaşarak yuvarlaklığını kanıtladı.

Keşiflerin Sonuçları

-Eski ticaret yolları değişti, Akdeniz doğu - batı ticaretindeki önemini kaybetti. Baharat ve İpek Yolları önemini kaybetti. Bu durum Akdeniz limanlarının eski canlılığını kaybetmesine Atlas Okyanusu limanlarının önem kazanmasına ortam hazırlamıştır.
-O Avrupalılar yeni keşfedilen yerlerde sömürge imparatorlukları kurdular. Bu durum keşfedilen ülkelerden Avrupa'ya altın ve gümüş başta olmak üzere bol miktarda hammadde götürülmesine neden olmuş, toprak zenginlik ölçüsü olmaktan çıkmıştır. Bu gelişmeler Avrupa'nın zenginleşmesini, hayat standartlarının yükselmesini ve Rönesans hareketlerinin gerçekleştirilmesini sağlamıştır.
-Ticaretle uğraşan burjuva sınıfı zenginleşmiş ve Avrupa ürünleri yeni pazarlar bulmuştur. Böylece daha sonraki yıllarda gerçekleşecek olan Sanayi İnkılabı'na ortam hazırlanmıştır.
-Zenginleşen burjuvaların, derebeylerin topraklarını satın almaya başlamasıyla derebeylik sistemi güç kaybetmiştir.
- Keşfedilen yerlere Avrupa'dan göçler olmuş, bu durum Avrupa kültür ve medeniyetinin yayılmasını sağlamıştır.
- Hristiyanlık yeni ülkelere yayılmıştır. Ancak bazı bilimsel gerçeklerin ortaya çıkması sonucunda Hristiyanların dini inançları zayıflamış, kiliseye güven sarsılmıştır.
-Dünyanın bazı yerleri Avrupalılar tarafından tanınmış, yeni kültürler(Aztek, Maya,İnka, Aborjinler gibi), canlılar ve ırklar ortaya çıkmıştır. (patates, pamuk, kahve, vanilya, domates, tütün, fasulye, mısır, kakao, lama, hindi gibi)
Not: Coğrafi Keşifleri konumları uygun olduğu için İspanyol ve Portekizliler başlatmış ve bu devletlerin ilk olarak hammadde birikimi yapmalarına rağmen bu hammaddeyi sanayi alanına aktaramadıkları için sömürgeleri uzun süreli olmamıştır. Bundan dolayı sömürgelerini İngiltere, Fransa ve Hollanda gibi ülkelere kaptırmışlardır.
Not: Coğrafi Keşiflerin Türk Dünyası Üzerindeki Etkileri büyük olmuştur. Coğrafî Keşifler sonunda Akdeniz limanlarının öne-minin azalması Müslüman ülkeler açısından büyük zararlara neden olmuştur. İslâm ülkeleri yoksullaşmış, Türkistan hanlıkları zayıflamış ye Ruslar karşısında gerilemiştir.
Not: Ticaret yollarına sahip olan Osmanlı Devleti de Coğrafi Keşiflerden çok zarara uğradı. Gümrük gelirleri düşmüş, jeopolitik önemi ve ekonomik gelirleri azalmıştır. Yollar üzerinde işsiz kalan insanlar Celali isyanlarını çıkartmışlardır.
Not: Avrupa’nın Coğrafi Keşiflerden sonra tarım potansiyelinin mevcut nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamaması, yetersiz kalması üzerine Avrupalı devletler, tarımsal ihtiyaçlarını Osmanlı Devleti’nden karşılamaya başlamışlardır. Böylece Osmanlı Devleti’nde 1- Talebin artmasıyla fiyatlar yükselmiş, 2- Üretim iç tüketime yetmemiş, 3- Avrupa’nın altın ve gümüş gibi değerli madenlerinin Osmanlı pazarına girmesiyle Osmanlı akçesi değer kaybetmiş, ayrıca enflasyon ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti Coğrafi keşiflerin olumsuzluğunu gidermek için; 1-Avrupalı Devletlere kapitülasyon vermiş, 2- Hint Deniz Seferleri’ni düzenlemiş, 3- Kanal projelerini üretmiştir.
Not: Coğrafi Keşiflerle Akdeniz limanları önemini kaybetmiş, 1869'da SÜVEYŞ KANALInın Fransızlar tarafından açılmasıyla Akdeniz limanları yeniden önem kazanmıştır.

RÖNESANS

XV. ve XVI. yüzyıllarında önce İTALYA'da başlayan ve daha sonra Avrupa'da yayılan EDEBİYAT, GÜZEL SANATLAR VE BİLİM alanlarındaki gelişme, yenilik ve anlayışlara "YENİDEN DOĞUŞ" anlamında Rönesans denilmiştir. Rönesans ile Yunan ve Roma dönemine artan ilgi, Avrupa’da edebiyatın yanında resim ve heykel gibi sanatların da canlanmasını sağlamıştır. Bu yeniden keşfetme süreci Fransa, Hollanda, Almanya ve İngiltere gibi birçok Avrupa ülkesinde benimsenmiştir.

Rönesans’ın ortaya çıkmasında,
1-Kağıt ve matbaanın Avrupalılar tarafından öğrenilmesi,
-Çinliler ve Müslümanlar tarafından kullanılan kağıt, ipek ve pamuktan yapılmıştır.
-Avrupa’da ipek ve pamuk gibi malzemelerin azlığından dolayı kitap basımı azdır.
-İlerleyen dönemde kağıdın Avrupa’da selülozdan (odun özü) yapılmaya başlanmasıyla maliyet düşmüş, kağıt bollaşıp ucuzlamıştır.
-Matbaa, Çin’de basmakalıp şeklinde Uygurlar’da ise klişe şeklinde kullanılmıştır.
-Avrupa’da ise önce Felemenkli Jan Koster tahtadan harflerle matbaa yapmış, daha sonra Alman kuyumcu Johann Gutenberg günümüzde kullanıdığımız matbaanın temelini atmıştır.
Kağıdın maliyetinin düşmesi ve matbaanın geliştirilmesiyle Avrupa’da;
1-Kitap basımı artmış, buna bağlı olarak okur yazar oranı artmıştır. Böylece okuma ve yazma bir ayrıcalık (İmtiyaz) olmaktan çıkmıştır.
2-Avrupa’da farklı fikirlerin yayılması hızlanmış, halkın kültür seviyesi yükselmiştir.
3-Coğrafi Keşifler sonrası sermaye birikimi yaparak zenginleşen, sanattan ve edebiyattan zevk alan Mesen adlı tüccarların bilimsel çalışmalara maddi destek vermeleri,
-Bu destekle bilim adamlarının sayısı artmış,
-Araştırma ve inceleme sayesinde bilimsel faaliyetler hız kazanmıştır.
3-İslam dünyasının etkisi,
-İstanbul’un Fethi sırasında İstanbul’dan kaçan bilim adamları İtalya’ya gitmiştir.
-İspanyada Endülüs Emevi Devleti bünyesinde birçok Avrupalı genç eğitim görmüştür. Ayrıca Müslüman etkisi Sicilya kanalıyla da Avrupa’ya geçmiştir.
-Bu gelişmeler sonunda İtalya’da buluşan bilginler Antik Çağ’a ait eserleri Latinceye tercüme etmişlerdir.
4-Hümanizm düşüncesinin etkisi,
-Hümanizm, insanı ve doğayı merkez alan düşüncedir.
-Bu düşünce sayesinde bireysel yetenekler ortaya çıkarılmış, akıl ve bilim ön planda tutulmuştur.
5- Orta Çağ'ın sonlarına doğru kültür ve sanat alanında önemli bir BİRİKİMin oluşması
6- Coğrafi Keşiflerden sonra zenginleşen Avrupa'da sanattan ve edebiyattan zevk alan bir sınıfın ortaya çıkması

Rönesans Hareketi’nin İtalya’da başlamasının nedenleri:
1-İtalya’nın Eski Roma ve Helen kültürünün merkezi olmasından dolayı eserlerin burada bulunması
2-Akdeniz’in ortasında yer almasından dolayı coğrafi konumunu etkileşime açık olması
3-Ticaret sayesinde ekonomik refahın olması,
4-Merkeziyetçi bir devlet yapısının olmayıp, şehir devletleri şeklinde örgütlenmelerinden dolayı özgür düşünce ortamının var olması,
5-Roma’nın Katolik Hristiyanlığın merkezi olmasıdır.

Rönesans’ın İtalya dışına yayılmasının nedenleri:
1-İtalya’nın Katolik mezhebinin merkezi olmasından dolayıp Papa’yı ziyarete gelenlerin buradan gelişmeleri ülkelerine taşımaları, 2- İTALYA SAVAŞLARI (1494 -1559) nedeniyle ülkeye birçok kral ve komutanın gelmesi ve uygulamaları benimseyerek ülkelerine götürmeleri,
3-İtalyanların diğer devletlerle yaptıkları göç, ticaret ve savaşlardır.

Gelişimi
Rönesans, XV. yüzyılda İtalya'da yukarıda belirtilen nedenlerle başlamıştır. Gene belirtildiği gibi İtalya’nın PARÇA PARÇA ŞEHİR DEVLETLERİnden meydana gelmesi önemli rol oynamıştır. Roma, Venedik ve Floransa’da ilk akademiler ve halk kütüphaneleri açılmıştır. Bu çalışmaları yapan aydınlar daha sonra HÜMANİST (insanı yücelten) olarak adlandırılmıştır. Hümanist akım; şair ve yazar PETRARCA ile başlamış ve Hümanistlerin çalışmaları, matbaanın gelişimi ile daha da yaygınlaşmıştır.
Not: Rönesans hareketine öncülük eden diğer bir felsefe de akılcılık yani RASYONALİZMdir. Rasyonalizm, insan aklının her türlü rehberliği yapacak güçte olduğunu ve başka hiçbir kaynağa gerek olmadığını dile getirir. Aklın doğruya ulaşmasını engelleyen en önemli unsurlar; kilise, hukuka dayanamayan devlet, batıl inançlar, bilgisizlik, yöntemsizlik ve ön yargılardır. Yapılması gereken ise akla karşı olan unsurları gidermek, bilimsel bir çevre hazırlamak ve aklın aydınlanmasını sağlamaktır.

Önemli Rönesansçılar:
İtalya’da Mikelanj, Brahmant, Donatelli, Gilberti, Leonardo da Vinci
Fransa’da Rable, Montagine, Piyer Les Kö
Almanya’da, Erasmus, Röklen, Martin Luther
İngiltere’de Shakespere
İspanya’da Servantes gibi.
Not: Rönesans İtalya'da edebiyat ve güzel sanatlar, Fransa'da bilim, Almanya’da din, İngiltere'de edebiyat, Hollanda’da resim, Polonya'da bilim alanlarında daha çok gelişmiştir. Yani Rönesans, her ülkede aynı anda ortaya çıkmadığı gibi, aynı alanda görülmemiştir.

Sonuçları
-Avrupa'da kilise öğretileri olan SKOLASTİK DÜŞÜNCE YIKILMIŞ , serbest düşünce ortamı doğmuştur. DENEY VE GÖZLEMe dayanan pozitif bilimler gelişmiştir. Bilimsel faaliyetler hız kazanmış, kültürel faaliyetler canlanmış, araştırma ve inceleme artmıştır.
-Din adamları ve Katolik Kilisesi hümanistler tarafından eleştirilmiş ve REFORM HAREKETLERİnin başlamasına ortam hazırlamıştır.
- Bilimsel gelişmeler SANAYİNİN İLERLEMESİne ortam hazırlamıştır.
Not: Rönesans sanatçıları, herhangi bir dini ve toplumsal tabuyu önemsemeden sanat yapmayı ilke edinmiştir. Hümanistlerin Yunan-Roma dünyasına olan ilgisi, kilise için tehlike oluşturmuştur. Antik dünya anlayışı, hümanistlerin dünya anlayışını oluşturmuştur. Bu anlayışa göre insan, yeryüzündeki yaşantısında mutlu olmalıdır. Hıristiyanlık anlayışında ise gerçek hayat, ölümden sonra başlamaktadır. Bu ve buna benzer pek çok fikir, hümanistleri kilise öğretileri ile çelişen sonuçlara götürmüştür. Bu nedenle hümanistler, inanç bakımından İncil’e ve ilk azizlerin öğretilerine bağlı kalınması gerektiğini savunmuştur. Hümanistlerin inançla ilgili bu düşünceleri, reform hareketinin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

REFORM

Katolik Kilisesi'nin bozulması ve dini amaçlardan uzaklaşması üzerine, XVI. yüzyılda ALMANYA'da başlayarak diğer Avrupa ülkelerine yayılan dini alandaki yeniliklere Reform denilmiştir. Hümanistler; İncil ve Hristiyanlık inancını içeren metinlerin orijinal şekillerine dönüştürülmesini istemiştir. Bu yönde yapılan çalışmalarla kutsal kabul edilen yazıların birçoğunun, ilahi kaynaktan olmadığı ve sonradan uydurulmuş metinler olduğu anlaşılmıştır. Reform hareketlerinin sonucunda “Dinin esas kaynağı Tanrı’nın sözlerinden ibarettir. Buna havarilerin ve ilk Hristiyan azizlerin yorumundan başka bir şey katılamaz. Din ve ibadet herkesin vicdanına ait bir iştir.” esasları benimsenmiştir.

Reformun ortaya çıkmasının nedenleri
1-Rönesans sonrası ortaya çıkan özgür düşüncenin etkisiyle İbrani ve latin dillerinin öğrenilerek eski dini metinlerin incelenmesi
2-İncil’in milli dillere çevrilmesiyle, Katolik Kilisesi’nin uygulamalarının İncil’de yazılanlarla alakasız olduğunun anlaşılması ve kilisenin halkın tepkisini çekmesi,
3-Kilisenin Endülijans (Hristiyan halkı günahlarından arındırmak veya cennetten toprak satma) aracılığıyla halkı ekonomik ve dini olarak sömürmesidir.
4- MATBAAnın yaygınlaşması ile okuma - yazma bilenlerin artması üzerine Katolik mezhebinin sorgulanmaya başlaması

Reformun arka planı: XII. yüzyıldan itibaren İngiltere ve Fransa, Roma Hukuku’na dayanan bir yönetim mekanizması geliştirmiş ve Papa’dan bağımsız hareket etmek istemiştir. Bu da Avrupa’da kilise ile krallık mücadelesini doğurmuştur. Bu mücadelede kilise güç kaybetmeye devam etmiş ve inandırıcılığını yitirniştir. XV. Yüzyıldan sonra din temelli siyasi mücadeleler başlamıştır. XVII. Yüzyıl ortalarına kadar devam eden mücadelelerde HABSBURG HANEDANI AVRUPA’YA HAKİM OLMA AMACIna ulaşamamış ve bölgede politik çoğulculuk egemen olmuştur.
Avrupa’da din alanında başlayan fakat arkasında bir takım siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelerin bulunduğu mücadelelerin sebebi iki temele dayanır:
1-Habsburgların Avrupa’da tek hakim güç olabilmek için topraklarını evlilik veya veraset yoluyla genişletmesine diğer ülkelerin başkaldırması
2-Martin Luther’in başlattığı Protestanlık hareketi

Gelişimi:Reform hareketleri aydın bir din adamı olan Martin Luther önderliğinde ilk defa Almanya’da başlamıştır. Burada ortaya çıkmasında Almanya'da SİYASAL BİRLİK OLMAMASI ve ekonomik sıkıntı içindeki Alman halkı ile Alman prenlikleri arasında büyük ilgi görmesi (1517) önemli bir rol oynamıştır.
MARTİN LUTHER ilk olarak İncil’i ulusal dile çevirerek kutsal kitapta yazılanla kilisenin uygulamalarının aynı olmadığını ortaya çıkarmıştır. Ayrıca Wittenberg Kilisesi’nin duvarına, Katolik Kilisesi’ni eleştiren 97 maddelik bildiriyi asmıştır.
Buna göre;
-Tanrı ile kul arasına kimse giremez, kulların günahları ancak tanrı tarafından affedilebilir.
-Kilisenin asli görevine dönmesi için mallarına el konulmalıdır.
-Bu bildirinin sonucunda Papa X. Leo aforoz yetkisini kullanarak Martin Luther’i dinden çıkarmış, ayrıca Kutsal Roma-Germen İmparatoru Şarlken’i , Martin Lutheri tutuklaması için görevlendirmiştir.
-İmparatorluğun faaliyetlerini beş Alman prensi ve on dört şehir protesto etmiştir. Bu yüzden Luther taraftarlarına “Protestan” adı verilmiştir. Şarlken ve Luther taraftarları arasında 25 yıl süren savaşı Protestanlar kazamıştır.
in karşı çıkması, Alman imparatoru mevcut Lutherciler haricindeki insanların Luther’i desteklemesini yasaklayınca Prensler ve şehirler durumu protesto etmişler ve kendilerine bundan dolayı PROTESTAN denilmiş.
-Ülkesinde çıkan din savaşlarının ülkede huzuru bozmasından ve imparatorluğun parçalanmasından endişe eden Alman İmparatoru ŞARLKEN, Luther taraftarları ile beş yıl süren savaştan sonra AUSGBURG (OGSBURG) ANTLAŞMASI imzalanmıştır (1555).
Bu anlaşmaya göre;
1-Almanya’da Protestanlık mezhebi ve kilisesi kesin olarak resmen TANINARAK kabul edilmiştir.
2-Alman Prensleri istediği mezhebe girme ve bu mezhebi kendi halkına kabul ettirme hakkını kazanarak, kendi ülkelerinde din işlerinin mutlak hakimi olmuşlardır.
3-Halk ise ya bağlı olduğu prensin mezhebine girecek, ya da göç edecekti.
Not: Bu durum hem demokratik değil, hem de laik değildir.
Not: Protestanlar, Katoliklerle eşit konuma gelmiştir.

Sonuçları:
-Avrupa'da MEZHEP BİRLİĞİ BOZULDU VE YENİ MEZHEPLER ORTAYA ÇIKTI. Almanya'da başlayan Reform hareketleri İngilte-re, Fransa, İsveç, Norveç ve Danimarka gibi ülkelere de yayılmıştır. Fransa'da NANT FERMANI ile KALVENİZM, kabul edilmiştir. İskoçya’da Presbiteryenizm mezhebi ortaya çıkmıştır. İngiltere’de reform hareketleri farklı bir yapıda ortaya çıkmıştır. İngiltere’de reform, halkın baskı ve zorlamasıyla değil, kralın öncülüğünde gerçekleşmiştir. İngiltere kralı Henry; Papa’nı yönetimindeki etkinliğine son vermek için kilise teşkilatını Katolik kilisesinden ayırarak kendisine bağlamıştır. Böylece ANGLİKANİZM mezhebi kurulmuştur.
-Katolik Din adamları ve Katolik Kilisesi eski itibarını kay-betmiştir. Katolik Kilisesi kendini yenilemek ve düzenlemek zorunda kalmıştır. Katolik kalan ülkelerde yeni mezheplerle mücadele etmek amacıyla ENGİZİSYON MAHKEMELERİni harekete geçirmiştir. Ayrıca Reformun etkisini ortadan kaldırmak için Cizvit Tarikatı kurulmuştur.
- Eğitim - öğretim faaliyetleri kiliseden alınarak LAİK EĞİTİM SİSTEMİ kurulmuştur. Laik eğitim sisteminin başlamasıyla, bilimsel çalışmalar hızlanmış ve skolastik düşünce zayıflamıştır. Kilisenin dogmalarının dışına çıkılarak, kültürel çalışmalar hızlandırılmıştır.
-Katolik Kilisesi'nden ayrılan ülkelerde kilisenin mallarına ve topraklarına el konulmuştur.
-Papalık, Hristiyanların üzerindeki dini, politik ve ekonomik üstünlüğünü kaybetmiştir. Hıristiyanlığın devlet ve toplum hayatındaki etkisi azalmış ve dini olmayan yani dünya ile alakalı demek olan “SEKÜLER” adı verilen kavram ortaya çıkmıştır. XVII yüzyıl sonrasında giderek devlet ve kilise hukukunun ayrımı anlamında kullanılmıştır. Avrupa’da sekülerleşme uygulanarak dini kurumlar ile sembollerin egemenliğinin kaldırılması, uzun bir süreçte gerçekleşmiştir.
Reform, Avrupa’nın modern çağa geçerken uğradığı dönüşümün önemli bir gelişmesidir. Din ve kilise, yüzyıllardır toplumun temelini oluşturduğu için Reform, Avrupa’yı derinden sarsmıştır. Dini değişim gerek devletler arasında gerekse DEVLETLERİN KENDİ İÇERİSİNDE BÜYÜK MÜCADELELELERİNE neden olmuştur.

OTUZ YIL SAVAŞLARI (1618 -1648)

Nedenleri:
1- Alman prenslerinin kilisenin mallarına el koyarak gittikçe güçlenmesinin Katolik Alman İmparator’un işine gelmemesi
2- Kutsal Roma-Germen İmparatoru Ferdinand’ın mezhep birliğini yeniden sağlama düşüncesi,
3-Habsburg Hanedanı’nın Avrupa’da tek hakim güç olma isteğine bölgedeki devlet ve prenslerin karşı çıkmasıdır.

Alman imparatoru Almanya’da mezhep birliğini sağlamak ve PROTESTANLARI ORTADAN KALDIRMAK İÇİN tekrar Protestanlara savaş açtı.
- Otuz Yıl Savaşı’na Fransa, İsveç, Danimarka gibi ülkeleri katılmasıyla Almanya’nın iç sorunu, uluslararası sorun haline gelmiştir.
-Ayrıca bu ülkeler Katolik olmalarına rağmen Alman İmparatorluğu’nun güçlenmesini istemedikleri için Protestanlara destek vermişlerdir. (Siyasi menfaat ve çıkarlarını dini inanıştan üstün tutmuşlardır.)
-Sonunda WESTFALYA ANTLAŞMASI imzalandı (1648).
Not: Avrupa’nın İLK BÜYÜK KONFERANSI sayılır. Daha önceki uluslararası konferanslar dini nitelikteyken Westfalya barışı DİNİN ETKİSİNDE KALMADAN sorunlar görüşülmüştür.
Not: Bu antlaşma bir çok devlet temsilcisinin bir araya gelip imzaladıkları tek bir antlaşma değildir. Habsburg elçilerinin Fransa ve İsveç’le ayrı ayrı imzaladıkları ikili antlaşmalara verilen genel bir isimdir. Konferans diplomasisi için 1815 Viyana Kongresine esin kaynağı olmuştur.

Westflya Antlaşması’na göre,
1-Halka istediği mezhebi seçme özgürlüğü verilecektir.
2-Alsas-Loren Fransa’ya bırakılacaktır.
3- PORTEKİZ, HOLLANDA VE İSVİÇRE BAĞIMSIZ olacaktır.
Otuz Yıl Savaşları’nın Devletler açısından sonuçları
-Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu: Savaş sonunda dağılmıştır. PARÇA PARÇA KALAN ALMAN TOPRAKLARInda ise gerileme ve iç karışıklıklar ortaya çıkmıştır. Almanya, yüzlerce küçük prensliğe bölünerek Orta Avrupa’da baskın güç olma şansını yitirmiştir. PRUSYA PRENSLİĞİ GÜÇLENMİŞtir ve Almanya'da siyasal birliğin kurulması gecikmiştir.
Not: Avrupa’yı tek bir imparatorluk çatısı altında birleştirme politikası gerçekleşmemiş ve bu politikanın yerini denge politikası almıştır. Evrensel imparatorluklar yerini ulusal krallıklara ve ulus devletlerine bırakmıştır.
-Fransa: Çevresindeki Habsburg çemberini kırmayı başararak Hollanda ve Kuzey İtalya üzerindeki nüfuzunu arttırmıştır. Fransa artık Avrupa siyasetine yön veren devlet konumuna yükselmiştir.
-İngiltere:Rekabet halinde olduğu İspanya’nın savaşta yenilmesi lehine olmuştur. İngiltere, İspanya’nın sömürgelerini ele geçirdi. İngiltere’de güçlü bir devlet olarak Avrupa’da etkili olmaya başlamıştır.
-Lehistan:Taht kavgaları ve Rusya’nın genişlemesi sebebiyle gücünü koruyamamıştır.
Not: Habsburg Hanedanlığı güç kaybederken Almanya’da yerel hanedanlar önem kazandı. (Brandenburg Prensliği)
-Modern devlet anlayışı Westfalya (Westphalia) Antlaşması’ndan itibaren ortaya çıkmıştır. Modern devlet anlayışında kilisenin, devlet ve toplum üzerindeki etkisinin azaltılması esastır Modern devlet anlayışı ortaya çıkmıştır. Yani, merkezi otorite tek hakim güç olmuştur. Merkezde bir ordu ve merkezi otoritenin koyduğu hukuk kuralları geçerli olmuştur. Böylece Avrupada kilisenin ülkedeki gücü azaltılarak DİNİ ETKENLERİN YERİNİ MODERN DİPLOMASİ ALMIŞ VE ULUSLAR ARASI ALANDA MODERN DEVLETLER HUKUKUNUN TEMELLERİ atılmıştır.
Not: Devletler ulusal menfaatlerini korumak için çıkarcı (MAKYEVELİST) bir siyaset izlemeye başladılar.

Reform Hareketlerinin Osmanlı Devleti’ne Etkisi: Reform Hareketi Osmanlı bünyesinde etkili olmamıştır.
Bunun nedenleri:
-Uyguladığı adalet ve hoşgörü politikası doğrultusunda, sınırları içerisindeki halka inanç özgürlüğü vermesi
-Kilisenin devlet denetiminde olmasından dolayı halkın dini ve ekonomik olarak kilise tarafından sömürüsünün önlenmesidir.
Reform Hareketleri sırasında Osmanlı Devleti’nin politikaları:
-Avrupa’da en büyük rakibi olan Almanya’nın güçlenmesini istemediği için Protestanları destekleyerek Almanya’yı güçsüz düşürmüş, böylece Hristiyanlar arasındaki ayrılıkların artmasına çalışmıştır.
-Avrupa’daki yaşanan mücadeleden yararlanarak Viyana’ya kadar ilerlemiştir.

XVII.-XVIII. YÜZYILLARDA AVRUPA DÜŞÜNÜRLERİ

Rönesans Dönemi’nde yaşanan bilimsel ve kültürel gelişmeler sayesinde Batı dünyası, XVIII. Yüzyılda Aydınlanma Dönemi’ne girmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan AYDINLANMA DÜŞÜNCESİ, BİREYİN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ ESAS ALAN BİR FELSEFE HAREKETİDİR. Aydınlanma; Avrupa’da ilk olarak İngiltere’de toplumsal değişimle başlamış, Fransa’da özgürlük hareketine dönüşmüş ve Almanya’da da felsefi temelleri atılmıştır. Böylece Aydınlanma düşüncesi, tüm dünyayı etkileyecek bir modernleşme hareketine gelmiştir.

Aydınlanma düşüncesinin ortaya çıkışında; COPERNİCUS, MACHİAVELLİ, THOMAS MOORE, İMMANUEL KANT VE JEAN JACQUES ROUSSEAU gibi düşünür ve bilim insanlarının fikir ve eserleri önemli rol oynamıştır. Bu düşünürler, eserleriyle burjuvazinin siyasal iktidarını meşrulaştırmıştır.

COPERNİCUS, daha önce bahsedildiği gibi Güneş Sistemi’ni keşfetmiş, Dünya’nın yuvarlak olduğunu ve Güneş’in etrafında döndüğünü ispatlamış ve teorisini 1543’te yayımlamıştır. Bu teoriyle kilise tarafında dogma haline getirilen Aristo ve Batlamyus’un öğretilerine karşı çıkmıştır. Bu teori modern bilimsel devrimin başlangıcı sayılmıştır. Özgür düşünce için aklı ve deneyi ön plana alan Copernicus’un fikirleri, Rönesans sürecinde gelişmiş ve Aydınlanma Çağı’nda olgunlaşmıştır.

XVI. yüzyılda eser veren MACHİAVELLİ Aydınlanma Dönemi’nde yeni toplumun ve yeni devletin şekillenmesine yardımcı olmuştur. HÜKÜMDAR adlı kitabında İtalya’da siyasi birliğin güçlü bir hükümdarla sağlanabileceği iddiasını ortaya atmıştır. Din ve ahlak kurallarının bile hükümdarı durdurmaması gerektiğini ileri sürmüştür. Bir yandan siyaseti din kurallarından ayırarak laikleştirmiş bir yandan da dini, devletin denetimine alarak iktidarın bir aracı haline getirmeye çalışmıştır. Ona göre esas olan devletin biriliğinin sağlanmasıdır. Amaca ve çıkara ulaşmak için devlet yurttaşlarını bir araç olarak kullanabilir.

THOMAS MOORE, İngiltere’de sanayileşmenin getirdiği sorunlardan etkilenerek ÜTOPYA adlı eserini kaleme almıştır. Eserine özel mülkiyetin bulunmadığı bir devleti hayal eden ve anlatan Moore, İngiltere’deki toplum düzenini ve adalet sistemini eleştirmiştir. Ütopya’da herkes devlet için üretir ve para geçerli değildir. üretilenlerden herkes ihtiyacı kadar alır. Moore, insanların bu şekilde mutlu olabileceklerini düşünerek ütopik bir düzen hayal etmiştir. Avrupada sosyal politikaların temelini atmıştır.

Aydınlanma düşüncesini felsefi temellere oturtan kişi İMMANUEL KANT’tır. XVIII. Yüzyılda “AKLINI KENDİN KULLANMA CESARETİNİ GÖSTER” diyen Alman filozof Kant, aydınlanmanın parolası olan bu sözüyle insanın aklını başkasının kılavuzluğuna bırakmaması gerektiği üzerinde durmuştur. Ön yargılarından, dinsel inançlarında ve skolastik düşünceden kurtulan insan, aklını kullanarak yeni bir toplum inşa etme sürecine girmiştir. XVIII. yüzyılda yaşayan Jean Jacques Rousseau da iktidarını, her alanda eşitliğini ve mutlak demokrasiyi savunan bir düşünürdü. İnsanların toplum içinde özgür ve eşit yaşamaları için sistem geliştirdi. Toplumun bir araya gelerek düzen içinde yaşaması için sözleşme oluşturacağını öne sürerek, devlet halkın egemenliği ile yükseldiğinde meşru olacaktır. Kan soyluluğuna bağlı ayrıcalıkların kaldırılması, mutlak monarşik yönetimlerin sona ermesi anlamına geliyordu. Böylece zaten ekonomik güce sahip bulunan burjuvazi, hukuki ayrıcalıkların kaldırılmasıyla siyasi yapıda da güç sağlayabilecekti.

BİLİM DEVRİMİ

Rönesans ve Reform’un ortaya çıkardığı fikir hareketleriyle birlikte filozoflar, kurallar ve kanunlar geliştirmiş ve doğal dünyayı nasıl anlayabileceklerini araştırmışlardır. Bu filozofların “İnsanlık, yaşamı bilimin kurallarıyla anlayabilir” düşüncesi, bilimde büyük değişimleri ortaya çıkarmıştır. Bilimin yeni kanunlar ortaya koymak için kullanılması, bu dönemin AKIL ÇAĞI olarak adlandırılmasını sağlamıştır. Akıl Çağı, Aydınlanma Çağı’nı başlatmıştır. GALİLEO, KEPLER, COPERNİCUS, VE NEWTON gibi bilim insanları sayesinde Avrupa’da, Bilim Devrimi gerçekleşmiştir.

Ağırlıklı olarak astronomi üzerine çalışan Copernicus, Batlamyus Evren Modeli üzerinde çalışmıştır. Batlamyus’a göre Dünya sabit ve hareketsiz olarak evrenin merkezinde bulunmakta, Güneş dahil her şey onun etrafında dönmektedir. Gökyüzü ve yıldızların çakılı olduğu dönen bir küredir. Bu XVI. Yüzyıla kadar hakim olmuş, adeta değişmez bir inanç halini almıştı. Dünya’nın da tepsi şeklinde olduğu düşünülmektedir. İşte Copernicus, Dünya’nın ve diğer gezegenlerin Güneş etrafında döndükleri gerçeğini açıklayan kişi olmuştur.

Galileo Modern fiziğin ve telekopik astronominin kurucularındandır.

Isaac Newton; kütle çekim yasası, astronomi ve fizik tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu başarı onun, XVIII. Yüzyıl Bilim Devrimi’nin mimarı olarak adlandırılmasını sağlamıştır. Işığın doğasını ilk kez doğru olarak açıklamayı başarmıştır. Modern bilimin iki önemli unsuru olan deney ve gözlem aracılığıyla başarıya ulaşan Newton 1727’de öldüğünde,geliştirdiği bilim anlayışı ve parçacık kuramı, bilim topluluklarınca benimsenmeye ve savunulmaya başlanmıştır. Newton’un Fizik Kuramı; ısı, ışık, gazlar kimyası, elektrik, manyetizma ve benzeri alanlarda denenmiştir. Kuantum Mekaniği, görelilik ve ışığın dalga olduğunu savunan dalga kuramlarının doğuşuna giden yolu açmıştır.

DARWİN; Doğadaki değişimlere ayak uydurabilen türlerin yaşamaya devam ettiğini, diğerlerinin ise ortadan kalktığını öne sürmüştür.

EDİSON; Elektrik lambasını yapmıştır.
Bunlar dışında BACON, KEPLER ve PASCAL gibi önemli kişiler vardır.

XVIII. YÜZYILDA (GERİLEME DÖNEMİ) SİYASAL GELİŞMELER

Osmanlı Devleti, Karlofça (1699) ve İstanbul (1700) Antlaşmaları ile ilk defa geniş toprak kaybına uğrayarak Gerileme Dönemi'ne girmiştir. Osmanlı Devleti XVIII. Yüzyılın ilk zamanları kaybedilen toprakları geri alma politikası izle-miştir. Bu dönem 1792 Yaş Antlaşması’na kadar devam eder.

EDİRNE OLAYI (1703)

Karlofça Antlaşması'ndan sonra Sultan II. Mustafa devlet işlerini Şeyhülislama bırakarak Edirne'ye çekilmiştir. Bu durum üzerine başkentin değişeceğinden korkan, ayrıca ulemanın devlet yönetiminde etkisinin artmasını istemeyen yeniçeriler isyan etti. Edirne Olayı denilen bu olaydan sonra II. Mustafa tahttan indirilmiş, yerine III. Ahmet geçirilmiştir. (1703).

PRUT SAVAŞI (1711)

Nedenleri:
-Rusya’nın Lehistan’ın içişlerine karışması ve zor durumda kalan Lehistan’ın Osmanlı Devleti’nden yardım istemesi. Osmanlı Devleti ise Lehistan’ın varlığını koruyarak, Rusya ile kendi toprakları arasında tampon bölge oluşturmak istemiştir. Böylece Rus saldırılarına doğrudan maruz kalmamayı hedeflemiştir.
-Rusya sıcak denizlere inerek Akdeniz’den sömürge ele geçirmek ve her anlamda Avrupa siyasetinde söz sahibi olmayı hedeflemektedir. Bu amaçla, Kafkasyada İran ile, Karadeniz’de Osmanlı Devleti ile, Baltık Denizi’nde ise İsveç ile mücadele etmiştir.
Gelişimi:
Rusların POLTOVA SAVAŞI'nda yendikleri İSVEÇ KRALI DEMİRBAŞ ŞARL'ın Osmanlı ülkesine sığınması üzerine, takip bahanesiyle sınırları ihlal ederek Osmanlı topraklarına girmesi üzerine, 1700 İstanbul Antlaşması ile KAYBETTİĞİ YERLERİ GERİ ALMAK İSTEYEN OSMANLI DEVLETİ durumu fırsat bilmiş ve Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa komutasında, Ruslarla yaptığı savaşı kazanmıştır. Sonunda PRUT ANTLAŞMASI imzalanmıştır.
Buna göre;
-Rusya, İstanbul Antlaşması’nda aldığı yerleri geri verecektir. Böylece Osmanlı Devleti, Rusya'dan Azak kalesini geri almıştır.
- İsveç kralı şerbetçe ülkesine dönebilecektir.

MORA’NIN ALINMASI:

Azak kalesinin alınmasından sonra kaybedilen toprakları geri almak için umutlanan Osmanlı Devleti, yardım isteyen Ortodoks Mora halkına baskı yapan Katolik Venediklilere savaş açmıştır Osmanlı Devleti, Karlofça Antlaşması ile kaybettiği Mora Yarımadası'nı geri almıştır.

OSMANLI-VENEDİK VE AVUSTURYA SAVAŞLARI (1715-1718)

Osmanlıların elde ettiği bu başarılar Karlofça Antlaşması'nın garantörü olan Avusturya'yı harekete geçirmiş ve Osmanlı - Avusturya savaşları başlamıştır. Osmanlı Devleti savaşı kaybetti ve sonunda Pasarofça Antlaşması imzalandı (1718).

Bu antlaşmaya, göre;
-BELGRAD (Orta Avrupa’ya açılan kapı) ve Macaristan’ın geri kalan kısımları Avusturya’ya verildi.
-Mora Osmanlı Devleti'ne bırakılmıştır.

Pasarofça Antlaşması’nın önemi:

-Belgrat’ın kaybedilmesi Osmanlı Devleti’nin Orta Avrupa’daki etkinliği azalmıştır.
- Osmanlı Devleti Karlofça’da kaybettiği toprakları geri alamayacağını anlamış ve barışçı bir politika takip ederek elinde kalan toprakları koruma yoluna gitmiştir. Kaybettiği toprakları geri kazanma politikasını terk ederek, elindeki toprakları savunma tedbirleri almaya başlamıştır.
-Osmanlı Devleti ilk defa Avrupa’nın gerisinde kaldığını kabul ederek LÂLE DEVRİ'ne girmiştir. (1718-1730).
Not: Osmanlı Devleti Avusturya’nın Balkanlara inmesini önlemek için; Balkanlarda vergileri düşürmüştür. Amaç halkın bağlılığını artırmaktır. Balkanlarda kale ve surları tamir ettirmiştir. Eflak ve Boğdan yönetimine yerli beyler değil, Rum yöneticiler atanmıştır. Hersek, Dalmaçya ve Arnavutluk’ta bazı limanlar Venediklilere verilmiştir.
Not: 1715-1718 Savaşı’nın ardından savaşta arabuluculuk yaptıkları için İngiltere ve Hollanda’ya verilen kapitülasyonların kapsamı arttırılmıştır.

OSMANLI - İRAN İLİŞKİLERİ (1722-1746 SAVAŞLARI)

Batıdaki kayıplarını unutmak isteyen Osmanlı Devleti karı-şıklıklar içinde bulunan İran’ın Kafkas topraklarına girdi. Rus kuvvetlerinin de Kafkasya'ya girmesi iki taraf arasında gerginliğe neden oldu. Fransa’nın arabuluculuk yapmasıyla savaş çıkmadan Osmanlı Devleti ile Rusya arasında İSTANBUL ANTLAŞMASI (İRAN MUKASEMENAMESİ) imzalanmıştır (1724). Bu antlaşma ile İran'ın Kafkasya'daki toprakları, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında paylaşılmıştır.
Önemi:İstanbul Antlaşması, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan ilk dostluk antlaşmasıdır.
İki taraf arasında savaşlar yeniden başladı ve 1746'ya kadar devam etti. Bu savaşlar sırasında Osmanlı Devleti ile İran arasında AHMET PAŞA (1732) ve İSTANBUL (1736) Antlaşmaları imzalanmıştır.
Yapılan savaşlar sonunda KERDEN ANTLAŞMASI (İKİNCİ KASRI ŞİRİN) imzalanmış böylece daha önce imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması yeniden geçerli hale gelmiştir (1746).

OSMANLI- RUS/AVUSTURYA SAVAŞI (1736-1739)

Rusya, Avusturya ile Osmanlı topraklarını paylaşmak için ittifak kurmuştur. Osmanlı Devleti bu ittifaktan dolayı hem Rusya ; hem de Avusturya ile savaşmak zorunda kaldı.Osmanlı Devleti Avrupa'nın iki büyük devletiyle savaşmak zorunda kalsa da iki cephede de başarılı olmuştur.Fransa'nın devreye girmesi üzerine iki devletle BELGRAD ANTLAŞMALARI imzalanmıştır (1739).
Bu antlaşmalara göre;
-Avusturya, Pasarofça Antlaşması ile aldığı yerleri BELGRAD dahil geri verecektir.
-AZAK KALESİ YIKILMAK ŞARTIYLA Rusya'ya bırakılacaktır.
-Rusya, Karadeniz'de savaş ve ticaret gemisi bulundurmayacaktır.
-RusyaHıristiyanlarca KUTSAL YERLERi serbestçe ziyaret edebilecekti.
-Rus Çarı protokolde Avusturya ve Fransa kralına denk sayılacaktı
Not: Bu savaşların kazanılmasında HUMBARACI AHMET PAŞA'nın orduda yaptığı düzenlemeler etkili olmuştur.
Önemi1: Osmanlı Devleti, XVIII. YÜZYILDA SON KAZANÇLI ANTLAŞMAsını imzalamıştır.
Önemi2: KARADENİZİN TÜRK GÖLÜ olma özelliğini koruduğu son antlaşmadır.
Önemi3: Antlaşmaların imzalanmasında arabuluculuk yapan Fransa’ya daha önce verilen KAPİTÜLASYONLAR SÜRESİZ OLARAK UZATILDI. Ayrıca Fransa, Kudüs’teki Katolik Hristiyanlara ait kutsal yerlerin yönetimini almıştır.
Not: Osmanlı Devleti’nin uluslararası alanda bazı devletlerin desteğine ihtiyaç duyması gücünü yitirdiğinin göstergesidir.
Not: Kapitülasyonlar XVIII. Yüzyılın son yıllarında Osmanlı Devleti’ni siyasi ve ekonomik olarak Batı Avrupa’ya bağımlı hale getirmiştir. Hatta bu sebeple Fransız elçisi, 1788’de Osmanlı Devleti’nin, Fransa’nın çok zengin bir kolonisi olduğunu ifade etmiştir. Yine 1770’de İngiliz elçisi de artık daha fazla istenebilecek imtiyazın kalmadığını ileri sürse de, daha fazlasını almaya devam edeceklerdir. OSMANLI BANKASI VE ALMAN DOĞU BANKASI gibi kuruluşlar, kapitülasyonlardan faydalanarak yabancı sermayenin Osmanlı’ya girişini kolaylaştırmıştır. Daha sonraki yüzyılda yabancılara verilecek olan DEMİRYOLLARI İMTİYAZLARI da Osmanlı ekonomisinin çökmesinde önemli bir rol oynamıştır. Kapitülasyon mahkemeleri sayesinde suç işleyen Avrupalılara müdahale edilemiyordu.
Not: 1863’te açılan Bankı Şahane Osmaniye (Osmanlı Bankası) uzun bir süre Merkez Bankası işlevini görmüştür.
Not: D’ARGENSON MARKİSİ’NİN PROJESİ (1738): Fransız siyaset adamı Markisi 1736-39 Osmanlı-Avusturya/Rusya savaşlarının devam ettiği yıllarda şöyle demiştir: Türk topraklarını ele geçirip herkes payını almalıdır, daha iyisi burada bir sürü Hıristiyan devlet kurmak ve Hıristiyanlığı yerleştirmek güzel olurdu.

KÜÇÜK KAYNARCA ANTLAŞMASI(1774):

1768 yılında çıkan savaşın temel nedeni LEHİSTAN SORUNUdur. 1763 yılında Lehistan kralının ölümü üzerine Rusya, Lehistan'ın içişlerine karışmaya başladı. Rusların bu tutumu karşısında Leh milliyetçileri ayaklandı. Rusya da Lehlileri cezalandırmak üzere bölgeye asker gönderdi. Yardım isteyen Lehliler, Ruslardan kaçarak Osmanlı topraklarına sığındılar. Lehlileri takip eden Rus kuvvetlerinin sınırı geçerek birçok Lehliyi ve bazı Türkleri öldürmesi üzerine Osmanlı - Rus Savaşı başlamıştır yapılan Kartal Meydan Savaşı’nı Ruslar kazandı. (1768).
Baltık Denizi'nden kalkan Rus donanması, İngilizlerin yardımıyla tarihinde ilk defa Cebelitarık'tan geçerek Mora kıyılarına gelmiştir.
Mora'dan ayrılan Rus donanması İzmir'in ÇEŞME LİMANI'NA BASKIN yaparak Osmanlı donanmasını yaktı (1770)
Rusların karada ve denizde başarıları Avusturya ve Prusya'yı harekete geçirdi. Bu iki devletin arabulucu olmasıyla, Osmanlı Devleti Rusya ile Küçük Kaynarca Antlaşmasını imzalanmıştır.

Buna göre;
-KIRIM BAĞIMSIZ olacak, ancak Kırım halkı Müslüman olduğu için dini bakımdan OSMANLI HALİFESİNE BAĞLI kalacaktır.
Önemi:Osmanlı Devleti, ilk defa HALKI TAMAMEN TÜRK VE MÜSLÜMAN olan bir bölgeyi kaybetmiştir.
Not: Osmanlı Devleti, siyasi ilişkilerde ilk defa HALİFELİĞİN GÜCÜNDEN yararlanmaya başlamıştır. Böylece Kırım ile dini ve kültürel bağını devam ettirmeyi amaçlamıştır. Kırım Hanlığı'nın içişlerine karışma olanağı elde etmiştir.
-Rusya, Osmanlı Devleti'nin yönetimi altındaki ORTODOKSLARIN HAKLARINI KORUYABİLECEKTİR.
Önemi: Ortodoksların koruyuculuğunu alan Ruslar Osmanlı içişlerine karışma hakkını elde etmiştir. Osmanlı Devleti’nin sınırlarının içindeki Ortodoks halkın temsilciliğinin bir başka devlete bırakılması bağımsızlık ve egemenlik anlayışına terstir.
-Rusya İstanbul’da bir Ortodoks Kilisesi inşa ederek burada ibadet edenleri himayesi altına alma hakkını elde etti.
Önemi: Bu küçük görünen taviz, Rusya’nın daha sonraları Osmanlı Devleti’ne müdahale hakkına sahip olduğu iddiasının gerekçesini oluşturmuştur.
Not: Osmanlı Devleti’nin Ortodoksları birleştirici özelliği ortadan kalkmış ve patrikhanenin etkinliği artmıştır.
-Rusya, Karadeniz'de donanma bulundurabilecek ve ticaret gemileri serbestçe Boğazlardan Akdeniz'e geçebilecektir.
Önemi: Karadeniz Türk gölü olma özelliğini kaybetmiştir
Önemi: Rusya bu maddeyle tarihinde ilk defa boğazları geçerek sıcak denizlere inme imkanı elde etmiştir.
-Ruslar, Fransa ve İngiltere'ye verilen kapitülasyonlardan faydalanabilecektir.
-Ruslar İstanbul'da sürekli elçi bulundurabilecek ve gerekli gördüğü yerlerde konsolosluk açabilecekti
Önemi: Ruslar bu konsolosluklar sayesinde Osmanlı topraklarındaki azınlıkları ayaklandırmışlardır. Elçilik sayesinde de Osmanlı Devleti’ni yakından takip etme fırsatı yakalamıştır.
- Osmanlı Devleti Rusya'ya savaş tazminata ödeyecektir.
Önemi: Osmanlı Devleti tarihinde ilk defa savaş tazminatı ödemiştir -Rusya savaşta ele geçirdiği EflaBoğdan ve Beserabya’yı geri verecek ancak bu bölgelerde halka (savaşta Rusya’ya yardım ettikleri için) ceza verilmeyecek tam tersine genel af ilan edilerek, halktan bir süre vergi alınmayacaktır.
Not: Rusya, bölge halkına genel af çıkarttırarak Osmanlı Devleti’nin içişlerine müdahale etmiştir. Bundaki amacı da bölge halkını Osmanlıdan soğutmak ve kendine olan bağlılığı arttırmaktır.
-Azak, Yenikale, Kabartay Bölgesi, Kılburun, Kerç Rusya’ya bırakılacaktır.
Not: Avrupalıların Karlofça Antlaşması’ndan sonra Osmanlı Devleti’ne söz geçirmesi Küçük Kaynarca Antlaşması'yla olmuştur. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti’nin yerini Rusya ve Avusturya almıştır. Osmanlı Devleti bu antlaşmadan sonra uluslararası saygınlığını kaybetmiştir Fransız İhtilali ve Napoleon Savaşları’ndan sonra ise İngiltere ve Fransa da Osmanlıların siyasetine karışmaya başlamıştır. Osmanlı coğrafyasında nüfuz etme çabalarına 1870’te siyasi birliğini sağlayan Almanya’da katılmıştır.

AYNALIKAVAK TENKİHNAMESİ(1779):

Tenkihname: Eskiyi esas alarak yeniden düzenleme yapma.
Ruslar Kırım'ı ele geçirmek amacıyla Kırım'ın iç işlerine karışmaya başladı. Ruslar, Kırım hanı Devlet Giray’ın İstanbul’a gitmesini fırsat bilerek, kendi taraftarı olan Şahin Giray'ı Kırım hanı seçtirdiler. Bu gelişmelerden dolayı Osmanlı - Rus savaşı yeniden gündeme geldi. Ancak Fransa'nın arabuluculuk yapması üzerine taraflar arasında Aynalıkavak Tenkihnamesi imzalandı. Buna göre Osmanlı Devleti RUS YANLISI KIRIM HANI’NI TANIDI.

KIRIM’IN İŞGALİ (1783):

Şahin Giray’ın; Rusya ile birlikte hareket etmesi halkın isyanına neden olmuş, Kırım’da çıkan isyanı bahane eden Rusya en son safha olarak Kırım’a asker çıkararak işgal etti.
Not: Osmanlı bu olayı kabul etmese de kınamaktan başka bir şey yapamamıştır.

GREK (YUNAN) PROJESİ:

Rusya ve Avusturya’nın bu ittifakı, Avrupa’daki siyasi dengeyi temelden sarsacak niteliktedir. Genel amaç: OSMANLI DEVLETİ’NİN AVRUPA’DAN ATILMASI ve topraklarının kendi aralarında paylaşılmasıdır. Grek Projesi’ne göre Balkanlarda Sırbistan, Bosna ve Hersek toprakları Avusturya’ya; Eflak ve Boğdan da Rusya’ya bağlı bir Dakya Devleti kurulacak; İstanbul alınarak Rusya’nın güdümünde Bizans tekrar canlandırılacaktı. Rusların güçlemesini istemeyen İngiltere ve Prusya’nın Osmanlı Devleti’ni savaşa kışkırtmaları sonucu Kırım’ı geri almak isteyen Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş ilan etti.
II. Katerina’nın planladığı bu proje Fransız İhtilali’nin çıkması ve milliyetçilik akımını yayması sonucu, kendi savunmalarını oluşturabilmek için geri adım atmışlardır. Avusturya kralı II. Joseph’in ölmesi de projeye son noktayı koymuştur.
Not: Avusturya ile yapılan son savaştır.
Avusturya ,ZİŞTOVİ ANTLAŞMASI’nı imzalayarak savaştan çekildi.Bir yıl sonra da Rusya YAŞ ANTLAŞMASI’nı imzalayarak, Kırım’ın kendisine ait olduğunu Osmanlı Devleti’nin kabul etmesi karşılığında savaştan çekildi.
Önemi: Yaş Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nde GERİLEME DÖNEMİ SONA ERDİ VE DAĞILMA DÖNEMİ başladı.
Önemli: Yaş Antlaşması’ndan sonra İNGİLTERE, HİNDİSTAN SÖMÜRGE YOLUNUN GÜVENLİĞİ İÇİN OSMANLI DEVLETİ’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ KORUMA SİYASETİ OLUŞTURACAKTIR. Bu konuyu ünlü Fransız düşünür Monteskiyo şöyle resmetmektedir: “Türklerin impratorluğu, şu sıralar Bizanslıların eskiden düştüğü zayıflık derecesindedir. Ancak daha uzun süre yaşamaya devam edecektir. Çünkü toprak ele geçirme isteğiyle Osmanlı Devleti’ni tehlikeye atacak imparatorlar bulunsa bile Avrupa’nın tacir ülkeleri çıkarlarına öylesine bağlıdır ki hemen Osmanlıların yardımına koşar” demiştir. Tabii büyük devletlere karşı bu koruma yapılırken siyasi ve ekonomik baskı da kurulmuş, gayrimüslim halkların durumu istismar edilmiş, bağımsızlıkları de çıkarlarına uygunsa desteklenmiştir.

YAKINÇAĞ’DA AVRUPA

-Yakın Çağ 1789 Fransız İhtilali ile başlar, günümüze kadar devam eder.
Bilim ve Teknik alandaki gelişmeler:
Avrupa'da Rönesans hareketleriyle başlayan bilimsel gelişmeler, daha sonra da sürdürülmüş ve modern bilimin temelleri atılmıştır. Bilim ve teknik alandaki gelişmelerin hız[a ilerlemesi sanayinin modernleşmesini, bu da Avrupalı devletlerin dünya siyasetinde ön plana çıkmalarına ortam hazırlamıştır.
Avrupa'da Rönesans ile başlayan bilimsel çalışmaların hızla arttığı XVII. yüzyılda AKIL ÇAĞI’nda; edebiyatta sanatta, bilimde ve kültürel sahada köklü değişimleri beraberinde getirmiştir. Coğrafi keşifler ile Avrupa zengin ve önemli coğrafyalarla tanışmıştır. Reform süreci, modernleşme için gerekli dini ve kültürel ortamı oluşturmuştur. Bilimsel çalışmaların sistemleştirildiği XVIII. yüzyıl ise AYDINLANMA ÇAĞI’nda ise Avrupa’yı skolastik öğretiden ve kilise dogmalarından uzaklaşmış ve aynı zamanda Avrupa’da gelişimin bilimsel temelleri atmıştır. Özgür düşünceyle bilginin üretimi önemli bir aşama olmuştur. Üretilen bilginin geniş halk topluluklarına ulaştırılmasının sağlayan gelişme ise MATBAANIN İCADIdır. Matbaanın kullanılmasından önce kitap yazma işi kilisenin görevi gibi görülmeye başlanmış olsa da kiliseye bağlı olmayan hattat,minyatürcü ve kitap süsleyicileri de vardı. Parşömenle hazırlanan el yazması kitabın pahalı olması nedeniyle Orta Çağ’ın sonlarında parşömenin yanında kağıt da kullanılmaya başlanmıştır. Gutenberg’in geliştirdiği modern matbaanın kullanılması bir dönüm noktasıdır.
Not: Matbaanın geliştiği yıllar II. Mehmet’in padişahlık dönemine rastlar. Osmanlıların matbaa konusunda bir girişim yapıp yapmadığı konusunda net bilgi yoktur. Bununla birlikte İstanbul’da o yıllarda Avrupa’dan getirilen Arap harfleriyle basılmış kitaplar satılmıştır. Osmanlı’da matbaa II. Bayezit zamanında İspanya’dan gelen Yahudiler tarafından kurulmuştur ama Türklerin matbaaya ilgi gösterip kullanmaları Lale devrini bulmuştur.

YAKIN ÇAĞ'DA YAŞANAN SİYASİ GELİŞMELER

YEDİ YIL SAVAŞLARI (1756-1763)

-Yedi Yıl Savaşları’nın kökeni Avusturya Veraset Savaşları’na dayanır.
Avusturya Veraset Savaşları:
1-Avusturya İmparatoru IV. Şarlken öldüğünde yerine geçecek veliaht olmadığı için Avrupalı devletler kendi adaylarını Avusturya İmparatoru yapmak için mücadeleye başlamışlardır.
2-Bu mücadele bir tarafta, Bavyera, İspanya, Fransa, Prusya gibi devletler diğer tarafta Avusturya, İngiltere, Rusya, Hollanda gibi devletler vardır.
3-Yapılan mücadelede iki taraf da amacına ulaşamamıştır.
4-Veraset Savaşları sonrasında imzalanan Ekslaşapel Antlaşması’yla amaçlarına ulaşamayan Avrupalı devletler bu dönemde kaybettikleri toprakları geri almak ve sömürgelerini geliştirmek için yeniden mücadeleye başlamışlardır.
5-Bu mücadeleler önce Prusya, Rusya, Avusturya, Fransa ve Alman prenslikleri arasında başlamış, daha sonra İngiltere’nin savaşa girmesiyle savaş okyanuslara ve sömürgelere yayılmıştır.
6-YEDİ YIL SAVAŞLARI daha sonra İngiltere-Fransa savaşına dönüşmüş ve savaşı İngiltere kazanmıştır.
Savaşın sonuçları
-İngiltere ile Fransa arasında Paris Antlaşması imzalanmıştır.
Bu antlaşmayla Fransa, Hindistan sömürgelerini ve Kanada’yı İngiltere’ye bırakmıştır.

ABD'NİN KURULMASI (1787)

Amerika'nın keşfinden sonra İspanyollar, Portekizliler Fransızlar ve İngilizler bu kıtada toprak sahibi oldular. İngilizler, Amerika'daki topraklarını genişlettikten sonra Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden göçmenler yerleştirerek koloniler kurmuşlardır. XVIII. yüzyıl ortalarında bu kolonilerin sayısı 13'e yükseldi. Koloniler ABD'nin temelini oluşturmuştur. İngilizlere bağlı olan koloniler, İngiliz kralının tayin ettiği bir vali tarafından yönetiliyor ve bir de meclisleri bulunuyordu. İçişlerinde serbest, dış işlerinde merkeze bağlı özerk olacak şekilde yönetilmiştir. Amerika'da yaşayan bu insanların İngiltere'nin özgür vatandaşlarından farkı yoktu.
İngiltere'nin yaptığı YEDİ YIL SAVAŞLARI maliyesinin bozulmasına neden oldu. İngiltere'nin mali durumunu iyileştirmek amacıyla yeni yergiler koyması Amerika'daki kolonilerin tepkisiyle karşılaştı.
1774'de toplanan I. FİLEDELFİYA KONGRESİ’nde şu kararlar alınarak İngiltere’ye bildirilmiştir:
1-Amerika kolonilerinin İngiltere meclisinde temsilcisi olmadığı için buradan çıkan kararlar kolonileri bağlamaz
2-Kolonilerin onayı alınmadan kolonilere vergi konulamaz.
3-Kolonilerin ticaretini engelleyen yasalar kaldırılmalıdır.
İngiltere’nin bu kararları kabul etmemesi üzerine koloniler, II.FİLEDELFİYA KONGRESİ’ni toplayarak İngiltere’ye karşı savaşma kararı almış ve başkomutan George Washington’u seçmişlerdir. (1776) 13 sömürge bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu kongre 4 Temmuzda İNSAN HAKLARI BİLDİRİSİ kabul edilerek onaylandı.
Buna göre;
1-İnsanların doğuştan getirdiği yaşama, özgürlük ve mutluluk gibi hakları vardır.
2-Bu hakları gücünü halktan alan hükümetler korur.
3-Hükümetler bu hakları koruyamazsa halk hükümeti görevden alır.
-İnsan hakları Beyannamesinde ulusal egemenlik vurgulanmış, ayrıca demokratik düşünce benimsenmiştir.
-Bildirgenin yayımlanmasının ardından İngiltere ile koloniler arasında savaş başlamış, savaş sırasında Yedi Yıl Savaşları’nda İngiltere’ye yenilen Fransa, Veraset Savaşlarında yine İngiltere’ye yenilen İspanya ve denizlerde İngiltere’nin rakibi olan Hollanda da İngiltere’ye karşı kolonilere destek olmuşlardır.
Sonuçta bu Amerikan kolonileri, İngilizleri yendiler. VERSAY ANTLAŞMASI imzalandı (1783). Bu antlaşmayla İngiltere 13 koloninin bağımsızlığını tanımıştır. Bundan sonra daIII. Filedelfiya Kongresi sonrasında AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ adı verilen laik ve federal bir devlet kurmuşlardır (1787).
Not: ABD’nin bağımsızlığı sömürgeciliğe karşı verilen ilk savaştır. Devletini kuran koloniler yönetim şekliyle diğer devletlere örnek olmuştur.

FRANSIZ İHTİLÂLİ (1789)

İhtilal: Devlet düzeninin hukuk kurallarına başvurulmaksızın şiddete dayalı olarak halk tarafından yıkılmasıdır.
NEDENLERİ

a)Siyasal nedenler: Fransa, XVI. yüzyıldan itibaren KATI BİR MUTLAKİYETle yönetiliyordu. Kral, kendisini Tanrı'dan başka kimseye hesap vermek zorunda görmüyordu. Bu durumun halkın bazı kesimlerinin tepkisini çekmesi ihtilalin çıkmasında etkili olmuştur.

b)Ekonomik nedenler: Fransız İhtilâli'nin en önemli ve yakın nedeni ekonomik durumun bozulmasıdır. Bunun başlıca nedeni Fransa'nın özellikle XVIII. yüzyılda katıldığı savaşlar ve devletin gereksiz harcamaları idi. Savaşlar ve lüks harcamalar VERGİLERi ağırlaştırmış, halk geçim sıkıntısı çekmeye başlamıştır.

c)Sosyal nedenler: Fransa'da halk birbirine eşit olmayan, ayrı hak ve imtiyazlara sahip soylular, rahipler, burjuvalar ve köylüler olmak üzere sınıflara ayrılmıştı. TOPLUMDA EŞİTLİĞİN OLMAMASI, soyluların ve rahiplerin geniş imtiyazlara sahip olması, zenginleşerek devlete vergi ödeyen burjuvaların siyasal haklar istemesi, hiçbir hak tanınmayan ve en ağır işlerde çalışan köylülerin burjuva sınıfını desteklemeleri Fransız İhtilâli'nin çıkmasında önemli rol oynamıştır.

d)Aydınlarının etkisi: XVIII. yüzyılda Fransa'da yetişen aydınlar, ihtilâlin fikir alt yapısını hazırladılar.
MONTESKÎYÖ:Yasama, yürütme ve yargı organlarının iktidar yetkisini paylaşmasını istemiştir. (Güçler Ayrılığı)
VOLTER: Vicdan ve düşünce özgürlüğünden bahsetmiştir. (Laik yönetim)
JAN JAK RUSSO: Kişiler arasında eşitliğin esas alınması gerektiğini vurgulamıştır. (Demokratik yönetim- halk egemenliği)
Ayrıca DALAMBER, DİDERO da yazdıkları eserlerde Fransa'nın rejimini eleştirerek, yeni çözüm yolları ileri sürdüler. Aydınların bu çalışmaları Fransa'da halkın krallık rejimine karşı kışkırtılmasını ve ihtilâlin hazırlanmasını sağlamıştır.

e)Dış nedenler: 1215 ten beri İNGİLTERE'de halkın istekleri kral tarafından dikkate alınıyordu. XVII. yüzyıldan itibaren de İngiltere'de Meşruti Krallık kesin olarak yerleşmişti. Böylece kral anayasada belirlenen yetkilerin dışına çıkamıyor ve halkın temsilcilerinden oluşan bir meclis ülke yönetimine katılıyordu. Ayrıca AMERİKA’da yayınlanan İnsan Hakları Bildirisi, Fransızları derinden etkilemişti. Fransız halkının İngiltere ve Amerika'daki vatandaşlara verilen demokratik hakların kendilerine de tanınmasını istemesi ihtilâlin çıkmasında etkili olmuştur.

Not: Avrupa'da mutlakiyetten parlamenterizme geçiş çalışmaları İngiltere'de başlamıştır. İngilizler, 1215’e krallarına BÜYÜK ŞART (MAGNA CHARTA) denilen bir fermanı kabul ettirerek PARLAMENTO yönetiminin kurulmasına ortam hazırlamışlardır. Bu fermana göre kral, halkın onayı olmadan vergi toplayamayacak, kanunsuz olarak kimseyi tutuklatamayacak, hapis ve sürgün edemeyecekti. Parlamenter sistem bazen işletilerek, bazen askıya alınarak XVII. yüzyıla kadar gelindi. XVII. yüzyıl mutlakiyetle özgürlük hareketlerinin mücadelesine sahne olmuş, sonuçta İnsan Hakları Bildirisi kabul edilmiş ve İngiltere'de MEŞRUTİ yönetim kurulmuştur. Artık İngiltere kralı’nın Meclisten bağımsız yasa koyma ve yasa kaldırma, izinsiz vergi koyma, asker toplama yetkisi kaldırılmış oluyordu (1688).

İHTİLALİN GELİŞİMİ :

Maliyeyi düzeltmek amacıyla alınan tedbirler sonuç vermeyince Kral Fransa'nın bir çeşit milli meclisi olan ETATS GENERAUX’u (Eta jeneryo) toplantıya çağırarak gerekli tedbirleri almasını istedi (1789).
Not: ilk haliyle Etats Generaux un yasama ve yürütme yetkisi yoktu.
Bu toplantıda soylular ve rahipler ile halkın temsilcileri arasında anlaşmazlık çıkınca, halkın temsilcileri Etats Generaux u "MİLLİ (ULUSAL) MECLİS" ilan ettiler.
Milli Meclis, meclisin onayı olmadan vergi toplanmaması kararı aldı. Kral bu kararı kabul etmediği gibi kuvvet kullanarak Milli Meclisi dağıtmak istedi. Bu gelişme karşısında Milli Meclis anayasa hazırlamadan dağılmayacağını belirterek kendisini “KURUCU MECLİS" ilan etti.
Kral, yabancı askerlerle meclisi "dağıtmak” İsteyince, ayaklanan halk BASTİL HAPİSHANESİ'ni basarak siyasi tutukluları serbest bıraktı (14 Temmuz 1789). Paris’te halk KOMÜN adı ile yeni bir yönetim kurmuş ve kralın koruma askerlerine karşı da ulusal bir ordu oluşturmuştur. Paris’te meydana gelen bu gelişmeler, Fransa’nın diğer yerlerine de hızla yayılmıştır. Böylece bütün dünyayı derinden etkileyecek sonuçları ortaya çıkaran Fransız İhtilali başlamış oldu.
Kurucu Meclis 28 Temmuz 1789'da soyluların ve rahiplerin ayrıcalıklarını kaldırarak İNSAN VE VATANDAŞLIK HAKLARI BİLDİRİSİ'ni yayınlamış,
Buna göre; 1-İnsanlar her bakımdan eşit ve hür doğarlar ve öyle yaşarlar
-İnsanların eşitliği sosyal haklar ile ilgilidir. Ekonomik alanda değildir.
2-Hakimiyet milletindir. Hiçbir kişi ve kuruluş milletçe verilmeyen hakimiyeti kullanamaz.
-Hakimiyetin millete verilmesiyle ulusal egemenlik ve demokrasi anlayışı vurgulanmıştır.
3-Özgürlük başkasına zarar vermeden her şeyi yapmaktır. Özgürlüğün sınırları kanunlarla belirlenir. Kanunların üstünde hiçbir güç yoktur.
-Kanun üstünlüğünün kabul edilmesiyle hukuk devleti anlayışı benimsenmiştir. Bu anlayışa göre insan sınırsız özgürlüğe sahip değildir.
4-Mülkiyet kutsaldır ve dokunulamaz.
-Mülkiyetin kutsal sayılmasıyla özel mülkiyet garanti altına alınmıştır.
Bu hakların kabulünden sonra da, bir anayasa çıkararak kralın yetkilerini kısıtlamıştır. Fransa’nın bu ilk anayasasıyla egemenlik halka verilmiştir.
Bu çalışmalar sonucunda Fransa'da meşrutiyet (MEŞRUTİ MONARŞİ) rejimi kurulmuştur.

İHTİLÂLİN SONUÇLARI

1-Gücünü Tanrıdan aldığını söyleyen MUTLAK KRALLIKLARIN YIKILABİLECEĞİ ortaya çıkmıştır. Fransa'da mutlak monarşi yıkılarak egemenliğin halka ait olduğu kabul edilmiştir.
2-Demokrasi, kıta Avrupası'nda da gelişmeye başlamış ve Batı medeniyetinin vazgeçilmez unsurlarından biri haline gelmiştir. EŞİTLİK, ÖZGÜRLÜK, ULUSÇULUK, ULUSAL EGEMENLİK, DEMOKRASİ, LAİKLİK, ADALET gibi düşünce akımları ve kavramlar yayılmıştır. İhtilalin çıkarmış olduğu bu düşünce akımları ve kavramlar, günümüze kadar uzanan büyük değişikliklerin ve gelişmelerin yaşanmasına yol açmıştır.
3-MİLLİYEÇİLİK AKIMI yayıldı sonunda büyük imparatorluklar yıkılmaya başladı. Liberalizm ve milliyetçiliğin Avrupa’ya yayılmasıyla ulus-devlet anlayışı ortaya çıkmıştır.
Milliyetçilik: Her milletin (ulusun) kendi devletini kurması ve yönetmesi gerektiğini öne süren düşüncedir.
Milliyetçiliğin sonunda,
*Çok uluslu sömürge imparatorlukları parçalanmış yerine ulusal devletler kurulmaya başlamıştır.
*Fransız İhtilali'yle Avrupa’nın hem yönetim şekli, hem de siyasi haritası değişmiştir.
4- İhtilal sonrası yayılan fikirler tüm insanlığın ihtiyaçlarına cevap verdiği için evrensel nitelikli sonuçlar doğurmuştur. Bundan dolayı ihtilal; Yeni Çağ'ın sonu, YAKIN ÇAĞ'ın baş-langıcı kabul edilmiştir.
5-Ekonomi ve siyasette özgürlüğü savunan liberalizm düşüncesi ön plana çıkmıştır.
6-İNSAN HAKLARI BİLDİRİSİ, DÜNYA ÇAPINDA bir bildiriye dönüştürülmüştür.
7-İhtilal hareketleri sırasında XVI. Lui ve eşi Maria Antoinette idam edilmiştir.
8- Anayasayı hazırlayarak görevini tamamlayan Kurucu Meclis kendini feshetmiş ve seçimlere gitmiştir.
9-Seçimler sonucunda 1791-1792 yılları arasında “YASAMA MECLİSİ DÖNEMİ” başlamıştır.
10-Bu meclis döneminden sonra Fransa’da KONVANSİYON MECLİSİ kurulmuş ve bu meclis CUMHURİYETi ilan etmiştir. Bu dönemde cumhuriyet rejimi, zor kullanılarak ülkeye yerleştirilmeye çalışılmıştır. Ancak bu baskı yönetimine muhalif olanlar, ülke yönetimini ele geçirmiş ve Konvansiyon Dönemi’ne son vermiştir.
11-Böylece Fransa’da DİREKTUVAR DÖNEMİ başlamıştır. 1795-1799 yılları arasındaki bu dönemde, yürütme gücü meclis tarafından seçilen ve direktuvar beş üyeden oluşan bir kurula verilmiştir. Ancak bu yeni idareden memnun olmayan hakli yeniden ayaklanmıştır. Bu isyanları genç bir general olan Napoleon bastırmış ve ülke içerisinde şöhret kazanmıştır.
-Direktuvar yönetimine son veren Napoleon kendisinin büyük yetkilerle başında bulunduğu bir KONSÜL YÖNETİMİ kurmuştur. Ekonomik, idari ve yasal reformlara girişerek büyük başarı sağlayan Napoleon, Fransa’da iç barışı sağlamıştır. Böylece konsüllük yönetimiyle Fransa’da, İhtilal Dönemi sona ermiştir. 1804’te yapılan halk oylaması ile KONSÜL YÖNETİMİ İMPARATORLUĞA dönüşmüştür. Napolyon 1804 yılında kendini ömür boyu konsül (yürütme ve yönetme işlerine bakmak için üç kişiden oluşan kurul) seçtirerek imparator olmuş ve Avrupa da yayılmacı bir siyaset izlemeye başlamıştır. Bu durum Avrupa devletlerinin Fransa'ya karşı birleşmelerine ortam hazırlamıştır.
Not: Korsika doğumlu bir topçu subayı olan Napoleon 1796-1797 İtalya Savaşı’nda sağladığı başarıyla ünlü bir general olmuştur.

Fransız İhtilâli'nin Osmanlı İmparatorluğu'na Etkileri: Osmanlı İmparatorluğu başlangıçta ihtilâli, Fransa'nın bir iç sorunu olarak gördü ve tarafsızlığını ilan etti. Fransa'da ortaya çıkan gelişmelerden endişe duymadı ve 1795 yılında Fransa'nın yeni rejimini ilk tanıyanlardan oldu. Fransız İhtilâli'nin Osmanlı ülkesinde olumlu ve olumsuz etkileri olmuştur.
Fransız İhtilâli'nin OLUMSUZ ETKİSİ: Milliyetçilik akımı çok uluslu olan Osmanlı ülkesindeki Türk olmayan topluluklar ara-sında hızla yayılması oldu. XIX. yüzyılda milliyetçilik akımının etkisiyle ülkede isyanlar çıktı. Milliyetçilik akımı Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasında önemli rol oynamıştır.
Fransız İhtilâli’nin OLUMLU ETKİSİ: Osmanlı İmparatorluğunda azınlık isyanlarını sonlandırmak ve dağılmanın önüne geçmek için demokrasi hareketleri başlamıştır. Tanzimat ve Islahat Fermanlarının ilan edilmiş, Meşrutiyetin ilan edilemesiyle de halk ilk defa yönetime katılmış ve parlamenter yönetime geçilmiştir.

İHTİLAL (KOALİSYON) SAVAŞLARI(1792-1815):

Fransız İhtilâli'nin ortaya çıkardığı özgürlük ve milliyetçilik akımıları Napoleon tarafından Avrupa kıtasına yayılmaya çalışılmıştır. Fransa’nın bu politikasına karşı Avrupalı diğer güçler AVUSTURYA,PRUSYA,İNGİLTERE,RUSYA birleşerek FRANSA’yla savaşmıştır. Bu büyük devletlerin yanında ufak devletler de savaşa katılmış ve Avrupa kıtası savaş alanı gibi olmuştur. Napolyon’un başarılarının nihai sonu olan Moskova Seferi sonrası ordusunu kaybederek esir düşmüş ve Elbe Adası’na sürülmüştür. 1 yıl kadar sonra taraftarlarınca kaçırılınca tekrar Fransa ordularının başına geçen Napolyon en son WATERLEO savaşını kaybedince tekrar esir düşerek Saint Helene Adalarına sürülmüştür.

VİYANA KONGRESİ (METERNİCH SİSTEMİ) 1815

İhtilal Savaşları’nın galip gelenleri, Fransa'nın Waterlao yenilgisinden sonra Avrupa'da bozulan sınırları ve siyasi dengeyi yeniden kurmak için ve FRANSIZ İHTİLALİNİN ETKİLERİNİ YOK ETMEK İÇİN toplantı düzenlediler. Bu kongreye dolaylı da olsa çağrılmasına rağmen katılmayan Osmanlı Devleti dışında bu kongreye 90 kadar devlet ve hükümet katıldıysa da, Viyana Kongresi'ne Fransa'nın yenilmesinde etkili olan İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya hakim olmuştur.

Viyana Kongresi'ne göre:
- İmparatorluklar kutsaldır, parçalanamaz. Büyük devletlerin istekleri doğrultusunda Avrupa devletlerinin sınırları çizilmiş, bu devletler yeni topraklar kazanmışlardır.(sınırların çizilmesinde milliyet, din gibi faktörler önemsenmemiştir). Mesela Polonya Rusya’ya, İrlanda İngiltere’ye, İsveç Norveç’e, Belçika Hollanda’ya bağlanmıştır.
-Milliyetçi hareketler desteklememelidir. Milliyetçi ayaklanmalara karşı imparatorluklar ortak tavır sergileyeceklerdir.
- Her türlü demokrasi hareketi engellenecektir. Mutlak krallık sistemi devam ettirilmeye çalışılmıştır.
- İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya kurdukları düzeni koruyabilmek için aralarında bazı antlaşmalar yapmışlardır.
-ŞARK MESELESİ ortaya atılmıştır. Rusya, Osmanlı Devleti'nin paylaşılmasını istemişse de, bu istek İngiltere'nin çıkarlarına ters düştüğünden kabul edilmemiştir. Avusturya çok uluslu yapısından kongre sonrası Osmanlı Devleti’ne karşı politikasını daha ılımlı hale getirmiştir.
Önemi: İlk kez şark meselesi ortaya atılmıştır.
Not: Şark Meselesi’nin ilk aşaması 1071 Malazgirt Savaşı ile başlamıştır. Bu aşamada Türkleri Anadolu’ya sokmamak için uğraş veren Avrupalılar başarısız olunca savunmaya geçmiştir. Bu dönem içerisinde haçlı güçleri oluşturmuşlar ama başarı sağlanamamıştır. Türk ilerleyişi 1683 II. Viyana Kuşatması ile olmuştur. Şark meselesinin ikinci aşamasında saldırıya geçen Avrupa devletleri Balkanlardaki gayrimüslim unsurların bağımsızlıklarını kazanması için uğraşmış ve bunda da başarılı olarak Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını hızlandırmıştır. Nihayet Anadolu’da Türk varlığına son vermeyi hedefleyen Avrupalı devletler, bu amaçlarını Sevr Antlaşması ile gerçekleştirmek istemişlerse de Türk milleti buna izin vermemiştir.
-Fransa, ihtilâlden önceki sınırlarına geri çekilmiştir. Napolyon'un son verdiği hükümet ve krallar ülkelerine dönerek tahtlarına yeniden sahip olmuşlardır.
Not: İngiltere meşruti monarşi ile yönetilmesine rağmen Meşrutiyetle yönetilen Fransa’ya karşı hem savaşmış hem de Viyana Kongresi kararlarını onaylamıştır. Bu durumun nedeni kendi sömürgelerinde ihtilalin etkisinin yayılmasından korkmasıdır.

RESTORASYON DEVRİ (1815-1827)

VİYANA KONGRESİ'NDEN (1815) NAVARİN BASKINI’NA KA-DAR geçen döneme Restorasyon Devri denir. Fransız İhtilali’nin etkilerinin yok edilmeye çalışıldığı bu dönemde, viyana kongresi kararları uygulanmaya çalışılmıştır. Bu dönemde Avrupa devletlerinin monarşik düzenlerini korumayı amaçlamaları tepkilere neden olmuş, 1830 ve l848 ihtilalleri çıkmıştır. Bu durum Viyana Kongresi'nin hedefine ulaşamadığına kanıt olarak gösterilebilir.
Not: Avrupalı devletler imparatorluklarını devam ettirebilmek için azınlık isyanlarını bastırma kararı almışlardır; fakat Osmanlı’daki Yunan isyanı’nı Navarin Baskını ile destekleyerek Yunanlıların bağımsızlık kazanmalarını sağlamışlardır. Aslında kurdukları Viyana Düzenini kendileri yıkmışlardır.
Avrupa kamuoyunun durumu:
Viyana kongresi kararları, Fransız İhtilali etkilerini yok etmeye çalışsa da kamuoyu artık eskisi gibi değildi. Sanayi Devrimi sonrası zenginleşen ve etkinliği artıran burjuva sınıfı, kendi görüşlerine ve çıkarlarına uygun politika izleyen hükümet biçimi kurmaya çalışmıştır. Bunun yanında işçilerin gerek yaşam koşullarının elverişsiz olması, büyük toplumsal sorunları da beraberinde getirmiştir. Burjuvazi ve işçi sınıfının yeni haklar elde etmek istemesi, monarşilerin yetersizliği ile birleşince Avrupa’da yeni devrimler başlamıştır. Meydana gelen bu gelişmeler sonucunda ve özgürlük düşüncesinin etkisiyle Avrupa’da anayasal sistem savunulmaya başlanmıştır. Bunun sonucunda, mutlakiyete karşı tepki olarak Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın birçok yerinde ihtilaller başlamıştır. Sanayi İnkılabı, liberalizm ve milliyetçilik gibi yeni güçler, Avrupa’da Orta Çağ’dan beri hakim olan monarşi, kilise ve feodaliteye karşı mücadele etmiştir. Bu güçler arasında yaşanan çatışmalar sonucunda Avrupa’da 1830 ve 1848 İhtilalleri yaşanmıştır.

1830 İHTİLÂLLERİ:

Sebebi:
Viyana Kongresine tepki olarak ortaya çıktı. Viyana Kongresi'nden sonra Fransa kralı başlangıçta anayasalı meşruti bir rejim kurmuştu. Ama yeni kral kısa sürede Viyana Kongresi gereği özgürlükleri kısıtlayarak meclisi dağıtması ve anayasayı rafa kaldırarak, dini ve kiliseyi koruyan kanunlar yapması üzerine, kral tahttan indirildi.
Sonucu:
-Fransa'da MEŞRUTİ KRALLIK kurulmuştur.
-Fransa'da başlayan ihtilâller diğer Avrupa ülkelerine de yayılmıştır. Avrupa ülkelerinde LİBERAL DEMOKRASİLER GÜÇLENMİŞ ve parlamenter sisteme geçiş hızlanmıştır.
Not: 1830 ihtilalleri, Avrupa’da kralların alışık olmadığı bir direnme hareketidir. Bu tarihe kadar genellikler devletler birbirleri ile karşı karşıya gelmiştir. Oysa burada kralın karşısına, bizzat ihtilal düşünceleriyle uyanmış olan Avrupa halkı çıkmıştır. Fransa’da olduğu gibi Belçika ve İspanya’da liberalizmin başarısı ile sonuçlanmıştır. BELÇİKA BAĞIMSIZ olmuş, İspanya’da liberaller meşruti yönetimi kurmuş, İngiltere’de liberalizm daha da güçlenmiştir. İtalya ve Polonya’daki bağımsızlık mücadeleleri ise bastırılmıştır. Doğu Avrupa’da mutlakiyet yönetimleri devam etmekle beraber, Batı Avrupa’da demokrasi gelişmeye devam etmiştir. (Belçika Hollanda’dan, İsveç Norveç’ten ayrılmıştır. )

1848 İHTİLALLERİ:

Sebebi:
-Milliyetçilik hareketlerinin, liberalizmin güçlenmesi ve bunların BAĞIMSIZLIĞA DÖNÜŞTÜRÜLMEK İSTENMESİ ve Sanayi İnkılabı ile ortaya çıkan İŞÇİ SINIFININ BİR TAKIM SOSYAL HAKLAR İSTEMESİne kralın aldırmaması sonucu liberaller ve sosyalistler birleşerek ayaklandı.
Sonucu:
-Kral istifa etmiş ve FRANSA'DA CUMHURİYET ilân edilmiştir. Halkın tamamına seçme ve seçilme hakkı verilmiştir.
-İdam cezası ve köle ticareti yasaklanmıştır.
-Avrupa’da birçok hükümdar ya tahtından uzaklaştırılmış ya da liberal bir yönetimi kabul etmek zorunda kalmıştır. Böylece mutlakiyetler sonra ermiş veya anayasalarla kralların yetkileri sınırlandırılmıştır. Hollanda, İsviçre ve Danimarka’da yeni anayasalar yapılmış ve bunların uygulanması ile bu ülkelerde DEMOKRATİK YÖNETİMLER kurulmuştur.
- İşçi sınıfının durumu kısmen iyileştirilse de İngiltere’de işçiler daha geniş haklar elde etmek için harekete geçmiş fakat bu hareketler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu ihtilallerde ulusal birlik ve bağımsızlıklarını sağlamak isteyen İtalya, Almanya ve Macaristan ise amaçlarına ulaşamamıştır.
-1848 İhtilali her yerde işçi sınıfının olmamasından dolayı 1830 İhtilalleri kadar etkili olmamıştır.
Not: 1815-1870 arası Avrupa’yı üç büyük fikir akımı etkilemiştir: Liberalizm, Sosyalizm ve milliyetçiliktir. Liberalizm, kapitalizm, sosyalizm ve Marksizm gibi ideolojiler; Avrupa merkezli olarak gelişmiş ve modern dünyayı şekillendirmiştir. Bu ideolojilerin ortaya çıkmasında birey ve toplumun dünyayı anlamlandırma arayışları etkili olmuştur.
-İtalya ve Almanya'da siyasal birliğin kurulmasına zemin hazırlanmıştır.

SANAYİ İNKILABI (ENDÜSTRİ DEVRİMİ)

Avrupa'da Rönesans ile başlayan bilimsel gelişmeler sonrası Modern bilimin temelini atan Avrupalı bilginler, bilim ve teknolojinin gelişmesini sağladı, bu da Sanayi İnkılâbı'nı doğurdu. Buhar gücüyle çalışan makinelerin kullanılması sonucunda insan ve hayvan gücünün yerini makinelerin almasına Endüstri veya Sanayi İnkılâbı denilmiştir.İlk defa İngiltere’de ortaya çıktı. Sanayi Devrimi’nin temeli, kömürün enerji kaynağı olarak kullanılmaya başlaması ve James Watt tarafından buhar makinesinin geliştirilmesiyle atılmıştır. Daha sonra makineleşme tekstil sanayisine uygulanmış ve özellikle demir-çelik üretim yöntemlerindeki gelişmeler bu süreci ileri aşamaya taşımıştır.

İTALYA VE ALMANYA'NIN SİYASAL BİRLİKLERİNİ KURMALARI

1853 ile 1871 yılları arasında Avrupa diplomasisi üç büyük olay etrafında şekillenmiştir. Bunlar; Kırım Savaşı, İtalya ve Almanya’nın siyasi birliklerini kurmaları olmuştur. Bu devletlerin XIX. yüzyılın ikinci yarında birliklerini sağlaması, 1815 Viyana Kongresi ile Avrupa’da oluşturulan devletlerarası dengeyi bozmuştur. Bu süreçte Fransa ve Avusturya ise Avrupa siyasetindeki etkinliklerini büyük ölçüde kaybetmeye başlamıştır.

İTALYA(1870):

-1815 Viyana Kongresi sonrası İtalya yedi hükümete ayrılmıştır.
-Hükümetler içerisinde en güçlü olan Piyomonte hükümetidir.
-Milliyetçilik düşüncesinden etkilenen ve siyasi birliğini kurmak isteyen hükümetler; siyasi birliği kurmak için Avusturya’nın ülkeden çıkarılması gerektiğini görmüşlerdir.
İtalya’da PİYEMONTE en güçlü devletti. İtalyan aydınları siyasi birliği kurmak amacıyla KARBONARİ adlı örgütü kurarak çalışmalara başladılar. Piyemonte, Kırım Savaşı'na katılarak Fransa'nın desteğini sağladı. 1859’da Avusturya’yı mağlup ederek 1870 yılında Fransa’nın da desteğini alarak İtalya siyasal birliğini kurdu. Ardından sömürgecilik çalışmalarına başladı. Papalık ise siyasi gücünü kaybederek sadece dini yönünü ko-ruyabilmiştir.

ALMANYA(1871):

Almanya’nın en kuvvetli prensliği olan PRUSYA Kral I. Wilhelm ve Otto Von Bismarck başbakanlığında önce 1864’te Danimarka’yı, 1866’da Avusturya’yı ve 1871’de Sedan Savaşı’nda Fransa’yı yenerek onlardan Alsas Loren’i alması sonrası kurulan Alman Siyasi Birliğine, diğer Alman Devletleri de siyasi ve ekonomik sebeplerle katılmışlardır. Prusya kralı I. Wilhelm ise Alman imparatoru olmuş, bu durum Avrupa siyasi dengesini çok derinden etkilemiştir. Böylece Almanya, Avrupa’nın kuvvetli devletlerinden biri olarak sömürgecilik hareketine girişmiş ve Avrupa devletlerarasında bloklaşma başlamıştır.
Almanya ve İtalya'nın siyasi birliklerini kurmasıyla;
-Avrupa'da güçler dengesi değişmiştir.
-Fransa ve Avusturya güç kaybına uğramıştır.
-Yeni kurulan iki devletin sömürgecilik yarışına girmesi I.Dünya Savaşı’na giden yolu açmış oldu.

ÜÇLÜ İTTİFAK VE ÜÇLÜ İTİLAF OLUŞUMLARI

Avrupadaki devletler, I. Dünya Savaşı’ndan önce çıkarları doğrultusunda birbirleri ile yakınlaşmaya ve bloklar oluşturmaya başlamıştır. Sömürgecilik faaliyetiyle çok güçlenen İNGİLTERE bir grubun; siyasi birliğini geç tamamlayan ve sömürgecilik yarışına katılan ALMANYA diğer grubun öncülüğünü yapmıştır. Avursturya-macaristan ve İtalya çıkarları doğrultusunda Almanya ile yakınlaşarak 1882’de ÜÇLÜ İTTİFAK (BAĞLAŞMA DEVLETLERİ) adını almıştır. Bağlaşma devletlerine karşı İngiltere, Fransa ve Rusya arasında ÜÇLÜ İTİLAF (ANLAŞMA DEVLETLERİ) meydana gelmiştir. Zamanla diğer ülkelerde çıkarları doğrultusunda bu bloklara katılmışlardır.
Not: I.dünya savaşı başlamasıyla İtalya İtilaf tarafına geçmiştir. İttifak grubu önce Osmanlı Devleti ve sonra da Bulgaristan’ın katılımıyla bu ayrılığı telafi etmeye çalışmıştır. İtilaf devletlerine zamanla Sırbistan, Japonya, Romanya, Belçika, ABD, Brezilya, Portekiz ve Yunanistan da katılmıştır.

EN UZUN YÜZYIL (1800-1922)

OSMANLİ DEVLETİ DAĞILMA VE PARÇALANMA DÖNEMİ (1792-1922)

Dönemin Genel Özellikleri

-Osmanlı Dağılma Dönemi 1792 Yaş Antlaşması’yla başlamış, 1922 Saltanat’ın kaldırılmasına kadar devam etmiştir.
-1789 Fransız İhtilali, dünyaya "Milliyetçilik" gibi, çokuluslu devletleri tehdit edecek bir düşünceyi yaymıştı. Çokuluslu bir yapıya sahip olan Osmanlı Devleti, pek çok ulusal nitelikli isyanla karşı karşıya kalacaktır. Bu isyanlar, Osmanlı Devleti'nin dağılma ve parçalanmasında önemli bir neden oluşturacaktır.
Osmanlı Devleti’nde milliyetçi isyanların çıkmasında,
1-Osmanlı Devleti’nin çok uluslu bir imparatorluk olması ve bünyesindeki azınlıkların kendi devletlerini kurmak istemeleri,
2-Osmanlı Devleti’ni yıpratmak isteyen Avrupalı devletlerin faaliyetleri,
-Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti bünyesindeki halkı himaye yoluna giderek, hem içişlerimize müdahale etmişler hem de azınlıkları Osmanlı Devleti’ne karşı isyana teşvik etmişlerdir.
-Örneğin:Rusya, Ortodoks Hristiyanları; Fransa, Katolik Hristiyanları; İngiltere, Protestan Hristiyanları himaye altına almıştır.
3-Rusya’nın Panislavizm politikası izlemesi, (Pan’ın kelime anlamı birleşme demektir. Slav ise bir ırktır.)
-Ruslar, Slav kökenli oldukları için Balkanlardaki Ortodoks Slavları (Bulgar, Sırp, Bosna, Hersek, Hırvat, Sloven, Karadağlı, Leh, Çek, Ukrayna) büyük bir slav devleti kurmak maacıyla Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmışlardır.
-Rusya’nın amacı, Boğazlar yoluyla inemediği sıcak denizlere Balkanlar üzerinden inmektir.
-Rusya, ekonomik amaçlarına ulaşmak için Slavların milliyetçi duygularını araç olarak kullanmıştı.
4-Osmanlı Devleti’nin merkezi otoritesinin zayıflaması
5-Devlet bünyesindeki yöneticilerin halka karşı yanlış tutumları
6-Osmanlı bünyesindeki bazı toprakların savaş alanı haline dönmesi, can ve mal kaybı yaşayan halkın bu durumdan bıkması,
7-Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Dönemi’nden itibaren izlediği adalet ve hoşgörü politikası
-Osmanlı Devleti Balkanlarda fethettiği topraklarda adalet ve hoşgörü politikasının etkisiyle halkın diline, dinine karışmamıştır. Bu sayede milli kimliklerini koruyan azınlıklar milliyetçi düşünceden çok çabuk etkilenmişleridir.
Gibi nedenler etkili olmuştur.

XIX. yüzyılın diğer çok önemli bir olayı da Sanayi Devrimi'ni gerçekleştiren ülkelerin pazar ve hammadde kaynağı arayışının yoğunlaşması ile Osmanlı ülkesi Batı'nın çıkar çatışmasına düştüğü önemli bir bölge oluyordu.
-Bu dönemde devletin genel politikası, dağılma ve parçalanmayı durdurabilmek için içerde "her alanda ıslahata yönelirken, dışa karşı da "DENGE POLİTİKASI" izlemeye başlamıştır. Bu politika ile Osmanlı Devleti, Avrupa’nın büyük devletleri (Devleti Muazzama) arasında çıkar çatışmalarından yararlanmıştır. Bunun için Rusya’ya karşı İngiltere, Fransa’ya karşı Rusya; İngiltere, Fransa ve Rusya üçlüsüne karşı ise Almanya denge unsuru olarak kullanılmıştır. Genel olarak Osmanlı Devleti 1878’e kadar İngiltere, bu tarihten sonra ise Almanya’ya yakınlaşmıştır.
Denge Siyaseti: Devletler arasındaki çıkar çatışmalarından yararlanarak ayakta kalma politikasıdır. Bu dönemde Osmanlı Devleti kendi ayakları üzerinde duramayacak kadar güçsüz, uluslararası alanda sürekli desteğe ihtiyaç duyan bir devlet konumundadır.
-Osmanlı Devleti’nin jeopolitik konumu, hammadde ve Pazar kaynağı olarak görülmesi, denge siyaseti izlemesini kolaylaştırmıştır.
Devleti Muazzama: İngiltere, Rusya, Prusya, Avusturya ve Fransa’ya XVIII. Yüzyıldan I. Dünya Savaşı’na kadar verilen isim
Not: Denge Politikası: Sanayi Devrimi sonrasında Batı'nın Osmanlı ülkesine yönelik beklentileri artmıştı. Bununla birlikte Batılı büyük güçlerin Osmanlı ülkesinden ne şekilde pay alacağı konusunda tam bir görüş birliği yoktu. Batılı ülkelerin bu anlaşmazlığını iyi değerlendiren Osmanlı Devleti, "BATILI'YI BATILI'YA KARŞI KULLANARAK" ömrünü uzatmayı başarmıştır.
Not: Şark Meselesi (Doğu Sorunu): Osmanlı Devleti'nin zayıflamasına bağlı olarak şekillenmiş olup Batı'nın Osmanlı ülkesini paylaşma sorunudur,

FRANSIZ İHTİLALİ SONRASI OSMANLI DEVLETİ’NDE SİYASİ GELİŞMELER:

7 tane yapılan ihtilal Savaşlarının 2. Sinde Osmanlı Devleti’de savaşa dahil olmuş. Napoleon Avrupa savaşlarını Mısır’a da taşımış. İngiltere’nin Hindistan sömürge yolunu kesmek için Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan Mısır’a saldırmıştır. Süveyş Kanalı üzerinden Hindistan’a ticaret yapmayı hedefleyen Fransa, Yedi Yıl Savaşlarıyla kaybettiği sömürgeleri de Mısır’ı işgal ederek telafi etmek istemiştir. Bunun üzerine OSMANLI DEVLETİ İLK DEFA DENGE SİYASETİ takip ederek İngiltere ve Rusya’dan yardım istemiştir. Tarihinde ilk defa boğazlardan geçen Rus donanması Yunan Adalarındaki Fransızları çıkardı. İngiltere ise İskenderiye yakınlarındaki Ebukır limanındaki Fransız donanmasını yakmıştır. Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak için leNapoleon , sonuca ulaşmak için Suriye üzerine yürüdü. AKKA'yı savunan Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Nizam-ı Cedit askerleri Napoleon'u mağlup etti. Akka'da başarılı olamayan Napoleon 1802'de imzalanan EL-ARİŞ ANTLAŞMASI ile Mısır’ı terk etmiştir.

MİLLİYETÇİLİK HAREKETLERİ VE YENİ SORUNLAR

a) SIRP İSYANI (1804-1815)

Nedenleri:
-Fransız İhtilali'nin getirdiği milliyetçilik düşüncesinin etkisi (Milliyetçilik: Her millet kendi devletini kuracak, yönetim biçimini kendisi belirleyecektir.)
-Başta Rusya olmak üzere Avusturya gibi dış güçlerin milliyetçilik propagandası yaparak kışkırtmaları.
-Osmanlı Devleti'nin son yıllarda Batı'da yaptığı savaşların genelde Sırp topraklarında yaşanması ve Sırpların bu durumdan rahatsız olması.
-Merkezi otoritenin zayıflaması, vergilerin arttırılması ve yeniçeriler ile ayanların baskıların artması.
Gelişmeler:
-Kara Yorgi önderliğindeki Sırplar 1804'te isyan başlattılar.

1806-1812 OSMANLI-RUS SAVAŞI

Sırplara destek veren Rusların 1806'da başlattığı Osmanlı Rus Savaşı yüzünden Osmanlı Devleti, Sırpların isyanını bastırmakta zorlanmıştır. Rusya himayesinde bir Sırp devleti görmek istemeyen Avusturya, bağımsız Sırp Devleti’ne karşı çıkmıştır. Bu durum Avusturya ve Rusya arasında anlaşmazlığa sebep olmuştur.
Savaşın gelişimi:
Napolyonun Mısır’ı işgali sona erdikten sonra bu sefer Osmanlı Devleti, Napolyon’a karşı daha önce yardım istediği devletler olan İngiltere ve Rusya ile sorunlar yaşanmıştır. Balkan uluslarını isyana kışkırtan Rusya ve Mısır’ı ele geçirmek isteyen İngiltere’ye karşı uluslararası alan da yalnız kalmak istemeyen Osmanlı Devleti, Fransa’nın desteğini sağlamak istemiştir. Fransa ile gelişen dostluktan cesaret alan Osmanlı Devleti, Rus yanlısı Eflak ve Boğdan beylerini görevden almış, ayrıca Fransa’ya karşı savaşan Rusya’yı zor duruma düşürmek için Boğazları kapatmıştır. İhtilal savaşlarında Napolyon’a karşı ittifak yapan İngiltere ve Rusya bu duruma son verilmesini istediler. Osmanlı Devleti kabul etmeyince Rusya savaş ilanı yaptı.
-Rusya ile müttefik olan İngiltere bu sırada İstanbul’a donanma göndermiş ancak karadan destek görmeyince bir sonuç alamayacağını anlayarak geri çekilmiştir.
-Savaş sırasında Fransa, Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmamış iki yüzlü bir politika izleyerek Rusya karşısında, Osmanlı Devleti’ni yalnız bırakmıştır.
-Fransa, Rusya’yı yenilgiye uğratmasına rağmen 1807 TİLSİT VE 1808 ERFURT GÖRÜŞMELERİ’yle Eflak ve Boğdan’ın Rusya’ya bırakılmasını kabul etmiştir.
-Fransa’nın bu politikası karşısında Osmanlı Devleti, İngiltere ile ÇANAKKALE (KALEİ SULTANİYE) ANTLAŞMASI’nı imzalamıştır. (1809). Bu antlaşmayla Boğazların barış zamanında tüm savaş gemilerine kapalı olmasına karar verilmiştir.
BÜKREŞ ANTLAŞMASI (1812)
-1806 - 1812 Osmanlı Rus Savaşı sonrasında imzalanan Bük-reş Antlaşması (1812) ile Sırplara imtiyaz tanındı. Böylece İLK KEZ BİR BALKAN ULUSU OSMANLI DEVLETİ'NDEN AYRICALIK sağlıyordu.
Not: Sırplara ayrıcalık verdiren Rusya, Osmanlı Devleti’nin içişlerine müdahale etmiştir.
Not: Osmanlı tarihinde ilk defa bir Hristiyan topluluğu bağımsızlık için harekete geçmiştir. Bu durum diğer azınlıklar için de örnek olmuştur.
Not: Balkanlarda milliyetçilik etkisiyle ilk kez isyan eden ve Osmanlı Devleti'nden ayrıcalık elde eden ilk azınlık Sırplardır. 1829'da yarı bağımsız(özerk) olan Sırplar, 1878'de de bağımsızlıklarını kazanacaklardır.

b) YUNAN İSYANI (1820-1829)

Osmanlı Devleti, Sırplardan sonra Rusya ve Fransa’nın propagandalarıyla yeni bir milliyetçilik dalgasıyla karşı karşıya kalmıştı.
Not: İngiltere, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikasını sürdürmesine rağmen Mora İsyanı’nda Yunan bağımsızlığını desteklemiştir. Böylece İngiltere, bağımsızlığını kazanacak olan Mora Yarımadası’nın, Rus etkisi altına girmesini engellenmeyi amaçlamıştır. Bunu yaparak da Doğu Akdeniz’de stratejik bir müttefik kazanmak istemiştir.
İsyanın Nedenleri:
1-Rumlar arasında milliyetçilik akımının yayılması
2-TEPEDELENLİ ALİ PAŞA ayan olarak hakimiyetini geliştirdi ve Yunanistanın büyük kısmına hakim oldu. 1820’de II. Mahmut tarafından azledilince isyana meyilli Rumlarla işbirliği yaptı. Ali Paşa’nın çıkardığı isyan 1822’de bastırıldı ve bu isyan yüzünden Osmanlı Devleti Mora İsyanı ile yeterince ilgilenemedi.
3-1814’de Rum tüccarların ve siyaset adamlarının yer aldığı bir grup, FİLİKİ ETERYA’NIN (DOSTLUK CEMİYETİ) -ki 1894’te bu cemiyet isim değiştirerek ETNİKİ ETERYA olmuştur.- zararlı çabaları ve Batılı Devletleri de Yunanlılara destek verince isyan kısa sürede yayıldı. İsyanda Rusya etkin bir rol oynamış, FENER RUM PATRİKHANESİ her türlü desteği vermiştir.
İsyanın Gelişimi:
-Rusya’nın desteğini almak isteyen Rumlar, ilk olarak Eflak’ta isyan etmişlerdir. (1820) Rus desteği alamadıkları gibi, Rum yöneticilerinden memnun olmayan Eflaklılar, isyana destek vermemişlerdir. Bu isyan başarısız olmuştur.
- Eflak İsyanınında başarısız olan Rumlar bir yıl sonra Mora’da İsyan çıkarmışlardır. Papazlar tarafından yönetilen isyana, Avrupalı devletlerin destek vermesiyle, isyan kısa sürede büyümüştür.
-6 yıl uğraşmasına rağmen Yunan isyanı’nı bastırmakta zorlanan II. Mahmud, Mısır valisi KAVALALI MEHMED ALİ PAŞA'dan yardım istemiştir. Kavalalı, Girit ve Mora'nın valiliklerinin de kendisine verilmesi koşuluyla bu yardım isteğine olumlu cevap vermiştir. Kavalalı'nın gönderdiği donanma sayesinde Rum isyanı 1 ayda bastırılmıştır.
Not: Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa Fransızların Mısır’ı boşaltmasından sonra burada konumunu güçlendirmiş, Osmanlıların sonuçlandıramadığı (Muhammet bin Abdülvehhabın kurduğu mezhebi Suud ailesi desteklemiş ve bunların çıkardığı isyan) Vehhabi İsyanını bastırmış ve hac yolunu açarak, İslam dünyasındaki saygınlığını artırmıştır. Bu yüzden kendisine Hicaz ve Habeş valilikleri de verilmiştir. Sonrasında sudan’a da hakim olmuştur.
-Osmanlı Devleti'nin isyan karşısında gösterdiği bu sert tutum karşısında ingiltere ve Rusya, Fransa Yunan bağımsızlığına destek vermek üzere Londra Protokolünü imzalamışlar ve ateşkes yapılarak bağımsız Yunanistan’ın kurulmasını istemişlerdir. Ardından da harekete geçerek, NAVARİN BASKINI (1827) ile Osmanlı - Mısır donanmasını yok etmiştir. Ardından Rusya Osmanlı Devleti'ne savaş açmıştır.

OSMANLI - RUS SAVAŞI (1828 -1829)

Ruslar Yeniçeri Ocağı’nın yeni kaldırmış Osmanlı Devleti karşısında büyük başarı sağlayarak bir yandan Rumeli tarafından saldırıya geçip Edirne'ye kadar olan yerleri işgal ederken bir yandan da doğuda Kars ve Erzurum'u işgal etmişlerdir. Araya İngiltere ve Avusturya'nın da girmesiyle Osmanlı Devleti, Rusya ile barışa yanaştı.

EDİRNE ANTLAŞMASI (1829)

-YUNANİSTAN BAĞIMSIZ olacaktır.

-EFLAK VE BOĞDAN'A İMTİYAZ, SIRBİSTAN'A İSE ÖZERKLİK verilecektir,
-Rus ticaret gemileri boğazlardan serbestçe geçebilecektir.
-Doğuda Ahıska, Anapa ve Poti Rusya’ya bırakılacaktır.
Not: İlk kez Balkanlarda bir milletin bağımsızlık kazanması diğer Balkan uluslarını da cesaretlendirmiş, bu da Osmanlı Devleti'nden yeni kopmalara yol açmıştır.

CEZAYİR'İN İŞGALİ (1830)

- Yunan bağımsız devletinin kurulmasının ardından Akdeniz'deki dengelerin değiştiğini gören Fransa, Cezayir'i işgal etmiştir.
Önemi: Osmanlı Devleti KUZEY AFRİKA'DA İLK KEZ TOPRAK KAYBIna uğramıştır.

MISIR VALİSİ KAVALALI MEHMET PAŞA'NIN İSYANI (1831 -1840)

-Yunan isyanı sırasında Mora ve Girit valiliklerinin kendisine verilmesi koşuluyla Kavalalı, II. Mahmud'un yardım isteğine olumlu cevap vermişti. Ne var ki Yunanlıların Mora'da bağımsızlık kazanması üzerine Mora valiliği kendisine verileme-mişti. Bunun üzerine Kavalalı, MORA'YA KARŞILIK SURİYE VALİLİĞİni ve ayrıca yanan donanmasının tamir edilmesi için Lübnan dağlarını istemiştir. Bir valinin bu kadar çok istemde bulunabilmesinden rahatsızlık duyan II, Mahmud, Kavalali'nın isteklerine karşı çıkmıştır. Bu gelişme üzerine de Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyan etmiştir.
İsyanın Gelişimi:
- Suriye ve Konya taraflarında Osmanlı kuvvetlerini peşpeşe yenilgiye uğratan Kavalali'nın ordusu Kütahya'ya kadar gelmiştir.
İsyan sürecinde İngiltere ve Fransa'dan yardım istemiş, onlar da durumun Osmanlı Devleti’nin iç meselesi olduğunu söyleyerek destek vermemişlerdir. Buna karşılık denize düşen yılana sarılır misali Osmanlı Devleti, Rusya'nın yardım teklifini kabul etmiştir. RUSYA, BİR DONANMASINI BOĞAZLARA GÖNDERMİŞTİR. Rusya'nın olası bir güneye inme tehlikesine karşı İNGİLTERE VE FRANSA DERHAL HAREKETE GEÇEREK Kavalalı'yı antlaşmaya razı etmişlerdir.

KÜTAHYA ANTLAŞMASI (14 MAYIS 1833)

Osmanlı Devleti'yle Kavalalı Mehmed Ali Paşa arasında imzalanmıştır. Buna göre;
-Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya MISIR'IN YANISIRA GİRİT VE SURİYE VALİLİKLERİ DE verilecektir.
-Oğlu İbrahim Paşa'ya da CİDDE VALİLİĞİNE EK OLARAK ADANA valiliği verilecektir.
-Mısır, Osmanlı Devleti’ne vergi ödeyecektir.
NOT: Rusya'nın, BOĞAZLARA ASKER GÖNDERMESİ VE BÖYLE BİR ANTLAŞMAYA GİDİLMESİ BU İÇ SORUNUN ULUSLARARASI BİR NİTELİK KAZANMASIna yol açmıştır.
-Bu isyanda milliyetçiliğin etkisi yoktur.

HÜNKAR İSKELESİ ANTLAŞMASI (8 TEMMUZ 1833)

-Kavalalı sorunu karşısında Batı'dan umduğunu bulamayan Osmanlı Devleti'nin Rusya ile yaptığı dostluk ve işbirliği antlaşmasıdır.
Antlaşmaya göre;
-Taraflardan biri saldırıya uğrarsa diğeri onun yardımına gelecektir.
-Osmanlı Devleti'nin bir saldırıya uğraması halinde Rusya, ona kara ve deniz gücüyle yardım edecektir.
-Rusya saldırıya uğrarsa Osmanlı Devleti, Rusya lehinde Boğazları kapatacaktır.
-Antlaşmanın süresi sekiz yıl olacaktır.
Not: Bu antlaşma ile BOĞAZLAR İLK KEZ ULUSLARARASI BİR SORUN haline gelmiştir.
-Osmanlı Devleti'nin, BOĞAZLAR ÜZERİNDE EGEMENLİK HAKLARINI SON KEZ TEK BAŞINA KULLANDIĞI antlaşmadır.
-Antlaşma, güney sınırlarını güvence altına alan ve sıcak denizlere inme yolundaki umutlarını güçlendiren Rusya'yı oldukça memnun ederken, İngiltere ve Fransa'yı Doğu Akdeniz'deki çıkarları gereği hayli rahatsız etmiştir.

BALTA LİMANI TİCARET ANTLAŞMASI (1838)

Kavalalı sorununda Osmanlı Devleti her ne kadar Rusya'yı yanına almışsa da bu devletin kendi üzerindeki emellerinden dolayı ona güvenemiyordu. Bu nedenle yanına mutlaka yeni bir Batılı gücü daha çekmek zorundaydı, işte bu devlet, İngiltere olmuştur,
Bu anlaşmaya göre ingiltere’ye daha önce verilmiş olan KAPİTÜLASYONLAR GENİŞLETİLMİŞTİR.
Buna göre;
1-%3 olan gümrük vergisi, ihracatta %12’ye çıkarılacak, ithalatta ise % 5’e indirilecektir.
2-İngiliz tüccarlardan yerli tüccarlardan alınan iç gümrük vergisi alınmayacaktır.
3-Osmanlı Hükümeti’nin ülke içinde fiyatları kontrol edebilmek amacıyla uyguladığı tekel sistemi kaldırılacaktır.
4-İngilizlerden mal alım ve nakli için belge istenmeyecektir.
5-İngiliz tüccarlar, iç ticarette yerli tüccarlardan fazla vergi ödemeyecektir.
6-Yabancı mallar Boğazlardan serbestçe geçecektir.
Böylece,
1-Avrupa’nın ucuz ve kaliteli malları Osmanlı pazarına rahatlıla girerken, Osmanlı tüccarların ihracat yapmaları zorlaşmıştır. Yabancı sanayi ile rekabet edemeyen lonca örgütü el tezgahlarını kapatmış bu yüzden Osmanlı Devleti Avrupa’nın yarı sömürgesi konumuna gelmiştir. Osmanlı ülkesi Avrupalı malların hücumuna uğrayarak AÇIK PAZAR (YARI SÖMÜRGE) haline gelmiştir.
Not: Napolyon savaşlarından galip çıkan İngiltere dünya pazarlarında rakipsiz hale gelmiştir. Sanayi devrimini yaşamakta olan diğer Avrupa ülkeleri aldıkları önlemlerle İngiliz mallarının kendi pazarlarına girmesini engellemişlerdir. Buna karşılık İngilizler dünyanın birçok yerinde diplomasi veya silah yoluyla serbest ticaret anlaşmaları imzalamışlardır. İngiltereyle imzalanan bu anlaşmadan sonra diğer Avrupa ülkeleri ile de ticaret anlaşmaları yapılmıştır. Osmanlı devletinin ithalatı artıdığı dönemde, Avrupalı devletler yüksek gümrük vergileri ile ithalatı azaltıp ihracatı teşvik ederek tam tersi politika izlemişlerdir.

NİZİP SAVAŞI (1839)

- KÜTAHYA ANTLAŞMASI'NDA II. MAHMUD ÇOK KAYBET-TİĞİNİ, KAVALALI İSE AZ KAZANDIĞINI İFADE EDİYORDU. Yani antlaşma, tarafları memnun etmemişti Kavalalı’nın ödemesi gereken vergiyi ödememesi ve bağımsızlığını ilan etmesi sonrasında taraflar bir kez daha savaşa tutuştu.
-Osmanlı Devleti, bir kez daha Mısır kuvvetleri karşısında Nizip’te başarısız olmuştur. Kara savaşında başarısız olunması üzerine deniz yoluyla Ahmet Paşa komutasındaki donanmayı Mısır’a göndermiş, fakat Ahmet Paşa donanmayı Mehmet Ali Paşa’ya teslim etmiştir. Bu sırada II. Mahmud ölmüş, yerine geçen Abdülmecid ise Mısır sorunu konusunda Batı'nın desteğini almak için TANZİMAT FERMANI'nı ilan etmiştir (1839).
-Kavalalı'nın güçlenmesinden ve Hünkar İskelesi Antlaşması'nın yürürlüğe gireceğinden tedirginlik duyan İngiltere hemen harekete geçerek soruna diplomatik bir çözüm arayışına gitmiştir.

LONDRA KONFERANSI (1840)

-Osmanlı Devleti, İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya'nın katıldığı bu toplantıda Mısır sorununa çözüm üretilmiştir. Fransa, Kavalalı'dan yana bir tavır takınmış ve çıkarları gereği böyle bir toplantıya katılmamıştır.
Konferansta;
-Kütahya Antlaşmasında verilen valilikler Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile oğlundan alınmıştır.
-Mısır’da HIDİVLİK kuruldu. Yani Mısır valiliği saltanat haline getirilerek Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve oğullarına bırakıldı.
-Mısır, hukuken Osmanlı Devletine bağlı kalacak. Toplanan vergiler padişah adına toplanacak ve dörtte biri İstanbul’a gönderilecekti. Ayrıca Osmanlı Devleti’nde kabul edilen kanunlar, Mısır’da geçerli olacaktı.
-Kavalalı, Osmanlı donanmasını iade edecekti.
NOT: Mısır sorunu, uluslararası bir toplantıda çözüme kavuşturulmuştur.

LONDRA BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ (1841)

Mısır sorununa çözüm üreten Batılı güçler, Hünkar İskelesi'nin süresinin dolması üzerine Boğazlar sorununa da el attılar. Bu konferansa, birinci toplantıya katılmayan Fransa da çağrılmıştır.
Konferans sonucunda imzalanan "Boğazlar Antlaşması'na göre;
-BOĞAZLARIN TEK EGEMENİ YİNE OSMANLI DEVLETİ ola-caktır. Ancak bütün ticaret gemilerine açık olacaktır.
-Boğazlar, savaş zamanında yabancı savaş gemilerine kapatılacak ve Avrupalı devletlerin garantisinde olacaktır.
NOT: Boğazlar sorunu ilk kez uluslararası bir toplantıda tartışılarak çözüme kavuşturulmuştur. Boğazlar üzerindeki yabancı devletlerin de karar verme durumuna gelmesi Osmanlı Devleti'nin Boğazlar üzerindeki mutlak egemenlik haklarını zedelemiştir. Ayrıca boğazlar uluslararası bir statüye sahip olmuştur.
NOT: Bu antlaşmayla Rusların Akdeniz’e inmesi engellenmiştir.
NOT: Boğazlar sorununa genel bir bakış yapılacak olursa: 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Rusya’ya ve diğer Avrupalı devletlere Boğazlardan ticari geçiş hakkı vermek zorunda kalmıştır. Böylece Rusya, ilk defa Karadeniz’e çıkma ve serbestçe ticaret yapma hakkı elde etmişti. Böylece Boğazlar devletlerarası hukukun parçası olmaya başlamıştır. 1798’ Napoleon’un Mısır’ işgali sırasında Rus Savaş gemileri ilk defa boğazlardan Akdenize geçmiş ve amacına geçicide olsa ulaşmıştır. Osmanlı Devleti İngiltere ile 1809’da imzaladığı Kale-,i Sultaniyye (Çanakkale) Antlaşması’ya barış zamanında Boğazların yabancı savaş gemilerine kapatılacağını İngiltere’ye kabul ettirmiştir. Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı sırasında Rusya İstanbul Boğazı’ndan geçerek Osmanlı Devleti’ne yardım etmesi ile İngiltere’de olaya karışmış ve Kavalalı’yı geçici olarak durdurmuştu. Kendisini güvenceye almak isteyen Osmanlı Devleti Rusya ile 1833 Hünkar İskelesi Antlaşması imzalayarak sekiz yıl boyunca taraflar birbirine yardım edecek ve Rusya istediğinde Osmanlı Boğazları kapatacaktı. Böylelikle boğazların kontrolünde Rusya’da söz sahibi olmuştu. Antlaşmanın süresi bitince İngiltere 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi’ni imzalatarak barış zamanında Boğazları yabancı savaş gemilerine kapalı tutması kabul edilmiştir. Böylece boğazlardan geçiş sadece Osmanlı hukuk kuralları veya Osmanlı Devleti ile diğer devletlerarasında yapılan ikili antlaşmalarla düzenlenmesi aşamasından çıkmıştır. Artık boğazlar uluslararası statü kazanmıştır. Bu durum I. Dünya Savaşı’na kadar devam etmiştir.

MÜLTECİLER MESELESİ

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, çeşitli ırk ve mezhepten oluşan toplumsal bir yapıya sahiptir. Meternich mutlakiyetçi yönetimi altında bulunan Avusturya, hakimiyeti altındaki toplumların ihtilal düşüncesini benimsemesinden ve yönetime karşı ayaklanmasından korkmuştur. Nitekim Fransız İhtilali’nin etkisi ile 1848 yılında Avrupa’da meydana gelen olaylar, bu korkunun haklılığını ortaya çıkarmıştır. 1848 İHTİLALLERİnde çıkan olaylarda özgürlük düşüncesinin etkisiyle ülkede mutlakiyetin kaldırılması istenmiştir. Milliyetçiliğin etkisiyle Alman olmayan uluslar da bağımsızlıkarını elde edebilmek üzere harekete geçmiştir. Mesela Macarlar, Avustuya’ya karşı, Lehler Ruslara karşı ayaklanmışlardır.başarılı olamayınca bunlar Osmanlı Devleti’ne sığınmışlardır. Rusya ve Avusturya bunları istemiştir, Osmanlı Devleti vermeyince de Mülteciler sorunu ortaya çıkmıştır. İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’nin yaptığı bu davranışı takdir ederek destek verince, Rusya ve Avusturya geri adım atmak zorunda kalmıştır.

Kutsal Yerler Meselesi:

Mülteciler meselesinde geri adım atmak zorunda kalan Ruslar bu sefer Kutsal yerler meselesini ortaya attılar. Kudüs bölgesinde ayrıcalıkların Katoliklere verildiğini, Ortodoksların da ayrıcalıklara sahip olması gerektiğini öne sürdü. MENÇİKOF’u İstanbul’a göndererek isteklerini diplomasiye uymayacak şekilde bir kaba üslupla istediler. Osmanlı Devleti’nin olumlu yanıt vermemesi Kırım Savaşı’na giden yolu açtı.
NOT: Kutsal yerler sorunu: Osmanlı Devleti Kudüs’ü fethettikten sonra önceki mevcut durumu korumuş, yalnız ara ara bazı mezheplere ayrıcalıklar vermiştir. 1740 kapitülasyonu ile Fransızlara yani Katoliklere yeni ayrıcalıklar tanıdı. Fransız İhtilali ile meydana gelen gelişmeler Katolikleri koruyucusuz bıraktı. Ortodokslar kutsal yerlerde daha üstün bir duruma geçti. Ancak Katolikler eski durumun kurulmasını istemeye başladı ve bu durum Kutsal yerler sorunu’nun doğmasına sebep oldu. Sorun görünüşte 1847 yılında İsa’nın doğduğu yer olan ve Beytül-Lahim denilen yerdeki gümüş yıldızın kaybolması ile başladı. Bunun suçunu, Katolikler ve Ortodokslar birbirleri üzerine attılar. Osmanlı yeni bir yıldız yapıp koymak istese de sorunun büyümesini engelleyemedı.

KIRIM SAVAŞI (1853 -1856)

Nedenleri:
-Rusların sıcak denizlere inmeye çalışması İngilizler ve Fransızları rahatsız etmiştir
-Kutsal yerler sorunu
Gelişmeler: Kırım Savaşı sırasında Osmanlı Devleti; İNGİLTERE, FRANSA VE PİEMONTE'NİN DESTEĞİni sağlamıştır. Böylece savaş uluslar arası bir boyut kazandı.
-Savaş sırasında Rus donanması SİNOP BASKINI gerçekleştirerek Osmanlı donanmasını yakmıştır. (1853).
-Savaş, Rusya'nın yenilgisiyle sonuçlanmış ve Paris'te bir antlaşmaya varılmıştır,
Not: Kırım Savaşı sırasında İstanbul’a gelen Florence Nightingale yaralanan askerlerin tedavisi için Selimiye Kışlası’nda düzenli ve temiz bir hastane ortamı meydana getirmiştir.

PARİS ANTLAŞMASI (1856)

Kırım Savaşı'nın ardından yapılan bu antlaşmada Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa ve Piemonte'nin yanısıra savaşa katılmayan Prusya ve Avusturya da yer almıştır.
Antlaşmaya göre; 1-Osmanlı Devleti, bir Avrupa devleti sayılacak ve Avrupa devletler hukukundan faydalanabilecektir.
Önemi: Osmanlı Devleti İLK KEZ AVRUPA DEVLETİ SAYILMIŞTIR
2-Taraflar Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü garanti altına alacaklar ve bağımsızlığını kabul edeceklerdir.
Önemi: Osmanlı Devleti'nin, kendi topraklarını koruyamayacak kadar aciz durumda olduğunu göstermektedir.
3-Karadeniz tarafsız bir deniz olacaktır. Osmanlı Devleti ve Rusya burada donanma bulunduramayacak.
Önemi: Galip bir devlet olan Osmanlı'nın, Rusya ile aynı şartlara tabi tutulması YENİK DEVLET DURUMUNA DÜŞÜRÜLDÜĞÜNÜN göstergesidir.
4- Boğazların kapalılığına dair 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi aynen yürütülecekti.
5-Sırbistan, Eflak ve Boğdan; Osmanlı Devleti’ne bağlı kalacak, ancak bunların sahip olduğu ayrıcalıklar genişletilecek ve bu anlaşmayı imzalayan devletlerin garantisi altında olacaktı. Bunda Rusya’nın güneye inme politikası engellenmek istenmiştir.
Not: Eflak Boğdan’a özerklik verilmesiyle Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti’nin içişlerine müdahale etmişlerdir. Bu durum Osmanlı Devleti’nin bağımsızlık ve egemenliğine terstir. Ayrıca kurulması düşünülen Romanya Devleti’nin temelleri atılmıştır.
6-Tuna Nehri ticaret gemilerine açık olacaktır.
Not: Osmanlı Devleti, konferansın toplanmasından az önce ISLAHAT FERMANI'nı hazırlayarak bu toplantıya yetiştirmiştir. Osmanlı Devletî bu fermanı hazırlamakla Batılı devletlerin, azınlıkları bahane ederek kendi iç işlerine karışılmasını engellemek istemiştir. Fakat bu fermanın antlaşmada yer alması, her ne kadar büyük devletler iç işlerine karışmamayı garanti etmişlerse de bu fermanla Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale edebilecekleri yeni bir kapıyı önceden açmışlardır.
Not: Bazı olumsuzluklarına rağmen Osmanlı Devleti'nin XIX. yüzyılda imzaladığı son kazançlı antlaşmadır.
Not: Savaş sırasında Osmanlı Devleti İLK KEZ DIŞ BORÇ almıştır. (1854)
Not: Boğazlardan sıcak denizlere inme umutları azalan Rusya Balkanlardan sıcak denizlere inebilmek için Panislavizm politikasına ağırlık vermiştir. Temelleri daha önce atılan ve Kırım Savaşı’ndan sonra daha belirgin hale gele bu politikaya göre Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları yıkılmalı, bunların yerine Rusya’nın egemenliği altında bir Slav devleti kurulmalıdır. Bu politika gereği Osmanlı Devleti içindeki Slav ve Ortodoks topluluklara her türlü yardımı yapmaya başlamış ve bunlara özerklik verilmesini istemiştir. Yalnız Kırım Savaşı’nda aldığı ağır yenilgiden sonra Osmanlı’yla tersleşemeyen Rusya 1871 Almanya’nın kurulmasından sonra panislavizm politikasını belirgin hale getirmiştir.

İSTANBUL (TERSANE) KONFERANSI (1876)

İtalya ve Almanya’nın kurulmasıyla Avrupa’da kuvvetler dengesi değişmiştir. Bunu fırsat bilen Rusya, Osmanlı Devleti’nin Balkan topraklarındaki halkları ayaklandırmıştır. Buna Balkan Buhranı adı verilmiştir.
-BALKAN BUHRANI: Bosna - Hersek'te çıkan isyan ve karışıklıklar tüm Balkanları sarmıştı. Batılı büyük güçler ( İngiltere, Almanya, Rusya, Fransa, Avusturya - Macaristan ve İtalya) Balkan bunalımını görüşmek üzere İstanbul'da buluştular.
Not: Osmanlı Devleti, konferansın başladığı gün, Türklerin ilk anayasası olan KANUN-İ ESASİ'yi ilan ederek Batılıların içişlerine karışmasını engellemeye çalışmıştır.
-Batılı büyük güçler bu konferans sırasında Balkanlarda geniş anlamda ıslahat yapılmasını istediler. Osmanlı Devleti, ege-menlik haklarına (içişlerine karışıldığı) aykırı olduğu gerekçesiyle bu kararlan reddetmiştir. Bunun üzerine konferans dağıldı. 1877'de Londra da yine Balkan sorununun çözümü konusunda bir protokol" hazırlayan Batılı güçler bunu Osmanlı Devleti'ne ilettiler. Osmanlı Devleti bunu da reddedince tüm Batı'yı karşısına almış bir görüntü çiziyordu. Bu, Rusya'nın işine yaramıştır.

93 HARBİ (1877 - 78 OSMANLI RUS HARBİ)

Nedenleri:
-Rusya'nın, Panislavizm politikası yoluyla sıcak denizlere inme emelleri.
-Osmanlı Devleti'nin, Tersane Konferansı kararlarını reddetmesi.
Gelişmeler:
Rusya, batıdan ve doğudan saldırıya geçti. Doğu’da GAZİ AHMET MUHTAR PAŞA kuvvetlerine taarruz etmiştir. Erzurum’a çekilen Osmanlı Kuvvetleri Aziziye tabyalarının kurtarmak için harekete geçen NENE HATUNun içinde bulunduğu Erzurum halkının üstün kahramanlığıyla geri alınmıştır. Batıda ise GAZİ OSMAN PAŞA’nın savunduğu PLEVNE HATTI’nın da çök-mesiyle Ruslar, Yeşilköy'e kadar geldiler.
-Rusların bu ilerlemesinden rahatsız olan İngiltere ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun aracılığı ile antlaşma imzalandı.
NOT:93 Harbi'ni bahane eden II. Abdülhamid, meclisi süresiz tatil ederek meşrutiyet yönetimine son vermiştir.

AYASTEFANOS (YEŞİLKÖY) ANTLAŞMASI (1878)

Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yapılan bu antlaşmaya göre;
-Tuna'dan Ege'ye kadar uzanan bir Bulgaristan Prensliği kurulacaktır. Doğu Rumeli ve Makedonya bu büyük Bulgar Prensliği içinde olacaktır.
NOT:Bulgaristan’ın kurulmasıyla Rusya panislavizm politikasını gerçekleştirmiştir. Ayrıca sıcak denizlere inme imkanına sahip olmuştur.
-Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız olacaktır.
-Bosna - Hersek'e muhtariyet verilecektir. (özerklik)
-Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Bayezid Rusya'ya bırakılacaktır.
-Girit'te ve Ermenilerin oturduğu yerlerde, Teselya ve Arnavutluk’ta ıslahatlar yapılacaktır.
Önemi: İLK KEZ ERMENİ MESELESİ ortaya çıkmıştır.
NOT: Ermenilerin ilk isyanı da 93 Harbi sırasında olmuştur.
Ayastefanos'a Tepkiler Panslavizm yolunda büyük bir zafer elde eden Rusya'nın dengeleri kendi lehine çevirdiği bu başarısına Batılı güçler tepki gösterdiler. Özellikle Rusya'nın güdümünde Ege bağlantılı bir Bulgaristan, İngiltere'yi hayli rahatsız etmiştir. Çünkü Rusya bu yolla Akdeniz'e inme fırsatını yakalıyordu. Bu da İngiltere'nin sömürge yollarının Rus tehdidi altına girmesi demekti.
Balkanlarda güçlenen Rusya'nın, Balkan siyaseti açısından ve kendi ülkesindeki ulusların da harekete geçirileceğinden endişelenen Avusturya da bu antlaşmaya itiraz etmiştir.

KIBRIS'IN YÖNETİMİ'NİN İNGİLTERE'YE BIRAKILMASI (1878)

AYASTEFANOS ANTLAŞMASI’NI YIRTIP, BERLİN ANTLAŞMASI’NDA YARDIMCI OLMASI İÇİN İNGİLTERE’YE KIBRIS ADASI ÜS OLARAK VERİLMİŞTİR. Eğer Rusya, işgal ettiği Doğu Anadolu illerini Osmanlı Devleti'ne geri verirse İngiltere de Kıbrıs'tan çekilecekti. Fakat İngiltere, I. Dünya Savaşı'nın çıktığı günlerde Kıbrıs'ı kendisine bağladığını açıklamıştır.
NOT: Batılı güçlerin itirazına uğrayan AYASTEFANOS ANTLAŞMASI İNGİLTERE’NİN DE YARDIMIYLA YÜRÜRLÜĞE GİRMEMİŞTİR. Bu antlaşmanın yerini, pek çok Avrupa devletinin katılımıyla imzalanan Berlin Antlaşması alacaktır.

BERLİN KONGRESİ (KONFERANSI) VE ANTLAŞMASI (1878)

-BULGARİSTAN, İDARİ BAKIMDAN ÜÇ BÖLGEYE AYRILARAK; birinci bölge doğrudan Osmanlı Devleti’ne bağlı Bulgaristan Prensliği, ikinci bölge idari yönden bağımsız olmakla beraber siyasi ve askeri yönden Osmanlı Devleti’ne bağlı bir eyalet olacak ve üçüncü bölge olan Makedonya ise ıslahat yapılmak şartıyla Osmanlı yönetimine bırakılacaktır.
-BOSNA - HERSEK, hukuken Osmanlı Devleti'ne bağlı olmakla birlikte yönetimi GEÇİCİ OLARAK AVUSTURYA'YA bırakılacaktır.
-SIRBİSTAN, KARADAĞ VE ROMANYA BAĞIMSIZ olacaktır.
Not: Osmanlı Devletii bu antlaşma ile Balkanlarda büyük oranda toprak kaybetmiştir. Burada yaşayan ve azınlık konumunda kalan Türkler, baskılardan dolayı ilk defa Anadolu’ya göç etmeye başlamışlardır. Osmanlı Devleti’nin sınırlarının daralmasına rağmen Anadolu’ya yapılan dış göçlerden dolayı Türk nüfusu artmıştır. Bu gelişmeler ilerleyen zamanlarda sosyo-ekonomik sorunlara neden olmuştur.
-GİRİT'TE VE DOĞU ANADOLU'DA ERMENİLERİN OTURDUĞU YERLERDE ISLAHAT yapılacaktır.
-KARS, ARDAHAN VE BATUM RUSYA'YA, DOĞU BAYEZİD OSMANLI DEVLETİ'NE verilecektir.
-Tuna Nehri; savaş gemilerine kapalı, ticaret gemilerine açık olacaktır.
-BOĞAZLAR 1841 Londra ve 1856 Paris Antlaşmalarında belirtilen statüye sahip olacaktır.
Not: Panslavizm büyük bir zafer elde etmiş ve Balkanlarda aynı anda üç devlet birden kurulmuş, bazı devletlerin de kurulmasına ortam hazırlanmıştır. Böylece OSMANLI DEVLETİ'NİN AVRUPA'DAKİ VARLIĞI BÜYÜK ORANDA SONA ERMİŞTİR. Kaybedilen yerlerden ülke sınırları içine doğru yoğun Türk göçleri yaşanmıştır.
Not: İLK KEZ ERMENİ SORUNU ULUSLAR ARASI SORUN olarak ortaya çıkmıştır. Bu duruma giden yolda İngilizlerin Ermenilerle ilgilenmeye başlamasının rolü olmuştur. Rusların Ermenileri kullanmasını engellemek için, Ermenilere haklar verdirmiştir. Yalnız Doğu Anadolu’da Rusların toprak kazanması Ermeniler üzerinde Rus etkisini çoğaltmıştır. Bunu engellemek isteyen İngiltere Berlin antlaşmasıyla onların bağımsızlık yolunu açmayı planlamıştır. Bu durum da Ermeni örgütlerinin kurulup, kanlı eylemler yapmasına yol açmıştır.
Not: 93 Harbi sürecinde gündeme girmeye başlayan Ermeni Sorunu, li. Abdülhamid'in saltanat yıllarında gündemden düşmemiştir. Ermeniler, 1905'te II. Abdülhamid'e karşı başarısız bir suikast girişiminde bulundukları gibi bir sürü isyan çıkarmışlardır.
Not: Balkanlarda büyük kayıplar yaşayan Osmanlı Devleti'nde OSMANLICILIK POLİTİKASI İFLAS EDERKEN İSLAMCILIK (ÜMMETÇİLİK) POLİTİKASI ağırlık kazanacaktır. Aynı süreçte JÖN TÜRKLER DE TÜRKÇÜLÜK politikasını ortaya atmışlardır.
Not: İngiltere 1792 Yaş Antlaşması’ndan beri takip ettiği Osmanlı topraklarını koruma politikasını terk edip parçalama düşüncesi oluşturunca OSMANLI DEVLETİ DENGE SİYASETİ GEREĞİNCE ALMANYA YAKIN İLİŞKİLER oluşturmuştur.
Not: Berlin Kongresi’nde sadece Ayastefanos Antlaşması’na yeni bir şekil verilmekle kalınmamış, bozulan Avrupa güçler dengesinin yerine yeni güçler dengesi kurulmuştur. Bu yeni denge, Avrupalı büyük devletlerin, Osmanlı topraklarını paylaşmasıyla ortaya çıkmıştır. Ayastefanos Antlaşması ile karşısında sadece Rusya’yı bulan Osmanlı Devleti, Berlin Kongresi’nde altı büyük devletin hedefi haline gelmiştir.
Not: 93 Harbi sırasında meclisteki azınlıkların zararlı faaliyetlerini gerekçe gösteren II. Abdülhamit meclisi kapatmıştır. . MEŞRUTİYET’İN ÖMRÜ İKİ YIL OLMUŞTUR. I. Meşrutiyet'in sona ermesinden (1878), ikinci kez meşrutiyetin ilan edildiği (1878) otuz yıllık baskı sürecine İSTİBDAT DEVRİ (Baskı Devri) denilmiştir.

II. Abdülhamid Dönemi'nde Görülen diğer İç ve Dış Gelişmeler

FRANSA'NIN TUNUS'U İŞGALİ (1881)

183O'da Cezayir'i işgal eden FRANSA, Batı'nın da desteğini alarak Tunus'u işgal etmiştir.

İNGİLTERE'NİN MISIR'I İŞGALİ (1882)

1869’da Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Mısır’ın siyasi ve ekonomik önemi daha da artmıştır. Süveyş Kanalı Projesi’nde İngiltere finansörlük görevi üstlenmiş ve Osmanlı Devleti’ne kredi açmıştır. Osmanlı borçlarını ödeyemez duruma düşünce Mısır'daki haklarını koruma bahanesiyle İngiltere burayı işgal etmiştir.
-Mısır, I. Dünya Savaşı çıkana kadar hukuken Osmanlı Devleti'ne bağlı kaldı. Osmanlı Devleti'nin Almanya yanında savaşa katılmasıyla birlikte İngiltere, Mısır'ı doğrudan kendine bağlamıştır.
Not: OSMANLI’NIN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ SAVUNAN İNGİLTERE BERLİN ANTLAŞMASI SONRASI BU POLİTİKASINDAN VAZGEÇEREK PARÇALAMA POLİTİKASINA YÖNELMİŞTİR.

GİRİT SORUNU VE OSMANLI YUNAN SAVAŞI

Yunanistan, bağımsızlığı kazandıktan sonra MEGALO İDEA yani Bizansın hakim olduğu topraklara hakim olma politikası geregince genişleme siyaseti izlemiş ve bu politikada Avrupalılardan sürekli yardım görmüştür. Bu genişlemede GİRİT önemli bir yer tutmuştur. 1878 Berlin Antlaşmmasında Girit ile ilgili madde konulduğu gibi gene 1878 HALEPA FERMANI ile Girit Rumlarına geniş haklar verilmiştir. Bu da Rumları yatıştırmadı. Etniki Eterya Cemiyeti’nin çalışmaları sonunda gene isyan çıktı. Yunanistan'ın bölgeye asker göndermesi üzerine patlak veren DÖMEKE MEYDAN SAVAŞI (1897) (Kazanılan son meydan muharebesi) Osmanlı Devleti'nin galibiyetiyle son buldu. Ne var ki Batılı devletlerin devreye girmesiyle Yunanistan lehinde bir barış yapıldı.
İSTANBUL ANTLAŞMASI’yla
-Osmanlı Devleti, Girit'e özerklik tanıyacak ve bir YUNAN PRENSİNİ GİRİT'E VALİ tayin edecekti.
Not: Osmanlı Devleti, savaş alanlarında kazanmasına rağmen Batı baskısıyla masa başında kaybetmiştir ve bu antlaşmayla Girit’in elden çıkması için ilk adım atılmıştır.
Not: Yunanistan'ın Girit yönetiminde söz sahibi olması, buranın Osmanlı yönetiminden kopmasına ortam hazırlamıştır. 1908'de ayaklanan Giritli Rumlar, Yunanistan'a katıldıklarını duyurdular. Osmanlı Devleti bu oldu bittiyi 1913 Atina Antlaşması’yla tanımıştır.

II. MEŞRUTİYET’İN İLANI SIRASINDA 1908 ELDEN ÇIKAN OSMANLI TOPRAKLARI

1908'DE MEŞRUTİYET İKİNCİ KEZ İLAN EDİLDİ. Rejim değişikliğinin getirdiği karışıklık ortamında;
-BULGARİSTAN bağımsızlığını ilan etti.
-GİRİT’in Hıristiyan valisi Yunanistan’a bağlandığını bildirdi.
-Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, BOSNA HERSEK’i kendi topraklarına kattı.
-Meşrutiyeti kaldırmak için çıkan 31 MART OLAYI'NDAN SONRA II. ABDÜLHAMİD MECLİS KARARI İLE TAHTTAN İNDİRİLDİ. (1909) YERİNE V. MEHMET REŞAT GEÇTİ.

TRABLUSGARP SAVAŞI (1911-1912)

XX. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti'nin KUZEY AFRİKA'DA KALAN SON TOPRAĞI TRABLUSGARP eyaletiydi (Libya).
Nedeni: İtalyanların, gelişen sanayilerine pazar ve hammadde arayışına girmeleri bu savaşın temel nedenini oluşturmaktadır.
İtalya'nın Trablusgarp'a Yönelmesinin Nedenleri:
a)İtalya'nın Trablusgarb'a olan coğrafi yakınlığı
b)Osmanlı’nın burayı savunacak gücü olmaması

Gelişmeler: MUSTAFA KEMAL VE ENVER BEY gibi bazı subaylar, gizlice Trablusgarb'a giderek direnişi örgütlediler. Mustafa Kemal, TOBRUK VE DERNE savunmalarıyla İtalyanları durdurdu. Direnişi kıramayan İtalya, : Osmanlı Devleti'ne baskı yapmak amacıyla en büyüğü Rodos olan On iki Ada'yı işgal etti. Bu sırada Balkan Savaşı'nın çıkması üzerine Osmanlı Devleti barışa yanaşarak UŞİ ANTLAŞMASInı imzalamak zorunda kaldı. Buna göre;
-Trablusgarp ve Bingazi İtalya'ya bırakılacak; fakat dini bakımdan Osmanlı halifesine bağlı kalacaktır.
-İtalya'nın işgal ettiği Oniki Ada Osmanlı Devleti'ne verilecek ancak bölge, Balkan Savaşlarının sonuna kadar İtalya'nın işgalinde kalacaktır,
Not: Balkan Savaşları sırasında On İki Ada'nın Yunanistan tarafından alınabileceği tehlikesi nedeniyle burası italya'nın geçici işgaline bırakılmıştır.
Not: Trablusgarp'ın elden çıkmasıyla Kuzey Afrika'daki Osmanlı egemenliği de sona ermiştir. Ayrıca, dolaylı olarak Oniki Ada da kaybedilmiştir,

BALKAN SAVAŞLARI (1912-1913)

Daha 1878 Berlin Kongresi’nden sonra Bulgaristan; MAKEDONYA SORUNU’nu uluslar arası bir sorun haline getirmeye çalışmıştır. Avrupalı devletler de bu sorunu, Şark Meselesi’nin bir parçası olarak görmüştür. Sınırların tam çizilememesine rağmen Makedonya coğrafyasında çeşitli din, dil ve ırklar bir arada yaşamışlardır. Bu nedenle Makedonya XIX. yüzyılın ilk yıllarından itibaren milliyetçilik akımının etkisiyle pek çok sosyo-ekonomik sıkıntıya sahne olmuştur. Makedonya için özellikle 1878-1910 yılları arasında Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Romanya siyasi propaganda yürüterek silahlı çatışmalara girmiştir. Bu nedenle Makedonya, Osmanlı Devleti’nin ve Avrupa’nın en sorunlu bölgesi haline gelmiştir.
Not: Bulgar cemaati 1870’te Rum Patrikhanesi’nde ayrılarak BULGAR EKSARHLIĞI’nı kurması sonrası Sırplar da özellikle Makedonya’daki emellerini gerçekleştirmek için kendine ait milli kilise kurma çabasına girişmiştir. XIX. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’nden ayrılma ve kendi milli kilisesini kurma gayretine girişmeleri sonrası balkanlar, Makedonya Rum-Bulgar ve Sırp cemaatleri arasında bir mücadele alanı haline gelmiş ve böylece KİLİSELER SORUNU ortaya çıkmıştır.
Balkanlarda yaşanmış iki aşamalı bölgesel savaşlardır, I. BALKAN SAVAŞI, Osmanlı Devleti ile Balkan Devletleri arasında, II. BALKAN SAVAŞI ise Bulgaristan ile diğer Balkan devletleri arasında yaşanmıştır.
Not: II. Abdülhamit tahtta kaldığı sürece Balkan devletleri arasında anlaşmazlıkları körükleyerek onların Osmanlı Devleti’ne karşı ittifak etmelerini önlemeye çalışmıştır. Bunda da önemli derecede başarılı olmuştur. Yönetimde söz sahibi olan İttihat ve Terakki zamanında Balkanlara verilen özgürlükler, onların aralarında anlaşarak Osmanlı Devleti’ne karşı ittifak oluşturmalarını sağlamıştır.

I. BALKAN SAVAŞI

Nedenleri:
-Sorunun temeli 1878 Berlin Antlaşması’nda atılan Makedonya Sorununu çözümleyebilmek için II. Abdülhamit zamanı 2. Meşrutiyet ilan edilmiş ama Balkan ülkelerinin burayı ele geçirmek istemekte.
-Rusya'nın Balkanlarda izlediği kışkırtıcı politikalar
-Balkan devletlerinin ulusçuluk akımının etkisiyle hareket etmeleri
-Balkan devletlerinin, Osmanlı Devleti'nden toprak alarak sınırlarını genişletmek istemeleri
-Balkan devletlerinin, Osmanlı Devleti'nin İtalya ile Trablusgarp Savaşı'nda bulunmasından yararlanmaları
Gelişmeler:
-I. Balkan Savaşı 8 Ekim 1912'de KARADAĞ'ın Osmanlı Devleti'ne savaş ilân etmesiyle başladı. Arkasından SIRBİSTAN, BULGARİSTAN ve YUNANİSTAN da savaşa katıldılar, Osmanlı Devleti savaşı tüm cephelerde kaybetti.
-Savaş, Osmanlı Devleti'nin barış istemesi üzerine LONDRA KONFERANSI ile sona erdi.
Not: I. Balkan Savaşı sonrası İttihat ve Terakki Partisi, gerçekleştirdiği BAB-I ALİ BASKINI (23 Ocak 1913) ile İttihat ve Terakki Partisi, yönetime tam olarak el koymuş; Enver, Cemal ve Talat Paşalara üst kademeleri ele geçirme yolu açılmıştır.

Resimler/2.jpg

LONDRA ANTLAŞMASI (30 MAYIS 1913)

-Osmanlı Devleti, MİDYE - ENEZ HATTI Osmanlı-.Bulgar sınırı olmuştur. Trakya ve Edirne Bulgaristan’a bırakılmıştır. Güney Makedonya, Selanik ve Girit Yunanistan’a verilmiştir. Sırbistan, Kuzey ve Orta Makedonya’yı almıştır. Silistre ise Romanya’ya bırakılmıştır.
ARNAVUTLUK BAĞIMSIZlık kazanmıştır. (Balkanlarda bağımsızlığını kazanan son ulus Arnavutlardır.) Sonucu:
-Edirne ve Kırklareli dahil olmak üzere RUMELİ TOPRAKLARINDAKİ OSMANLI EGEMENLİĞİ SONA ERDİ.
-EGE DENİZİ'NDEKİ TÜRK EGEMENLİĞİ SONA ERDİ.
-Balkanlarda kaybedilen topraklarda Batı Trakya Türk azınlığı sorunu başlamıştır.
-Anadolu’ya yoğun göçler yaşandı.
-Ordunun siyasete karışmasının sakıncaları ortaya çıkmıştır.

II. BALKAN SAVAŞI (1913)

Bulgaristan'ın Osmanlı Devleti'nden çok fazla toprak almasına, diğer Balkan devletlerinin tepki göstermesi
Not: Osmanlı Devleti II. Balkan Savaşı'na fiilen katılmayıp, Bulgaristan'ın düştüğü zor durumdan yararlanarak Doğu Trakya'yı (EDİRNE VE KIRKLARELİ) KURTARMIŞTIR.
Savaşın gelişimi:
Romanya, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ'la aynı anda savaşmak zorunda kalan Bulgaristan, tüm cephelerde yenilerek barış imzalamak zorunda kaldı.

BÜKREŞ ANTLAŞMASI (10 AĞUSTOS 1913)

Bulgaristan ile diğer Balkan devletleri arasında imzalanmıştır.

İSTANBUL ANTLAŞMASI (29 EYLÜL 1913)

Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında imzalanmıştır. Edirne ve Kırklareli Osmanlı Devleti'ne bırakıldı. Meriç nehri esas alınarak iki devlet arasında sınır çizildi. Bulgaristan'da kalan Türk azınlığın hakları güvence altına alındı.

ATİNA ANTLAŞMASI (14 KASIM 1913):

Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında imzalanmıştır. Ege Adalarının önemli bir kısmı Yunanistan'a bırakıldı. Osmanlı Devleti, Girit'in Yunanistan'a ait olduğunu kabul etti. Yunanistan'da kalan Türk azınlığın durumu güvence altına alındı.
EGE ADALARI KONUSU İSTANBUL HÜKÜMETİ TARAFINDAN KABUL EDİLMEDİ. I. DÜNYA SAVAŞI'NİN ARAYA GİRMESİ İLE ADALARIN DURUMU SONUÇSUZ KALDI.

İstanbul Antlaşması (13 Mart 1914):

Sırbistan ile Osmanlı Devleti arasında imzalanmıştır. Sırbistan'da kalan Türk azınlığın durumu belirlenmiştir.

Genel Değerlendirme

Balkan Savaşları şu acı gerçeği ortaya koymuştur ki, Osmanlı Devleti henüz kendisinden yeni kopmuş devletlerle bile baş edemeyecek kadar zayıf durumdadır.
Batı Trakya, Makedonya, Arnavutluk ve Ege adalarını kaybeden Osmanlı Devleti'nin Avrupa'daki varlığı Doğu Trakya ile sınırlı kalmıştır.
Kaybedilen yerlerden Osmanlı sınırları içine yoğun bir göç yaşanmıştır. Bu da başta işsizlik ve konut sıkıntısı gibi pek çok sorunu beraberinde getirmiştir.
Osmanlı Devleti, Almanya'ya daha fazla yakınlaştı.

I.DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI DEVLETİ’NİN İTTİFAK ARAYIŞLARI

Büyük savaş öncesi Osmanlı Devleti, İngiltere’ye ittifak teklifinde bulunmuştur. Ancak İngiltere Yakın Doğu’daki çıkarları için Rusya ile ortak hareket etmeye başlamıştır. Gerek Reval Görüşmeleri’nde alınan kararlar gerekse Rusya’nın uygulamak istediği politikaların Osmanlı topraklarından geçmesi, İngiltere’nin Osmanlı Devleti ile ittifakını zora sokmuştur. İngiltere’ye yapılan ittifak teklifi karşısında onlar Osmanlı Devletinin TARAFSIZ KALMASINI istemişlerdir. Rusya’ya yapılan ittifak teklifine olumsuz yanıt gelmiştir. Fransa ise kendi içinde farklı düşüncelere sahip olsa da isteklerini İngiltere ve Rusya’ya yaptırma konusunda yeterli gücü yoktur. Zaten sonunda onlar da ittifak teklifine olumsuz yanıt vermişlerdir. Durum böyle olunca Osmanlı devleti sadrazam Said Halim Paşa Alman büyükelçisini çağrırarak gizli bir ittifak yapmak istediklerini bildirmişlerdir. Yapılan ittifak antlaşması sonrasında Osmanlı Devleti genel seferberlik yapmıştır.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI (1914–1918)

Fransız İhtilali'nin yaydığı ulusçuluk hareketlerinin etkisiyle 1870’te İtalya, 1871'de Almanya siyasal birliklerini kurdular. Avrupa'da bu iki devletin kurulması siyasi dengenin bozulmasına neden oldu.
Avrupa devletleri arasındaki ekonomik rekabet ve Avrupa'da siyasal dengelerin bozulması Birinci Dünya Savaşı'nın çıkmasına ortam hazırlamıştır.

Genel Sebepleri:
-SANAYİ İNKILABI’NIN ETKİSİ: Sanayi İnkılabı’yla birlikte İnsan gücüne dayalı üretim tarzından makine gücüne dayalı üretim yapısına geçilmiştir. Böylece üretim artmış, HAMMADDE VE PAZAR ARAYIŞI artmış, SÖMÜRGECİLİK hız kazanmıştır.
-SİLAHLANMA YARIŞI
-AVRUPALI DEVLETLER ARASINDA YAŞANAN HANEDAN ÇEKİŞMELERİ
-FRANSIZ İHTİLALİNİN ETKİSİ: 1789 yılında gerçekleşen Fransız İhtilali sonrasında birçok düşünce akımı yayılmıştır. Ancak savaşa etki eden en büyük düşünce akımı MİLLİYETÇİLİKtir. Milliyetçilikten etkilenen İtalyanlar 1870’de, Almanlar ise 1871’de kendi devletlerini kurmuşlardır. Siyasi birliğini geç tamamlayan bu iki devletin gelişen sanayileri için hammadde ve Pazar arayışına girerek sömürgeciliğe yönelmeleri dengeleri alt üst etmiştir. Bu gelişmeler üzerine menfaat ve çıkar ilişkisi üzerine kurulan gruplaşmalar ortaya çıkmıştır. (Bloklaşmalar)
ÜÇLÜ İTTİFAK: Almanya, Avusturya- Macaristan, İtalya (gizli antlaşmalarla toprak vaat edilince itilaf tarafında savaşa girdi) ; daha sonra Osmanlı, Bulgaristan (Çanakkale Cephesinin kazanılmasıyla savaşa girdi. Osmanlı ödül olarak onlara DİMETOKA’yı verdi)
ÜÇLÜ İTİLAF: İngiltere, Fransa, Rusya; daha sonra Sırbistan, Japonya, Çin, ABD, Romanya, Yunanistan, Karadağ, Belçika, Hollanda, Brezilya gibi bir sürü devlet
Özel Sebepleri
-İNGİLTERE VE ALMANYA ARASINDAki siyasal ve ekonomik rekabet. Almanya’nın o dönemin en büyük sömürge devleti olan İngiltere’nin sömürgelerine göz dikmesi,
-Fransa’nın Sedan Savaşı’nda Almanya'ya kaptırdığı ALSAS - LOREN kömür havzasını geri almak istemesi
-Rusya’nın tarihi emellerine ulaşmak istemesi (SICAK DENİZLER) ve bu amaçla Balkanlarda PANSLAVİZM politikası uygulaması. Bu durumdan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti’nin rahatsız olması.
-Sömürgecilikte geç kalan ve kendisini Roma İmparatorluğunun varisi olarak gören İTALYA'NIN AKDENİZ'E HÂKİM olmak istemesi ve sömürgecilik faaliyetlerine başlaması
-JAPONYA’NIN UZAK DOĞU’DA SÖMÜRGEler elde etmek istemesi
-Avusturya - Macaristan veliahtının Saraybosna'da bir Sırp tarafından öldürülmesi etkili olmuştur.

SAVAŞIN BAŞLAMASI

-Savaşın başlamasıyla etkili olan gelişme Avusturya-Macaristan ve Sırbistan arasında yaşanan BOSNA-HERSEK SORUNUdur.
-Sırbistan, Avusturya-Macaristan’ın sınırlarında yer alan Bosna-Hersek’i Sırpların çoğunlukta olduğunu öne sürerek Avusturya-Macaristan’dan istemiş, ancak Avusturya Macaristan bu talebi reddetmiştir.
Not: Bosna-Hersek sorununda panislavizm politikası izleyen Rusya Sırbistan’ı; Rusya’nın Balkanlarda etkili olmasını istemeyen ve pangermenizm politikası izleyen Almanya ise Avusturya-Macaristan’ı desteklemiştir.
-Bu sorunun daha da büyüdüğü bir dönemde Avusturya-Macaristan veliahtı Ferdinand’ın ve eşinin Bosna-Hersek’in bir kenti olan Saraybosna’yı ziyareti sırasında Sırp bir milliyetçi tarafından öldürülmesiyle Avusturya-Macaristan Sırbistan’a savaş açmış ve I. Dünya Savaşı resmen başlamıştır.

OSMANLI DEVLETİNİN SAVAŞA GİRMESİ

Savaş öncesi Osmanlı Devleti’nin durumu:
-Kapitülasyonları tek taraflı olarak kaldırmıştır.
-Savaşın başlamasıyla tarafsızlığını ilan etmiştir.
-Boğazları savaş gemilerine kapamıştır.
-Genel seferberlik ilan ederek savaşa hazır duruma gelmeye çalışmıştır.
-İlerleyen süreçte tarafsız kalamayacağını anlayan Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa girme teklifinde bulunmuş, ancak Osmanlı Devleti’ni sömürge konumuna getirmeyi amaçlayan İtilaf Devletleri, savaşı kazanan tarafta olursa bu amaçlarına ulaşamayacaklarını düşünmüş ve bu teklifi kabul etmemişlerdir.
-İtilaf devletleri yanında savaş girme teklifinin kabul edilmemesi üzerine uluslararası alanda yalnız kalmak istemeyen Osmanlı Devleti, Almanya’ya yakınlaşmıştır.
-Osmanlı Devleti’nin, Almanya’ya yaklaşmasından dolayı savaşın geniş alanlara yayılmasını ve savaşın süresinin uzamasını istemeyen ayrıca sömürge yollarının güvenliğini sağlamak isteyen İNGİLTERE, OSMANLI DEVLETİ’NE SAVAŞIN DIŞINDA KALMASI İÇİN BAZI VAATLERde bulunmuştur.
Bu vaatler,
-Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumak,
-Osmanlı Devleti’nin Düyunu Umumiye’ye olan borçları silmektir.
-Osmanlı Devleti ise bu vaadler karşısında İngiltere’nin daha önce işgal ettiği Kıbrıs ve Mısır’ı geri istemiştir. Osmanlı Devleti’nin bu teklifinin, İngiltere tarafından kabul edilmemesi üzerine Osmanlı Devleti İtilaf devletleriyle ilişkilerini kesmiştir.
Almanya’nın Osmanlı Devleti’ni yanında istemesinin nedenleri
1-Osmanlı Devleti’nin jeopolitik konumundan yararlanmak istemesi
*Boğazlar: Almanya, Boğazları kontrol altında tutarak İtilaf devletinin Rusya ile bağlantısını kesmek istemiştir.
*Yeni Cepheler: Almanya, savaşı geniş alanlara yaymak ve yeni cepheler açtırarak savaştaki yükünü hafifletmek istemiştir.
*Orta Doğu Petrolleri: Almanya, Osmanlı Devleti’nin elinde olan Musul, Kerkük petrollerinden yararlanmak istemiştir
*Süveyş Kanalı: Almanya, İngiliz sömürgelerine giden en kestirme yol olan bu kanalı kontrol etmek istemiştir.
2-Almanya’nın Halifenin dini gücünden yararlanma düşüncesi: Osmanlı padişahı aynı zamanda halifedir. Halifenin tüm Müslümanları savaşa çağıran cihat yetkisi vardır. Almanya, halifenin cihat çağrısı ile İngiltere ve Fransa bünyesindeki Müslümanları bu devletlere karşı kullanmak istemiştir.
3-Almanya’nın Osmanlı Devleti’nin askeri gücünden (silah değil insan olarak) yararlanma düşüncesidir.

Osmanlı Devleti’nin Savaşa Almanya’nın yanında Girme Sebepleri:

1-Kaybedilen toprakları geri almak istemesi
2-Siyasi yalnızlıktan kurtulmak istemesi
3-İtilaf devletlerine güvenmemesi
4-İttihat ve Terakki mensuplarının Alman hayranlığıdır.

Ve Osmanlı Devleti Savaşa giriyor:

- İtilaf Devletlerinin yanında yer almayı hedefleyen Osmanlı Devleti’nin talebi reddedildi. Osmanlı devletinin tarafsız kalmasını istediler. Çünkü tarafsız kalırsa Boğazlar yoluyla Ruslara kolayca yardım
götürebileceklerdi. İtilaf devletlerinden umduğunu bulamayan Osmanlı Devleti Almanya’ya yanaştı. Zaten İttihat ve terakki üyeleri Almanya’ya sempati duyuyorlardı. Marn Cephesi’nde sıkışan Almanya’nın Osmanlı Devleti savaşa girerse yeni cepheler açılacağı için ilk etapta Fransa cephesindeki yükü hafifleyecekti.
-Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasından bir süre sonra, Akdeniz'de bulunan GOBEN (YAVUZ) ve BRESLAV (MİDİLLİ) isimli Alman savaş gemileri, İngiliz donanmasından kaçarak Osmanlı Devleti'ne sığındılar. Osmanlı Devleti, tarafsızlığını korumak için bu gemileri satın aldığını bildirdi. Bir süre sonra Alman amiralinin komutasındaki Türk donanması Rus limanlarını ve gemilerini bombaladı. Bu gelişmelerden sonra Rusya, İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'ne savaş ilan ettiler. Osmanlı Devleti de 12 Kasım 1914’de Rusya, İngiltere ve Fransa'ya savaş açtı. Böylece Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı'na girmiş oldu.

OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN SAVAŞTIĞI CEPHELER

TAARRUZ CEPHELERİ: Kafkasya, Kanal (Mısır) SAVUNMA CEPHELERİ: Çanakkale, Irak, Suriye-Filistin, Hicaz-Yemen YARDIM CEPHELERİ: Galiçya, Romanya, Makedonya

1-KAFKAS CEPHESİ:

-Rus ordusunun ilerleyişini durdurmak için Osmanlı Devleti tarafından açılmıştır.
Sebepleri:
-1878 Berlin Antlaşması ile kaybedilen Kars, Ardahan ve Batum’u geri almak istemesi
—Rusya’nın içindeki Türklerin de yardımıyla Rusya'yı saf dışı bırakmayı
—Rusya ve Orta Asya'daki Türklerle birleşerek Turancılık (Pantürkizm) idealini gerçekleştirmeyi
—Azerbaycan petrollerine (Bakü’de) ulaşmayı amaçlamıştır.
“SARIKAMIŞ HAREKÂTI" çetin kış şartlarından dolayı on binlerce askerimizin donarak şehit olması nedeniyle Osmanlı Devleti'nin mağlubiyetiyle sonuçlandı. Ruslar, Ermenilerin de desteğini alarak 1916 yılı başlarında Erzurum, Muş, Bitlis, Trabzon, Erzincan ve Doğu Karadeniz sahillerini işgal ettiler. Çanakkale Savaşlarından sonra Doğu Cephesi'nde görevlendirilen Mustafa Kemal Paşa, Ruslardan Muş ve Bitlis'i geri aldı (1916). Ekim 1917'de Rusya'da BOLŞEVİK İHTİLALİ'nin çıkması üzerine bölgeyi boşaltan Rusların çekildiği yerler tekrar Osmanlı Devleti'nin eline geçti.
Rusya, 3 Mart 1918'de İttifak Devletleri'yle BREST -LİTOWSK ANTLAŞMASInı imzalayarak Birinci Dünya Savaşından çekildi. Rusya, daha önce Berlin Antlaşması'yla ele geçirdiği KARS ARDAHAN ve BATUM'u Osmanlı Devleti'ne geri verdi. Ancak bu anlaşma I. Dünya Savaşı'nı galip bitiren Anlaşma Devletleri tara-fından geçersiz sayıldığı için yürürlüğe girmemiştir.
1915 olayları: Osmanlı Devleti’ni paylaşma planı yapan Rusya, İngiltere ve Fransa; Ermenileri kışkırtarak Doğu Anadolu’da bağımsız bir devlet kurmaları için onları harekete geçirdi. Kafkas Cephesinde Ruslarla savaşılırken, HINÇAK ve TAŞNAK komiteleri öncülüğünde Ermeniler çeteler oluşturarak Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandılar. Bu durum Rus ilerlemesini kolaylaştırdı. Ayrıca Ermeni Çeteleri doğuda birçok yerde Müslüman halka katliamlar yaptılar. Zor durumda kalan Osmanlı Devleti bir takım tedbirler almak zorunda kaldı. Osmanlı Dahiliye Nezaretinin 24 NİSAN 1915’TE YAYINLADIĞI GENELGEYLE HINÇAK VE TAŞNAK KOMİTE BÜROLARI KAPATILDI. Bu genelge ile yapılan tutuklamaları, Ermeniler katliam olarak göstermeye çalışmaktadır. Alınan bütün tedbirlere rağmen Ermeni saldırı ve katliamları artarak devam etti. Bunun üzerine hem iç güvenliği sağlamak hem de cephelerde Türk askerinin güvenliğini artırmak için, 27 Mayıs 1915’te Sevk ve İskan (TEHCİR ve Zorunlu Göç) Kanunu çıkarıldı. Bu kanunla Ermeniler arasından Ruslarla iş birliği içinde olanlar, çeteciler ve isyan hareketine karışanlar zorunlu olarak göçe tabi tutuldu. Göç ettirilenler Osmanlı sınırları içerisinde başka bölgelere yerleştirildiler. Osmanlı gerekli tedbirleri alarak Ermenilerin mallarının, canlarının korunması, yol boyunca ihtiyaçlarının karşılanması için memurlar görevlendirdi. Göç ettirilen Ermenilerin taşınabilir mallarını yanlarına almalarına izin verildi. Taşınamaz malları ise hükümet tarafından açık artırmayla satılıp bedeli kendilerine verildi. Yerleşecekleri yerlerde eski düzenlerini kurmaları için gerekli tedbirler alındı. Kötü hava, savaş koşulları ve yollarda saldıranlar yüzünden ölenler olmuştur. Saldırı yapanlar divanı harpte yargılanmıştır. İddia olarak 1,5 milyon Ermeninin hayatını kaybettiği söylenmektedir. Ama yerli ve yabancı kaynaklara göre 1914’te Türkiye’deki Ermeni nüfusu toplamı 1,3 milyon civarındaydı. Aslına bakılırsa Ermeni çeteleri 100 binlerce Türk’ü öldürmüşlerdir. Osmanlı Devleti I.Dünya Savaşı sona erince Geri dönüş kararnamesi yayınladı. Göçe tabi tutulan Ermenilerden isteyenler geri dönmüş, mal ve mülklerini geri almışlardır.
Kafkas İslam ordusu:
1917’de Rusya’da yaşayan Bolşevik devrimi ile Çarlık rejiminin yıkılmasının ardından Rus Kafkas Ordusu dağıldı. Bolşevik devrimi sonrası Osmanlı ve Rus orduları arasında çatışma yaşanmadı. Rus birlikleri bölgeden ayrılırken silahlarını Ermeni ve Gürcülere bırakarak Osmanlı Devleti ile mücadeleyi onlara bıraktı. Rus ordusundan kalan 120 bin kadar Ermeni asker Ermeni çeteleri ile güçlerini birleştirdiler. 1917 sonunda Gürcüler ile Ermeniler askeri faaliyetlere başladılar. Brest Litovsk Antlaşması ile Elviye-i Selase (Kars-Ardahan-Batum) Osmanlı Devleti’ne verildi. Rusların çekilmesiyle birlikte Ermeni ve Gürcü çeteleri katliam başlattı. Bunun üzerine Azerbaycan Türkleri, Osmanlı Devletine heyet göndererek yardım istediler. İstanbul Hükümeti Nuri (Killigil) Paşa’nın komutanlığında, Azerbaycan Türkleri ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti vatandaşı Dağıstanlı gönüllülerden oluşan Kafkas İslam Ordusu kurdu.1918’de HALİL (KUT) PAŞA komutasında Bakü’ye girdi. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurucusu MEHMET EMİN RESULZADE konudan övgüyle bahsetmiştir.

2-KANAL CEPHESİ (MISIR - SİNA)

Sebepleri:
—Osmanlı Devleti'nin ve Almanların İngiltere'nin Uzak Doğu'daki sömürgeleriyle bağlantısını keserek asker ve hammadde ihtiyacını karşılamasını engellemek istemeleri
-Osmanlı Devleti’nin Mısır’ı geri almayı amaçlaması.
İngiltere'nin Mısır'ı tamamen topraklarına kattığını ilan etmesi üzerine CEMAL PAŞA komutasındaki Türk birlikleri Cemal Paşa komutasında Süveyş kanalına saldırdı (1915). İngilizler kanala yapılan iki saldırıyı da durdurdular ve Arapların yardımıyla Sina Yarımadası'nı ele geçirdiler. 1917'de Filistin'i alarak Suriye sınırına dayandılar. Ayrıca İngilizler Yemen, Hicaz ve Filistin'de Arapları isyana kışkırtarak bölgedeki Türk ordularını zor du-rumda bırakmışlardır.

3-ÇANAKKALE CEPHESİ:

Sebepleri:
—Anlaşma Devletleri'nin İstanbul'u ve Boğazları ele geçirerek Osmanlı Devleti'ni savaş dışına itmek istemeleri
—Anlaşma Devletleri'nin Rusya'ya savaşa devam etmesini sağlamak ve Rus buğdayında faydalanmak için yardım ulaştırmayı amaçlamaları
— Anlaşma Devletleri'nin Balkan devletlerini kendi yanlarında savaşa sokmak istemeleri
— İngiltere’nin Osmanlı ordularının Süveyş kanalı ve Hint yolu üzerindeki baskılarını sona erdirmek istemesi etkili olmuştur.
İngiliz ve Fransız donanması 19 Şubat 1915'ten itibaren Çanakkale Boğazı'nın iki tarafındaki Türk savunma hatlarını bombardımana başladı. Anlaşma Devletleri'nin Boğazları geçme girişimleri 18 Mart 1915'te olmuş; fakat Türk topçusunun kahramanca mücadelesi ve bir gece önce Nusret Mayın Gemisinin döşediği mayınların da yardımıyla başarısızlıkla sonuçladı. 18 Mart Kahramanı olarak anılan CEVAT ÇOBANLI’nın bu zaferde büyük katkısı vardır.
Karadaki Türk kuvvetleri mağlup edilmeden Boğazlardan geçemeyeceklerini anlayan İngilizler, 25 Nisan 1915'te Gelibolu Yarımadası'na asker çıkardılar.
Bu bölgede 19. Tümen Komutanı olan YARBAY MUSTAFA KEMAL PAŞA, Arıburnu ve Anafartalarda, Seddül-bahir - Morto limanlarının savunulmasında, Çimentepe'ye doğru ilerleyen düşman kuvvetlerinin püskürtülmesinde ve Conkbayırı’ndan düşman kuvvetlerinin atılmasında önemli rol oynamıştır.
Çanakkale'nin karadan da geçilemeyeceğini gören Anlaşma Devletleri, Ocak 1916'da Gelibolu'yu boşaltmak zorunda kaldılar. Kazandığımız bu tek cephede seyit onbaşı, Nusret Mayın Gemisi Komutanı Yüzbaşı İsmail Hakkı’nın özverisi, 57. Alayın fedakarlığı büyük rol oynadı.

Sonuçları:
-Birinci Dünya Savaşı uzamıştır.
-Boğazlar geçilememiş ve Rusya'ya yardım ulaştırılamamıştır. Bu durum 1917'de Rusya'da Bolşevik ihtilaline ve rejim değişikliğine yol açmıştır.
- Bulgaristan Almanya'nın yanında savaşa girmiş ve bu gelişmeden sonra Almanya ile Osmanlı Devleti arasında kara bağlantısı kurulmuştur.
- Bundan dolayı Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitimli insan açığı ortaya çıkmıştır.
-Mustafa Kemal Paşa'nın bu cephede kazandığı başarılar liderlik ve komutanlık özelliklerini ortaya çıkarmıştır. Bu durum içte ve dışta tanınmasında ve Milli Mücadelede lider olarak kabul edilmesinde etkili olmuştur.
-Mustafa Kemal albay olmuştur.
-Cevat Çobanlı Paşa vermiş olduğu mücadeleden dolayı 18 Mart Kahramanı olarak anılmıştır.
-Çanakkale’deki kayıpların büyük çoğunluğu, eğitim seviyesi yüksek insanlardı. Pek çok asker, öğretmen, mükiyeli ve tıbbiyeli sehit olmuştur Bu yüzden cumhuriyetin ilk yıllarında yetişmiş eleman bulma sıkıntısı yaşanmıştır.

4-HİCAZ VE YEMEN CEPHESİ:

İngiltere MAC MAHON PLANI ile MEKKE EMİRİ ŞERİF HÜSEYİN’e bağımsızlık vaat etmişti. Böylece İngilizlerin desteğini sağlayan bazı Arap kabileleri, Osmanlı egemenliğine karşı ayaklandılar. Özellikle MEDİNE’Yİ FAHRETTİN PAŞA’nın askerleri olağanüstü bir şekilde müdafaa etti. İngiliz casus Edward LAWRANCE, Arapları Türklere karşı sürekli kışkırtarak, bazı Arap kabilelerinin İngilizlerin imzalanmasına yanında yer almasını sağlamıştı. Mondros Ateşkes Antlaşması rağmen Fahrettin Paşa uzun süre teslim olmayıp direnişini sürdürdü.
Not: Fahrettin Paşa buradaki yaptığı savunmadan dolayı Çöl Kaplanı lakabı almıştır.

5-IRAK CEPHESİ:

Sebepleri:
-İngilizlerin daha kuzeye çıkarak Ruslarla birleşmek ve Türk kuvvetlerinin İran üzerinden Hindistan'ı tehdit etmesini önlemek istemeleri
- İngilizlerin Abadan petrollerini korumak istemeleri ve Musul-Kerkük petrollerine ulaşmak istemesi etkili olmuştur.
Basra'ya çıkarak Irak içlerine doğru ilerlemeye başlayan İngiliz kuvvetleri KUT'ÜL AMARA'da yapılan SELMANI PAK SAVAŞInda HALİL PAŞA komutasındaki Osmanlı askerlerine yenildiler (1916). İngiliz tümeni General Townshend ile birlikte esir alındı. Irak’taki Osmanlı birlikleri İran’a kaydırıldı. Ancak İngilizler bölgeye yeniden asker çıkardılar. Takviye kuvvetlerin gelmesinden sonra Türk kuvvetleri geri çekilmek zorunda kalınca Irak Cephesi İngilizlerin üstünlüğüyle sonuçlanmıştır. 1917'de Bağdat'ı alan İngilizler, 1918'de Musul sınırına kadar ilerlemişlerdir.

6-SURİYE CEPHESİ:

Kanal harekâtında başarılı olan İngilizler, 1916'dan itibaren kuzey yönünde ilerleyerek Türk kuvvetleri üzerinde baskısını artırdı. Osmanlı Devleti Gazze Savaşlarında İngilizlere karşı başarılı mücadeleler verse de, İngilizler Osmanlı ordusunu yendi. Araplardan da yardım gören İngiliz kuvvetleri Kudüs ve Filistin’i işgal etti. Suriye Cephesi'ndeki YILDIRIM ORDULARI GRUBU'NA ALMAN GENERALİ LİMON VON SANDERS komuta ediyordu. Yıldırım Ordularına bağlı VII. ORDU MUSTAFA KEMAL PAŞA komutasında başarılı savunmalar yaptı. Yapılan mücadeleler sırasında Türk kuvvetleri Antakya’dan Halep'e kadar savunma hattı kurarak İngilizleri burada durdurmayı başardı. Ayrıca isyancı Arap güçleri ile 26 Ekim 1918’de yaptığı KATMA SAVAŞI’nı kazanan Mustafa Kemal, Halep’in 5 km kadar kuzeyindeki bölgeyi Türk sınırı olarak belirledi.
Mondros Ateşkesi'nden sonra YILDIRIM ORDULARI GRUP KOMUTANLIĞI'NA MUSTAFA KEMAL PAŞA atandı. Bir süre sonra Yıldırım Orduları feshedilerek Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a çağırıldı. Böylece Suriye tamamen İngilizlerin kontrolüne geçti.

7-GALİÇYA, MAKEDONYA VE ROMANYA CEPHELERİ:

Osmanlı devletinin kendi sınırları dışında savaştığı cephelerdir. Müttefikleri Bulgaristan, Almanya ve Avusturya- Macaristan’a yardım etmek amacıyla savaşmıştır.

I.DÜNYA SAVAŞI DEVAM EDERKEN İTİLAF DEVLETLERİNİN OSMANLI İMPARATORLUĞUNU PAYLAŞMA TASARILARI DOĞRULTUSUNDA YAPTIKLARI GİZLİ ANTLAŞMALAR

Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na girmesi üzerine topraklarının Anlaşma Devletleri tarafından paylaşılması gündeme geldi. Ancak Osmanlı topraklarının paylaşılması aralarında sorunlara neden olabileceğinden önceden bu konuda bazı antlaşmalar yapmaya ihtiyaç duydular. Rusya’da 1917’de Bolşevikler iktidarı ele geçirince Çarlık yönetiminin yaptığı gizli antlaşmaları dünya kamuoyu ile paylaşınca bu gizli antlaşmalar açığa çıkmış oldu. Bu antlaşmalar:

1-Boğazlar (İstanbul) Antlaşması (1915):

-Bu antlaşma ile İngiltere ve Fransa, İSTANBUL, BOĞAZLAR VE ÇEVRESİNİN RUSYA'YA Midye-Enez Çizgisine kadar Trakya, Gelibolu Yarımadası, Sakarya Irmağı’na kadar Kocaeli Yarımadası ile İmroz ve Bozcaada’nın verilmesini kabul ettiler.
-Rusya da Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer topraklarının İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmasını kabul etti.
Not:Rusya’nın savaştan çekilmesi amaçlanmıştır.

2-Londra Antlaşması (1915):

İngiltere, Fransa, Rusya, ONİKİ ADA ANTALYA VE ÇEVRESİ İTALYA'YA bırakılmasını kabul ettiler. Ayrıca Trablusgarp'ta Osmanlı İmparatorluğu’na ait olan hak ve ayrıcalıklar İtalya'ya geçti. Anlaşma Devletleri bu anlaşmayı İtalya'yı kendi yanlarında Birinci Dünya Savaşı'na çekmek için yapmışlardır.

3-Petrograd Protokolü (1916):

Sykes –Picot Antlaşmasına bağlı olan bu protokole göre İngiltere ve Fransa BOĞAZLAR BÖLGESİNE EK OLARAK TRABZON'A KADAR DOĞU KARADENİZ KIYILARI İLE ERZURUM, VAN VE BİTLİS'İ RUSYA'YA bıraktılar. Rusya da taslağı yapılan ve daha sonra imzalanacak olan Sykes-Picot Antlaşması'nı kabul etti.

4-Sykes - Picot Antlaşması (1916):

İngiltere ile Fransa Osmanlı İmparatorluğu'nun diğer topraklarını paylaşmak amacıyla Sykes-Picot Antlaşması'nı yaptılar (1916).
Bu antlaşmaya göre:
—Adana, Antakya bölgesi, SURİYE KIYILARI VE LÜBNAN FRANSA'YA bırakıldı.
—Musul hariç IRAK İNGİLTERE'YE bırakıldı.
—Suriye’nin diğer bölgeleriyle Musul ve Ürdün'de BÜYÜK ARAP KRALLIĞI kurularak İngiltere ve Fransa'nın koruyuculuğu altında bulunacaktı.
—FİLİSTİN’DE Anlaşma Devletleri ve Şerif Hüseyin tarafından kararlaştırılacak uluslararası bir yönetim kurulacaktı.

5- Mc Mahon Antlaşması (1916)

İngiltere Mısır valisi Mc Mahon ile Hicaz Emiri Şerif Hüseyin arasında imzalanır. Şerif Hüseyin’e, destekleri karşılığında Arap ülkelerinin kralı olma sözü verilir.

6- Saint-Jean de Maurienne Antlaşması (1917):

İtalya kendisinden habersiz Sykes-Picot Antlaşması'na tepki göstermesi üzerine İngiltere, Fransa ve İtalya arasında Saint-Jean de Maurienne Antlaşması yapıldı. Anlaşmaya göre;
—ANTALYA, KONYA, AYDIN VE İZMİR İtalya'ya verildi.
Not: Antlaşmanın kesinleşmesi görüşmelere katılmayan Rusya'nın onaylaması şartına bağlandı. Fakat bu antlaşmanın yapıldığı tarihlerde Rusya'da iç karışıklık yaşanıyordu. Bu nedenle Rusya bu antlaşmayı onaylamadı. İngiltere ve Fransa bu durumu bahane ederek anlaşmayı yürürlüğe koymadılar. Bu durum İtalya ile iki devlet arasında anlaşmazlıklara neden olmuştur. Sonraki zamanlarda İzmir’in Yunanistan’a verilmesi İtalya’da öfkeye sebep olacaktır.
Not: Rusya'nın Birinci Dünya Savaşı'ndan çekilmesi ve Yunanistan’ın savaşa girmesi, Osmanlı topraklarını paylaşma planlarında değişiklik yapılmasına yol açmıştır. Bu değişikliklere göre, daha önce Rusya'ya bırakılan Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti, Boğazlarda ise uluslararası bir yönetimin kurulması öngörülmüştür. Batı Anadolu’da Yunanlılara verilecektir. Bu antlaşmalar Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında uygulamaya konulmuştur.
Not: Bolşeviklerin dünya kamuoyuna duyurmasından dolayı gizli antlaşmaların uygulanması zorlaşmıştır. Buna karşılık ise gizli antlaşmalara en büyük tepki Wilson İlkelerinin yayınlanmasıdır.


ABD'NİN SAVAŞA GİRMESİ VE I. DÜNYA SAVAŞININ BİTMESİ:

-Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra ABD, dış politikası gereği Avrupa sorunlarından uzak kalmayı benimsemiş ve tarafsızlığını ilan etmiştir. ABD tarafsızlığını ilan etmişse de Anlaşma Devletleri'yle ilişkilerini sürdürmüştür, ama bir yandan da itilaf devletlerine mal ve silah satmaya devam etmiştir.
-Almanya bu konuda ABD’yi ikaz etmiş sonuç alamayınca ilişkiler gerilmiştir. Almanya'nın Meksika'yı ABD'ye karşı kışkırtması ve İKİ AMERİKAN TİCARET GEMİSİNİ BATIRMASI’nı fırsat bilen İtilaf Devletleri, ABD’ye, ortak düşmana karşı birlikte hareket etme teklifinde bulunmuşlardır. Bu teklif karşısında ABD başkanı Wilson 14 Maddelik ilkesini şart koşmuştur. Bu şartların İtilaf devletleri tarafından kabul edilmesi üzerine ABD'nin Anlaşma Devletleri yanında savaşa girmiştir. (2 Nisan 1917).
Not: ABD’nin savaşa katılması ile MONROE DOKTRİNİ’nden (İnziva & Yalnızlık) ayrılmış oluyordu. Bu doktrine göre ABD Avrupalıların işlerine karışmayacak, Avrupalılarda Amerikanın işlerine müdahalede bulunmayacak ve Amerika kıtasından uzak duracakdı.
Rusya'nın savaştan çekilmesi Anlaşma Devletleri'ni olumsuz yönde etkilerken ABD'nin savaşa girmesi Birinci Dünya Savaşı'nın Anlaşma Devletleri lehine sonuçlanmasına ve savaşın bitişinin hızlanmasına neden olmuştur.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN SONA ERMESİ:

1918 başlarında ABD askerlerinin Avrupa'ya gelerek İngiliz ve Fransız kuvvetlerini takviye etmeleri üzerine Almanların Batı Cephesi çöktü. Avusturya-Macaristan'da iç karışıklıklar başladı. Almanya'dan yardım alamayan ve teçhizat yönüyle zayıf olan Osmanlı Devleti, Suriye ve Irak'ta zor duruma düştü. Bu gelişmeler Almanya ve müttefiklerinin savaştan çekilmesine yol açmıştır.
Bulgaristan 29 Eylül 1918'de SELANİK ATEŞKESİ'yle, Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918'de MONDROS ATEŞKESİyle, Avusturya 3 Kasım 1918'de VİLLA GUSTİ ATEŞKESİ'yle, Almanya 11 Kasım 1918'de RETHONDES ATEŞKESİyle Birinci Dünya Savaşı'ndan çekilmiştir.

WİLSON İLKELERİ (8 OCAK 1918)

-ABD Başkanı Wilson tarafından yayımlanan bu ilkeler, bir anlamda ABD’nin savaşa girme koşulları olarak da değerlendirilebilir. 1917 yılının ortalarında Avrupa devletleri savaştan bıkmış ve barış ortamı arıyordu. Ancak Anlaşma Devletleri'nin şartları ağırlaştırmaları bu girişimlerin sonuçsuz kalmasına neden olmuştur. Bu durumu gören ABD Başkanı Wilson yapılacak barışın esaslarını belirlemek amacıyla 8 Ocak 1918'de 14 mad-delik bir program yayınladı. ABD'nin desteğine muhtaç olan İngiltere ve Fransa bu programı kabul ettiler.
Wilson İlkelerine göre;
-Galip devletler mağlup devletlerden toprak ve savaş tazminatı alamayacaktı.
Önemi: Bu madde yenilen devletlerin işine gelmiş ve savaştan çekilmelerine zemin hazırlamıştır.
-Ülkelerin gelişmesini engelleyici kısıtlamalar kaldırılacaktır.
Önemi: Kapitülasyonların kaldırılmasını destekler niteliktedir.
-Uluslararası ekonomik engeller kaldırılacaktır.
— Uluslar arası barışı sağlaması için MİLLETLER CEMİYETİ (CEMİYET-İ AKVAM) kurulacaktı.
-Alsas-Loren Fransa’ya verilecektir.
-Belçika ve Polonya bağımsız olacaktır. (Böylece Almanya toprakları küçülür)
-Karasuları dışında savaş ve barışta denizlerde mutlak serbestiyet olacaktı.
- Boğazlar, bütün devletlerin gemilerine açık olacak, bu durum milletlerarası garantiye sahip olacaktı.
-Her ulus kendi geleceğine kendisi karar verecektir. (Sömürgeciliğin bitmesini hedefleyen maddedir.) (Self Determination; halkın kendi geleceğine kendi karar vermesi)
Önemi: Milliyetçilik düşüncesine paralel bir maddedir. Çok uluslu imparatorlukların dağılmasına zemin hazırlamıştır. (Ulusal bağımsızlık). Ayrıca halkların geleceklerine karar vermeleri ulusal egemenliğe paralel bir karardır.
- Osmanlı İmparatorluğu'nda TÜRKLERİN OTURDUKLARI BÖLGELERİN BAĞIMSIZLIĞI SAĞLANACAK, Türk egemenliği altında yaşayan diğer ULUSLARA DA KENDİ KENDİNİ YÖNETME HAKKI verilecektir.
Önemi: Bu maddenin ilk kısmı Milli Mücadele’nin temel dayanak noktasıdır, hukuki gerekçesidir. Maddenin devamı ise Osmanlı devletinde bağımsızlık isyanlarına sebep olmuştur.
-Uluslararası antlaşmalar açık yapılacaktır.
Önemi: I. Dünya Savaşı’da yapılan gizli antlaşmalara karşı gelinmiştir.
-Ülkeler silahlanmayı bırakacaklar ve silahlanmanın iç güvenlik seviyesine indirilmesi konusunda birbirine garanti vereceklerdi.
—Sömürgeler üzerindeki istekler incelenecek ve bölge halkının hakları gözetilecekti.
Wilson İlkelerinin Sonuçları
—Anlaşma Devletleri ABD'nin desteğini sağlamak amacıyla bu ilkeleri kabul ettiklerini açıklamışlar, ancak savaş sonunda bu ilkeleri dikkate almamışlardır. Anlaşma Devletleri'nin ONARIM adı altında savaş tazminatı almaları ve MANDA yönetimi adıyla sömürgeciliğe devam etmeleri bu duruma kanıt olarak gösterilebilir.
-Bu ilkelere uyulmadığının kanıtı Anadolu’nun işgalidir. Osmanlı İmparatorluğu milliyet esasına göre bağımsız devletlere bölünmek istenmiştir. Gerçekten de Wilson İlkelerinin etkisiyle Ermeniler, Rumlar ve Araplar devlet kurmak için hazırlıklara başlamışlardır.
—Wilson İlkeleri Anlaşma Devletleri'ni ümitlendirmiş ve barış eğilimlerini artırmıştır.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NIN SONUÇLARI:

—Osmanlı, Almanya ve Avusturya - Macaristan İmparatorlukları ile Rus Çarlığı parçalanmıştır.
—Avusturya, Macaristan, Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Letonya, Litvanya, Macaristan ye Türkiye gibi yeni devletler kurulmuştur
—Dünya barışını korumak amacıyla Cemiyeti Akvam (Milletler Cemiyeti) kurulmuş, sömürgeciliğin yerini manda ve himaye sistemi almıştır.
—Cumhuriyet rejimleri ağırlık kazanmış, yenilen ülkelerde rejim değişiklikleri olmuştur. Rusya’da SOSYALİZM, İtalya’da FAŞİZM, Almanya’da NAZİZM gibi rejim değişiklikleri olmuştur.
—İngiltere ve Fransa en önemli rakipleri Almanya'yı saf dışı etmişlerdir. Savaştan en kârlı çıkan devlet İngiltere olmuştur.
-Sömürgeciliğin yerini, manda ve himaye almıştır.
—Ümmetçilik anlayışı sona ermiş, Araplar Osmanlı Devleti'nden ayrılmıştır.
—İlk kez kimyasal silahlar, denizaltı ve tankları bu savaşta kullanılmıştır.
-Savaş şehir merkezlerinde de yapıldığı için sivil savunma teşkilatları kurulmuştur.
—Savaştan sonra yapılan anlaşmalar büyük devletlerin çıkarlarını korumaya yönelik olduğundan yeni sorunlara neden olmuş ve II. DÜNYA SAVAŞI'NA GİDEN YOL AÇILMIŞTIR.

MONDROS ATEŞKES ANLAŞMASI (30 EKİM 1918)

İmzalanma nedenleri:
1-Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi
Not: Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi ile Osmanlı Devleti’nin Almanya ile kara bağlantısı kesilmiştir.
2-Wilson İlkelerine güvenilmesi
Not: Wilson İlkelerini’nin Osmanlı ülkesinde Türklerin çoğunlukta olduğu yerler Türklere verilecektir” maddesine güvenilir.
3- Osmanlı Devleti’nin Suriye-Filistin, Irak cephelerinde İngiliz ilerleyişi karşısında tutunamaması ve İngilizlerin Boğazlar ile İstanbul’a doğru yönelmesi, Osmanlı Devleti’ni zor durumda bıraktı.
4-Almanya’nın düşman devletler karşısında yenilgiler alması
5-İngiltere’nin Osmanlı’ya yönelik açıklamalarıdır.
Ateşkes Öncesi Osmanlı Devleti’nde yaşananlar:
- I. Dünya Savaşının yenilgiyle sonuçlanması kesinleşince İttihat ve Terakki Partisi yönetimden çekildi ve partinin ileri gelenleri gizlice yurdu terk ettiler. -Padişah V. Mehmet Reşat ölmüş, yerine VI. MEHMET VAHDETTİN geçmiştir.
Ateşkesin İmzalanması:
-Yeni padişah, hükümeti kurma görevini Ahmet İzzet Paşa’ya vermiştir.
- Sadrazam TALAT PAŞA istifa ettikten sonra hükümeti kuran AHMET İZZET PAŞA, İtilaf Devletleri’ne ateşkes çağrısında bulunmuştur.
-Osmanlı’yı temsilen Bahriye Nazırı RAUF (ORBAY) BEY, İtilaf Devletleri’ni temsilen Amiral Caltrope ile Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda İngilizlerin Agamennon zırhlısında imzalanan 25 maddelik Mondros Ateşkes Anlaşması'nın önemli hükümleri şunlardır:

ATEŞKESİN MADDELERİ:

Osmanlı egemenliğini zedeleyen maddeler:
1-Çanakkale ve İstanbul Boğazları Anlaşma Devletleri gemilerine açılacak ve Karadeniz’e geçiş serbest olacaktır.Boğazlardaki istihkamlar İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecektir.
Not: İstanbul ve Osmanlı Devleti'nin siyasi varlığı tehdit altına girmiştir. Ayrıca Anadolu ile Rumeli topraklarının bağlantısı kesilerek Osmanlı toprak bütünlüğü bozulmuştur.
2-Anlaşma Devletleri güvenliklerini tehlikede gördükleri herhangi bir stratejik bölgeyi işgal edebileceklerdir. ( 7. madde)
Önemi: Bu madde, ateşkesin EN TEHLİKELİ MADDESİDİR. İtilaf Devletleri yapacakları işgallere hukuki gerekçe oluşturmuşlardır. Türk topraklarını işgallere açık hale getirmiştir.
3-VİLAYET-I SİTTE'de (altı il; Erzurum, Van, Diyarbakır, Elazığ (Harput), Sivas, Bitlis) herhangi bir karışıklık çıktığında Anlaşma Devletleri bu illeri işgal edebileceklerdir. (24. madde)
Önemi: Bu bölgeler Ermenilerin yaşadığı yerlerdir. Bu madde ile kurulacak Ermeni devletine zemin hazırlamıştır.
4-Bütün ulaşım ve haberleşmeye ait araç-gereçleri İtilaf Devletleri’nin denetimine bırakılacaktır.
Önemi: Amaç işgallerin yurtta ve dünyada duyurulmasının önüne geçmek, halkın örgütlenmesini engellemek ve halkın işgallere karşı hazırlık yapmasına fırsat vermemektir.
Askeri kısıtlamalar getiren maddeler
1-Sınırların korunması ve iç güvenlik sağlanması için gerekli görülecek askerlerin fazlası terhis edilecektir.
Önemi: Bu madde ile amaçları, Osmanlı askeri gücünü kontrol altına almak, Osmanlı’yı savunmasız bırakıp, işgalleri kolaylaştırmaktır.
2-İtilaf Devletleri bütün cephane, top ve diğer silahlara el koyacak, Osmanlı savaş gemileri teslim olacak ve Osmanlı limanlarında gözetim altında bulundurulacaktır.
3-Trablusgarp ve Bingazi’deki Osmanlı askerleri İtalyanlara; Hicaz, Suriye ve Irak’ta bulunan askeri birlikler İtilaf devletlerine teslim olacaklardır. Ayrıca İran ve Kafkasya’ya giren Osmanlı birlikleri işgal ettikleri yerlerden derhal geri çekilecektir.
4-Osmanlı Devleti’nin elindeki tüm savaş tutsakları serbest bırakılacak, Türk esirler ise, İtilaf Devletleri’nin denetiminde kalacaktır.
Not: Bu madde uluslararası eşitlik prensibine terstir. Ekonomik kısıtlamalar getiren maddeler:
1-Ülkenin ihtiyacı karşılandıktan sonra geri kalan kömür, akaryakıt ve deniz gereçlerinin hiçbiri dışarıya satılmayacaktır.
2-Toros tünelleri, demir yolu ve ticaret gemileri İtilaf Devletleri’nin denetimine bırakılacaktır.
Önemi: İtilaf devleti ekonomik kısıtlamalar getirerek Osmanlı Devleti’ni kendilerine bağımlı hale getirmeyi amaçlamışlardır.

Not: Maddeleri özetleyecek olursak: Osmanlı Devleti’nin topraklarını işgale açık hale getirip, bütün haberleşme istasyonları (telsiz, telgraf ve kablo), bütün cephane, top ve diğer silahlar, savaş gemileri, Osmanlı limanları ve tersaneleri, Ülkenin ihtiyaçları karşılandıktan sonra geri kalan kömür, akaryakıt ve deniz gereçleri, Toros tünelleri, demiryolları ve deniz işletmeleri işgal kuvvetlerinin denetimine geçmiştir. Osmanlı askerleri sayı olarak sınırlandırılmış ve Osmanlı’daki esirler serbest kalırken, Türk savaş esirlerine savaş suçlusu muamelesi yapılmıştır. KISACASI OSMANLI ÜLKESİNDEKİ BÜTÜN HER ŞEYE EL KONULMUŞTUR. Ayrıca İran içlerinde ve Kafkasya’da bulunan Osmanlı kuvvetleri, I. Dünya Savaşı’ndan önceki sınırlara çekilecekti.

MONDROS ATEŞKESİ’NİN ETKİLERİ:

-İstanbul Hükümeti: Padişah, sadrazam ve Mebuslar Meclisi Mondros Ateşkesi'nin şartlarını ağır bulmakla beraber başka çare göremediklerinden ateşkesi onayladılar. Bazı devlet adamları birçok tarihi tecrübe ortada olmasına rağmen hala İngilizlerin politik desteğine güveniyorlardı. İttihat ve Terakki:- Kendini feshederek Teceddüt Fırkası’na dönüşmüştür. -Mustafa Kemal: Milli Mücadele için çalışmalara başlamıştır. -Türk halkı: Direniş cemiyetleri kurmuşlardır.

MONDROS ATEŞKESİ’NİN SONUÇLARI

1- Osmanlı Devleti, Mondros Ateşkesi'ni imzalayarak kayıtsız şartsız Anlaşma Devletleri'ne teslim olmuş ve FİİLEN SONA ERMİŞTİR.
2- Mebuslar Meclisi baskı sonrasında kapatılmıştır.
Önemi: Ulusal egemenliğin yönetime yansıması engellenmiştir. Hükümeti denetleyecek güç ortadan kaldırılmıştır.
3-İtilaf Devletleri ateşkesi tek taraflı uygulamaya koymuşlar ve işgale başlamışlardır.
-İngilizler: Musul, Antep, Urfa, Maraş’ı işgal işgal etmiş, ayrıca Afyon, Eskişehir, Samsun, Merzifon, Batum ve İzmit’e asker çıkarmıştır.
-Fransızlar: Adana ve çevresini işgal etmişlerdir.
-İtalyanlar: Bodrum, Marmaris, Fethiye, Kuşadası, Antalya ve Konya çevresini işgal etmişlerdir.
-Ermeniler: Kars ve çevresini işgal etmişlerdir.
-Anlaşma Devletleri: 61 parçadan oluşan donanmaları ile İstanbul Boğazı’na demir atmışlardır.
Olayların Gelişimi: Mondros imzalandıktan hemen sonra İngiltere 3 Kasım 1918’de MUSUL’a girerek ateşkese rağmen İLK İŞGALini gerçekleştirdi. Arkasından İskenderun’un işgali geldi. Fransa da Adana ve çevresini işgal etti. Bunun üzerine HATAY DÖRTYOLda Fransızlara karşı İLK SİLAHLI DİRENİŞ başlamıştır. 13 Kasım 1918’de İtilaf donanması İstanbul’a gelerek demir attı. Böylece Osmanlı Devleti’nin başkenti fiilen işgal edilmiş oldu. bu durumu gören Mustafa Kemal “GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER” demiştir. Ayrıca Mustafa Kemal ve Fethi Bey (Okyar) İstanbul’da Milli Mücadele yanlısı MİNBER GAZETESİni çıkarmıştır.
Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandıktan sonra Sadrazam Ahmet İzzet Paşa karışıklıklar yaşayarak istifa etmiş ve TEVFİK PAŞA HÜKÜMETİ kurulmuştur. İşgalcilerin baskısı karşısında O da istifasını sundu yerine İngilizleri destekleyen politikalar izleyen DAMAT FERİT PAŞA HÜKÜMETİ kuruldu. İşgaller karşısında İstanbul Hükümeti tepki göstermeyince halk kendisi örgütlenmeye başladı. Bölgelerini korumak için direniş cemiyetleri kurdu, miting ve protestolarla işgallerin haksızlığını tüm dünyaya duyurmaya çalıştı. Daha sonra Kuvayı milliye oluşturan halk işgalci güçlere karşı silahlı mücadele yaşadıkları toprakları korumaya çalıştı.

BARIŞA SON VEREN BARIŞ
PARİS BARIŞ KONFERANSI (18 OCAK 1919)

KONFERANSA KATILAN DEVLETLER VE BU DEVLETLERİN BEKLENTİLERİ

Konferansa 32 devlet katıldı. ABD, İngiltere, Fransa, Japonya ve İtalya konferansta etkili olan devletlerdi. Konferansa bizzat katılan ABD Başkanı Wilson’un temel amacı Milletler Cemiyetinin kurulmasını sağlamaktı. Bu kurulma kararı alınınca Paris’ten ayrılarak ülkesine döndü. Böylece İngiltere ve Fransa kafalarındaki gerçekleştirmek için ABD baskısından kurtulmuş oldular. Konferansa katılan büyük devletlerin genel amaçları şunlardır:
ABD: Uluslararası alanda barışı ve güvenliği sağlayacak Milletler Cemiyeti’nin kurulmasını sağlamak ve Monreo Doktirinine geri dönmektir.
Monreo Doktirini:
-1787’de bağımsız bir devlet haline gelen ABD; İngiltere, Fransa, Prusya’nın Latin Amerika’ya; Rusya’nın Kuzey Amerika’ya yönelik politikaları karşısında bu devletlere karşı politikasını bazı kurallara bağlama gereği hissetmiştir. ABD başkanı Monreo 1823’de kendi ismiyle yayımladığı doktrinde dış politikasını şu esasa bağlamıştır:
1-ABD; Avrupa devletlerinin kıtaya yönelik sömürge faaliyetlerine ve kendi sistemlerini kıtanın herhangi bir yerinde uygulamak için yapacakları girişimlere izin veremez.
2-ABD; Avrupalı devletlerin arasında yaşanan sorunlara, savaşlara ve politikalara karışmamayı esas alır.
Fransa: Almanya’nın güçlenmesini önlemek.
İtalya: Avusturya ve Anadolu’dan toprak kazanmak.
Sırbistan: Toprak kazanarak Akdeniz’e açılmak.
Japonya: Yayılmacı siyasete devam ederek Çin’den toprak almak.
İngiltere: Yapılacak antlaşmaların kendi çıkarlarına uygun olmasını sağlamak, ayrıca Almanya’nın sömürgelerini ele geçirerek bir daha Almanya’nın toparlanmasına izin vermemektir.
Paris Barış Konferansı'nın amacı; Birinci Dünya Savaşı'nda mağlup olan devletlerle yapılacak antlaşmaları hazırlamak ve Osmanlı Devleti'nin topraklarını kendi aralarında yeniden paylaşmaktı.
İngiltere ve Fransa konferansa Yunanlıları, Ermenileri ve Arapları da çağırarak çoğunlukta olduklarını iddia ettikleri bölgelerdeki haklarını savunmalarını istediler. Bu ulusların getirdikleri sahte belgeleri gerçekmiş gibi kabul ettiler.
Paris Barış Konferansı'da
Alınan genel kararlar:
1- Uluslararası barışın korunması için Milletler Cemiyeti'nin (Cemiyeti Akvam) kurulması kararlaştırılmıştır.
2- İngiltere ve Fransa Wilson İlkelerine ters düşmemek için savaş tazminatı yerine SAVAŞ ONARIMI( TAMİRAT BORCU), sömürgeciliğin yerine MANDA VE HİMAYE sistemini ortaya attılar. Sömürgecilik, manda ve himaye yönetimine dönüşmeye başlamıştır.
3-Savaş tamiratı fikri ortaya atılmıştır.
4- Birinci Dünya Savaşı'nın mağlup devletleriyle yapılacak antlaşmaların koşulları belirlenmiştir.( Almanya ile VERSAY Antlaşması, Avurturya ile SEN GERMEN ANTLAŞMASI, Macaristan ile TRİYANON Antlaşması, Bulgaristan ile NÖYYİ Antlaşması)
Not: Osmanlı ile yapılacak barış antlaşması sonraya bırakılmıştır.
Osmanlı Devleti’ni ilgilendiren maddeler:
1-Azınlık temsilcilerini Paris’e davet ederek bulundukları yerlerde çoğunlukta olduklarını ispatlamalarını istemişlerdir.
Yorum: Amaç, Wilson İlkelerine dayanarak Osmanlı’yı millet esasına göre parçalamaktır.
2- Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermeni Devleti'nin kurulması kabul edilmiştir.
3-İzmir, gizli anlaşmalarda İtalyanlara verilmesi öngörülürken, MEGALİ İDEA hedefleyen Yunanistan’a verilmiştir.
Yorum: Bu durum İtalya’nın rahatsız olmasına sebep olmuş ve anlaşma devletleri arasında ilk ayrılıkların başlamasına sebep olmuştur. İngiltere ve Fransa’nın Akdeniz’de güçlü bir İtalya yerine zayıf bir Yunanistan çıkarlarına daha uygundur. Milli Mücadele Dönemi’nde bizim için olumlu sonuçlar doğurmuştur.
4- Mondros sonrası İngilizler tarafından işgal edilen Maraş, Antep ve Urfa gibi yerler Musul karşılığında Fransa’ya bırakılmıştır.
Not: ABD, Paris Konferansında sonra MONROE (İNZİVA) DOKTRİNİne göre, Avrupa siyasetinden çekildi. Bundan yararlanan İngiltere ve Fransa, II. Dünya Savaşı'na kadar dünya siyasetinde etkin bir rol oynadılar.
İttifak devletlerine dayatılan ağır şartlar bu ülkelerin kamuoyunda derin bir hoşnutsuzluk oluşturdu. Bu durum savaşın getirdiği ekonomik yıkımla birleşince uzun süreli barış imkansız hale geldi. II. Dünya Savaşı’na doğru hızla yaklaşıldı.

İZMİR'İN İŞGALİ (15 Mayıs 1919)

-Paris Barış Konferansı’nda İzmir ve çevresi İngilizler tarafından (Fransa ve ABD desteği alınarak) Yunanistan’a verilmiştir.
-Yunanistan bu işgali dünya kamuoyuna hâkli göstermek için bir takım asılsız iddialar ortaya atımışlardır.
Bunlar:
-Bölgede Rum nüfusu çoğunluktadır.
Yorum: Wilson ilkelerine göre yapacakları işgale haklılık kazandırmayı amaçlamışlardır.
-Türkler bölgedeki Hristiyan halkı katletmek üzeredir. (Amaç Türk karşıtı bir kamuoyu oluşturmaktır.)
-Bölge Yunanistan’ınn doğal bir uzantısıdır. (Coğrafi yakınlık)
İddiasında bulunmuşlardır.
İşgalin gerçekleşmesi:
-İngiltere Yunanistan’ın Akdeniz’deki İngiliz ticaret ve sömürge yollarının koruyuculuğunu yapacağına inanıyorlardı. Konferansta İzmir’in Yunanistan’a verilmesini destekledi ve işgalin Mondros’un 7. Maddesine göre yapılacağını bildirdi. Damat Ferit Paşa Hükümeti’nden gelen emirler gereği, İZMİR VALİSİ İZZET BEY ve KOLORDU KOMUTANI ALİ NADİR PAŞA’dan işgal hareketine karşı koymamaları ve işgal kuvvetlerine karşı gereken kolaylığın gösterilmesi istendi.
-Çatışmaya meydan vermemek için askerler kışlaya toplandı. İzmir’in işgal edileceği söylentisi üzerine İzmir Müdafaai Hukuk Cemiyeti ile Reddi İlhak Cemiyeti halkı harekete geçirmeye çalıştı. İngiliz gemisinin desteğindeki Yunan Ordusu karaya ayak basınca duruma katlanamayan -Hukuku Beşer Gazetesi yazarı HASAN TAHSİN (OSMAN NEVRES) silahını ateşledi. İzmir’de ilk silahlı direniş yani Ege’de ilk Milli Mücadele kıvılcımı çakılırken Hasan Tahsin’de şehit düştü.
—İzmir’e asker çıkaran Yunanlılar bölgede işgallere ve katliamlara başlamıştır.

İŞGALİN SONUÇLARI

Ülke içindeki sonuçları:
-İşgallerin geçici olmadığı kalıcı olduğu anlaşılmıştır. İzmir’in işgal edilmesi tehlikenin ne kadar büyük ve yakın olduğunu ortaya koymuş ve Kurtuluş Savaşı'nın başlamasını hızlandırmıştır.
-Osmanlı yönetiminin işgallere tepkisiz kalması üzerine halk Anadolu’nun değişik yerlerinde İzmir'in işgalini protesto için mitingleri yapılmıştır. İstanbul’da Fatih’te ve Sultanahmet’te iki büyük miting yapılmıştır.
-Mitinglerde Halide Edip, Nakiye Hanım, Selim Sırrı, Sait Bey ve Mehmet Emin milli duyguları coşturan ve işgalleri protesto eden konuşmalar yapmışlardır. Buradaki konuşmalar gazeteler aracılığıyla bütün yurda yayıldı.
-Daha sonraki süreçte halk kendi kendini koruma yoluna gitmiş, silahlı birlikler olan Kuvayı Milliye teşkilatını oluşturarak, (Reddi-i İlhak Cemiyeti'nin çalışmalarıyla) ulusal bilincin doğmasına zemin hazırlamışlardır ve Yunanlılara karşı silahlı direniş başlamıştır.
Ülke dışındaki sonuçları
-Milletler Cemiyeti bölgeye inceleme yapmak üzere bölgeye ABD, İngiltere, Fransa ve İtalyan generallerinden oluşan bir komisyon gönderdi. Bu komisyonun başkanlığını ABD'li Amiral Bristol yapıyordu.
Amiral Bristol hazırladığı Raporda:
-Yunan işgalinin haksız olduğunu,
-Hristiyan halkın güvenliğinin tehlikede olmadığını, (Yunanlılar katledilmiyor, tam tersi KATLİAMA UĞRAYANLAR TÜRKLERDİR diye belirtmiştir.)
-Yunan işgalinin güvenlik amacından çok ilhak amacı taşıdığını,
-Bölgede Türklerin çoğunlukta olduğunu ortaya koymuştur. (Bölgede Yunanlılar değil TÜRKLER ÇOĞUNLUKTADIR diye belirmiştir.)
Önemi: Milli Mücadele yıllarında Türklerin haklı olduğunu ortaya koyan ilk uluslararası belgedir.

KURTULUŞ SAVAŞI’NA HAZIRLIK DÖNEMİ

MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN SAMSUN'A ÇIKIŞI

-Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı sırada Mustafa Kemal, Yıldırım Orduları Grup Komutanı olarak Halep’in kuzeyinde, İngiliz askerleriyle mücadele etmekteydi.
-Ateşkesin hükümlerinin bütün askeri birimlere gönderilmesi üzerine Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya çektiği telgrafta, Mondros Ateşkesi’nin 7. Maddesinin tekrar gözden geçirilmesini ayrıca ordunun dağıtılmaması gerektiğini bildirdi. Ancak bu uyarıyı dikkate almayan hükümet onu İstanbul’a çağırdı.
-Adana’da trene binen Mustafa Kemal, Haydarpaşa garına indiğinde Boğazlara yaklaşan İtilaf Devletleri donanmalarını görünce yaveri Cevat Abbas’a o ünlü “geldikleri gibi giderler” sözünü söyledi.
-İstanbul’da 6 ay kalan Mustafa Kemal,
1-Hükümetten Harbiye Nazırlığını ister. Amacı orduyu toparlamaktır.
2-İtilaf devletleri temsilcileriyle görüşür. Amacı gerçek niyetlerini ortaya çıkarmaktır.
3-Padişah ve Hükümet üyeleriyle görüşür. Amacı onların da desteğini alıp mücadeleyi başlatmaktır.
4-Fethi Okyar’la Minber adı verilen gazeteyi çıkarır. Amacı doğru haberlerle halkı bilinçlendirmektir.
-Bu zaman zarfında yaptığı çalışmalarda bir sonuç alamaz ve arkadaşlarına Anadolu’ya geçmekten başka çare olmadığını söyler.
Bunun nedeni: İstanbul’un İtilaf devletlerinin kontrolünde olması, Hükümet üyeleri ve padişahın teslimiyetçi bir politika izlemeleridir.
-Mustafa Kemal, aradığı fırsatı şu şekilde bulmuştur: Samsun ve çevresine İngilizler, Zonguldak ve çevresine Fransızlar asker çıkardıktan sonra bölgedeki Rum çeteleri, köyleri basarak Türkleri öldürmeye başladılar. Bu gelişmeler üzerine bölgede karışıklık çıktı. İngilizler, karışıklıkların önlenmesini, aksi halde Mondros'un 7. ve 24. maddelerine göre bölgeyi işgal edeceklerini bildirdiler. Damat Ferit Hükümeti, İngilizlerin şikâyetlerini önleyebilmek için İttihatçılardan uzak olduğu bilinen Mustafa Kemal’i 9. ORDU MÜFETTİŞLİĞİne tayin ederek askeri ve sivil makamlara emretme, Samsun’da güvenliği sağlama, Bölgedeki silah ve cephaneyi kontrol altında tutmak, silah dağıtan, asker toplayan komiteleri dağıtmak gibi olağanüstü yetkilerle donatıp Samsun’a gönderdi.
Önemi: Geniş yetkilere sahip olması, halk üzerindeki etkisinin artmasına ve mücadeleyi örgütlemesine zemin hazırlamıştır.
-Mustafa Kemal Paşa, Bandırma Vapuru ile vardığı Samsun'dan gönderdiği raporda; yöredeki bütün asayişsizliğin Rum çeteleri tarafından çıkarıldığını ve İngilizlerin Ateşkes hükümlerine aykırı hareket ettiğini, Türk ulusunun egemenlik ve bağımsızlığını elde etmede kararlı olduğunu, bunu kimsenin engelleyemeyeceğini, ayrıca İzmir’in işgalinin haksız olduğunu İstanbul Hükümeti'ne bildirdi.
Not: Samsun Raporu, Milli Mücadele sürecinin ilk hazırlık belgesi olarak kabul edilir.
İzmir'in işgali ve Rumların faaliyetleri karşısında İstanbul Hükümeti'nin hareketsiz kalması Mustafa Kemal Paşa'yı ordu ve milleti haberdar ederek “örgütlenmek için harekete geçirmiştir. Halk arasında yayılan bazı kurtuluş çarelerini de reddederek” (İngiliz Mandası, Amerikan Mandası, Bölgesel kurtuluş gibi) “ İSTİKLAL YA ÖLÜM” parolasıyla harekete geçirmiştir.
Mustafa Kemal Paşa İngiliz askerlerinin varlığından dolayı güvenli olmadığı için Samsun'dan Havza'ya geçmiştir. (25 Mayıs 1919).

GENELGELER ve KONGRELER DÖNEMİ

HAVZA GENELGESİ (28 Mayıs 1919)

Samsun'dan Havza'ya gelen Mustafa Kemal Paşa, çalışmalara başladı ve MİLLİ BİLİNCİ UYANDIRMAK İÇİN mülki ve askeri amirlere bir genelge gönderdi.
Bu genelgede;
-MİTİNGLER düzenlenerek işgallerin protesto edilmesi
-Gösterilerde Hristiyan azınlığa karşı saldırı ve düşmanlık yapılmaması. (7. Maddenin yürürlüğe girmesini engellemek için)
- Büyük devletlerin temsilcilerine ve İstanbul Hükümeti'ne UYARI TELGRAFLARININ ÇEKİLMESİ, (Kamuoyu baskısı oluşturmak için)
-Askeri birliklerin cephane ve silahların teslim edilmemesi aksine muhafaza edilmesi gibi istekleri yer almıştır. Bu istek IX. Ordu Müfettişliği görevine aykırı hareket edildiğinin göstergesidir.
Not: Yurdun çeşitli bölgelerinde düzenlenen mitinglere binlerce insan katıldı ve bu durum halk arasında büyük heyecan yarattı. Ortamdan rahatsız olan İngilizler Damat Ferit Paşa Hükümetine baskı yaparak Mustafa Kemal’in geri çağrılmasını istedi. İstanbul Hükümeti tarafından geri çağırılan Mustafa Kemal, çağrılma nedeninin İngilizlerden kaynaklandığını öğrenenince, zaman kazanmak için işi haberleşmeye dökerek görevini devam ettirmiştir.
Not: Büyük mitingler yapılınca durumdan rahatsız olan İngiltere İstanbul’daki 67 aydını Malta’ya sürgüne göndermiştir.

AMASYA GENELGESİ (22 Haziran 1919)

Mustafa Kemal Paşa, Havza'dan Amasya'ya geldikten sonra düşüncelerini kişisellikten çıkararak bütün milletin birlik ve dayanışmasını sağlamak, vatanın bütünlüğünü ve milletin bağımsızlığını sağlamak için çalışmalara başladı. Bu amaçla Amasya Genelgesi'ni hazırladı. Genelgeyi ALİ FUAT PAŞA (CEBESOY), REFET PAŞA (BELE) VE RAUF BEY (ORBAY) imzaladı. Konya'daki Ordu Müfettişi CEMAL PAŞA (MERSİNLİ) ve Erzurum'daki 15. Kolordu Komutanı KAZIM KARABEKİR PAŞA'nın da onayı alındıktan sonra Anadolu'daki sivil, asker tüm makamlara gönderildi. Ayrıca İstanbul’da bulunan bazı önemli kişilere yazılan mektuplarda miting ve gösterilerin büyük amaçları gerçekleştirmeye yetmeyeceğini bağımsızlığın ancak milletin bağrından çıkan güce dayanarak sağlanacağını belirtmiştir.
Not: Milli Mücadele’yi kişisellikten çıkarıp halka mal etmeye ve idareciler üzerindeki etkisini artırmaya çalışmıştır.
Amasya Genelgesi'nin maddeleri şunlardır:
1.VATANIN BÜTÜNLÜĞÜ, MİLLETİN BAĞIMSIZLIĞI teh-likededir.
2.İstanbul Hükümeti ÜZERİNE ALDIĞI SORUMLULUĞU YERİNE GETİREMEMEKTEDİR. Bu durum milletimizi yok duruma düşürmüştür.
Önemi: İlk iki madde Kurtuluş Savaşının gerekçesidir ve İstanbul Hükümeti'ne ilk defa karşı çıkılarak görevini yerine getiremediği açıkça gündeme taşınmıştır.
3.Milletin BAĞIMSIZLIĞINI YİNE MİLLETİN AZMİ VE KARARI kurtaracaktır.
Önemi: Kurtuluş Savaşı’nın amacı ve yöntemi belirtilmiştir ve yönetim şeklinin değiştirileceği ima edilmiş, milli egemenlik için ilk önemli adım atılmıştır.
Önemi: Ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenlik vurgulanmış ve rejimin değişeceği üstü kapalı bir şekilde belirtilmiştir. Halkın kendi geleceğini belirleyeceğinin vurgulanması, Wilson ilkeleriyle paralel olmasından dolayı mücadeleye evrensel bir özellik kazandırmıştır.
4. Her türlü denetimden uzak milli bir kurul oluşturulmalıdır.
Önemi: Milli Mücadelenin amacı belirtilmiş ve ulusal irade vurgulanmıştır.
-Sekizinci maddeye kadar işgalden uzak güvenli bir yer olmasından dolayı SİVAS’TA, ULUSAL BİR KONGRENİN ACELE TOPLANMASInı, her sancaktan güvenilir üç temsilcinin gizli bir şekilde yola çıkarılmasını istemiştir.
9. Doğu illeri adına Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. O güne kadar Sivas’ta yurdun temsilcileri toplanabilmişse, Erzurum Kongresi temsilcileri de Sivas’ta yapılacak genel kongreye katılmak üzere yola çıkacaklardır.
10. Temsilciler Müdafaai Hukuk, Reddi İlhak ve belediyeler tarafından seçilecektir.
Not: Halkın güvenini kazanmış kişilerin temsilci olarak seçilmesini sağlayarak mücadeleyi halka mal etmek amaçlanmıştır. Demokratik bir tutum benimsenmiştir. Ayrıca vatanın savunulmasını düşünen delegelerin olması için böyle bir istekte bulunulmuştur.
11. Askeri ve milli örgütler hiçbir şekilde lağvedilmeyecektir.
Bu genelge milli egemenliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması yolunda atılan ilk adımdır. Milli mücadelenin amacı-gerekçesi ve yöntemi açıklanmış ve MİLLET MÜCADELEYE ÇAĞRILMIŞTIR. Bu yönüyle Amasya Genelgesi bir İHTİLAL BEYANNAMESİ özelliği gösterir. Milli Mücadele’nin programı belli olmuştur.
Anadolu’daki bu gelişmelerden rahatsızlık duyan İngilizler, bir kez daha İstanbul Hükümeti’ne baskı yaparak Mustafa Kemal’in görevden alınmasını ve geri çağrılmasını istediler. Fakat Mustafa Kemal, İstanbul’dan gelen emirlere uymamış ve Erzurum’a hareket etmiştir.
Tepki olarak da ARTIK İSTANBUL ANADOLU’YA HAKİM DEĞİL, BAĞLI OLMAK MECBURİYETİNDEDİR demiştir.
Not: Milli Mücadelenin ilk siyasi belgesi olan Amasya Genelgesi'nde, ulusal iradenin padişah iradesinin yerine geçmesi, padişahın emirlerine karşı çıkılması Türk İnkılâbı’nın ihtilal safhasının başladığını göstermektedir. Gerçekten de Amasya Genelgesi ihtilalin programını açıklamıştır.

ERZURUM KONGRESİ (23 Temmuz - 7 Ağustos 1919)

Damat Ferit Paşa Hükümeti, sivil ve askeri yöneticilere Mustafa Kemal’in görevden alındığını resmi bir sıfatının kalmadığı için emirlerinin de dinlenmemesi gerektiğini bildirdi. Amasya’dan hareket eden Mustafa Kemal; Tokat, Sivas ve Erzincan üzerinden 3 Temmuz’da Erzurum’a ulaştı.
XV. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa'ya kolordusuyla birlikte emrinde olduğunu bildirmiştir.
Önemi: Kazım Karabekir’in bu davranışı sayesinde Milli Mücadele devam edebilmiştir.
8 Temmuz’da İstanbul Hükümeti’nden gelen telgrafta resmi memuriyetine son verildiği bildirilirken, Padişah’tan gelen başka telgrafta da iki ay süreyle hava değişimi alarak seçeceği bir kentte dinlenmesi istendi. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, SİNE-İ MİLLETe dönme kararı vererek, hem çok sevdiği askerlik görevinden, hem de müfettişlik görevinden istifa etti.
Erzurum Kongresi'nin toplanmasında, Doğu bölgelerinde bir Ermeni Devleti’nin ve Doğu Karadeniz'de Pontus Rum Devleti’nin kurulmasını engellemekti. Bunu yapabilmek için de doğu bölgelerine yönelik saldırılara karşı bölgedeki milli güçlerin birleştirilerek birlikte hareket edilmesinin sağlanması amaçlanmıştır. Erzurum kongresi, DOĞU ANADOLU MÜDAFAAİ HUKUK CEMİYETİ ile TRABZON MUHAFAZAİ HUKUK CEMİYETİnin katkılarıyla toplanmıştır.
Erzurum Kongresi Kararları
Mustafa Kemal kongre başkanı seçilince ulusal kararlar alınmasını sağlamıştır. Fakat kongrede sadece doğudaki delegeler katıldığı için bölgesel bir kongredir.
Alınan kararlar şunlardır:
1. Milli sınırlar içinde VATAN BİR BÜTÜNDÜR, asla parçalanamaz.
Önemi: İlk defa milli sınırlardan bahsedilmiştir. Erzurum Kongresi'nin bu maddesi Misak-ı Milli'de de yer almıştır.
2. Her türlü yabancı İŞGALİNE VE MÜDAHALESİNE KARŞI MİLLET BİRLEŞEREK karşı koyacaktır.
Önemi: Bu karar ile halk mücadeleye çağrılmış ve işgalcilere karşı güç oluşturmak için Doğu illerindeki bölgesel cemiyetler Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin bünyesinde toplanmıştır.
3. Osmanlı Hükümeti vatanın bağımsızlığını sağlayamaz ve koruyamazsa GEÇİCİ BİR HÜKÜMET kurulacaktır. Bu hükümet milli kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplanmamış ise, bu seçimi TEMSİLCİLER KURULU yapacaktır.
Önemi: İlk defa İstanbul Hükümeti dışında bir hükümetin kurulmasından bahsedilmiştir. Saltanat yandaşlarının tepkisini çekmemek için Geçici Hükümet denilmiştir.
4. MİLLİ KUVVETLERİ ETKİLİ, MİLLİ İRADEYİ HÂKİM KIL-MAK esastır.
Önemi: Saltanat sistemi yerine millet egemenliğine dayalı bir yönetim kurulması hedeflenmiştir.
5. Hıristiyan ahaliye siyasi hâkimiyetimizi ve sosyal DENGEMİZİ BOZACAK AYRICALIKLAR verilemez.
Önemi: Azınlıkların Osmanlı Devleti'nden elde ettikleri ayrıcalıklara tepki gösterilmiştir ve azınlıkların bağımsız devletler kurmak istemelerine karşı çıkılmıştır.
6. MANDA VE HİMAYE kabul olunamaz.
Önemi: Manda fikri ilk defa Erzurum Kongresi'nde red-dedilmiştir.
7. Ulusal irade ve toplanan ulusal güçler PADİŞAHLIK VE HALİFELİK MAKAMINI KURTARACAKTIR.
Önemi: Ulusal egemenlik anlayışına ters düşen bu kararın alınmasının temel nedeni halkın önemli bir kısmının padişah halifeye olan sevgi ve bağlılığının devam ediyor olmasıdır.
8. MEBUSLAR MECLİSİ'nin derhal toplanmasına ve hükümetin yaptığı işlerin milletçe kontrolüne çalışılacaktır.
Önemi: Mebuslar Meclisi'nin açılması kararlaştırılmış ve İstanbul Hükümeti'nin faaliyetleri denetim altına alınmaya çalışılmıştır. 9. Devlet ve ulusumuzun içerden ve dışardan bağımsızlığı ve yurdumuzun bütünlüğü saklı kalmak koşuluyla ÜLKEMİZİ ELE GEÇİRME EMELİ BESLEMEYEN HERHANGİ DEVLETİN TEKNİK, SANAYİ, EKONOMİK YARDIMI kabul edilebilir.
Önemi: Yabancı devletlerle kurulacak dış ilişkilere dair ilkeler belirlenmiştir.
10. Bölgedeki bütün direniş cemiyetlerini içine alan Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti HER TÜRLÜ PARTİCİLİK AKIMLARINDAN tamamen uzaktır.
Önemi: Bu maddeyle ulusal birliği zedeleyen particilik çekişmelerinden uzak kalınarak halkın bütün kesimlerinin Milli Mücadele etrafında birleştirilmesi amaçlanmıştır.
11.Doğu illerini temsilen Mustafa Kemal başkanlığında dokuz kişilik bir temsil heyeti oluşturulmuştur.
Erzurum Kongresi'nin Önemi:
—Erzurum Kongresi; AMACI, TOPLANIŞ ŞEKLİ VE YAPISI BAKIMINDAN BÖLGESEL BİR KONGRE idi. Fakat ALDIĞI KARARLAR YÖNÜNDEN ULUSAL BİR KONGRE özelliğine sahiptir.
Not: Mustafa Kemal’in kongre başkanı olması kararların ulusal olmasına sebep olmuştur.
--- Milli Mücadelenin temel ilkeleri Erzurum Kongresi’nde belirlenmiş. Mücadelenin sonuna kadar bu kaideler önemini korumaya devam etmiştir.
— Doğu Anadolu'daki ulusal varlığa yararlı cemiyetler "Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştirilmiştir.
— Kongre; alınan kararları uygulamak üzere bir Temsilciler Kurulu seçmiştir. 9 kişiden oluşan bu kurulun başkanı Mustafa Kemal Paşa olmuştur.
Önemi: Askerlik görevinden istifa ederek yetkilerini kaybeden Mustafa Kemal böylece Doğu illerinin temsilcisi olarak yetki kazanmıştır.

General Harbord Raporu

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD Ermeni sorunu ve Türkiye mandası ile ilgilendi. Bu nedenle ABD Başkanı Wilson, General James G. Harbord'u bu konuları incelemekle görevlendirdi. General Harbord Anadolu'da yaptığı incelemelerden sonra bir rapor hazırladı. Bu raporda,
—Ermeniler konusunda ileri sürülen iddiaların ASILSIZ olduğu belirtilmiştir.
—Milliyetçilerin Anadolu'yu savunma konusunda kararlı olduğu, bu yüzden de manda yönetimi kurabilmek için 400 – 450 bin kişilik bir orduya ihtiyaç olduğu belirtilmiştir.
—Anadolu’nun kaynak yönüyle fakir olduğu, mandanın kabulü halinde Türkiye'nin ABD için ekonomik yük olacağı belirtilmiştir.
Not: ABD, yukarıdaki nedenlerden dolayı manda konusunu reddetmiştir.

BALIKESİR KONGRESİ (26 -30 Temmuz 1919)

Erzurum Kongresi'nin devam ettiği günlerde Batı Anadolu'daki vatanseverler, Yunan saldırılarına karşı savunma ve direnme faaliyetlerini birleştirmek, Kuvayı Milliyecilerin ihtiyaçlarını karşılamak ve bu birliklerin düzenli hale getirilmesi için Balıkesir'de bir kongre topladılar.
Balıkesir Kongresi'nin Özellikleri:
—Bölgesel bir kongre olup BATI ANADOLU'YU İLGİLENDİREN KARARLAR almıştır. Bunlar:
1-Yunan hareketi sürdükçe seferberlik devam edecektir.
2-Herkes askerlik göreviyle yükümlüdür.
3-Askerlik çağrısına uymayanlar cezalandırılacaktır.
4-Hareketi tek elden idare etmek için Merkez Heyeti kurulacaktır.
Kongrenin Özellikleri:
-Bölgesel nitelikli bir kongredir. Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarını benimseyen kongre, padişaha bağlılığını da bildirmiştir.
—Batı Anadolu'daki direniş hareketlerinin örgütlenmesi ve BATI CEPHESİ'NİN KURULMASINDA ÖNEMLİ ROL oynamıştır. Ancak Sivas Kongresi'ne delege gönderilmesinde çekingen davranmıştır.

ALAŞEHİR KONGRESİ (16–25 Ağustos 1919)

Alaşehir Kongresi, Erzurum ve Balıkesir Kongrelerinde alınan kararların gözden geçirilmesi, BATI BÖLGESİNDEKİ DİRENİŞİ GENİŞLETMEK VE GÜÇLENDİRMEK, düzenli askeri teşkilatı geliştirmek amacıyla toplanmıştır.
Not: Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri toparlayıcı ve bü-tünleştirici bir lidere sahip değildi. Bu nedenle Erzurum ve Sivas Kongreleri kadar etkili olamadığı gibi, alınan kararlar da tam olarak uygulanamamıştır. Bölgesel kararlar alan delegeler daha sonra Temsil Heyeti'ne bağlandılar.
Not: Balıkesir ve Alaşehir Kongrelerinde M. Kemal bulunmamıştır. Bundan dolayı yerel kararlar almışlardır. Balıkesir kongresi, Sivas kongresine delege göndermekten çekinmiş, İstanbul Hükümetine bağlılığını bildirmiştir. Alaşehir kongresinde ise, Balıkesir ve Erzurum kongresi kararlarını kabul etmiş ancak, manda ve himaye fikrine sıcak bakmışlardır.
Not: Bu kongreler dışında Afyon, Nazilli, Muğla, Pozantı, Edirne ve Lüleburgaz Kongreleri düzenlenmiştir.
Balıkesir ve Alaşehir Kongrelerinin Ortak Yönü
-Yunan saldırısına karşı Batı Anadolu’da mücadele eden Kuvayı Milliye birliklerini tek merkezde toplamak ve her türlü ihtiyaçlarını karşılamaktır.

TEK ULUSAL KONGRE
SİVAS KONGRESİ (4–11 Eylül 1919)

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Sivas Kongresi'nin toplanmasına Amasya Genelgesi'nde karar vermişler ve gerekli yerlere duyurmuşlardı. Bu genelgeden sonra hazırlıklar başlamış ve bu arada Mustafa Kemal Paşa da Erzurum Kongresi'ne katılmıştı.
Mustafa Kemal Paşa Sivas Kongresi'ne katılmak için Doğu illerinin delegeleriyle birlikte 29 Ağustos'ta Erzurum'dan ayrıldı ve Sivas'a geldi.
ELAZIĞ VALİSİ ALİ GALİP ve Fransızlar kongrenin toplanmasını, engellemeye, toplandıktan sonra da dağıtmaya çalıştılarsa da başarılı olamadılar. Ankara valisi Muhittin Paşa da kongrenin toplanmasına engel olmaya çalışmış, fakat başarısız olmuştur. Fransız subay Bruno da tehdit mesajı çekse de asılsız çıkmıştır ve sonuçta kongre toplanmıştır.
Kongre başlarken Amerikan mandası ve Mustafa Kemal’in kongre başkanı seçilmesi konusunda büyük tartışmalara yol açtı. Ayrıca kongreye katılanların İttihatçılıkla suçlandığı belirtilerek, kongrenin hiçbir parti ile ilişkisinin olmadığına dair kongre üyelerince yemin edilmesi önerildi. Sonuçta Mustafa Kemal oy çokluğuyla başkan seçildi. Manda konusunda Rauf Bey’in önerisiyle Amerikan Senatosuna telgraf çekilerek durumun incelenmesi için hiçbir bağlayıcı yanı olmayan bir inceleme heyeti talep edildi.
Sivas Kongresi Kararları:
Hem toplanış bakımından, hem de alınan kararlar bakımından ulusal bir kongredir.
Kongrede alınan kararlar şunlardır:
1. ERZURUM KONGRESİ KARARLARI BAZI DEĞİŞİKLİK VE İLAVELERLE KABUL edilmiştir.
Önemi: Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar Milli Mücadele ve Misak-ı Milli'nin esasını oluşturmuştur.
2. Ulusal direnmeyi gerçekleştirmek için kurulan dernekler "ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK CEMİYETİ" adıyla birleştirilmiştir.
Önemi: Ulusal güçler birleştirilerek tek elde toplanmıştır. Yine BU KONGREDE MİLLİ MÜCADELE LİDERİNİ (MUSTAFA KEMAL PAŞA) bulmuştur.
3. Manda ve himaye düşüncesi kesin olarak reddedilmiştir.
4. Devletin ve milletin bağımsızlığı, vatanın bütünlüğü zedelenmemek kaydıyla herhangi bir devletten ekonomik yardım alınabileceği kabul edilmiştir.
5. Doğu illerini temsil eden TEMSİLCİLER KURULU'NUN YETKİLERİ BÜTÜN VATANI TEMSİL EDECEK ŞEKİLDE GENİŞLETİLMİŞTİR.
Not1: Erzurum Kongresi'nden sonra oluşturulan Temsilciler Kurulu'na 6 yeni üye ilave edilerek üye sayısı 15'e çıkarılmış, başkanlığına da Mustafa Kemal getirilmiştir.
Not2: Temsilciler Kurulu hükümet gibi çalışmıştır ve yürütme yetkisini ilk olarak ALİ FUAT PAŞA'YI BATI ANADOLU KUVAYI MİLLİYE KOMUTANLIĞINA tayin ederek kullanmıştır.
Not3: Temsilciler Kurulu Ankara'da TBMM açılıncaya kadar hükümet gibi görev yapmıştır.
6. Gayrimüslimlere her türlü vatandaşlık hakları saklı kalacağından siyasal egemenliğimizi kısıtlayıcı ayrıcalıkların verilemeyeceği belirtilmiştir.
7. Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin toplanması için çalışmalara devam edilmesi kararlaştırılmıştır.
Sivas Kongresi'nin Özellikleri ve Sonuçları
—Sivas Kongresi ülkenin çeşitli yerlerinden seçimle gelen delegelerin katılmasıyla toplanmış milli bir kongredir.
Not: KURTULUŞ SAVAŞI’NIN TEK ULUSAL KONGRESİDİR.
—Ulusal direnişin sesini duyurabilmek için İRADE-İ MİLLİYE GAZETESİ çıkarılmaya başlanmıştır
—Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadelenin lideri olmuş ve Misak-ı Milli'nin esasları belirlenmiştir.
—Sivas Kongresi'nden sonra Temsilciler Kurulu Sivas’taki milli kongrenin çalışmaları hakkında bilgi vermek ve milletin iradesine aykırı hareket eden Damat Ferit Paşa Hükümeti’ni şikayet etmek için, padişah ve telgraf aracılığıyla görüşmek istedi. Yapılmak istenen bu görüşmeye izin verilmeyince Damat Ferit Paşa Hükümeti görevden çekilene kadar Anadolu'ya atanan komutan ve valileri kabul etmemiş, yönetim açısından İLİŞKİLERİ VE HABERLEŞMEYİ KESMİŞTİR. Bu durum İstanbul'u memleketsiz bir hükümet haline getirmiştir. Bunun sonucunda DAMAT FERİT HÜKÜMETİ İSTİFA ETTİ. Yerine Milli Mücadelecilere yakın olan Ali Rıza Paşa Hükümeti kuruldu
Önemi: Böylece Temsilciler Kurulu İstanbul Hükümeti'ne karşı ilk başarısını kazanmıştır.
-Sivas Kongresi'nden sonra Güneydoğu Anadolu ve Batı Anadolu'da Kuvayı Milliye birliklerinin geliştirilmesi, birbiriyle ilişkilerinin sağlanması ve güçlü direnme cepheleri oluşturulması için çalışılmıştır.

AMASYA GÖRÜŞMELERİ (PROTOKOLÜ) (20–22 Ekim 1919)

Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin istifasından sonra, Ali Rıza Paşa Hükümeti'nin kurulmasını Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti de desteklemişti. Mustafa Kemal, milli teşkilata saygılı olması halinde Ali Rıza Paşa'ya yardım edileceğini bildirdi. Bunun üzerine Ali Rıza Paşa, Temsilciler Kurulu'na görüşme önerisinde bulundu. Temsilciler Kurulunun bu isteği kabul etmesi üzerine görüşmelerin Amasya'da yapılmasına karar verildi.Yapılan görüşmelere Temsilciler Kurulu adına Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Hükümeti adına Bahriye Nazırı Salih Paşa katıldı. Ayrıca Rauf Orbay ve Bekir Sami Bey’de hazır bulunmuştur. İki taraf arasında alınan kararların bazıları şöyle olmuştur: Manda ve himaye reddedilerek, vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığı korunarak, ayrıca azınlıklara sosyal dengeyi bozacak hakların verilmemesi, İtilaf devletleriyle yapılacak barış görüşmelerine Temsil Heyeti’nin de uygun gördüğü temsilciler gönderilecektir. Osmanlı Mebusanlar Meclisinin güvenlik bakımından İstanbul’da toplanması uygun olmadığından Anadolu’nun güvenli bir yerinde toplanmalıdır kararları kabul edilmiştir.
Not: Mebusan Meclisi’nin İstanbul dışında toplanması hükmü, Kanuni Esasi’ye uygun olmadığı gerekçesiyle kabul edilmedi. Yalnız Mebusan Meclisi’nin açılması uygun bulundu.
Burada kabul edilen esas karar ise; Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, hukuki bir kuruluş olarak İstanbul Hükümeti'nce tanınacaktır.
Önemi: İstanbul Hükümeti ANADOLU HAREKETİNİ İLK KEZ RESMEN VE HUKUKEN tanımıştır.
Önemi: Temsil Heyetinin İstanbul Hükümeti’ne karşı ikinci siyasi başarısıdır.

TEMSİLCİLER KURULU'NUN ANKARA'YA GELMESİ (27 ARALIK 1919)

Mebusan Meclisinin İstanbul’da açılması kararlaştırıldıktan sonra ülkenin her yerinde seçimler yapıldı. Erzurum milletvekili seçilen Mustafa Kemal Sivas’ta toplantı düzenleyerek Temsil Heyeti yetkilileri ve komutanlarla gelişmeleri değerlendirdi.
Temsilciler Kurulu'nu Ankara'ya taşımasında Ankara'nın;
—Ali Fuat Paşa'nın kontrolü altında olması
—İstanbul’daki gelişmelerin daha yakından izlenebilecek konumda bulunması
—Asıl savaşın gerçekleşeceği Batı Cephesi'ne yakın bir konumda olması
—Demiryolu ulaşımı ve haberleşme yönünden elverişli olması
—Düşman tehlikesinden uzaklık açısından güvenli bir konumda bulunması
—Türkiye’nin doğusunun ve batısının kontrol edilebilecek konumda bulunması özellikleri etkili olmuştur.
Ankara'nın Milli Mücadelenin merkezi olması ve ileride kurulacak devlet için yapılacak çalışmalar yönünden büyük önem taşır.
Not: Milli Mücadele'nin merkezi haline gelen Ankara'da 10 Ocak 1920'den itibaren HÂKİMİYET-İ MİLLİYE GAZETESİ yayınlanmaya başladı.(1934’te Ulus adını aldı) Ayrıca ANADOLU AJANSI kurularak doğru haberlerin dünyaya duyurulması mümkün oldu.
Not: 3 Şubat 1920'de, Mustafa Kemal Paşa'nın askerlikten kendisinin ayrıldığı açıklanarak nişan ve madalyaları geri verilmiştir. Bu durum Mustafa Kemal Paşa'ya serbest hareket etme olanağı sağlamıştır.

SON OSMANLI MEBUSLAR MECLİSİ'NİN TOPLANMASI (12 Ocak 1920)

Mustafa Kemal Erzurum mebusu seçilmiş olmasına rağmen tutuklanma olasılığına karşı İstanbul’a gitmedi.
Meclis-i Mebusan'a Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti üyelerinden seçilen mebusları Ankara’ya davet ederek bazı isteklerde bulunan Mustafa Kemal Paşa, onlardan şunları istedi:
1. Mustafa Kemal Paşa’nın MECLİS BAŞKANLIĞINA SEÇİLMESİ (gerçekleşmemiştir)
Not: Kanuni Esasi meclis başkanına birçok hak veriyordu. Mustafa Kemal Mebusan Meclisinin kapatılması durumunda başkan sıfatıyla başka yerde meclis kurabilmek için istemişti.
2. Mebusan Meclisi'nde MÜDAFAA-İ HUKUK GRUBU'NUN KURULMASI ( gerçekleşmemiştir. FELAHI VATAN GRUBU kurulmuştur)
Not: Milletvekilleri görüşlerinin değişmesi veya korkularından padişah ve saltanata bağlı kaldıklarını göstermiş oldular.
3. MİSAK-I MİLLİ'nin Mecliste kabul edilmesinin sağlanması (gerçekleşmiştir)

MİSAK-I MİLLİ (MİLLİ ANT-YEMİN) (28 Ocak 1920)

Osmanlı Mebuslar Meclisi,12 Ocak 1920'de İstanbul’da toplanarak çalışmalarına başladı. Mebuslar Meclisi 28 Ocak 1920'de gizli oturumunda Misak-ı Milli’yi kabul etmiştir. Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin en önemli icraatı Misak-ı Milli'nin kabulü olmuştur.
Misak-ı Milli'nin önemli kararlan şunlardır: 1. Osmanlı Devleti'nin, MONDROS MÜTAREKESİ’Nİ İMZALADIĞI 30 Ekim 1918 tarihinde ki Türk sınırları neyse, bizim sınırlarımız odur.. Bu mütareke hududu içinde Türk ve İslâm çoğunluğu bulunan toprakların tümü, hiçbir şeklide ayrıca-lık kabul etmez bir bütündür.
Önemi: Bu kararla ulusal sınırlar belirlenmiştir. Wilson ilkeleri doğrultusunda hareket edilmiştir.
2. Üç yerde halk oylaması yapılması kabul edilmiştir. ARAP MEMLEKETLERİnin durumu, halkın serbestçe vereceği oya göre belirlenmelidir Halkın oylan İle anavatana katılan üç sancakta (ELVİYE-İ SELASE yani; Kars, Ardahan, Batum) gerekirse halkoyuna başvurulmalıdır. Türkiye ile yapılacak barışa bırakılan BATI TRAKYA'nın hukuki durumunun tespiti de halkın tam bir özgürlükle vereceği kararlara uygun olmalıdır. (Oylama yapılması)
Not: Ulusların kaderlerini tayin hakkı düşüncesiyle hareket edilmiştir. Amaç savaş yapmadan diplomasi yoluyla bu toprakların sınırlarımıza dahil edilmesidir.
4. Hilâfet merkezi ve Osmanlı Devleti'nin başkenti olan İSTANBUL İLE MARMARA DENİZİ'nin güvenliği her türlü tehlikeden korunmalıdır. İstanbul ve Çanakkale BOĞAZLARINın dünya ticaret ve ulaşımına açılması konusunda bizimle diğer ilgili devletlerin birlikte vereceği kararlar geçerlidir.
5. AZINLIKLARIN HAKLARI, komşu memleketlerdeki Müslüman halkın aynı haklardan yararlanmaları şartıyla tarafımızdan kabul edilecektir.
6. Milli ve gelişmemizi sağlamak amacıyla tam bir serbestiyet sağlanması, siyasi, adli ve mali gelişmemize engel olan sınırla-maların yani KAPİTÜLASYONLARın kaldırılması gerekir. HİSSEMİZE DÜŞECEK BORÇLARIN ÖDENMESİ de bu esasa aykırı olmayacaktır.(Milli Mücadelede kapitülasyonlara ilk kez karşı çıkılmıştır.)
Misak-ı Milli'nin Kabul Edilmesinin Önemi ve Sonuçları
-Milli ve bölünmez Türk vatanının sınırları çizilmiştir
-Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar Mebuslar Meclisi tarafından kabul edilmiştir.
-Misak-ı Milli, MİLLİ MÜCADELENİN SİYASİ PROGRAMIdır. Bu program milletin temsilcileri tarafından kabul edilmiştir. Ayrıca Milli Mücadelenin hedefi ve barış şartları açıklanmıştır.
-Türk halkınnın bağımsızlık ve ülke bütünlüğünün korunması konularındaki kararlılığı tüm dünyaya ilan edilmiştir.
-17 Şubat 1920'de Osmanlı Mebuslar Meclisi, Misak-ı Milli kararlarını açıkladı. Bu gelişmeler karşısında Anlaşma Devletleri 16 Mart 1920'de İSTANBUL'U RESMEN İŞGAL ederek meclisin çalışmalarını engellediler, bazı milletvekillerini tutuklayarak sürgüne gönderdiler.

İSTANBUL'UN RESMEN İŞGALİ ve TEPKİLER (16 Mart 1920)

- Mebusan Meclisi’nin açılması ile Milli Mücadele’nin zayıflayacağını düşünen İtilaf Devletleri, kontrolleri altındaki İstanbul’da toplanan meclisten böyle kararların alınmasını beklemiyordu. İstanbul Hükümeti’ne ve Meclise kararların geri alınması için baskı yaptılar.
-Baskılara dayanamayan Ali Rıza Paşa Hükümeti istifa etti. Yeni kurulan Salih Paşa’dan da istediklerini almayınca İstanbul’u resmen işgal ettiler. Meclisi basarak Milli Mücadele yanlısı milletvekiller Malta’ya sürgüne gönderdiler.
Not: İstanbul’un işgali ulusal bağımsızlığa, meclisin dağıtılması ulusal egemenliğe terstir.
-Mustafa Kemal, askeri ve sivil makamlardan İstanbul ile haberleşmenin hemen kesilmesini, İstanbul’da yapılan tutuklamalara karşı Anadolu’da bulunan İtilaf Devletlerinin subaylarının tutuklanmasını istedi.
İstanbul'u işgal eden İtilaf Devletleri tepkileri azaltabilmek için bir genelge yayınladılar.
Bu genelgenin önemli maddeleri sunlardır:
1. İşgal geçicidir.
2. Anlaşma Devletleri'nin amacı saltanat makamının nüfuzunu kırmak değil, aksine Osmanlı idaresinde kalacak memleketlerdeki nüfuzunu kuvvetlendirmektir.
3. Taşrada isyan çıktığı veya katliam yapıldığı takdirde İstanbul Türklerden alınacaktır.
4. Herkesin saltanat makamı olan İstanbul’un emirlerine uyması gereklidir.
Not: İtilaf devletleri bildiri yayınlayarak, İşgale verilecek tepkileri azaltmayı ve işgalden Milli Mücadele taraftarlarını sorumlu tutmayı amaçlamışlardır.
Not: Bu olayla ulusal mücadeleyi padişah adına yürüttüğünü söyleme olanağı bulan Mustafa Kemal Paşa TBMM’yi Ankara’da açmış ve Milli Mücadeleye katılımlar daha da çoğalmıştır.
- Anlaşma Devletleri'nin Kuvay-ı Milliye'ye karşı olduğunu ilan etmesini istemeleri üzerine, Sadrazam Salih Paşa bu öneriyi reddederek istifa etmiştir.
- Osmanlı Mebusan Meclisi son toplantısını 18 Mart 1920'de yaptı. Zaten meclisin basılması, milletvekillerinin çoğunluğunun tutuklanması ve İstanbul'dan ayrılması üzerine bu kurumun varlığı da fiilen sona ermişti. 5 Nisan’da padişah DAMAT FERİT PAŞA’YI TEKRAR SADRAZAMLIĞA getirdi. Damat Ferit Paşa, Milli Mücadele yanlılarının din ve vatan düşmanı asiler olduklarını ve öldürülmeleri gerektiği üzerine şeyhülislamdan FETVA aldıktan sonra uçaklarla Anadolu’ya dağıtıldı. Kuvayı Milliyeci liderler İstanbul’da kurulan mahkemelerde gıyabında idama mahkum edilmiştir.

TBMM'NİN AÇILMASI (23 NİSAN 1920)

1-Son Osmanlı Mebusanlar Meclisi’nde, Misakı Milli’nin kabul edilmesi
Not: İtilaf devletlerinin menfaat ve çıkarlarına aykırı olmasından dolayı baskı yoluyla bu kararların geri çekilmesini istemişlerdir. Ancak amaçlarına ulaşamamışlardır.
2-16 Mart 1920’de İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından resmen işgal edilmesi,
3-Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin 20 Mart’ta Anlaşma Devletleri tarafından kapatılmasıdır.
İstanbul’un İşgal Edilmesi Üzerine Temsil Heyetinin Aldığı Kararlar
1-İstanbul ile bütün haberleşmeler kesilecek,
2-İstanbul’da yapılan tutuklamalara karşılık Anadolu’daki İtilaf devletleri subayları tutuklanacak,
Yorum: Kısasa kısas anlayışı benimsenmiştir.
3-İstanbul’daki padişah tutsak olduğu için padişahı kurtarmak amacıyla Ankara’da yeni bir meclis açılacak,
Yorum: Padişah taraftarlarının desteğinin alınması amaçlanmıştır.
4-İtilaf devletlerinin İstanbul ve Adana’dan asker sevkiyatını engellemek için Geyve ve Ulukışla civarındaki demiryolları tahrip edilecek.
Yorum: Ankara’ya asker sevkiyatının yapılması önlenmek istenmiştir. Amaç meclisin güvenliğini sağlamaktır.
5- Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde mebus olup, İstanbul’dan Anadolu’ya kaçan milletvekillerinin hakları saklı tutulacak Yorum: Ulusal iradeye saygı duyulduğunun, ulusal iradenin kurumsallaştırılmakta olduğunun ve ülkede birlik ve beraberliğin sağlanmak istendiğinin göstergesidir.
6-Anadolu’daki resmi kuruluşlar her türlü para ve kıymetli eşyalarını İstanbul’a göndermeyecek.
7-Memleketin huzurunu ve güvenliğini bozanlar din ve millet farkı gözetmeksizin cezalandırılacak,
8-Vali ve kolordu komutanlarının çabalarıyla on beş gün içerisinde her sancaktan beş milletvekili seçilerek Ankara’ya gönderilecektir.

BMM’NİN AÇILMASI

-Osmanlı Mebusan Meclisi'nin kapatılması üzerine İstanbul dışında yeni bir meclisin açılması için elverişli bir ortam oluşmuştur. Bu işgal Mustafa Kemal'e, ulusal mücadeleyi padişah adına da yürüttüğünü söyleme olanağı vermiştir. Yapılan seçimlerde Mustafa Kemal, Ankara milletvekili seçilmiştir. Bütün hazırlıkların tamamlanmasının ardından 23 Nisan 1920'de Ankara'da I. TBMM açılır, 23 Nisan 1920'deki ilk toplantıya Meclis'in en yaşlı üyesi olan ŞERİF BEY başkanlık etmiştir. 24 Nisan 1920'de yapılan meclis başkanlığı seçiminde MUSTAFA KEMAL, BAŞKAN olmuştur.
Yorum: Meclisin açılması ile Milli Mücadele kurumsallaşmıştır. Ulusal egemenlik yönetime yansımış, Milli Mücadeleyi sevk ve idare kolaylaşmış, birlik ve beraberlik duygusu güçlenmiştir.
-Avrupalı devletlerin Dışişleri Bakanlarına çekilen telgrafta “Anadolu’da TBMM açılmıştır. Bundan sonra millet adına karar verme yetkisi meclise aittir. Osmanlı Hükümeti ile yapılan ve yapılacak tüm anlaşmalar TBMM tarafından kabul edilmeyecektir denilmiştir.
Yorum: Meclisi uluslararası alanda meşrulaştırmak amaçlanmıştır.
-Büyük Millet Meclisi, Sinop milletvekili Şerif Bey başkanlığında toplanmış, 24 Nisan’da yapılan meclis başkanlığı seçimlerinde ise Mustafa Kemal, meclis başkanı seçilmiştir.
Not: Olağanüstü yetkilere sahip olarak açılan Büyük Millet Meclisi’nin adının başına “Türkiye” adının getirilmesi meclisin açılışından 9,5 ay sonra 8 Şubat 1921’de yapılan bakanlar kurulu kararnamesi ile olmuştur.
Not: TBMM’nin açılmasıyla yeni bir devlet kurulmuş, ulusal egemenlik kavramı kurumsallaşmış ve Türk Tarihi'nde ilk kez egemenliği kullanma hakta doğrudan ulusa ait olmuştur. Fakat henüz Bağımsızlık Savaşı devam ettiğinden ve kamuoyunun hazır olmamasından dolayı kurulan bu devletin rejiminin cumhuriyet olduğu belirtilmemiştir.
-24 Nisan’da Mustafa Kemal’in, meclisin yetkileri ve hükümetin kurulması konusunda ki önergesi kabul edilmiştir. Bu önerge kararları şunlardır:

I.TBMM'nin Aldığı İlk Kararlar (24 Nisan 1920)

Mustafa Kemal'in meclise sunduğu ve meclis tarafından da kabul edilen ilk kararlar şunlardır:
1--Hükümet kurmak zorunludur.
Yorum: Yeni kurulan devlete işlerlik kazandırmak amaçlanmıştır. Hükümet sayesinde yürütme işleri hızlanacaktır.
Önemi: Artık geçici hükümet dönemi sona ermiş, sürekli bir hükümet kurulmuştur. 2 Mayıs 1920'de kurulan bu hükümete "meclis hükümeti" adı verilir. Kurulan hükümetin kurucu meclis olduğunun göstergesidir.
-3 Mayıs 1920’de 11 bakandan oluşan ve başkanlığını Mustafa Kemal’in yaptığı TBMM Hükümeti kurulmuştur.
2--Meclis başkanı hükümetin de başkanıdır.
Not: Meclis Hükümeti Sistemi geçerlidir. Hükümet üyeleri meclis içinden tek tek oylanarak seçilmiştir. Meclis başkanı, hükümetin de başkanı olmuş, ayrıca bir başbakan atanmamıştır. Meclis başkanı aynı zamanda devletin de başkanı sayılmıştır.
Not: Başbakanı olmayan bir hükümet modelidir.
3-- Geçici de olsa bir hükümet başkanı ya da PADİŞAH VEKİLİ ATAMAK DOĞRU DEĞİLDİR.
Yorum: Meclisin kalıcı olacağı vurgulanmış ve aldığı kararlarda bağımsız olması amaçlanmıştır.
4-- Mecliste toplanmış olan milli iradeyi vatanın kaderine tayin kılmak temel ilkedir. TBMM'NİN ÜSTÜNDE BİR GÜÇ YOKTUR.
Yorum: Padişah ve hükümetin varlığı yok sayılmıştır. Son söz hakkı ulusa verilmiştir. Meclisin üstünde hiç bir güç tanınmamakta ve Osmanlı yönetimi yok sayılmaktadır. Mevcut güçlere karşı durularak ihtilalci bir tutum sergilemiştir.
5-- TBMM YASAMA VE YÜRÜTME yetkilerini kendinde toplamıştır.
Yorum: Güçler birliği benimsenir. Amaç çabuk karar alıp, hızlı uygulamaktır. Bu durum, I. TBMM'nin Ulusal Mücadele'nin sonuna kadar düzenli çalışmasını ve süratli karar almasını sağlamıştır.
Önemi: Yasama (kanun yapma) ve yürütme (hükmetme) yetkilerinin milletin temsilcilerinde olduğu bir yönetimdir. Yani Cumhuriyet rejiminden başka bir şey değildir.
TBMM "GÜÇLER BİRLİĞİ'ni esas almıştır.
Not: TBMM, kısa süre sonra YARGI yetkisini de üzerine almış ve bunu İSTİKLÂL MAHKEMELERİni kurarak kullanmıştır.
6--Meclis içerisinden seçilen bir heyet, hükümet işlerine de bakar. Hükümet, İcra Vekilleri Heyeti adını almıştır.
7-- PADİŞAH ve Halife, baskı ve zordan kurtulduğu zaman TBMM'NİN ÇIKARACAĞI BİR YASAYA GÖRE DURUMU BELİRLENİR.
Önemi: TBMM, halifelik ve padişahlık makamlarının gelecekte-ki durum ve statüsünü belirlemede bile artık kendini tek yetkili kurum saymaktadır. Buna karşılık Milli Mücadele zarar görmesin diye bu kararla saltanat yandaşlarının da desteği alınmaya çalışılmıştır Asırlardır genel durumun şekillenmesinde ve milletin yerine söz söylemede tek yetkili kurum olan padişahlık sorgulanmaya başlanmış, artık tarihin işleyişi farklı bir sürece girmiştir.
Not: Ulusal kurtuluş Mücadelesi zarar görür ve ülkede yeni bölünmeler yaşanır düşüncesiyle padişahlık ve halifelik kurumuna uzun bir süre dokunulmamıştır.

I. TBMM'nin Önem ve Özellikleri:

1- I. TBMM kurucu bir meclis gibi çalışmıştır.
Yorum: Bir devletin kurulması için gerekli olan anayasa, İstiklal Marşı, hükümet ve devlet organlarını oluşturmuştur. Ancak tepki çekmemek için olağanüstü yetkilere sahip meclis diye ifade edilmiştir.
Not: Buna rağmen TBMM, belirli ve sınırlı bir göreve sahip değil, bir devletin sürekli meclisi olduğundan kurucu meclis değildir.
2- I.TBMM ulusalcı bir yapıya sahiptir.
Yorum: Osmanlı parlamentosunun aksine azınlık temsilcilerinin olmadığı bu meclis, milli bir nitelik taşımaktaydı. Bu dönemdeki zararlı faaliyetlerden dolayı azınlık milletvekillerine yer verilmemiştir.
Not: İsmine bakıldığında yeni devletin milliyetçi bir karakter taşıdığını ve Türk milletine dayandığını ortaya koymaktadır.
3- I.TBMM halkçı bir meclistir.
Yorum: Yasalar önünde herkes eşittir. Yapılan mücadelede halkın çıkarları gözetilmiştir.
4- I. TBMM’de güçler birliği uygulanmıştır.
Yorum: TBMM yasama, yürütme ve daha sonra yargı yetkisini üstlenmiştir. Bu uygulama demokratik anlayışa terstir. Amaç hızlı karar alıp, çabuk uygulamaktır.
5- I. TBMM sürekli bir meclistir.
6- I. TBMM’ni demokratik yapısı vardır.
Yorum: Seçimle gelen ve her görüşten vekillerin olduğu bir meclistir. Vekiller farklı zümrelere ait, farklı meslek ve düşünceye sahiptir.
7- I. TBMM ihtilalci bir meclistir.
Yorum: İçerde saltanata, dışarda emperyalizme karşı verdiği mücadele verilmiştir.
8- I. TBMM inkılapçı değildir.
Yorum: Öncelik bağımsızlık olduğu için birlik ve beraberliğin zedelenmemesi amacıyla inkılaplar ertelenir. Zorunlu olarak yapılan TEK İNKILAP SALTANATIN KALDIRILMASIdır.
9. I.TBMM’de gruplar vardır. Partileşme yoktur.
Yorum: Siyasi görüş farklılığından dolayı, birlik ve beraberliğin zedelenmesi istenmez.
Not: Vatanın kurtarılması I. TBMM’nin öncelikli amacı ol-muştur. Bu nedenle bazı tartışmalar dışında genelde uyumlu bir çalışma sergilenmiştir.
11- I.TBMM bir savaş meclisidir.
Yorum: Bütçenin büyük bir kısmı savunmaya ayrılmıştır.
Not: Asker kökenli milletvekilleri komutanlık görevlerini de birlikte yürütmüşlerdir.
Meclisin açılması ile,
-Yeni Türk devletinin temelleri atılmıştır.
-Devlet üç ana unsur üzerine kurulmuştur.
Bunlar,
1-Toprak
2-Halk
3-Halkı yönetecek güçtür.
-I.TBMM, 23 Nisan 1920’de açılmış, 1 Nisan 1923’de kapanmıştır.
-I. TBMM’nin çıkardığı ilk kanun Ağnam (hayvan) Resmi Kanunu’dur. Daha sonra Hıyaneti Vataniye Kanunu, Nisabı Müzakere Kanunu (Vekillerle ilgili), Men-i Müskirat Kanunu (İçki), Men-i İsrafat Kanunu (savurganlık) çıkarılmıştır.

TBMM'ye KARŞI AYAKLANMALAR:

Nedenleri:
- Mondros Ateşkes Antlaşması ile ordular dağıtılmıştı. Mem-leketin her tarafında DÜZEN VE GÜVENLİK BOZULMUŞTU. Bu durum ayaklanmalara ortam hazırlamıştır.
- İŞGAL GÜÇLERİNİN İstanbul Hükümeti'ni yönlendirmeleri ve yine İSTANBUL HÜKÜMETİ'NİN MERKEZİ OTORİTESİNİ KORUMA ÇABALARI bu isyanları kışkırtması
Not: İstanbul Hükümeti’nin TBMM aleyhine yayınladığı fetva. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının idam istemiyle Divanı Harpte yargılanmaları,. Milli Mücadeleyi İttihatçı ve Bolşevik olarak nitelenmesi. Milli Mücadele’nin Padişah ve Halifeye karşı yapılıyor gibi gösterilmeye çalışılması, İngilizlerin boğazların her iki tarafında da tampon bölge oluşturmak istemesi, Bazı kişilerin manda ve himaye istemesi, asker kaçaklarının otorite boşluğundan yararlanmak istemesi gibi alt nedenleri de vardır.
- BAZI KUVAYİ MİLLİYE ŞEFLERİNİN kurulan yeni düzenli orduya karşı çıkması da farklı yönü olan isyanlara neden olmuştur.
- Bazı Kuvayi Milliye şeflerinin bulundukları yerlerdeki HALKA KÖTÜ DAVRANMALARI
-Anadolu’da bazı ailelerin otoriteyi ele geçirmeye çalışmaları,
- İşgal güçlerinin de desteğini alan azınlıkların, BAĞIMSIZ DEVLETLER KURMA yolunda mücadeleye girmeleri isyanlara sebep olmuştur.

1- DOĞRUDAN İSTANBUL HÜKÜMETİ'NİN ÇIKARDIĞI İSYANLAR:

Merkezi otoritesini korumak isteyen İstanbul'daki yönetim, Anadolu hareketini boğmak için harekete geçti. Şeyhülislamdan aldıkları fetvalarla da Milli Mücadele yanlıları hain ilan edildi. Bu bildiriler uçaklarla halka dağıtıldı. Buna karşılık Ankara Hükümeti’de Ankara Müftüsü RIFAT BÖREKÇİ’ye de karşı fetva hazırlatmışlardır. Ayrıca halkı doğru bilgilendirmek için daha önce bahsettiğimiz Hakimiyeti Milliye ve Anadolu Ajansını kurdular. İstanbul basınından AKŞAM, İKDAM, İLERİ, TASVİRİ EFKAR, TERCÜMAN, VAKİT VE YENİ GÜN gibi gazeteler Milli Mücadelenin büyük destekçilerinden oldular.
a) Anzavur İsyanı
-2 Kasım 1919'da (TBMM açılmadan) Manyas, Susurluk, Gönen ve Ulubat dolaylarında dinin de alet edilmesiyle çıkmıştır.
-İngilizler, Boğazlardaki hakimiyetini devam ettirmek için maddi ve manevi her türlü desteği vermiştir.
-Desteği arttırmak amacıyla dini propaganda yapmıştır.
-Damat Ferit tarafından desteklenen bu isyan Çerkez Ethem yönetimindeki Kuvayı Milliye birlikleri bastırmıştır.
b) Halifelik Ordusu (Kuvayı İnzibatiye)
-İttihatçılar tarafından saltanatçı oldukları gerekçesiyle ordudan atılan ve Milli Mücadeleyi İttihatçı bir hareket olarak algılayan Nigahban Cemiyeti (Ordu Bekçileri) subayları tarafından çıkarılmıştır.
İngilizlerin de desteğiyle kurulan Halifelik Ordusu, saldırıya geçti. Ali Fuat Paşa isyanı bastırdı.
Not: Bu ayaklanmalar boğazlarda İngiliz çıkarlarını korumak için yapılmıştır.

2- İSTANBUL HÜKÜMETİ VE İŞGALCİ DEVLETLERİN ORTAKLAŞA ÇIKARDIĞI İSYANLAR:

En yaygın olan ayaklanma grubudur. Din sömürücülüğü, bu isyanlarda da en yaygın kışkırtma yöntemidir.
a) Bolu - Düzce - Hendek ve Adapazarı Ayaklanmaları:
-Boğazlardaki hakimiyetini devam ettirmek isteyen İngilizlerin isteği ile Osmanlı Hükümeti'nin ajanları halkı ayaklandırmayı başardılar.
-Dini propaganda ile halkın desteğini artırmaya çalışmışlardır.
- Ali Fuat Paşa ve Refet Bey komutasındaki ulusal güçler isyanı bastırdı
b) Yozgat Ayaklanması:
-Çapanoğlu Ailesi ve Aynacıoğlu gibi sülaler, TBMM karşısında yerel üstünlüğünü yitirme kaygısıyla halkı kışkıtmıştır.
-Çerkez Ethem'in emrindeki KUVAYI SEYYARE tarafından bastırılmıştır.
c) Afyon Ayaklanması:
-İstanbul Hükümeti ve işgalci güçlerin, halkı "din elden gidiyor" kışkırtmasına bağlı olarak çıkardığı isyandır. İsyana önderlik eden Çopur Musa, Kuva-ı Milliye'ye yenilince Yunanlılara sığınmıştır.
d) Konya - Bozkır - Çumra Ayaklanması:
- İlk kez Konya'nın Bozkır ilçesinde Zeynel Abidin tarafından çıkarılan bu ayaklanma da dini kışkırtmalarla çıkmıştır.
- Delibaş Mehmet adında birinin Çumra'da başlattığı isyan da Konya'ya kadar genişletmiştir.
-Ayaklanma yeni kurulan düzenli ordu tarafından bastırılmıştır.
e) Urfa Milli Aşireti Ayaklanması:
Milli Aşireti’nin, bu ayaklanmada yerel üstünlüğünü korumak amacı ve Fransızların kışkırtmaları önemli rol oynamıştır. Ulusal güçler bastırdı
f) Şeyh Eşref - Koç Kiri, Cemil Çeto, Ali Batı Ayaklanmaları:
1920 Mayısı'ndan başlayarak 1920 yılı Haziranı'na kadar Güneydoğu,
- Doğu ve Orta Anadolu'da görülen çeşitli ayaklanmalardır.

3- KUVAYI MİLLİYE YANLISI OLUP SONRADAN AYAKLANANLAR:

Vatansever olmakla birlikte, yalnız kendi düşüncelerine ve çıkarlarına göre davranan bu şeflerin bazıları Ankara'nın otoritesi altına girmeyi kabul etmediler.
a) Çerkes Ethem Ayaklanması:
-Eski bir İttihat ve Terakki mensubu ve Teşkilatı Mahsusa üyesidir.
-Kuvayı Seyyare (Gezici Güçler) adlı birliğiyle Ahmet Anzavur ve Yozgat Ayaklanmalarını bastırması sonrası yıldızı parlamıştır.
-Rus yanlısı Yeşil Ordu Grubuyla ilişki içinde bulunması kendince yargılama ve vergilendirme yaparak TBMM’nin otoritesini sarsma, Gediz Taarruzundaki başarısızlığı gözden düşmesine neden olmuştur.
-Bu dönemde düzenli orduya katılmayı reddederek ayaklanma başlatmıştır. Çerkez Ethem Mustafa Kemal'in yerine geçmeyi düşünmüştür.
-I. İnönü Savaşı sürerken bu isyan da bastırılmış, bunun üzerine Çerkez Ethem Yunanlılara sığınmıştır.
-Ulusal Mücadele tarihinde Kuva-i Milliye devri de böylece kapanmış oldu. Artık tüm denetim ve otorite (bu arada I. İnönü Savaşı da kazanılmıştı)
b) Demirci Mehmet Efe'nin Ayaklanması:
-Denizli, Burdur, Çal ve Dinar çevresinde çıkmıştır.
-Yine aynı ayın sonlarında Refet Bey tarafından bastırılmıştır.

4- AZINLIKLARIN ÇIKARDIĞI AYAKLANMALAR:

Azınlıkların Osmanlı topraklarında bağımsız devlet kurmaya yönelik olarak çıkardıkları isyanlardır.
a) Ermeni Ayaklanması (Ermeni İntikam Alayı- Doğu Lejyonu):
- Fransızların desteğiyle Adana başta olmak üzere güney illerinde başlayan ayaklanmalardır. Bunun yanı sıra Doğu Anadolu'da Türkiye sınırında bulunan Ermeniler de karışıklık çıkartmışlardır.
- Güney'de Kuvayı Milliyeciler, Doğu'da da ise Kazım Karabekir komutasındaki düzenli ordu bu hareketleri tarafından bastırılmıştır.
b) Pontus Ayaklanması:
Doğu Karadeniz Rumlarının Pontus Devleti'ni kurmak için başlattıkları bu ayaklanma, ancak 1923 yılı başlarında Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa tarafından bastırılabildi.
Not: En uzun süreli ayaklanmadır.

TBMM'NİN AYAKLANMALAR KARŞISINDA ALDIĞI ÖNLEMLER

1-İstanbul Hükümeti'nin yaptığı her türlü işlem yok sayılacaktı.
2- TBMM'nin varlığına yönelik hareketlerin önlenmesi için 29 Nisan 1920'de HIYANET-İ VATANİYE KANUNU çıkarılmıştır. (Yasama)
3- TBMM, Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nun çabuk ve etkili biçimde işlemesi için Firariler Hakkında kanuna dayanarak 11 Eylül 1920’de İSTİKLAL MAHKEMELERİ kuruldu. (Yargı)
4-Seyyar Jandarma Müfrezesi birlikleri (Kuvayı Seyyare) oluşturulmuş ve Ankara’da subay okulu açılmıştır. Zamanla da düzenli ordu kurularak Kuvayı Milliye kaldırıldı.
5-Şeyhülislamın fetvasına karşılık Ankara müftüsü Rıfat Börekçi tarafından karşı fetva yayımlanmıştır.
6-Halkın doğru haber alması için 6 Nisan 1920’de Anadolu Ajansı kurulmuştur. Daha sonra 7 Haziran 1920’de Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi kurulmuştur. Diğer yandan TBMM’de yapılan çalışmaları göstermek için 1921’de Ceridei Resmiye adıyla resmi bir gazete çıkarılmaya başlanmıştır.
Ayaklanmaların Sonuçları
1-Ayanklanmaları bastıran TBMM’nin güç ve otoritesi artmıştır.
2-Birlik ve beraberlik duygusu zayıfladığı için düşman karşısında zor durumda kalınmıştır.
3-Yunanlıların ilerleyişi hızlandığı için Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması gecikmiştir.

SEVR ANTLAŞMASI (10 Ağustos 1920)

Paris Barış Konferansında diğer devletlerle imzalanacak anlaşma metinleri hazırlanmasına rağmen Osmanlı Devleti'ne kabul ettirecekleri antlaşmayı henüz hazırlayamamışlardı. Bu durumun belli başlı nedenleri şunlardır:
- Osmanlı topraklarının paylaşılması konusunda İtilaf Devletlerinin görüş birliğine varamamaları
- Gizli antlaşmalarda İtalya'ya bırakılan İzmir'in, Yunanistan'a verilmesi sonucunda başlayan görüş ayrılıkları
- Gizli antlaşmalarda Rusya'nın payına düşen Boğazlar ve Doğu Anadolu'nun nasıl paylaşılacağı konusunda görüş birliğine varılamaması
Türk Ulusu'nun gücünü önemsemeyen itilaf Devletleri, önce Misak-ı Milli’nin yayınlanması ve ardından da TBMM'nin açılması üzerine yanıldıklarını anladılar. Bunun üzerine bir an önce Osmanlı Devleti ile anlaşma yapılmak istenecektir, itilaf Devletlerine göre, barış yapılınca da savaş bitecek, Anadolu insanı rahat edecek ve Mustafa Kemal de yalnız bırakılmış olacaktı.
İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti ile yapacakları barış antlaşmasının taslağını görüşmek üzere İtalya'nın SAN REMO kentinde toplandılar. (18–24 Nisan 1920) Görüşmeye Osmanlı Devleti adına katılan TEVFİK PAŞA, hazırlanan taslağı görünce "BÖYLE BİR ANTLAŞMAYI KABUL EDEREK VATAN HAİNİ DURUMUNA DÜŞMEM" diyerek konferansı terk etmiştir. Buna rağmen Damat Ferit'in görevlendirdiği delegeler aracılığıyla İtilaf Devletleri, San Remo taslağını Osmanlı Devleti'ne ilettiler.
San Remo Konferansı kararlarını Osmanlı yönetimine biran önce kabul ettirmek isteyen itilaf Devletleri, Yunan ordusunu harekete geçirdiler. (22 Haziran 1920) Bursa ve Doğu Trakya, Yunanlılar tarafından işgal edilirken, İngilizler de Mudanya ve Bandırma'ya asker çıkardılar. Yaşanan gelişmeler üzerine Osmanlı devlet adamları, önerilen antlaşmanın kabul edilmesine karar verdiler. Fakat anayasaya göre göre meclisin onayından geçmesi gerekiyordu. Mebusan Meclisi kapalı olduğu için Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa, eski komutan ve nazırlardan oluşan bir SALTANAT ŞURASI topladı. Toplanan şura üyelerinden yalnız Topçu Feriki (Korgeneral) Rıza Paşa, Sevr Antlaşması’nın maddelerinin çok ağır olduğunu söyleyerek imzalanmasına karşı çıktı.
Barış antlaşması Paris yakınlarındaki Sevr kasabasında son şeklini aldı. HADİ PAŞA, RIZA TEVFİK VE REŞAT HALİS tarafından imzalanan antlaşmanın bazı hükümleri şunlardır.
Antlaşma Hükümleri:
Siyasi;
1- İstanbul, başkent olarak kalacak ancak Osmanlı Devleti barış şartlarına uymazsa İstanbul da Türklerden alınacaktır.
2- Arap topraklarında İngiltere Hicaz, Irak, Ürdün ve Filistin'de; Fransa ise Suriye ve Lübnan'da manda yönetimleri oluşturacaktır. Anadolu’da ise Mardin, Urfa, Antep bırakılacak, Adana’dan Kayseri ve Sivas’a kadar olan bölge de Fransız nüfuz bölgesi olacaktı.
3-. Osmanlı Devleti, Mısır üzerindeki haklarından feragat edecektir.
4- İtalya; Antalya, Konya ve İç Batı Anadolu'nun içlerine kadar egemen olurken, On iki Ada da İtalya'da kalacaktır.
5-Yunanistan; Midye - Büyükçekmece hattının batısı ile İzmir'i ve Doğu Trakya’yı alacaktır. Ayrıca Ege Adaları da Yunanistan'a bırakılacaktır.
Böylece Osmanlı Devleti'nin Ege Denizi'nde hiç bir etkinliği kalmamıştır.
5- Doğu Anadolu'da iki yeni devlet (Ermenistan ve Kürdistan) kurulacaktır. Ermeni Devleti'nin sınırlarını ABD Başkanı Wilson belirleyecektir.
6-Rodos ve On İki Ada İtalya’ya; diğer Ege adaları Yunanistan’a bırakılacaktır.
7- Boğazlar, tüm devletlere açık olacak, özel bir bayrağı, bütçesi olacak ve uluslararası bir komisyonca yönetilecekti. Bu komisyonda Türk yetkili bulunmayacaktır.
8- Ordu, Samsun, Tokat, Amasya, Sinop, Çorum, Kayseri’nin doğusu, Çankırı, Ankara, Eskişehir, Zonguldak ve Bilecik Osmanlı Devleti’nde kalacaktır.
9- Osmanlı Devleti’nde yaşayan her topluluk dil, din, mezhep özgürlüğünü kullanabilecek ve herkes eşit olacaktır.
Ekonomi;
1-Adli ve mali kapitülasyonlar en ağır şekilde devam edecek, tüm müttefik devletler kapitülasyonlardan yararlanacaktır.
2- Kapitülasyonlar; ekonomik, mâlive adli alanlarda yeniden düzenlenecektir.. Osmanlı vatandaşlığından, İtilaf devletleri vatandaşlığına geçenler, kapitülasyonlardan yararlanabilecektir. Ayrıca azınlıklara da genişletilmiş haklar verilecektir. Azınlıklar vergi vermeyecek ve askerlik yapmayacaktır. Osmanlı uyruğundan çıkanlar birçok yükümlülükten kurtulacaktır. Bunlar da kapitülasyonlardan yararlanabilecektir
3- İtilaf Devletlerinin kuracağı bir mâli komisyon, Osmanlı Devleti'nin gelir ve giderlerini denetleyecektir . İngiliz, Fransız, İtalyan ve Osmanlı temsilcilerinden oluşan bir komisyon bütçeyi hazırlayacak, Osmanlı Devleti üyeleri, komisyonda sadece danışmanlık yapacaktır.
4- Savaş tazminatı, tüm işgal devletlerine verilecek, ayrıca işgal masrafları da karşılanacaktır. Bu bir komisyon tarafından yönetilecektir.
Askerlik;
1-Osmanlı Devleti’nde mecburi askerlik kaldırılacaktır.
2- Askerlik, gönüllü olacaktır. Asker sayısı 50.700'ü geçmeyecektir. Ordunun ağır silahları ve zırhlı araçları olmayacaktır. Bu kuvvetler yalnız iç güvenliği sağlayacaktır.
3- Donanma, on üç küçük parça gemiden oluşacaktır. Denizaltı bulunmayacaktır.
Anlaşmanın Sonuçları:
-Osmanlı Devleti sömürge durumuna getirilmiştir.
-Tepki yüzünden Damat Ferit Paşa istifa etmek zorunda kalmıştır. Tevfik Paşa antlaşmayı onaylamaz ancak kabullenmiştir.
-Barış antlaşması, meclis tarafından onaylanmadığı için hukuken geçersizdir.
-Bu anlaşma Misakı Milli, ulusal egemenlik ve bağımsızlığa ters düştüğü için TBMM kabul etmemiş ve antlaşmayı imzalayanları vatan haini kabul etmişlerdir.
-Halkın Osmanlı Hükümetinden ümidini kestiği için Milli Mücadeleye destek artmıştır.
-Milli Mücadelenin başarılı olmasından dolayı uygulanmadan yürürlükten kaldırılmıştır.

Sevr Antlaşması'nın Özellikleri, Önemi ve Sonuçları

- Osmanlı Devleti'nin imzaladığı SON ANTLAŞMAdır.
- I. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan en ağır koşullu antlaşmadır.
- Sevr Antlaşması Türk milleti ve aydınları arasında bir üzüntü, bitkinlik, ümitsizlik ve teslimiyet ruhu yaratacağı yerde, bunun tersine, direnme ruhunu kamçılamıştır.
- Sevr Antlaşması YASAL DEĞİLDİR. Çünkü;
a)Osmanlı merkezi işgal altındadır ve yöneticiler ha-reketlerinde bağımsız değildir.
b)Kanun-i Esasi hükümlerine göre antlaşmaların Mebusan Meclisi'nin onayından geçmesi gerekiyordu. Oysa meclis dağıtılmış ve dağıtılmadan önce de son sözünü "Misak-ı Milli" olarak söylemiştir.
- Osmanlı Mebusan Meclisi'nin aldığı Misak-ı Milli kararlarına ters düşen bir antlaşmayı kabul eden Padişah, çoğunluğun kararına ters düşmüş ve ulus iradesini çiğnemiştir.
- Sevr Antlaşması ölü doğmuştur. TBMM ve O'na inanan milletinin ölümüne mücadelesi sonucunda antlaşma "yürürlüğe girmemiştir".
Not: İşgal devletleri açısından ise Şark Meselesi (Doğu Sorunu: Osmanlı topraklarını paylaşma) çözümlenmiş sayılıyordu.
UYARI: III. Selim'den itibaren Osmanlı Devleti'nin Batı'ya karşı izlediği "denge politikası" artık iflas etmiştir.
TBMM şiddetle bu antlaşmayı reddetmiştir. 19 Ağustos 1920'deki toplantısında bu antlaşmayı imzalayanların ve onaylayanların vatan haini sayılmalarına karar verdi. Bu kararlı tutum Sevr Antlaşması'nın yürürlüğe girmesini engelleyecektir

Bilecik Görüşmesi (5 Aralık 1920)

-Damat Ferit Paşa Hükümeti sonrasında, Tevfik Paşa Hükümeti kurulmuştur.
-Hükümeti temsilen Bahriye Nazırı Salih Paşa ve Hariciye Nazırı Ahmet İzzet Paşa, TBMM temsilcileri ile görüşmek için Bilecik’e gelmiştir.
-Mustafa Kemal’in isteklerini kabul etmemeleri üzerine uzlaşıldığı izlenimini vermek için önce Ankara’ya götürülmüşler daha sonra serbest bırakılmışlardır.
-TBMM’nin İstanbul Hükümeti ile ilk siyasi ilişkidir.

KURTULUŞ SAVAŞINDA CEPHELER

Kurtuluş savaşı’nda:
-İçte padişah, hükümet ve azınlıklara karşı; Dışta İtilaf Devletleri’ne karşı mücadele edilmiştir.
-İçte Ulusal Egemenlik; Dışta Ulusal Bağımsızlık amaçlanmıştır.
-TBMM, Misakı Milli’yi; İtilaf Devletleri Sevr Barış Antlaşması’nı hedeflemiştir.

A) DOĞU CEPHESİ

Kurtuluş Savaşı'nda Ermeni Sorunu
I.Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Rusya’da çıkan ihtilal sonucunda Çarlık rejimi yıkılarak Sovyet Rusya kurulmuştu. Yeni kurulan rejim Brest Litowsk Antlaşması’nı imzalamış ve savaştan çekilmişti. Buna göre Anadolu’da işgal ettiği yerleri boşaltmış, hatta 93 Harbi’nde ele geçirdiği Kars, Ardahan ve Batum’u (Elviye-i Selase) Osmanlı Devleti’ne bırakmıştı. Kafkasya’da oluşan otorite boşluğundan yararlanan Ermeniler, merkezi Erivan olan bir Ermenistan Devleti kurdular. (28 Mayıs 1918) Paris Barış Konferasında da Karadeniz ve Akdeniz bağlantısı olan büyük bir Ermenistan’ı kabul ettirmeye çalışmıştır. Bu yolda harekete geçerek Erzurum ve Van’a saldırarak köy ve kasabaları yakmaya ve Türkleri öldürmeye başlamıştı. Buna karşılık Doğu Anadolu’nun Ermenilerin eline geçmesini önlemek için Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Kazım Karabekir’in 15. Kolordu komutanı olarak Erzurum’a gelmesinden sonra cemiyet daha da güçlendi.Sevr’de Ermeni Devleti’nin kurulması kabul edilince Ermeni saldırıları daha da arttı.
Ermenilerin Doğu'daki işgal ve Türk halkına yönelik öldürme eylemleri karşısında TBMM, 9 Haziran 1920'de Doğu'da geçici seferberlik ilân etti. Doğu'daki XV. Kolordu Doğu Cephesi Komutanlığına dönüştürülerek KAZIM KARABEKİR PAŞA DA DOĞU CEPHESİ KOMUTANLIĞI'NA atandı.
Türk Ordusu 28 Eylül 1920’de taarruza geçti. 30 Ekim 1920'de Kars'a girdi. 7 Kasım'da Türk birlikleri Gümrü’yü ele geçirdi.
Türk Ordusu'nun elde ettiği bu başarılar karşısında Ermeniler barış istedi.

Gümrü Antlaşması (3 Aralık 1920)

1-Sevr Antlaşması ile Ermenilere bırakılan doğu illeri ile 1878 Berlin Antlaşması'nda Rusya'ya bırakılan KARS, SARIKAMIŞ, KAĞIZMAN, IĞDIR ve OLTU Türkiye'ye bırakılacaktır.
2- Ermenistan Hükümeti, Sevr Barış Antlaşması'nın hükümlerini geçersiz sayacak, Türkiye’ye karşı hiçbir düşmanca davranışta bulunmayacaktır.
Sonuç ve Önemi:
- Gümrü'nün Ermenilerde kaldığı bu antlaşma ile Doğu Anadolu sınırı, Ardahan'ın bir bölümü ve Artvin dışında bugünkü şeklini aldı.
-Misakı Milli’yi gerçekleştirme yolunda ilk adım atılmıştır.
- Doğu'daki birliklerin bir kısmı Batı'ya yani asıl muharebe alanlarına kaydırıldı.
- Sevr Antlaşması’ndaki haklarından vazgeçen ve bu antlaşmayı tanımayan ilk devlet Ermenistan oldu.
- TBMM, bu antlaşmada TÜRKİYE adını kullandı.
- TBMM'nin uluslararası alanda yaptığı İLK ANTLAŞMA VE KAZANDIĞI İLK DİPLOMATİK ZAFER oldu.
Gürcülerle İlişkiler
Sovyet ihtilali sırasında Kafkaslarda kurulan bir diğer devlet de Gürcistan'dı. I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında doğuda yaşanan karışıklıklardan faydalanan Gürcüler ARTVİN, BATUM VE ARDAHAN'ı işgal ettiler.
Ermeni Sorunu'nu çözümleyen TBMM, 23 Şubat 1920'de Gürcistan'a bir nota verdi. Bunun üzerine TBMM ile savaşı göze alamayan Gürcistan, BATUM ANTLAŞMASI ile işgal ettiği yerleri boşaltarak TBMM'ye bıraktı. (23 Şubat 1921)
Not: Doğu’da Misakı Milli sınırlarına ulaşılmış oldu.
Not: SSCB, bu anlaşmalar imzalandıktan sonra Kafkasya’yı kendisine bağlamış, Gümrü ve Batum Antlaşmalarını tanımamıştır. Doğu Sınırının resmi olarak çizilmesi sonraki imzalanacak anlaşmalarla olacaktır

B) GÜNEY CEPHESİ

Mondros Ateşkes Antlaşması'nın hemen ardından Urfa, Maraş ve Antep İngilizler tarafından, Mersin, Adana ve Osmaniye de Fransızlar tarafından işgal edilmiştir.
15 Eylül 1919’da yeni anlaşmanın yapılmasıyla İngiltere Maraş, Urfa ve Antep’i Fransa’ya devretmiştir.
FRANSIZ - ERMENİ İŞBİRLİĞİ karşısında bölge halkı silaha sarıldı.
GÜNEY'DE DÜZENLİ ORDU YOKTU. Bölge halkının direnişe geçtiği bu yörelerde Sivas Kongresi’nde Temsil Kurulu'nun gönderdiği subaylarla yerli halk düşmana karşı büyük bir direniş göstermişlerdir.
Not: Kılıç Ali, Yörük Salim Bey ve Sütçü İmam Maraş’ta; Yüzbaşı Saip Bey Urfa’da; Topçu Kemal Bey, Piyade Yüzbaşı Osman Bey ile Yüzbaşı Ratip Bey Adana’da, Teğmen Mehmet Said Bey (Şahin Bey) Antep’te önemli görevler üstlenmişlerdir.
Adana Cephesi:
Kilikya denilen bu bölgede Fransız ve Ermeni işbirliği görülür. 19 Aralık 1919'da direnişe geçen Adana halkı, işgalcilere karşı büyük başarı elde etmiştir. Kaç Kaç Olayı’ndan kaçabilenler Pozantı’ya gelmiş ve burada teşkilatlanma için yapılan POZANTI KONGRESİne TBMM başkanı Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak da katılmıştır.
Antep Cephesi;
Fransa, bölgeye Ermenilerle birlikte geldi. 1 Nisan 1920'de kent kuşatıldı. Şahin Bey’in (Teğmen Sait Bey) şehit düşmesi, bütün Antep şehrinde direnişi başlattı. Yaklaşık bir yıl direnen Antep halkı, 9 Şubat 1921'de teslim olmak zorunda kaldı. Mustafa Kemal direnişi örgütlemesi için Kılıç Ali Bey’i bölgeye gönderdi. 1921 senesinde şehre GAZİ ünvanı, 2008’de İstiklal Madalyası verilmiştir.
Maraş Savunması:
Ermeni - Fransız işbirliğinin görüldüğü bu işgallerde de halk, Maraş kalesinde asılı Türk bayrağının indirilerek yerine Fransız bayrağının çekilmesi üzerine Ulu Cami İmamı Rıdvan Hoca “Kalelerinde bir bayrağı dalgalanmayan, esir bir memlekette Cuma namazı kılınmaz” diyerek halkı coşturdu. Halk kaleye asılı Fransız bayrağını indirerek yerine Türk bayrağı çekti. Fransız askerilerinin bir Türk kadınına: “Burası artık Tüklerin değildir. Fransız memleketinde peçe ile gezilmez” diyerek, kadının peçesini çekip yırtması olayları başlattı. Duruma şahit olan Sütçü İmam, düşman askerini vurdu. Bundan sonra başlayan şehir halkının mücadelesi, 12 Şubat 1920'de Fransızların kenti bo-şaltmasına kadar devam etti. 1921’de İstiklal Madalyası, 1973’te şehre KAHRAMAN ünvanı verilmiştir.
Urfa Savunması:
Urfa halkı Ermeni - Fransız işbirliğine karşı ayaklandı. Yüzbaşı Ali Saip Bey kumandasındaki milli kuvvetler, kanlı çarpışmalardan sonra büyük bir zafer elde etti.
10 Nisan 1920'de Fransa bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. 1984’te alınan kararla şehre ŞANLI ünvanı, 2016’da İstiklal Madalyası verilmiştir.
Not: Ayrıca İnebolu’ya da İstiklal Madalyası verilmiştir.
Sonuç ve Önemi
- Güney bölgesindeki bu kahramanca savunmalar ve kazanılan başarılar, TBMM'ye ve O'nun başkanı Mustafa Kemal'e büyük bir manevi" güç ve kıvanç vermiştir.
Fransa, gerçekleri görmüş ve Türk'ün vatanını elinden almanın bir hayal olduğunu anlamıştır. Artık Anadolu, Fransa için bir macera hareketinden başka bir şey değildir. Yunan ordusunun Sakarya’da yenilmesi üzerine 20 Ekim 1921’de Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması ile Güney Cephesi kapandı. Hatay dışında Türkiye-Suriye sınırı çizildi. Bu bölgedeki askeri güçler de Batı Cephesi’ne gönderildi.
Türk-Fransız ilişkileri, Türk-İngiliz ilişkilerine benzememektedir. Milli Mücadele boyunca Türkler ile İngilizler arasında silahlı çatışma olmadığı halde Fransızlarla çetin savaş devam etmiştir. Buna karşılık da Ankara Hükümeti’ni resmen ilk tanıyan itilaf Devleti Fransa olmuştur.

C) GÜNEY-BATI CEPHESİ

Antalya ve çevresini işgal eden İtalyanlara karşı herhangi bir direniş hareketi olmamıştır. Çünkü Paris Barış Konferansı’nda Ege Bölgesi'ni Yunanlılara kaptıran İtalyanlar, onlara ve diğer müttefiklerine karşı kızgınlık içindeydiler. Bu nedenle Yunanlılara karşı yer yer Kuva-i Milliye'yi desteklediler. Türkiye'de daha ziyade antlaşmalar ve diplomatik yollarla nüfuz bölgeleri oluşturma yoluna gittiler.
Düzenli orduların kurularak, ilk asken" zaferlerin kazanılması üzerine (II. İnönü Savaşı’ndan sonra) de İtalyanlar, Anadolu'dan sessizce çekildiler.
UYARI:
Türk yurdunu işgal etmekten vazgeçen ilk itilaf Devleti, İtalya'dır.

D) DOĞU TRAKYA

Doğu Trakya’nın Batı Cephesi ile ilişkisi olmamıştır. Boğazlar işgal altında olduğu için buraya yardım gönderilememiştir ve burası Yunan işgaline uğramıştır.
Düzenli Ordunun Kurulması
Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra Türk ordusu dağıtılmıştı. Ordunun terhis edilmesi kararına uymayan Kazım Karabekir Paşa'nın komutasındaki XV. Kolordu TBMM'nin elindeki tek düzenli birlikti.
Ateşkes hükümlerini öne süren İtilaf Devletleri, Anadolu'da işgale başladılar. Bu işgaller karşısında işgal bölgelerindeki Türk halkı kendiliğinden harekete geçerek silaha sarıldı ve Kuvayı Milliye (Milli Güçler) adı verilen hareketi başlattı. Kurtuluş Savaşı'na çok önemli katkıları olan Kuvayı Milliye'nin bazı eksikleri de vardı. Örneğin;
- Ulusal bilinci canlandıran Kuvayı Milliye, Yunanlıları oyalamasına rağmen kesin olarak ülkeden atamıyordu.
- Halk üzerinde kendi yöntemlerine göre hukuk dışı cezalandırmalarda bulunuyordu.
- Halktan zorla malzeme alıyordu. Bu durum TBMM'nin merkezi gücüne gölge düşürüyordu.
- Her şeyden önemlisi bir meydan muharebesi yapabilecek güce, bilgiye ve birikime sahip değildi.
Mustafa Kemal düzensiz halk güçlerinin organize olarak, birlikte hareket etmesini istediği için Sivas Kongresi’nde Batı Anadolu Kuvayı Milliye Komutanlığı kurularak başına Ali Fuat Cebesoy’u atadı. Ama istenilen sonuç elde edilemedi.
Gerek 22 Haziran'da başlatılan Yunan taarruzu gerekse GEDİZ TAARRUZUnda alınan yenilgi şunu kesin olarak göstermiştir: Kuva-i Milliye yetersizdir. Acilen düzenli orduya geçilmelidir.
Not:Kuvayı Seyyare Komutanı Çerkes Ethem bu başarısızlığın sorumluluğunu yeterince işbirliği yapmayarak birlikte savaştığı Ali Fuat Paşa’nın komutasındaki birliklere yıkmaya çalıştı.
-Ali Fuat Cebesoy görevinden alınarak Moskova Büyükelçisi olarak gönderilmiştir. 9 Kasım 1920’de Batı cephesi ikiye ayrılmış; cephenin kuzeyine Albay İsmet Bey, güneyine ise Albay Refet Bey atanmıştır. Fevzi Paşa ise Milli Savunma Bakanlığı (Harbiye Vekilliği) ile Genel Kurmay Başkanlığı (Erkanı Harbiye Umumiye Reisliği) görevlerine getirilmiştir.
-Daha önce bahsedildiği gibi asker kaçaklarını önlemek için Firariler Kanunu çıkarılmış, disiplinsizliği önlemek için İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur.
Önemli: Sovyet desteklerine uygun bir ortam bulabilmek için kurulan YEŞİL ORDU zamanla denetimden çıktı. Çerkes Ethem’de cemiyete dahil oldu. Düzenli ordu karşıtlığı ile Bolşevizm ilişkilendirilmeye başladı. Ayrıca bir söylentide Enver Paşa’nın yeşil bayraklar açarak kalabalık olarak Anadolu’ya yürüyor şeklide yayılıyordu. YENİ DÜNYA GAZETESİ’ni çıkardılar.
Mustafa Kemal, “En kısa zamanda düzenli ordu ve büyük süvari gücü oluşturmak gerektiğini” belirtti. Düzenli ordu birliklerine katılmak istemeyen Ethem ve kardeşleri ile Demirci Mehmet Efe isyan etti. Üzerlerine gönderilen düzenli ordu birlikleri tarafından isyan bastırıldı. Demirci Mehmet Efe teslim oldu. Ethem ve kardeşleri ise o zamana kadar savaştıkları Yunan ordusuna sığındılar. Böylece düzenli ordu kurulmasının önündeki en büyük engel ortadan kaldırılmış oldu.

D) BATI CEPHESİ

Batı Cephesi'nde itilaf Devletlerinin, özellikle de İngiltere'nin desteklediği Yunan Ordusu'na karşı savaşılmıştır.

I.İNÖNÜ SAVAŞI ( 6-10 OCAK 1921)

ÇERKEZ ETHEM İSYANI'nı askeri ve siyasal çıkarlarına uygun bulan Yunanlılar, Eskişehir’e doğru giden demiryolunu ele geçirmek ve Ankara'ya kadar ilerleyerek ulusal hareketi boğmak istemişlerdir. İsmet Bey, Ethem’in üzerine yolladığı kuvvetlerin büyük bölümünü geri çekti ve Yunanlıların üzerine gönderdi.
İnönü mevkiinde Yunanlılara karşı verilen savaşı TBMM orduları kazanmıştır.
Aynı günlerde Çerkez Ethem ve kardeşlerinin başlattığı"'isyan hareketi de bastırılmıştır. (22 Ocak 1921).

I. İnönü Savaşı'nın Sonuç ve Önemi:

TBMM'nin kurduğu DÜZENLİ ORDULARIN İLK ZAFERİdir.
- İtilaf Devletleri arasında GÖRÜŞ AYRILIKLARI ortaya çıkmıştır.
- İsmet Bey, ALBAYLIKTAN GENERALLİĞE yükselmiştir.
- Kazanılan bu zaferle TBMM'nin kendine olan güveni artmış ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ve İstiklal Marşı kabul edilmiştir. (20 Ocak 1921)
Önemi: TBMM, düzenli ordu, anayasa, istiklal Marşı gibi kav-ramlar şunu açıkça göstermiştir ki Anadolu'da, yeni bir devlet örgütlenmesi gerçekleşmiştir.
Teşkilatı Esasi Kanunu (20 Ocak 1921) 1921 Anayasası
I.İnönü Savaşı’nın kazanılmasının getirdiği güvenle TÜRKİYE’NİN İLK ANAYASASI şöyledir:
*Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
*Yürütme ve ve yasama yetkisi BMM’indir
*Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilir ve hükümet BMM Hükümeti adını alır.
*Din buyruklarının yerine getirilmesi, kanun konması, barış yapılması, savaş kararı verilmesi gibi esas haklar BMM’ye aittir.
Not: Laik bir anayasa değildir.

İstiklal Marşı’nın kabulü: (12 Mart 1921)

I.İnönü Savaşı’nın kazanılması sonrası Türk milletinin duydularını coşturacak, milli birliği pekiştirecek bir bağımsızlık marşı yazılmasına karar verildi. Açılan yarışmaya gönderilenler yeterli bulunmadı. MEHMET AKİF ERSOY bu yarışmaya katılmamıştı. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi’nin ricası ve 500 liralık ödülün istediği yardım kuruşlarına bağışlanacağını söylemesi üzerine ikna oldu. Sebilürreşad Dergisinin ilk sayfasında KAHRAMAN ORDUMUZA İTHAFI ile yayınlanan şiir mecliste kabul edildi. 1930’da ise günümüzdeki bestesi ZEKİ ÜNGÖR tarafından yapıldı.

Londra Konferansı (23 Şubat -12 Mart 1921)

Anlaşma Devletleri BMM’nin dikkate alınması gerektiğini düşünmüşler ve bu konferansta SEVR ANTLAŞMASI'NI UFAK TEFEK DEĞİŞİKLİKLERLE KABUL ETTİRMEyi amaçlamışlardır. Yalnız konferansa Türkleri temsilen İstanbul Hükümeti çağrıldı. BMM buna itiraz edince İtalya, BMM’nin de katılmasını istemiş ve böylece bir ulusu temsilen İKİ HÜKÜMET KONFERANSA DAVET edilmiş oldu. İtilaf devletleri böylece iki hükümet arasındaki görüş ayrılıklarından faydalanmaya çalışmıştır.
İstanbul Hükümeti’ni temsil eden Tevfik Paşa’ya söz verildiğinde o, “MİLLETİN GERÇEK TEMSİLCİLERİ BMM HÜKÜMETİ TEMSİLCİLERİDİR.” Diyerek sözü Bekir Sami Bey’e bıraktı. Bekir Sami Bey Türk Devleti’nin amaçlarını ve barışın koşullarını açıklayarak Misakı Milli’yi tüm dünyaya duyurdu.
İngiltere, Yunan ordusuna toparlanması için zaman kazandırmayı amaçladığından sonuç alınamadı. Bekir Sami Bey; İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcileriyle ayrı ayrı görüştü. Askeri, iktisadi ve idari hükümler içeren ikili antlaşmalar imzaladı, fakat bunlar devletlerin eşitliği ilkesine ve bağımsızlığa aykırı görülerek, BMM tarafından onaylanmamıştır.

Londra Konferansı'nın Önemi

Anlaşma Devletleri, TBMM temsilcilerini toplantıya çağırmakla ve onunla görüşmelerde bulunmakla TBMM HÜKÜMETİ'Nİ İLK KEZ RESMEN VE HUKUKEN TANIMIŞLARDIR.
Misakı Milli’yi ve Türk milletinin haklı davası dünya kamuoyu tarafından duyulmuş oldu. Türklerin barış yanlısı olmadığı propagandaları çürütülmüş oldu.
Anlaşma Devletleri arasında yaşanan çelişki ve anlaşmazlıklar su yüzüne çıkmıştır.
Türk tarafına Sevr’i kabul ettiremeyen İtilaf Devletleri, Yunanistan’ı yeniden harekete geçirdiler.

Afganistan Dostluk ve İşbirliği Antlaşması (1 Mart 1921)

TBMM Hükümeti, I. İnönü Muharebesi’nden sonra Sovyet Rusya ile ilişkileri geliştirmek amacıyla Moskova’ya bir heyet gönderdi. Bu sırada MOSKOVA’DA BULUNAN AFGAN HEYETİ ile dostluk antlaşması imzalandı. Buna göre;
1- Her iki devlet birbirinin bağımsızlığını tanıyacaktır.
2- Taraflardan birine yapılacak bir saldırı durumunda birlikte mücadele edilecektir.
3- Türkiye, Afganistan’a kültürel yönden yardımda bulunacak, öğretmen ve subay gönderecektir.
Önemi:
- TBMM HÜKÜMETİ'Nİ TANIYAN ASYALI İLK MÜSLÜMAN ÜLKE Afganistan'dır.
- ANKARA'DA İLK ELÇİLİK AÇAN İLK İSLAM DEVLETİ, Afganistan olmuştur
- TBMM, DÜŞMANLARINA KARŞI İLK KEZ İTTİFAK kurmuştur.

Moskova Antlaşması (16 Mart 1921)

1917’de çarlık rejimi yıkılıp Sovyet yönetimi kurulmuştu. Sosyalizmin yayılmasını istemeyen batılılar Sovyet Rusya sınırları içindeki çarlık yanlılarını desteklemişti. Şimdi de itilaf devletleri boğazları işgal ederek Anadolu’nun çeşitli yerlerini işgal etmeleri Sovyetlerin güney sınırı güvenliğini tehdit ediyordu.
Bu sebeple Sovyet Hükümeti,
-TBMM Hükümeti ile iyi ilişkiler kurarak, itilaf devletlerine karşı mücadelede TBMM Hükümeti’ni siyasi ve ekonomik açıdan destekleme kararı aldılar.
Ayrıca;
-Londra Konferansı’ nda TBMM’nin anlaşma devletlerine yakınlaşmasından da çekinmişlerdir.
-TBMM gibi kendileri de uluslararası yalnızlıktan kurtulmak istemeleri
-Anadolu’da kendi rejimlerini yaymak istemeleri
-Boğazlar üzerinde söz sahibi olmak istemeleri
-Kafkaslarda Ermennistan ve Gürcistandaki İngiliz yanlısı hükümetlerden kurtulmak istemeleri
-Kendi sınırları içindeki Orta Asya halklarıyla iyi ilişkiler kurmak istemelerinden dolayı anlaşmayı imzalamaya sıcak bakmışlardır.
TBMM adına Ali Fuat Paşa, Yusuf Kemal ve Rıza Nur tarafından antlaşma imzalanmıştır.
Antlaşmaya göre;
1-Her iki taraftan birinin tanımadığı devletlerarası bir antlaşmayı diğeri de tanımayacaktır.
Yorum: Uluslararası diplomaside birlikte hareket edildiğinin göstergesidir. Böylece Sovyet Rusya Sevr’i tanımayan ilk büyük Avrupalı ülkedir.
2-Osmanlı Devleti ve Çarlık Rusya arasında imzalanan antlaşmalar geçersiz sayılacak.
Yorum: İki yeni devletin kurulduğunun göstergesidir. Rejim değişikliğinin kanıtıdır. Geçmişi yok saymışlardır ve birbirlerini tanımışlardır.
3-Sovyet Rusya, ,Misakı Milli’yi tanıyacaktır.
4-Sovyet Rusya; TBMM ile Ermenistan ve Gürcistan arasında imzalanan antlaşmalara göre belirlenen sınırı, Batum’un Gürcistan’a verilmesi şartı ile kabul edecektir.
Yorum: Doğu sınırı çizildi. Misakı Milliden ilk taviz verildi.
5-Sovyet Rusya kapitülasyonlardan vazgeçmiştir.
6-Boğazların geleceğine Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin katılacağı konferansta karar verilecektir.
7-Her devlet, kendi geleceğine kendisi karar verecektir.
Yorum: Sovyet Rusya’nın rejim ihracı yapma düşüncesi engellenmek istenmiştir.
Sonuç ve Önemi:
- Bu antlaşma ile İLK KEZ BİR BÜYÜK AVRUPA ÜLKESİ TBMM'Yİ, O'nun kurduğu düzeni ve MİSAK-I MİLLİ’Yİ RESMEN TANIMIŞTIR.
- TBMM Hükümeti bir büyük diplomatik zafere daha imza atmıştır.
- DOĞU CEPHESİ TAM OLARAK GÜVENLİK altına alınmıştır. Buradaki birliklerin bir kısmı daha Batı'ya Sakarya boylarına kaydırılmıştır.
- TBMM, işgalci devletlere karşı güçlü bir müttefik kazanmıştır.
- DOĞU SINIRI BÜYÜK ORANDA ŞEKLİNİ almıştır.
Not:13 Ekim 1921'de yapılacak Kars Antlaşması ile Doğu sınırı kesin şeklini alacaktır.

2-) II. İNÖNÜ SAVAŞI (23 MART-1 NİSAN 1921)

Londra Konferansı'ndan sonuç alamayan itilaf kuvvetleri Sevr Antlaşmasını zorla kabul ettirmek istiyorlardı.
Yunanlılar Türk ordusuna toparlanma fırsatı vermeden bir kez daha saldırdılar. Amaçları Eskişehir ve Kütahya’yı alarak demiryolu ulaşımını ele geçirmek, oradan da Ankara'ya ulaşmak istiyorlardı. Kuzeyde Eskişehir, güneyde afyon üzerinden hareket ettiler. Bu sıralarda TBMM Koçgiri Ayaklanması ve Pontus çeteleriyle uğraşıyordu.
Sonuçları:
İsmet Paşa komutasındaki Türk ordusu İnönü Mevzilerinde Yunan ordusu karşısında bir kez daha galip geldi. Ordusu kaçan Yunan ordusuna karşı Aslıhanlar ve Dumlupınar taraflarında taarruz girişiminde bulunmuş ancak başarılı olamamıştır.
-Düşman Afyon-Bozüyük çizgisine kadar çekilmiştir. TBMM
- Bu savaş sırasında meşhur yer Metristepe’dir. Mustafa Kemal, İsmet Paşa'ya çektiği kutlama telgrafında, "SİZ ORADA YALNIZ DÜŞMANI DEĞİL, MİLLETİN KÖTÜ TALİHİNİ DE YENDİNİZ" demiştir.
Sonucu:

- II. İnönü Savaşı'nın kazanılması üzerine ANTALYA'YI BO-ŞALTAN İTALYANLAR, SAKARYA SAVAŞI'NDAN SONRA ANADO-LU'DAN TAMAMEN ÇEKİLECEKLERDİR.
- FRANSA DA ZONGULDAK'TAN ÇEKİLMİŞTİR. Artık itilaf bloğu yavaş yavaş çatlamaya ve parçalanmaya başlamıştır. Ayrıca FRANSA, ATEŞKES İSTEMİNDE BULUNDU.
- İngiltere, MALTA'DA TUTUKLU BULUNAN TÜRK ESİRLERİNİN BİR KISMINI SERBEST bıraktı.
Not: II. İnönü Savaşı’ndan donra Türk ordusu taarruza geçti; fakat başarısız oldu. Bu da düzenli ordunun daha saldırı gücüne erişmediğini gösterir.

3-) KÜTAHYA - ESKİŞEHİR SAVAŞLARI (10-24 TEMMUZ 1921)

İnönü Savaşları’nı kaybeden Yunanlılar kesin galibiyet almak için yeni birliklerle Anadolu'daki ordularını güçlendirdiler. Yunan Kralı da 13 Haziran’da İzmir’e geldi. Büyük Ankara seferi adını verdikleri plan için Yunanistan'da seferberlik ilân edildi ve büyük kuvvetlerle tekrar saldırıya geçtiler. Yunanlılar bir taraftan İnönü üzerinden saldırırken, daha güçlü bir kolu Afyon üzerinden Eskişehir’in doğusuna varacak ve Ankara yolunu kesecekti. Bu geniş kuşatma hareketiyle Türk ordusu ya toptan yok edilecek, ya da tutsak alınacaktı.
-Yunanlılar, Türk ordusunun güçlenmesini önlemek için Batı Cephesi’nde kullanılmak üzere İstanbul’dan kaçırılan İnebolu- Kastamonu- Ilgaz ve Çankırı güzergahından Ankara’ya ulaştırılan silah yardımını engellemeye çalışmışlardır.
Not: Milli Mücadele’de İnebolu-Kastamonu- Ilgaz ve Çankırı güzergahı daha o dönemde İSTİKLAL YOLU olarak isimlendirilmiştir. Bu fedakarlıklarından dolayı İnebolu’ya İstiklal Madalyası verilmiştir.
-Yunan taarruzu ile cepheden kötü haberler gelmeye başlayınca durumu yerinde incelemek için Mustafa Kemal Karacahisar’da bulunan Batı Cephesi karargahına gitti ve yeniden toparlanmak için zaman kazanmak ve daha fazla kayıp vermesini önlemek üzere SAKARYA IRMAĞI'NIN DOĞUSUNA çekilmesi emrini verdi. Böylece ordu yıpratılmamış oldu. Yunanlılar, Polatlı'ya kadar ilerlediler. Yunanlılara göre artık Ankara yolu açılmıştı.
Not: Mustafa Kemal’e göre Yunan birlikleri Anadolu’nun içlerine doğru çekilmiş ve hareket üstlerinden uzaklaştırılmıştı. Bu durum Türk ordusuna yeni bir savaşa hazırlanmak için az da olsa zaman kazandıracaktı.
Sonuçları:
DÜZENLİ TÜRK ORDUSUNUN KURTULUŞ SAVAŞI'NDA AL-DIĞI TEK YENİLGİDİR.
- KÜTAHYA, AFYON VE ESKİŞEHİR Yunanlıların eline geçmiştir.

Maarif (Eğitim) Kongresi (16-21 Temmuz 1921)

TBMM kurulduktan kısa bir süre sonra Maarif Nezareti (Eğitim Bakanlığı) öğretmenlere bir genelge gönderdi. Bu genelgede, dış düşmanların vatanı içerden bölüp parçalamak için isyan çıkarttığı vurgulandı. Bu sebeple öğretmenlerin halkı uyarıp aydınlatmaları istendi. Milli mücadelenin öğrenciler tarafından da özümsenmesi isteniyordu. Bu doğrultuda Kütahya-Eskişehir Savaşı yapılırken Ankara’da yurdun çeşitli yerlerinden gelen 250 öğretmenin katıldığı maarif kongresi yapıldı. Mustafa Kemal cepheden gelerek katıldı ve yaptığı açılış konuşmasında milli bir eğitimin kurulması gerektiğinden bahsetti.
Not: Maarif Kongresi’nden savaş nedeniyle istenilen sonuç alınamasa da eğitime verilen önemin somut kanıtıdır. MİLLİ MÜCADELENİN SADECE SAVAŞ MEYDANLARINDA DEĞİL EĞİTİM ALANINDA DA YAPILDIĞININ göstergesidir.

Sakarya Meydan Savaşı Öncesi:

Türk ordusunun Sakarya'nın doğusuna çekilmesi ve bazı Türk topraklarının kaybedilmesi, İnönü Savaşları sonrasında oluşan iyimser havayı bozdu. Meclis'te çok sert tartışmalar yaşandı. “ Ordu nereye gidiyor; Millet nereye götürülüyor? Bu gidişin sorumluları nerededir? Onu göremiyoruz. Bugünkü acıklı ve korkunç durumun asıl sorumlusunu ordunun başında görmek isterdik” gibi sözlerle Mustafa Kemal’i eleştirdiler. Hatta HÜKÜMET MERKEZİNİN KAYSERİ'YE TAŞINMASI veya Kuvayı Milliye’ye geri dönülmesini tartışma konusu yapanlar oldu. Bu öneri kabul edilmemiştir.
- Meclis'te yaşanan sert tartışmaların ardından 4 Ağustos’ta bir milletvekili kürsüden “Mustafa Kemal Ordunun başına geçsin” dedi ve bunu Mustafa Kemal’e muhalif olanlar dahil bütün milletvekilleri destekledi. Böylece "BAŞKOMUTANLIK YASASI" çıkarıldı. Bu yasaya göre Mustafa Kemal, başkomutan oluyor ve MECLİS'İN TÜM YETKİLERİNİ ÜÇ AY süreyle kullanma hakkını da üzerine alıyordu.
- İtalya, Anadolu’dan askerlerini çekmeyi durdurdu. Fransa’da TBMM ile yaptığı ikili barış arayışı görüşmelerine ara verdi.
Önemi:
*MUSTAFA KEMAL, YENİDEN ASKERLİK GÖREVİNE DÖNMÜŞTÜR.
*Meclis yetkilerini üzerine alan Başkomutan Mustafa Kemal, İLK İŞ OLARAK TEKALİF-İ MİLLİYE EMİRLERİ {ULUSAL VERGİ BUYRUKLARI) adı altında ilk yasal düzenlemeleri gerçekleştirdi.

Tekâlif-i Milliye Emirleri (7–8 Ağustos 1921)

Başkomutanlık görevini üstlenen Mustafa Kemal, ORDUNUN İHTİYAÇLARINI KARŞILAMAK İÇİN Tekalifi Milliye Emirleri’ni yayınladı. Türk Ulusu'nun özveriye çağrıldığı bu yasanın içeriğinde şunlar bulunmaktadır;
* Her ilçede bir Tekâlif-i Millîye Komisyonu kurulacaktır.
* Her aile birer kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp bu komisyona verecektir.
* Tüccarın ve halkın elinde bulunan her türlü askerin ihtiyacına yarayacak malların yüzde kırkına, bedeli sonradan ödenmek üzere el koyacaktır.
* Halkın elindeki taşıt araçlarıyla ayda bir kez yüz kilometrelik ücretsiz askeri ulaşım yapılacaktır.
* Ordunun gereksinimi olan tüm sahipsiz mallara el konulacaktır.
* Her aile, elindeki silah ve cephaneyi üç gün içinde komisyonlara teslim edecektir.
* Demirci, dökümcü ve marangozlar ordu için çalışacaktır.
* Halkın elinde bulunan taşıt araçları ile binek hayvanlarının yüzde yirmisine el konacaktır.
Not: Halk elinden geldiğince yardım etmiş ve halkın da mücadeleye katılmasıyla mücadele Topyekün Mücadele haline gelmiştir.
UYARI: Buyruklar yerine getirilirken çıkabilecek sorunları ye-rinde çözümleyebilmek için Ankara dışında da Kastamonu. Samsun, Konya, Eskişehir bölgelerinde İstiklâl Mahkemeleri kurulmuştur. TBMM'nin, isyanlar ve asker kaçakları için oluşturduğu bu mahkemelerin çalışma alanı genişlemiştir.
Sonuç ve Önemi:
- Mustafa Kemal'in Başkomutanlık Yasası'na dayanarak çıkardığı bu ilk kanun bir çeşit "GENEL SEFERBERLİK" emridir. Osmanlı zamanı alınan Avarız vergisine benzemektedir.
Not: halkımızda bu dayanışma olurken, yurtdışından da yardımlar gelmiştir. Hint Müslümanları topladıkları bağışları Hilali Ahmer (Kızılay) yoluyla Türkiye’ye yollamışlardı. Sovyet Rusya’dan da hem silah, hem de para yardımları yapıldı. İtalyanlar Anadolu’dan çekilirken askeri malzemelerini bağış olarak bıraktı. aynı zamanda satın alma yoluyla da malzeme verdi. Fransa Güneydoğu Anadolu’dan çekilirken bazı araç ve gereçleri Türklere bıraktı. ayrıca aynı tarihten itibaren Fransızlardan askeri malzeme satın almak mümkün oldu.

4-)SAKARYA MEYDAN SAVAŞI (23 AĞUSTOS–13 EYLÜL 1921)

KÜTAHYA - ESKİŞEHİR SAVAŞLARI'NI KAZANAN YUNANLILARDA KRAL KONSTANTİN, ”ANKARA’YA!” EMRİNİ VERDİ. Yunanlıların harekete geçmesiyle bütün cephe boyunca çok şiddetli savaşlar oldu. 100 km’lik bir cephe üzerinde süren savaşlar sırasında, Türk cephesi yer yer kırılmış, cephenin yönü kuzey-güney doğrultusundan, doğu-batı yönüne dönmüştü. Yunanlılar Polatlı’ya kadar gelmiş ve top sesleri Ankara’dan duyulur olmuştu. Bunun üzerine Başkomutan Mustafa Kemal orduya bu savaşta meşhur yer olan Duatepe’de şu emri verdi: “HATTI MÜDAFAA YOKTUR, SATHI MÜDAFAA VARDIR. O SATIH, BÜTÜN VATANDIR. VATANIN HER KARIŞ TOPRAĞI VATANDAŞIN KANIYLA ISLANMADIKÇA, TERKEDİLEMEZ.... Bu emir ve strateji gereği Türk mevzileri birçok noktada kırıldığı halde, her alan ısrarla savunuldu. Kaybedilen her hattın gerisinde yeni bir savunma hattı oluşturuldu. Düşmanın ilerleyişi yavaşladı ve durdu. 22 gün 22 gece devam eden savaş, Türk ordusunun zaferiyle sonuçladı. Bu savaşı Mustafa Kemal SAKARYA MELHAME-İ KÜBRASI olarak nitelemiştir. Çok sayıda subay şehit olmasından dolayı SUBAY SAVAŞI’da denir
Önemi ve Sonuçları:
- Savaş alanlarına yeniden dönen ve Kurtuluş Savaşı'nda ilk kez bir savaşı yöneten Mustafa Kemal, "YÜZEY SAVUNMASI" kuramıyla askerlik tarihinde bir ilke daha imza atmıştır.
- Bu zaferle Yunanlıların saldırı gücü kırılmış, Türk topraklarını ele geçirme istek ve umudu yok olmuştur. ARTIK SAVUNMA SIRASI YUNANLILARDADIR.
İşgalcilerin yurttan atılabileceği inancı daha da kuvvetlenmiştir.
- 1683 II. Viyana Kuşatması'ndan itibaren Batı karşısında başlayan geri çekilişin son noktasıdır.
- 19 Eylül 1921 tarihli TBMM kararıyla Başkomutan Mustafa Kemal'e MAREŞALlik rütbesi ile GAZİlik unvanı verilmiştir.
Not: Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda mareşal rütbesi alan iki Türk askeri vardır. Bunlardan biri Sakarya Savaşı'ndan sonra mareşalliğe yükselen Mustafa Kemal, diğeri ise Dumlupınar Zaferi üzerine mareşal olan Fevzi (Çakmak) Paşadır.
-Ukrayna ile Dostluk Antlaşması yapıldı (20 Ocak 1921)
- Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktası olan Sakarya Meydan Muharebesi, Türk dış politikasını da olumlu yönde etkilemiştir:
a) İtalya, II. İnönü Savaşı sonrasında başlattığı geri çekilme harekâtını tamamlamışlardır
b) Türkiye ve İngiltere, ellerindeki tutsakları karşılıklı olarak salıvermişlerdir.
c) Kars Antlaşması (13 ekim 1921) imzalandı.
Sakarya Meydan Savaşı'nın kazanılması üzerine birer Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olan, Rusya'ya bağlı "Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan, TBMM ile yeniden temasa geçtiler. KAFKAS CUMHURİYETLERİ ile başkanlığını Kazım Karabekir’in yaptığı TBMM heyeti arasında yapılan bu yeni antlaşma ile;
- Moskova Antlaşması, Kafkas Cumhuriyetleri tarafından da benimsenmiştir.
- Ardahan'ın tamamı Türkiye'ye bırakılmıştır.
- Batum'un Gürcistan'da kalması kesinleşmiştir.
Önemi:
TÜRKİYE'NİN DOĞU SINIRLARI KESİN ŞEKLİNİ ALMIŞTIR.
UYARI: Türkiye’nin Doğu sınırlarının belirlenmesiyle ilgili olarak
gene bu antlaşmanın diğer maddelerine bakıldığında: Boğazlar açık olacak, olası bir boğazlar sorununda Gürcistan taraf olacaktır. Birinin tanımadığı antlaşmayı diğeri de tanımayacak. Kapitülasyonlar kalkacak, Kafkas cephesinde genel af ilan edilecek ve gümrük, sağlık, polisiye işlerinde sınırlarda kolaylık sağlanacak. Nahçıvan Azerbaycan’a bağlı özerk olacaktır.
d) Ankara Antlaşması (20 Ekim 1921) imzalandı.
Sakarya Meydan Savaşı’nın kazanılması üzerine İTİLAF DEVLETLERİ ARASINDAKİ ÇATLAK BÜYÜDÜ. Daha önce başlayıp, kesintiye uğramış olan barış görüşmeleri sonlandırılarak antlaşma imzalandı. Bu antlaşmaya göre:
1-Fransa Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’da işgal ettiği yerleri boşaltacak, Suriye’de kalan "SÜLEYMAN ŞAH" Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Türk tarihinin önemli isimlerinden biridir. 11. yüzyılda yaşamış olan Süleyman Şah, Selçuklu Devleti'nin kurucusu Tuğrul Bey'in soyundan gelmektedir. Süleyman Şah, Türk boylarının çoğunun hükümranlığına boyun eğdiği dönemde bağımsız bir beylik kurarak Anadolu'da Türklerin yerleşmesine öncülük etmiştir. Kendisine bağlı beyliklerin desteğiyle bölgede güçlü bir hükümdarlık kurmuş ve Bizans İmparatorluğu'na karşı savaşlar yapmıştır. Süleyman Şah'ın en önemli başarılarından biri, Bizans İmparatorluğu'na karşı yaptığı savaşlarda elde ettiği zaferlerdir. Bu zaferler sayesinde Anadolu'da Türklerin yerleşmesi hızlanmış ve Türk boyları arasında liderliği sağlamıştır. mezarının bulunduğu CABER KALESİ de Türk toprağı sayılacaktı.
2-Türkiye - Suriye sınırı, Hatay sancağı dışarıda kalmak üzere çizilmiştir.
3- İskenderun ve Antakya (Hatay) sancak bölgesi Fransa mandasındaki Suriye toprakları içinde kalacak fakat burada özerk bir yönetim uygulanacaktı.
Buna göre;
a) Türkçe resmi dil olarak kalacak
b) Fransa, Hatay'daki nüfus dengesini bozmayacak
c) Bölge halkının kültürel gelişimi için kolaylık gösterilecek, halkın din ve inancına karışılmayacak
d) Fransa'nın Suriye'den çekilmesi durumunda Hatay halkı, kendi geleceğini kendisi belirlemek üzere halk oylamasına gidecek
Önemi: Misakı Milli’den verilen ikinci tavizdir.
Önemi ve Sonuçları:
- TBMM yeni bir diplomatik zafere daha imza atmıştır. Fransızlar, Anadolu işgalinde işbirliği yaptıkları müttefiklerinden kopmuşlar ve Türklerle savaşa son vermişlerdir.
- Anlaşma Devletlerinin Türkiye'ye karşı kurdukları cephe parçalanmıştır.
- SURİYE SINIRIMIZ HATAY DIŞINDA BELİRLENMİŞTİR. (Ha-tay'ın Fransız yönetiminde kalması ise Misak-ı Milliye aykırıdır).
- GÜNEYDEKİ CEPHENİN KAPANMASI üzerine buradaki bir-likler Batı Cephesi'ne kaydırıldı.
Önemi: Doğu Cephesinden sonra Güney Cephesinin de kapanmasıyla, savaş Türk-Yunan savaşına dönüşmüştür.
- İlk kez Anlaşma Devletlerinden biri, anlaşma imzalayarak Misak-ı Milliyi kabul etmiştir.
- Bu antlaşma, siyasal yalnızlığa düşen İngiltere'yi rahatsız etmiştir.
22 Mart 1922’de İtilaf Devletleri Barış Önerilerinde bulunmuşlardır. İki taraf arasında askersiz bölge bırakılması, her iki tarafın asker ve silah bakımından güçlenmemesi, askeri açıdan Türk tarafının İtilaf Devletleri’nin denetimi altında bulunması ve çarpışmaların 3 ay süreyle durdurulması yer alıyordu. Bu teklifler Yunanlılar tarafından hemen kabul edildi. Türk tarafı ise bağımsızlık anlayışına ters düşen askeri denetim teklifini kabul etmediğini bildirdi.

İtilaf Devletlerinin Ateşkes Önerileri ve İç Politika Gelişmeleri:

Yunan ordusunun başarısızlığı ve geri çekilişi sonrasında İtilaf Devletleri, Türk ve Yunan kuvvetleri arasında savaşı durduracak arabulucu rolü oynamaya başladılar. İzmir ve Trakya’yı içeren yeni barış projelerini TBMM’ye sundular, fakat bağımsızlığa ters düştüğü için reddedildi. Bu arada Yunanlılar İngilizlerin yardımıyla güçlü bir savunma hattı tertiplediler. Bu hatları inceleyen İngilizlerin verdiği raporda: “TÜRKLER BU MEVZİLERİ DÖRT BEŞ AYDA ELE GEÇİREBİLİRLERSE, BİR GÜNDE DÜŞÜRDÜKLERİNİ İDDİA EDEBİLİRLER.” şeklinde kayıt düşülmüştür.
Böylece işgalden kurtulmanın ve tam bağımsızlığı kazanmanın yolunun kesin zaferi kazanmaktan geçtiği bir kez daha görülmüştür. Yunan ordusuna son darbeyi indirmek için hummalı bir çalışma başlamıştır. Başta İstanbul olmak üzere, İtilaf Devletleri’nin kontrolünde bulunan silah depolarından Anadolu’ya silah kaçırılıyordu. Kapanan doğu ve Güney Cepheleri’nden Batı Cephesi’ne asker ve silah naklediliyor; Rusya, İtalya ve Fransa’dan satın alınan askeri malzemeler cepheye ulaştırılmaya çalışıyordu. Sakarya Zaferi’nden sonra aylar geçtiği halde, ordunun saldırıya geçip düşmanı neden kovmadığı eleştirileri yapılıyordu. Mustafa Kemal’in: “ … Yarım hazırlıkla, yarım tedbirlerle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten daha kötüdür. Açıklamalarına rağmen Meclis, süresi dolan Başkomutanlık yetkisini ve süresini uzatmadı. Bunun üzerine Mustafa Kemal 6 Mayıs 1922’de meclise gelerek gizli oturumda muhalefetin eleştirilerini yanıtlamış: “… düşman karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamazdı. Bunun için, bırakmadım, bırakamam ve bırakmayacağım” demiştir. Bu konuşma sonrası 3 ay daha uzatılmış. 20 Temmuz’da ise BAŞKOMUTANLIK KANUNU SÜRESİZ UZATILDI.

5-) BÜYÜK TAARRUZ (26 AĞUSTOS - 18 EYLÜL 1922)

Yapılması gereken orduyu güçlendirdikten sonra taarruza geçmekti.
Meclis'te Mustafa Kemal'e ve düşüncelerine karşı başlayan gruplaşmaya karşı Mustafa Kemal de düşünce ve eylem birliği sağlamak amacıyla "ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFAAİ HUKUK GRUBU"nu kurdu. (10 Mayıs 1922)
Taarruz Başlıyor:
6 Ağustos 1922'de ordulara gizli olarak, saldırıya hazırlık buyruğu verildi. 26 Ağustos 1922'de Afyon Kocatepe'de ani bir baskın şeklinde taarruz başladı. Türk ordusu Afyon’a girdi.27 Ağustos’tan itibaren Türk ordusunun üstünlüğü eline geçirmesi üzerine Yunan kuvvetleri geri çekilmeye başlamıştır. 4-5 ayda ele geçirilebilirse 1 günde aldıklarını iddia etsinler dediği yeri Türk ordusu birkaç saatte ele geçirmiştir.
30 Ağustos'ta Aslıhanlar bölgesinde yapılan DUMLUPINAR MEYDAN MUHAREBESİ kazanıldı. Bu savaşı bizzat Mustafa Kemal'in yönetmesinden dolayı buna BAŞKOMUTANLIK MEY-DAN MUHAREBESİ adı da verilmiştir. Yenilen Yunan ordusunun arta kalanları İzmir’e doğru hızla çekilmeye başladı. Yunan askerlerinin savunma hattı oluşturmasını engellemek için Mustafa Kemal ordugahını kurduğu Çal köyünde durum değerlendirmesi yaptıktan sonra 1 Eylül'de "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" emrini vermiştir.Yunan ordusu toparlanamadan Türk askeri Yunanlıları kovalamaya başlamış ve 9 Eylül’de İzmir’e girmiştir.
18 Eylül'de tüm Batı Anadolu (Kapıdağ - Mudanya dahil) düşmandan temizlendi. BÖYLECE YUNAN MACERASI BAŞLADIĞI YERDE BİTTİ.
Not: Mustafa Kemal bu savaş için RUM SINDIĞI ismini de kullanmıştır.
Sonuç ve Önemi:
Bu zaferle SICAK SAVAŞ DÖNEMİ SONA ERMİŞ, sıra diplomatik zaferlere gelmiştir.
Yunan Megalo - ideası Anadolu topraklarına gömülmüştür.
Emperyalist devletlerin Anadolu'ya yönelik beklentileri iflas etmiştir.
Anlaşma Devletleri 23 Eylül 1922'de yeni ateşkes önerisinde bulunmuşlar.11 Ekim'de Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanmıştır,
Kurtuluş Savaşı süresince YAPILAN TEK TAARRUZLA kesin ve etkili sonuç, alınmıştır.
Not: Fevzi Paşa’ya (Çakmak) Mustafa Kemal’in teklifi üzerine üstün hizmetlerinden dolayı Mareşal rütbesi verildi.
Not: Milli Mücadelede kadınların katkıları büyük olmuştur. HALİDE EDİP ADIVAR yaptığı konuşmalarla ve cephelerdeki mücadelesiyle İstiklal Madalyası almıştır. TAYYAR RAHİME Güney Cephesinde gönüllü bir müfrezeye komutanlık yapmıştır. Fransızlarla yapılan mücadelede şehit olmuştur. ŞERİFE BACI İstiklal Yolu’nda cephane taşırken kış şartlarından dolayı donarak şehit olmuştur. GÖRDESLİ MAKBULE HANIM Batı Anadolu’da Yunanlılara karşı mücadele etmiştir. FATMA SEHER (KARA FATMA) Batı cephesinde mücadele etmiştir. Bir savaş alanında birlik yöneten dünyanın ilk kadın zabitidir. Bu kişilerin dışında BİNBAŞI AYŞE, KILAVUZ HATİCE ve cephe gerisinde birçok kadın aktif olarak mücadele etmiştir.
Not: Milli Mücadele yıllarında Ankara Hükümeti’ne gelen yardımlar en çok Sovyet Rusya’dan olmuştur. Fransızlar çekilirken silahları hediye etmişlerdir. Bunun dışında Hint Müslümanları, Azerbaycan Türkleri ve Kıbrıs Türklerinden yardımlar gelmiştir.

MİLLİ MÜCADELE’DE BASIN:

ANADOLU BASINI

Anadolu’da Milli Mücadele’ye öncülük eden gazeteler şunlardır:
Hukuku Beşer, İradeyi Milliye, Hakimiyeti Milliye, Öğüt
İSTANBUL BASINI
Milli Mücadeleyi Destekleyen Gazeteler: İleri, Yeni Gün, Akşam, Vakit
Anadolu’daki Direniş Eylemine Sempatisi Olan Gazeteler: Tasviri Efkar, Tevhidi Efkar, İstiklal, İkdam ve Tercümanı Hakikat
Milli Mücadele’ye Karşı Olan Gazeteler:Peyamı Sabah, Alemdar ve İstanbul

MUDANYA ATEŞKES ANTLAŞMASI (11 EKİM 1922)

Büyük Taarruz'la birlikte Batı Anadolu Yunanlılardan temizlenmiştir. Ancak İzmit ve Çanakkale dolaylarında, Boğazları Türk hücumuna karşı korumak için Anlaşma Devletleri askerleri vardı. Bunlardan Fransız ve İtalyan birlikleri 19 Eylül 1922'de Çanakkale bölgesini terk ederek İngiltere’yi bölgede yalnız bıraktılar. Boğazları, İstanbul'u ve Doğu Trakya'yı kurtarabilmek için Türk ordusunun İngiliz kuvvetleriyle çarpışması gerekliydi.
Not: İngiliz yönetimi ne ittifak içinde olduğu devletlerden ne de sömürgelerinden destek bulabilmiştir. Hatta kendi halkı bile artık bu savaşı istememektedir.
Mevcut ortamı iyi değerlendiren Mustafa Kemal, diplomatik taarruza geçti. İngiltere ile savaşa girilirse Türkiye'nin yalnız kalmayacağını, özellikle Boğazların güvenilir ellerde bulunmasını isteyen Sovyet Rusya'nın işe karışacağını yoğun bir propaganda ile belirtti.
Konferans Başlıyor:
Konferans, 3 Ekim 1922 günü başladı. Toplantının konusu Ankara Hükümeti ile Yunanistan arasındaki SAVAŞA RESMEN SON VERMEK, DOĞU TRAKYA İLE BOĞAZLAR BÖLGESİNİ VE İSTANBUL'U KURTARMAK OLARAK ÖZETLENEBİLİR.
Toplantıya Türk, İtalyan, İngiliz.ve. Fransız; temsilciler katılmıştır. Toplantıda Türkiye'yi İnönü Savaşlarının kahramanı ve Batı Cephesi kumandanı İSMET (İNÖNÜ) BEY temsil etmiştir. İtilaf Devletleri adına İngiltere’yi General Harrington, Fransa’yı General Charpy, İtalya’yı General Monbelli temsil ederken, YUNANİSTAN TEMSİLCİSİ KATILMAMIŞTIR.
Ateşkes'in Hükümleri:
1- 14–15 Ekim gecesinden itibaren silahlı çatışmalar durdurulacaktır.
2- YUNANLILAR, 15 GÜN İÇİNDE DOĞU TRAKYA’yı (Meriç sınır olmak üzere) boşaltacaklardır.
3- Yunanlılardan boşalan yerlere İtilaf Devletleri birlikleri girecek, onlar da en geç otuz gün içinde Trakya'yı Türklere teslim ve devredeceklerdir.
4- İSTANBUL VE BOĞAZLAR TBMM HÜKÜMETİ'nin yöneti-mine bırakılacaktır. Anlaşma Devletleri İstanbul'u, barış antlaşmasından sonra boşaltacaktır.
Sonuç ve Önemi:
- Kurtuluş Savaşında SİLAHLI MÜCADELE DÖNEMİ SONA ERMİŞTİR.
- Askerî zaferleri tamamlayan diplomatik bir zaferdir.
Fransa'dan sonra İtalya ve İngiltere de TBMM Hükümeti'ni, O'nun kurmuş olduğu yeni düzeni resmen tanımışlardır.
- YENİDEN BİR SİLAHLI ÇATIŞMAYA GİRİLMEDEN DİPLO-MATİK YOLLARLA DOĞU TRAKYA (EDİRNE, KIRKLARELİ VE TEKİRDAĞ) İLE İSTANBUL KURTARILMIŞTIR.
- Misak-ı Millinin Trakya sınırı çizilmiştir.
- Osmanlı Devleti'nin başkenti olan İstanbul'un TBMM yönetimine bırakılmasıyla OSMANLI DEVLETİ'NİN HUKUKEN SONA ERDİĞİni İtilaf Devletleri de kabul ediyordu.
Not: İngiltere’nin Doğu Akdeniz politikası iflas etti ve Yunan destekçisi İNGİLİZ BAŞBAKANI LLOYD GEORGE İSTİFA ETMEK ZORUNDA KALDI.

SALTANATIN KALDIRILMASI (1 KASIM 1922)

Nedeni:
LOZAN BARIŞ GÖRÜŞMELERİNE İSTANBUL HÜKÜMETİ'NİN DE ÇAĞRILMASI saltanatın kaldırılmasını hızlandıran en önemli gelişmedir. Bu durum iki başlı yönetime de son vermiş olacaktı.
Padişahlığı elinden alınan son Osmanlı Sultanı Mehmet Vahdettin, İngilizlere başvurarak yurdu terk etmek istediğini bildirdi.
Not: 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasına rağmen henüz "mevcut ortamın buna uygun olmaması" nedeniyle halifelik makamına dokunulmamıştır.
Halifeyi koruması altına aldığı şeklinde propagandaya başlayan İngiltere karşısında TBMM, Osmanlı soyundan veliaht ABDÜLMECİT EFENDİ'yi halife seçti.
Ulusal egemenliğin önünde engel olan en büyük kuruma son verilerek Cumhuriyet yönetiminin yolu açılmıştır.
- OSMANLI DEVLETİ RESMEN SONA ERMİŞTİR.
- I. TBMM'NİN GERÇEKLEŞTİRDİĞİ TEK İNKILÂP, saltanatın kaldırılmasıdır.
Not: Laikliğin ilk aşamasıdır. Bu uygulama doğrudan Cumhuriyetçilik ilkesi ile ilgili olup ayrıca Laiklik, Halkçılık ve İnkılapçılık ile ilgilidir.

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI (I. KISIM: 20 KASIM 1922- 4 ŞUBAT 1923.
/ II. KISIM: 23 NİSAN 1923- 24 TEMMUZ 1923)

Mustafa Kemal İzmir’de toplanmasını teklif etse de, tarafsız bir ülke olmasından dolayı İsviçre’nin Lozan (Lousanne) kentinde toplanmasına karar verilmiştir.
Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması ve ardından Mudanya Mütarekesi'ne gidilmesi Lozan Konferansı'na ortam hazırlayan en önemli gelişmelerdir. Yine bunların yanı sıra TBMM'nin sal-tanatı kaldırması ve tek yetkili olarak Türkiye adına söz söyleyecek güce ulaşması bu konferansın yapılmasına ortam hazırlayan diğer önemli bir gelişmedir.
Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda önemli bir başarıya imza atan İSMET PAŞA (İNÖNÜ) DIŞİŞLERİ BAKANI olarak atanarak TBMM’yi temsilen konferansa gönderilmiştir. Konferansı gerçekleştiren devletler İngiltere, Fransa ve İtalya'dır.
Konferansın bir diğer ismi ise Yunanistan'dı. Kurtuluş Savaşı'nda Türkleri en fazla uğraştıran bu devlet, Doğu ve Batı Trakya, Türkiye'deki Rum azınlığı ile Ege Adaları konularındaki beklentilerini gerçekleştirme uğraşı verecektir.
Konferansa TBMM, İngiltere, İtalya, Fransa ve Yunanistan bütün konularda katılmıştır.
Romanya ve Yugoslavya kendi çıkarları için I. Dünya Savaşı'nda dostları olan İngiltere ve Fransa ile hareket edeceklerdir. Bu devletler, borçlar konusunda konferansın doğrudan muhatapları olmuşlardır.
Boğazlar konusunda Sovyet Rusya, Japonya ve Bulgaristan katılmıştır. Japonya'nın ilgilendiği diğer bir konu ise ekonomik çıkarlarıdır.
Bunların dışında; Hırvatistan, Slovenya, Belçika ve Portekiz gibi devletler katılmıştır.
Konferansa doğrudan katılımcı devlet olarak çağrılmasına rağmen sadece gözlemci devlet olarak toplantılara katılan ABD, aynı zamanda Lozan Barış Antlaşması'nı en son imzalayan devlettir.
TBMM, toplantıya katılacak Türk heyetinden ŞU İKİ KONUDA KESİNLİKLE ÖDÜN VERMEMESİNİ istemiştir
A) KAPİTÜLASYONLAR
B) ERMENİ YURDU
-Eşitlik vurgusu:
1- İsmet İnönü: “Çok acı çektik, çok kan akıttık. Bütün medeni milletler gibi hürriyet ve istiklal istiyoruz” diyerek ilkelerini açıklamıştır.
2-İtilaf Devletlerinin savaş tazminatı istemesi üzerine İsmet İnönü: “Biz buraya Mondros’tan değil Mudanya’dan geldik” diyerek tepki göstermiştir.
3-Eşitliği esas alarak konferans dilinin İngilizce ve Fransızcanın yanında Türkçe de olmasını istemiş, kurulan komisyonlarda bir tanesinin başkanının Türk olmasını istemiş, açılışta kendisi de konuşma yapmıştır.

Lozan Barış Antlaşması’nın Kesintiye Uğraması

Osmanlı Devleti’nden kalan borçlar, Musul-Kerkük Sorunu, Savaş Tazminatı, Boğazlar Sorunu, Kapitülasyonlar gibi konularda anlaşmazlıklar çıkmıştır. Kapitülasyonların devamı konusunda ısrar edilmesi üzerine 4 Şubat 1923’te görüşmeler kesilmiştir.
Bu kesinti döneminde;
-TBMM seçim yaparak ve meclisi yenilemiştir.
-İzmir İktisat Kongresi’ni toplamıştır.

İZMİR İKTİSAT KONGRESİ

Konferansta Osmanlı Devleti’nden de kalma birçok sorun konuşulmasından dolayı I. Kısmında anlaşmaya varılamadı. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon toplantıyı terk edince görüşmeler kesildi. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASININ KESİNTİYE UĞRADIĞI bu dönemde 17 Şubat 1923’te Türkiye İktisat Kongresi toplandı. Kongrede EKONOMİDE TAM BAĞIMSIZLIK (MİSAKI İKTİSADİ) KARARI alınarak kapitülasyonların kabul edilmeyeceği mesajı bir kez daha verildi. Ekonomide liberal bir modelin uygulanacağı kararı alındı. BATILI DEVLETLER ÜZERİNDE TÜRKİYE’NİN EKONOMİDE LİBERAL SİSTEME GEÇME KARARI OLUMLU BİR İZLENİM YARATTI.

Lozan Barış Antlaşması’nın Yeniden Toplanması:

Türkiye, İtilaf Devletleri’ne 8 Mart’ta verdiği nota ile barış koşullarını içeren projesini açıkladı. Bunun üzerine 23 Nisan 1923’te Lozan Barış Görüşmelerinin ikinci etabı başladı ve sonunda anlaşmaya varılarak imzalar atıldı. Antlaşmayı 23 Ağustos 1923’te II. TBMM onaylamıştır.

Lozan Antlaşmasının Esasları

1. Sınırlar
A)SURİYE SINIRI: 20 Ekim 1921'de Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması'nda saptandığı şekliyle kalacaktır.
Not: Hatay, Ankara Antlaşması'nda olduğu gibi yine Türkiye sınırları dışında kalmıştır. Bu durum Misak-ı Milliye aykırıdır. Bu hüküm, 1939'da Hatay'ın Anavatan'a katılması ile birlikte ortadan kaldırılmıştır.
B) IRAK SINIRI: Musul Sorunu nedeniyle Türkiye ve İngiltere arasında anlaşmaya varılamadı. İleride yapılacak görüşmelerde taraflar bunu dokuz ay içinde çözümleyeceklerdir. Çözümlenemezse konunun Milletler Cemiyeti’ne götürülmesi kararlaştırılmıştır.
Not1: Lozan Barış Antlaşması'nda Türkiye - Irak sınırı çizileme-miştir.
Not2: Lozan sonrası taraflar Haliç Konferansında karşı karşıya gelmiş, fakat sonuç alamamışlardır. Sonunda konu Milletler Cemiyetine gitmiştir. Orada kararlar İngiltere lehine çıkmış, BRÜKSEL HATTI esas kabul edilmiştir. 5 Haziran 1926 ANKARA ANTLAŞMASI ile ve MUSUL, İngiliz güdümündeki Irak'a bırakılmıştır.
C) TÜRK-SOVYET SINIRI: Daha önce Sovyet Rusya ile imza-lanan Moskova Antlaşması ile Kafkas Cumhuriyetleri ile yapılan Kars Antlaşması’ndaki şekliyle kalmıştır.
Not: Ermenilerle imzalanmış olan TBMM uluslararası alanda imzaladığı Gümrü Antlaşması’da bu sınırın şekillenmesine katkı yapmıştır.
D) İRAN SINIRI: 1639'da Osmanlı Devleti ile İran arasında yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşması esas kabul edilmiştir.
E) YUNANİSTAN SINIRI: Trakya'yla ilgili bu sınır için Mudanya Ateşkesinde belirtildiği gibi Meriç Nehri sınır kabul edildi."BaIkan Savaşları ile kaybedilen Batı Trakya, Yunanistan'da kalırken, Doğu Trakya Türkiye'ye bırakılmıştır. .
Not: Misak-ı Milli’nin Batı Trakya ile ilgili bölümü Türkiye aleyhinde sonuçlanmıştır,
F) BULGARİSTAN SINIRI: Bulgaristan'la Osmanlı Devleti arasında imzalanan İstanbul Antlaşması (1913) ile Bulgaristan'ın I. Dünya Savaşı'ndan sonra Anlaşma Devletleri ile imzaladığı Nöyyi Antlaşması esas kabul edilmiştir.
G) ADALAR: Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adası Türkiye'ye bırakıldı. Diğer adalar ,Yunanistan’a verildi. Türkiye’nin Ege kıyılarına yakın olan Yunan Adalarının silahsızlandırılması kararı çıkmıştır. On iki Ada İtalya'ya, Kıbrıs Adası İngilizlere bırakılmıştır.
2. Kapitülasyonlar: Adli, mâli ve idari alanlarda yabancılara tanınan tüm ayrıcalıklara SON VERİLMİŞTİR.
Önemi: Tam bağımsızlık yolunda bir karar alınmıştır.
3. Azınlıklar: Bütün azınlıklar TÜRK UYRUKLU SAYILACAK ve hiç bir ayrıcalık tanınmayacaktır. Batı Trakya'daki Türklerle İstanbul'daki Rumlar dışında, Anadolu ve Doğu Trakya'daki Rumlar ile Yunanistan'daki Türkler DEĞİŞ-TOKUŞ edilecektir. (NÜFUS MÜBADELESİ)
Not: Nüfus mübadelesi 1930'da gerçekleşebilmiştir.
Not: Azınlıkların Türk vatandaşı sayılması ile Avrupalı devletlerin içişlerimize karışmalarını engellemiştir. Böylece birlik beraberlik duygusu güçlenmiştir.
4. Savaş Tazminatları: I. Dünya Savaşı nedeniyle Türkiye'den istenen savaş tazminatı kabul edilmemiştir. Kurtuluş Savaşı'nda Türkiye'ye zarar veren YUNANİSTAN İSE SAVAŞ TAZMİNATI OLARAK KARAAĞAÇ'I Türkiye'ye bırakmıştır.
5. Borçlar: 1854'ten itibaren OSMANLI DEVLETİ'NİN YAPTIĞI BORÇLAR TÜRKİYE TARAFINDAN KABUL EDİLDİ. Türkiye bu borçları 1954 yılına kadar ödemiştir. Duyun-u Umumiye idaresi (Genel Borçlar Yönetimi)'ne son verilmiştir.
6. Boğazlar: Boğazlar bölgesi TÜRKİYE'YE BIRAKILMAKLA BİRLİKTE, BOĞAZLARIN YÖNETİMİ BAŞKANININ TÜRK OLDUĞU VE MİLLETLER CEMİYETİ'NİN DENETLEDİĞİ ULUSLARARASI BİR KOMİSYONA BIRAKILMIŞTIR. Boğazlardan geliş-gidiş serbest olacak ve Türkiye, Boğazların her iki yakasında da yedişer kilometrelik bir alanda asker bulundura-mayacaktır.
Not: Misak-ı Milli’ye aykırı olarak Boğazlara getirilen bu statü ile Türkiye'nin egemenlik hakları çiğnenmiştir.
Not2: Türkiye, 1936'da imzalanan MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ ile Boğazlarda tam denetim sağlamıştır
7. Fener Rum Patrikhanesi: Türkiye, Patrikhane'nin İstanbul'dan çıkarılması için uğraşmışsa da başarılı olamamıştır. Fener Rum Patrikhanesi, EKÜMENİKLİK (EVRENSEL) ÖZELLİĞİNİ KULLANMAMAK KOŞULUYLA İSTANBUL’DA kalacaktır.
8. İstanbul'un Boşaltılması: İşgal devletleri anlaşma tarihinden sonra altı hafta içinde İstanbul'u boşaltacaklardır.
9. Azınlık ve Yabancı Okulları: Bu okulların HER TÜRLÜ İŞLEYİŞİNİ TÜRK HÜKÜMETİ BELİRLEYECEKTİR. Önemi: Avrupalıların içişlerimize karışması engellenmiştir.

Lozan’ın Sonuç ve Önemi:

Lozan’ın Sonuç ve Önemi:
- Pek çok devlet tarafından imzalanan ve günümüze kadar gelen bu antlaşma ile yeni TÜRK DEVLETİ ULUSLARARASI ALANDA RESMEN TANINMIŞTIR.
- Sevr Antlaşması'nı resmen yürürlükten kaldıran bu antlaşma ile Kurtuluş Savaşı'nın yanı sıra I. DÜNYA SAVAŞI'NA DA NOKTA konmuştur.
- Osmanlı Devleti'nden kalan asırlık sorunlar çözüme kavuşturulmuştur.
- Hasta Adam ve ŞARK MESELESİ (DOĞU SORUNU) GİBİ KAVRAMLARA SON verilmiştir.
- MİSAK-I MİLLİ BÜYÜK ORANDA GERÇEKLEŞTİRİLMİŞTİR.
- Türk Kurtuluş Savaşı ve O'nun diplomatik şaheseri olan Lozan Antlaşması, emperyalistlerin baskısı altında olan, ezilen ve sömürülen mazlum uluslara yol gösterici olmuştur.""

II. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ (11 AĞUSTOS 1923-1 EKİM 1927)

23 NİSAN 1920'DE AÇILAN I. TBMM, 1 NİSAN 1923'E KADAR görev yapmıştır. Bu meclisin ANA GÖREVİ DÜŞMANI YURTTAN KOVMAK, Misak-ı Milliyi gerçekleştirmekti. Ulusal bağımsızlığı ve saltanatı da kaldırarak ulus egemenliğinin yerleşmesini sağlayan bu meclis, çok güç koşullar altında görev yapmış ve oldukça YIPRANMIŞTI. Bu durum, I. TBMM'nin yenilenmek istenmesinin temel nedenidir.
Meclisin yenilenmek istenmesinin diğer bir nedeni de ANAYASA GEREĞİ SEÇİMLERİN İKİ YILDA bir yapılması zorunluluğu idi.
Mecliste MUSTAFA KEMAL YANLILARI OLAN I. GRUP ile O'NA KARŞI OLAN II. GRUP olmak üzere iki ana yapılanma vardır. 1. grup içinde Kemalistler ya da Bağımsızlık Grubu adı altında örgütlenme gerçekleşirken, II, grupta İstanbul Grubu (Padişahlığı savunur), Enver Paşa taraftarları (Eski İttihatçılar) ile Bolşevik Rusya ile yakın işbirliği kurmak isteyenler yer almıştır.
Yukarıda anlatılan olumsuz durumlara son vermek isteyen I. TBMM, kendini yenileme kararı aldı. (1 Nisan 1923)
Not: Böylece I. TBMM (GAZİ MECLİS) BÖYLECE TARİHE KARIŞMIŞ OLUYORDU.
II. TBMM 11 Ağustos 1923’TE GÖREVE BAŞLAYAN, 1 Ekim 1927'ye kadar görev yapmıştır. "İNKILAP MECLİSİ" olarak da bilinen bu meclis döneminde görülen başlıca çalışmalar şunlardır:
1. LOZAN ANTLAŞMASI ONAYLANMIŞTIR. (23 Ağustos 1923)
NOT: Lozan Görüşmeleri I. TBMM Dönemi'nde sürdürülmüştür. Antlaşmanın onaylanması ise II. TBMM Dönemi'ndedir.
2. ANKARA, BAŞKENT yapılmıştır. (13 Ekim 1923)
3. Başta CUMHURİYET’İN İLÂNI ve HALİFELİĞİN KALDIRILMASI olmak üzere SİYASAL, SOSYAL VE HUKUKSAL ALAN-LARDA PEK ÇOK İNKILÂP bu dönemde gerçekleştirilmiştir.

İNKILAPLAR

ATATÜRK DÖNEMİ İÇ POLİTİKADAKİ GELİŞMELER

ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ DENEMELERİ VE KARŞILAŞILAN TEPKİLER

Türk Milletinin yaratılışına en uygun yönetim şekli olarak cumhuriyeti gören Mustafa Kemal, bu yönetim şeklinin demokrasi ile gelişeceği inancındaydı. Benzer düşüncedeki insanların örgütlenebilmesi için siyasi partiler kurulmaya başladı. Bu da yönetimde çok sesliliğin olabilmesi içinde gerekli bir durumdur.

1-CUMHURİYET HALK FIRKASI (9 EYLÜL 1923):

-I. TBMM’de, çok çeşitli meslek ve görüşlerden insan vardı. Temel amaç ulusal kurtuluş olduğu için partileşmeye gidilmemişti ve meclis bünyesinde farklı gruplar oluşmuştu.
-Mustafa Kemal , kendi görüşlerini savunan kişileri Müdafaai Hukuk Grubu adıyla birleştirmişti. Vatanın kurtuluşundan sonra da inkılapları yapabilmek için birlikte uyum içinde çalışabileceği insanlardan oluşan bir kadroya ihtiyaç duymuştu. Bu amaçla bir siyasi parti kurmak için harekete geçti. Dokuz temel ilkeden oluşan bir parti programı hazırladı. Gerçekleştirmeyi düşündüğü inkılapları parti programına koydu ve partiyi halkın parti yapmayı amaç edindi. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu 9 Eylül 1923’te HALK FIRKASI ismiyle partileşti. Bu parti Mustafa Kemal tarafından kurulan ilk partidir. Böylece cumhuriyet döneminin ilk siyasi partisi kurulmuş oldu. Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra 1924’te Cumhuriyet Halk Fırkası, 1935’te Cumhuriyet Halk Partisi oldu. 1950’de Demokrat parti iktidara gelesiye kadar tek başına ülkeyi yönetmiştir. Bu süreçte inkılapların çoğunu gerçekleştirmiştir. Bu parti 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra kapatılmıştır. Bir süre sonra yeniden açılmıştır.
Not: Yeni Türk Devleti'nin ilk siyasal partisi olan Halk Fırkası'na ölümüne kadar Mustafa Kemal Atatürk başkanlık yapmıştır. Cumhuriyet döneminde yapılan inkılâpların büyük bir kısmı bu partinin programına dayanılarak yapılmış ve halka benimsetilmiştir. Recep Peker’de partinin ilk genel sekreteridir.
Not: Bu partinin ilk kongresi Sivas Kongresi olarak kabul edilmiştir. II. Kongresi 15-20 Ekim 1927’ Nutuk’un okunduğu meclis toplantısıdır.

2-TERAKKİPERVER (İLERİCİ) CUMHURİYET FIRKASI (17 KASIM 1924):

Milli Mücadele boyunca ülkeyi işgalden kurtarmak için birlikte çalışan bazı komutanlar ve milletvekilleri arasında devletin ve toplumun alacağı şekil konusunda fikir ayrılıkları baş gösterdi. Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyet’in ilanı ve halifeliğin kaldırılması sonrasında fikir ayrılıkları daha da arttı. Halk Fırkası içinde başlayan muhalefet, en çok laiklik, devletçilik ve inkılapçılık ilkelerinin uygulanma şekline karşı çıkıyordu. Millî Mücadele’nin lider kadrosundan; KAZIM KARABEKİR(Parti Başkanı), RAUF (ORBAY), DR. ADNAN (ADIVAR), REFET (BELE) VE ALİ FUAT (CEBESOY) Cumhuriyet Halk Fırkasından istifa ederek 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurdular. İlk şubelerini Urfa’da açan parti 5 Haziran 1925’e kadar faaliyetlerini sürdürmüştür.
Partinin kurulması sırasında Mustafa Kemal’in isteği üzerine meclisin çıkardığı bir yasayla ASKERLİK MESLEĞİNİ YAPANLARIN MİLLETVEKİLİ OLMALARI YASAKLANDI. Böylece ordu siyaset dışı bırakıldı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının parti tüzüğünde
CUMHURİYET İLKESİ, LİBERALİZM VE DEMOKRASİ BENİMSENMİŞ DİNÎ İNANÇLARA SAYGILI olunduğu belirtilmişti.
Yerinden yönetim (Ademi Merkeziyet) anlayışı takip edeceklerini, inkılaplara bağlı kalacaklarını, Cumhurbaşkanının aynı zamanda parti başkanı olamayacağı gibi düşünceleri vardı.
Partinin kurucuları, yeniliklerin zaman içinde kendiliğinden gerçekleşmesi gerektiği görüşündeydiler. Ancak fırka kısa bir zaman içinde Cumhuriyet’in ilanına ve hilafetin kaldırılmasına muhalif olanların toplandığı bir merkez olarak rejimi tehdit edici bir oluşum hâline geldi. Cumhuriyet’e ve gerçekleştirilen inkılaplara karşı olanların kışkırtmaları sonucu, doğu illerinde karışıklıklar (ŞEYH SAİT İSYANI) çıktı. Karışıklıkların çıkmasında partinin bölge teşkilatlarına mensup bazı kişilerin bulunduğu gerekçesiyle parti TAKRİR-İ SÜKÛN KANUNA dayanılarak kapatıldı (3 Haziran 1925). Böylece Cumhuriyet tarihinin ilk muhalefet partisi kapatıldı ve çok partili hayat kesintiye uğramış oldu.
Not: Türkiye’de çok partili hayata geçiş için yapılan ilk deneme başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Not: Şeyh Sait İsyanı çıktığı sıralarda gündemde olan Musul sorunu için Türkiye askeri bir harekete hazırlanıyordu.İsyan kısa sürede Erzurum, Elazığ, Muş, Bitlis gibi doğu illerinde yayıldı. Ali Fethi Okyar Hükümeti isyanın bastırılmasında başarılı olamayınca istifa etti. Yeni hükümeti kuran İsmet Paşa aldığı askeri ve siyasi önlemlerle isyanı bastırdı. Böylelikle TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ YIKMAYA ÇALIŞAN İLK İSYAN bastırılmıştır. Fakat Musul sorununda avantaj İngiltere’ye geçmiştir.
Not: Milli Mücadele Dönemi Hıyaneti Vataniye Kanununa dayanarak kurulan; savaş suçluları, kaçakları ve ayaklananları yargılamak için milletvekillerden kurulan olağanüstü mahkeme olan İSTİKLAL MAHKEMELERi şimdi Takriri Sükun Kanununa dayanarak tekrar kurulmuş oluyordu. Bu kanun 1929 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.

MUSTAFA KEMAL’E SUİKAST GİRİŞİMİ (15 HAZİRAN 1926)

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılmasından sonra yeniliklere karşı olanlar ve eski İttihatçılar, siyasal yoldan ulaşmadıkları amaçlarını Mustafa Kemal’e suikast yaparak elde etmek istediler. Onlara göre yeni rejiminin varlığını sürdürmesi Mustafa Kemal’e bağlıydı. Onu öldürmekle iktidarı ele geçirebilecekleri ve ülkeyi istedikleri gibi yönetebilecekleri düşüncesindeydiler. Mustafa Kemal, halk ile doğrudan temasa geçebilmek için zaman zaman yurt gezilerine çıkıyordu. Suikastı planlayanlar, Mustafa Kemal’in İZMİR GEZİSİ SIRASINDA eylemlerini gerçekleştirmek üzere harekete geçtiler. Ancak Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir’e gelmesi bir gün gecikti. Suikastçıları Yunan adalarına kaçıracak olan motorcu Giritli Şevki’nin korkarak durumu ihbar etmesi sonucu güvenlik güçleri harekete geçtiler ve suikastçılar, silahlarıyla birlikte ele geçirildiler.
Not: Bu olaydan sonra İttihatçılık büyük bir tasfiyeye uğradı. Kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurucuları da yargılanmıştır. İstiklal Mahkemelerinde yargılanan suçlular çeşitli cezalara çarptırıldılar. Mustafa Kemal Paşa'nın olaya tepkisi "Benim naçiz vücudum, elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır." demek olmuştur. Bu suikast girişimi Mustafa Kemal Paşa'nın şahsında Cumhuriyet rejimine yapılmış bir saldırıdır.
Not: Bu olayda son defa görev üstlenen İstiklal Mahkemeleri kapatılmış, yerine Divanı Harp Mahkemeleri kurulmuştur.

3-SERBEST CUMHURİYET FIRKASI 1930

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra çok partili yaşama geçiş için atılan ikinci adım Serbest Cumhuriyet Fırkasının kurulmasıdır. 1930 yılına gelindiğinde birçok alanda inkılap yapılmış ve hayata geçirilmişti. Fakat ülkede tek bir parti olduğu için siyasi rekabetin olmaması dışarıdan Türkiye’ye karşı bakışı olumsuz etkiliyordu. Tek partili yönetim, eleştiri ve denetim eksikliği nedeniyle görevini tam olarak yerine getiremiyordu. 1929 yılında bütün dünyayı etkisi altına alan Dünya Ekonomik Bunalımı yaşanmış ve Türkiye de bu bunalımdan etkilenmişti. Tüm bu gelişmelerin ardından ülke yönetiminde farklı insanlardan oluşan yeni bir kadronun, baş gösteren sıkıntıların çözümünde farklı görüşlerin yönetime yansımasının faydalı olabileceğine inanan Mustafa Kemal, çok partili sisteme geçiş için bir deneme daha yapmaya karar verdi. Fakat kurulacak partinin mevcut düzen içinde muhalefet etmeli ve iktidara geldiğinde cumhuriyet rejimini ortadan kaldırmaya çalışmamalıydı. Bu amaçla yakın arkadaşı olan FETHİ (OKYAR) BEY’i yeni bir parti kurmaya ikna etti. Cumhurbaşkanı olarak tarafsız kalacağını söyledi. Yeni partiye güven sağlamak için çocukluk arkadaşları olan milletvekillerinin hatta kız kardeşi Makbule Hanım’ın da bu partide görev almasını istedi. Serbest Cumhuriyet Fırkası, Cumhuriyet Dönemi’nin İKİNCİ MUHALEFET PARTİSİ olarak 12 Ağustos 1930’da İstanbul’da kuruldu. Ekonomide liberalizmi benimsemiş. Yabancı sermayeden yararlanılmasını istemişler, vergilerin yüksek olduğunu savunmuşlardır. Tek dereceli seçim sistemini savunmuş, kadınlara siyasal haklar verilmesini istemişlerdir.
Partinin kurucuları, Cumhuriyet’e bağlı ve laik düşünceden yana olan kişilerdi. Fakat parti örgütlenmeye başladığında Cumhuriyet’e, laik düşünceye ve inkılaplara karşı olanlar, partinin örgütlerinde görev almaya başladılar. 7 Eylül 1930’da İzmir’de ve sonrası başka yerlerde yapılan parti mitinglerinde bu durumun bütün açıklığıyla ortaya çıkması üzerine bu gelişmelerden ürken Fethi (Okyar) 17 Kasım 1930’da partiyi feshetti. Serbest Cumhuriyet Fırkası, 18 Aralık 1930’da resmen kapatıldı. Yaşanan olumsuz gelişmeler ve 1930’larda II. Dünya Savaşı tehlikesinin ortaya çıkması nedeniyle, Atatürk zamanında bir daha çok partili rejim denemesi yapılmadı.
Not: Serbest Cumhuriyet Fırkasının kapanmasından şeriat söylemlerine sahip kişiler tarafından “DİN ELDEN GİDİYOR” sloganlarıyla çıkarılan İzmir’de MENEMEN İSYANI sonucu yedek subay Kubilay şehit edilmiştir. Suçlular yakalanarak Divanı Harp’te yargılanmışlardır.

ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI (1923-1938)

-Bir devletin, diğer ülkelerle kurduğu diplomatik ilişkilere dış politika denir.
-Türkiye’nin dış politikası "Yurtta Barış, Dünyada Barış" ilkesi temeli üzerine olmuştur.
-Ancak yurtta ve dünyada barış olması için ulusal bağımsızlığımıza saygı duyulması ve uluslararası alanda eşitliğin göz önünde bulundurulması temel şart olarak kabul edilmiştir.
-Mustafa Kemal Atatürk, ulusal bağımsızlık dışında yapılan savaşları intihar olarak görmüş ve bu yüzden ülke savunması dışında savaşlara karşı çıkmıştır.
-Dış politikada kimseye toprak verilmeyecek kimseden de toprak alınmayacaktır.
-Emperyalist, sömürgeci, yayılmacı ve revizyonist (değişimci) politikalara karşı durulmuş ve statükocu bir yapı benimsenerek mevcut dengelerin korunması amaçlanmıştır.
Atatürk Dönemi Dış Politikanın Temel Hedefleri:
-Devlete milli bir karakter kazandırmak,
-Tam bağımsızlığı sağlamak ve barışı korumak
-Devleti çağdaş hale getirmektir.
-Yalnız toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına kastedilmesi durumunda savaştan kaçınmayacağını yaşanan çeşitli dış politik gelişmeler göstermiştir.
Atatürk Dönemi Türk dış politikasında belirlenen öncelikler iki ana bölüme ayrılır: 1923-1930 yılları arası dış politika öncelikleri Lozan Barış Konferansı’ndan kalan sorunları çözmeye yöneliktir. 1930-1938 yılları arasındaki Türk dış politikasının önceliklerinde ise 1930’lu yıllarda Almanya ve İtalya’nın saldırgan ve yayılmacı politikaları sonucu yaklaşan II. Dünya Savaşı tehlikesine karşı alınacak tedbirler önem kazanmıştır. Türkiye güvenliğini sağlamaya yönelik bölgesel ittifaklar kurarken 1932 yılında da Milletler Cemiyeti’ne üye olmuştur.

1923-1932 DÖNEMİ TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI

1-TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ

Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Türk-Yunan ilişkilerinde belirleyici olan İKİ ANA SORUN, NÜFUS MÜBADELESİ VE PATRİKHANE MESELESİ olmuştur.
a-Etabli (Yerleşik) Sorunu:
- Lozan Barış Antlaşması’yla, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan önce İstanbul’da yerleşik olan Rumlar ve Batı Trakya’daki Türkler dışında kalan, Türkiye’deki Rumların ve Yunanistan’daki Türklerin mübadelesi (değişimi) kararlaştırıldı. Ancak Yunanistan, İstanbul’da mümkün olduğu kadar fazla sayıda Rum bırakmak istiyordu. Bu amaçla İstanbul içinde yaşayan bütün Rumları da kapsayacak şekilde Lozan Barış Antlaşması’nı değerlendirirken, Yunanistan 30 Ekim 1918’den sonra geçici de olsa İstanbul’a gelen her Rum’u yerleşik sayarak mübadeleden ayrı tutmak istiyordu. Türkiye ise “yerleşik” düşüncesini İstanbul’da sürekli oturanlar için geçerli olacağını belirtiyordu. Yunanistan ayrıca, Batı Trakya’daki Türklerin, Balkan Savaşları sırasında geldiklerini ileri sürerek onları da mübadeleye tabi tutmak istiyordu. ETABLİ (YERLEŞİK) SORUNU, Milletler Cemiyetine taşındı ancak bir sonuç elde edilemedi. Yunanistan’la yeni bir savaşın eşiğine gelindiği bir dönemde 10 Haziran 1930’da ANKARA’DA İMZALANAN BİR ANTLAŞMAYLA yerleşme tarihlerine bakılmaksızın İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi “yerleşik” sayıldılar. Türk-Yunan antlaşmanın imzalanmasında İtalya’da Mussolini liderliğinde kurulan faşist yönetimin saldırgan ve yayılmacı politikasının getirdiği tehlikenin de etkisi oldu.
b-Patrikhane Meselesi:
Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Türk-Yunan ilişkilerini etkileyen bir diğer sorun ise Patrikhane meselesidir. 1924’te Patrik seçilen VI. Konstantinos Arapoğlu, Bursa doğumluydu ve 1921’de İstanbul’a gelmişti. Dolayısıyla mübadeleye tabi idi. Bu yüzden Türkiye bu duruma itiraz etti. Yunanistan meseleyi Uluslararası Lahey Adalet Divanına götürmeye çalışırken, Türkiye Patrikhane konusunun bir iç sorun olduğunu ve bu nedenle iç işlerine müdahale edilmesine izin vermeyeceğini belirtti. Türkiye’nin kararlı tutumu karşısında Konstantinos Arapoğlu istifa etti ve yerine mübadeleye tabi olmayan Vasilios Yeorgiadis (Vasilyus Yorgiyadis), patrik seçildi. Yaşanan bu süreç içinde Patrikhanenin Türk kanunlarına bağlı olduğu, evrensel (ekümenik) statüsünün tanınmayacağı ve dinî bir meseleden dolayı Türkiye’nin iç işlerine karışılamayacağı mesajı güçlü bir şekilde verilmiş oldu.
Nüfus mübadelesi sorununun çözülmesinden sonra Yunanistan Başbakanı Venizelos, Türkiye’yi ziyaret etti ve 30 Ekim 1930’da Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakem Antlaşması imzalandı. 1934’te Venizelos, Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi. Böylece Türkiye ve Yunanistan arasında kurulan dostluk ve iş birliği ortamı, 1950’li yıllarda başlayacak olan Kıbrıs Sorunu’nun ortaya çıkmasına kadar devam etti.

2-TÜRKİYE-İNGİLTERE İLİŞKİLERİ VE MUSUL SORUNU

Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Türk-İngiliz ilişkilerini belirleyen en temel sorun, Musul’un durumunun ne olacağıydı. Kerkük ve Süleymaniye şehirlerini de içine alan Musul vilayeti (Harita 4.1), XIX. yüzyılın sonlarından itibaren, PETROLün bir enerji kaynağı hâline gelmesiyle birlikte daha da önem kazanmıştı. İngiltere, I. Dünya Savaşı’nın sonunda, Mondros Ateşkes Anlaşması’nın imzalanmasından sonra antlaşma hükümlerine aykırı şekilde Musul’u işgal etti. Türkiye, Misak-ı Millî sınırları içinde yer alan Musul’u geri alabilmek için Lozan’da büyük bir uğraş vermişti. Ancak barışın tehlikeye girmesi nedeniyle, Musul Meselesi’nin Türkiye ile İngiltere arasında ikili görüşmelere bırakılması kabul edilmişti. Buna göre taraflar dokuz ay boyunca meseleyi çözmek üzere aralarında görüşecekler, bir çözüme ulaşılamadığı taktirde sorun Milletler Cemiyeti tarafından çözülecekti. Taraflar arasında ikili görüşmeler 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da HALİÇ KONFERANSI adı altında başladı. Türkiye, Musul ve Kerkük bölgesinin Türk sınırları içinde kalmasının haklı gerekçelerini ortaya koyup taleplerinde ısrar ederken, İngiltere ise bu fikre yanaşmadığı gibi, HAKKARİ İLİNİN nüfusunun çoğunluğunun Nasturi olduğunu ileri sürerek bu bölgenin de Irak sınırları içinde olması gerektiğini savundu.
Not: İngiltere TBMM’de Musul ve Kerkük mebusunun bulunmadığını, fakat Bağdat’taki Meclis’te bulunduğunu bunun da Musul’un Irak’ın bir parçası olduğunun delili olduğunu da savunmuşlardır.
İngiltere’nin asıl amacı Musul ile ilgili kararların alınmasında meseleyi Milletler Cemiyetine götürmekti. Bu yüzden görüşmelerden bir sonuç elde edilemedi ve mesele Milletler Cemiyetine taşındı. Milletler Cemiyeti bölgede inceleme yaparak geçici olarak BRÜKSEL HATTInı çizdi. Türkiye, bölgenin kaderinin bölge halkının oylarıyla (plebisit) belirlenmesi yönünde bir teklif sunmuştu. Fakat İngiltere, Milletler Cemiyeti içindeki gücünü kullanarak, “Bölge halkının cahil olduğu ve sınır işlerinden anlamayacağı” şeklinde bir itirazda bulundu. Türkiye Milletler Cemiyetine üye olmadığı için alınan kararlara etki edemiyordu. Bu yüzden Milletler Cemiyetinde Türkiye’nin öneri ve itirazları dikkate alınmadı. 16 Aralık 1925’te yapılan toplantıda Milletler Cemiyeti, Musul’un Irak’a bırakıldığını ilan etti. Türkiye kararı tepkiyle karşıladı. İngiltere ile ilişkiler gerildi ve yeni bir savaşın eşiğine gelindi. Savaş hazırlıklarına başlanacağı sırada iç politikada yaşanan olumsuz gelişmeler ve iç güvenlik sorunları yaşatan olayların ortaya çıkması nedeniyle (ŞEYH SAİT İSYANI) Türkiye, Milletler Cemiyetinin kararını kabul etmek zorunda kaldı. Böylece iç politik olayların getirdiği mecburiyetten dolayı Misak-ı Millî’den taviz verilmek zorunda kalındı. 5 Haziran 1926’DA TÜRKİYE VE İNGİLTERE, ANKARA ANTLAŞMASI’nı imzaladı. Buna göre:
1. Musul, Kerkük ve Süleymaniye, İngiliz mandası altında olan Irak’a bırakılacak.
2. Hakkari Türkiye’ye bırakılarak sınırda Türkiye lehine düzeltme yapıldı ve Türkiye-Irak sınırı çizildi.
3. Irak, Musul’dan elde edeceği petrol gelirlerinden %10’unu 25 yıllığına Türkiye’ye verecekti. Türkiye 1931’den başlayarak 1950’ye kadar 20 yıl boyunca Irak petrol aidatından hissesine düşen 3.5 milyon sterlini Irak’tan aldı.
Not: Türkiye, 500 bin İngiliz lirası karşılığında petrol geliri üzerindeki hakkından vazgeçmiştir. Bu para da İngiltere’ye ödenecek dış borca sayıldı.
Not: Bu antlaşmanın en önemli eksikliği Musul Türklerinin korunması konusunda esaslı bir önlem getirmemesidir.
1926’da Musul konusunda varılan çözümden sonra Türk-İngiliz ilişkileri gelişmeye başladı. 1929’da İngiltere’nin Akdeniz Filosu’nun İstanbul’u ziyareti, ilişkilerde yumuşama sürecini artırdı. 1936’da İngiltere Kralı VIII. Edward’ın Atatürk’ü ziyareti, ilişkileri olumlu yönde çeviren büyük bir gelişme oldu.

3-TÜRKİYE- FRANSA İLİŞKİLERİ:

a-Suriye Sınırının Tespiti:
Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Türkiye ile Fransa arasındaki İLK SORUN TÜRKİYE-SURİYE SINIRININ TESPİTİ olmuştur. Fransa’nın mandası altındaki Suriye ile Türkiye arasındaki sınırın çizilmesi için bir karma komisyon kurulması kararı alınmıştı. Komisyon ancak 1925 Eylül’ünde kurulabildi. Uzun tartışmalar sonucu Türkiye-Suriye sınırı komisyonca belirlenmiş olsa da Fransa bunu imzalamayı geciktirdi. Türkiye ile İngiltere arasındaki Musul anlaşmazlığının çözümünden sonra, karma komisyonun aldığı karar 30 Mayıs 1926’da imzalanan Türkiye-Fransa Dostluk ve İyi Komşuluk Anlaşması’yla kabul edildi.
b-Osmanlı Devleti’nden Kalan Borçlar:
Türkiye ile Fransa arasındaki BİR BAŞKA SORUN DA OSMANLI’DAN KALAN BORÇLARIN ÖDENMESİ konusunda yaşandı. Osmanlı Devleti’nin en fazla borçlandığı ülke Fransa idi. Borçların ne kadar süre içinde ve hangi ülkenin parasıyla ödeneceği tartışmaları ancak 13 Haziran 1928’de imzalanan bir antlaşmayla belirlendi.
c-Yabancı Okullar Sorunu (1926):
Türkiye’deki YABANCI OKULLAR SORUNU, Türk-Fransız ilişkilerini etkileyen bir diğer meseleydi. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na göre, yabancı okulların tümünde Türkçe, tarih ve coğrafya dersleri Türk öğretmenler tarafından ve Türkçe okutulacaktı. Fransa’nın bu duruma ısrarlı itirazlarına rağmen Türkiye, konuyu iç meselesi sayarak tutumundan hiçbir ödün vermeden uygulamalarına devam etti.
-Genelgeye uymak istemeyen okulların kapatılması üzerine Türkiye’nin ciddiyeti anlaşılmış ve diğer okulların kurallara uymasıyla sorun kapanmıştır.
Not: Bu sonuç Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikadaki ilk başarısı olmuştur.
Not: Yabancı okullar konusunda Papalık da sorun çıkarmıştır.
d-Bozkurt-Lotus Sorunu (1926):
-Aradaki ilişkiyi gerginleştiren başka bir olay ise BOZKURT-LOTUS OLAYI’dır. Lotus isimli Fransız gemisi ile Bozkurt isimli Türk gemisinin çarpışması sonucu 8 Türk denizcisi hayatını kaybetmiştir. Lotus gemisinin kaptanı Türk yargıcı tarafından tutuklanmıştır. Sorun Lahey Adalet Divanında da görüşülmüş Türkiye lehine çözümlenmiştir.
e-Mersin Demir Yolunun Millileştirilmesi (1929)
-Fransa ile yaşanan diğer anlaşmazlık konusu ise, ulaştırma alanında, ADANA-MERSİN DEMİR YOLUNUN MİLLÎLEŞTİRİLMESİ sırasında yaşandı. Yabancı devletler elde ettikleri tren yolları imtiyazlarıyla Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerinde çeşitli nüfuz (etki-yayılma) olanları oluşturmuşlardı. Atatürk, bağımsız bir ulaşım siyaseti oluşturmak, kapitülasyon düzeninin kalıntılarından kurtulmak ve yabancılara ait tekellere son vermek amacıyla 1929’da Adana-Mersin demir yolu, Türkiye tarafından satın alındı. Bu durum milliyetçilik ve devletçilik ilkelerinin bir gereğiydi.
1936’da Fransa’nın, kendi mandaterliği altında bulunan Suriye’ye bağımsızlık vermesinden sonra HATAY SORUNU başladı. Daha sonra bahsedileceği üzere Türkiye’nin istediği şekilde çözümlendi.
Not: Wagon Lee Olayı: 1933’te bir Fransız Demiryolu şirketinde çalışanının Türkçe konuştuğu gerekçesiyle işinden uzaklaştırılması, halkta infiale sebep olmuş ve şirketin büroları yağmalanmıştır. Bunun sonucu çalışan görevine geri başladığı gibi, Pera bölgesindeki yabancı iş yerleri Türkçe isimler kullanmaya başladı. “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası başlamıştır. Şirket daha sonra diğer yabancı şirketler gibi devletleştirilmiştir.

4-TÜRKİYE-SOVYETLER BİRLİĞİ (SSCB) İLİŞKİLERİ:

Türk-Sovyet ilişkilerine temel teşkil eden antlaşma, 16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Antlaşması’dır. Bu antlaşma ile Sovyetler Birliği, TBMM’yi ve Misak-ı Millî’yi resmen tanıdığını açıklamış ve Millî Mücadele’ye destek vermişti. Kurulan iyi ilişkiler Lozan Barış Konferansı sürecinde de sürmüş, özellikle Boğazlar konusunda Sovyet yönetimi Türkiye’nin tezlerini desteklemiştir. Locarno Antlaşması itilaf devletlerinin Almanya ile yakınlaşması ve Musul Meselesi’nde Milletler Cemiyeti’nin tutumu iki devleti birbirine yakınlaştırmıştır. İngiltere ile ilişkilerin gerginleştiği Musul sorunu sırasında 17 Aralık 1925’ TE, TÜRK-SOVYET TARAFSIZLIK VE SALDIRMAZLIK ANTLAŞMASI imzalandı. Böylece Türkiye ile SSCB arasındaki yakınlaşma devam ettirilmiş oldu. Ticareti geliştirmek için iki devlet 1927’de Ticaret ve Ulaştırma Antlaşması imzalanmıştır. 1929’da Türkiye, Litvinov Protokülüne katılarak Sovyet Rusya’ya yakınlığı göstermiştir. Türkiye ile SSCB arasında rejim şekli ve sınırların güvenliği konusunda zaman zaman sorunlar yaşanmasına rağmen Atatürk döneminde iki devlet arasındaki güvene dayalı ilişkiler sürdü. 1930’LARDAN İTİBAREN TÜRKİYE SSCB İLİŞKİLERİNDE BİR GERİLEME yaşandı. Çünkü Türkiye, Batılı devletlerle Lozan’dan kalan sorunlarını büyük ölçüde çözmüştü ve bu devletlerle olan ilişkileri de normalleşmeye başlamıştı. Özellikle 1936’dan itibaren Türk-İngiliz yakınlaşmasının başlaması, sonraki dönemde Türk-Sovyet ilişkilerinin zayıflamasına yol açtı.

1932-1939 DÖNEMİ TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI

-Bu dönemde komşu devletlerle sorunlarını büyük oranda çözen Türkiye, bölgesel ve dünya barışına katkı yapma doğrultusunda politikalar takip etmiştir.
-Çünkü revizyonist politikalar takip eden Almanya-İtalya-Japonya karşısında statükoyu korumak temel amaçtır.

1-TÜRKİYE'NİN MİLLETLER CEMİYETİ'NE GİRİŞİ (1932)

ABD Başkanı Wilson’un I. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya barışını sağlamak ve korumak amacıyla Milletler Cemiyetinin kurulması kararı, Paris Barış Konferansı’nda alındı. Milletler Cemiyeti, 10 Ocak 1920’de CENEVRE’de kuruldu. Fakat Cemiyet kısa bir süre sonra kuruluş amacından uzaklaştı. Milletler arası barışın korunması ve insanların mutluluğu için çalışması gereken Cemiyet, kısa süre içinde büyük devletlerin çıkarlarını savunan bir örgüt hâline geldi. Sömürgeci büyük devletler, kendi egemenliği altındaki halkların isteklerini kesinlikle dikkate almadıkları gibi Cemiyet’in ilkelerinin de kendi sömürgelerinde uygulanmasına razı olmadılar. Türkiye 1930’lu yıllara gelindiğinde Lozan’dan kalan sorunları barışçı yollarla büyük ölçüde çözüme kavuşturmuş ve komşularıyla iyi ilişkiler içine girmişti. Bu gelişmeler sonrası İSPANYA’NIN TEKLİFİ VE YUNANİSTAN’IN DESTEĞİ İLE Milletler Cemiyeti, Türkiye’yi üyeliğe davet etti. Cemiyet’in işleyişindeki aksaklıkların bilinmesine rağmen Türkiye, dünya barışının korunması için beslediği iyi niyetin göstergesi olarak üyelik davetini kabul etti. Milletler Cemiyeti'ne girdikten iki yıl sonra da konsey üyeliğine seçilmiştir

2-BALKAN ANTANTI (1934):

1932 yılından itibaren dünyada güç dengeleri değişmeye başladı. İtalya ve Almanya’da ortaya çıkan totaliter rejimlerin (faşizm ve nazizm) saldırgan ve yayılmacı politikaları, Balkan Yarımadası’ndaki devletleri endişelendirdi. 1930’da Türk-Yunan etabli sorununun çözülmesi ve Venizelos’un Türkiye’yi ziyareti iki devlet arasındaki ilişkileri iyileştirmişti. İtalya ve Almanya’nın Balkanlar üzerindeki yayılmacı politikaları belirginleşince TÜRKİYE, YUNANİSTAN, ROMANYA VE YUGOSLAVYA, Atina’da toplanarak 9 Şubat 1934’TE BALKAN ANTANTI’nı imzaladılar Bu antant ile sınırlar karşılıklı olarak güvenlik altına alındı. Yani bu devletler sınırlarını karşılıklı garanti ettikleri gibi birbirlerine danışmadan herhangi bir Balkan Devleti’yle siyasi antlaşma yapmamayı taahhüt etmişlerdir. Balkan ülkesi olan Bulgaristan ve Arnavutluk bu antanta farklı nedenlerle katılmadı. Bulgaristan revizyonist bir politika takip ediyor ve komşularından toprak talep ediyordu. Arnavutluk ise İtalya’nın baskısı altında bulunduğu için Balkan Antantı’na katılmamıştı.
Not: Revizyonist politika: Uluslararası alanda mevcut statükoyu (durum), var olan güç dağılımını değiştirmeye yönelik tutumların genel adı.
Antlaşmanın gizli bir maddesinde "Taraflardan birine yapılacak bir saldırıyı diğerleri kendilerine yapılmış sayacaktır." hükmü yer almıştır.
Not: II. Dünya Savaşı, Balkan Antantı'nın dağılmasına neden olmuştur. (1940’da son kez toplanmıştır.)

3-MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ (1936):

Lozan Barış Antlaşması’na göre Boğazların her iki yakası askerden arındırılarak Türkiye’nin başkanlığında uluslararası bir komisyonun yönetimine bırakılmıştı. Almanya ve İtalya’daki totaliter yönetimlerin saldırgan politikaları sonucu çıkacak bir savaşta komisyon üyesi devletler birbirleriyle savaşa girebilirlerdi. Böyle bir durumda, bugün de dünyanın en kritik su geçitlerinin başında gelen, Boğazlar bölgesinin savunması ve güvenliği tehlike altında kalabilirdi. 1930’lu yılların başında hızlı bir silahlanma yarışı başladı. Uluslararası antlaşmalara uyulmamaya başlandı ve Almanya askersizleştirilen Ren bölgesine asker gönderdi. İtalya Habeşistan’ı işgal etti. Japonya Çin’e ait Mançurya bölgesini işgal etti. Bütün bu gelişmeler karşısında dünya barışını korumak ve sağlamakla yükümlü olan Milletler Cemiyeti ise yetersiz kaldı. Yeni bir dünya savaşının rüzgârlarının estiğini gören Atatürk, Milletler Cemiyetine başvurarak barışçı yolla Boğazların statüsünün gözden geçirilmesini istedi. Türkiye’nin çağrısı üzerine İSVİÇRE’NİN MONTRÖ (MONTREUX) şehrinde bir konferans toplandı. İngiltere, Boğazlarla ilgili Türkiye’nin tezlerini desteklerken Sovyet Rusya bazı konularda karşı çıktı. İtalya ve Japonya ise bu sözleşmeyi imzalamak istemediler. Bu itirazlara rağmen 20 Temmuz 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Bu antlaşmaya göre:
1. Boğazlar Komisyonu kaldırılarak bütün yetkileri Türkiye Devleti’ne bırakıldı.
2. Boğazların savunması Türkiye’ye bırakıldı. Türkiye, savaşa girer veya bir savaş tehlikesi ile karşılaşırsa Boğazları istediği gibi açıp kapatabilecektir
3. Yabancı ticaret gemilerinin Boğazlardan geçişi serbest bırakıldı.
4. Savaş gemilerinin geçişi zaman ve ağırlık bakımından sınırlandırılacaktı
Not: Sözleşme YİRMİ YIL GEÇERLİ OLACAKTIR. Ancak bu sürenin bitiminden en az iki yıl önce, taraflardan biri sözleşmenin feshini istemezse, sözleşme kendiliğinden yürürlükte kalacaktır.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini sınırlayıcı hükümler kaldırılıp Türkiye’ye Boğazlarda tam egemenlik hakkı tanındı. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki stratejik önemi arttı

4-SADABAT PAKTI (1937)

İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmesi ve doğu ülkelerini hedef alan yayılmacı siyaseti üzerine TÜRKİYE ÖNCÜLÜĞÜNDE İRAN, IRAK VE AFGANİSTAN bir araya geldiler. Bu ilişkilerin kurulmasında İran Şahı Rıza Pehlevi’nin 1934 yılında Türkiye’yi ziyareti de etkili olmuştur. Yapılan görüşmeler sonucunda İran’ın başkenti Tahran’da Sadabat Paktı imzalandı (8 Temmuz 1937). Sadabat Paktı’na göre; üye ülkeler birbirlerinin iç işlerine karışmamayı, ortak sınırlara saygı göstermeyi kabul ettiler. Böylece TÜRKİYE, BALKAN ANTANTI İLE BATI SINIRLARINI GÜVENCEYE ALDIKTAN SONRA, SADABAT PAKTI İLE DE DOĞU SINIRLARININ GÜVENLİĞİNİ SAĞLAMIŞ oldu.
Not: Türkiye ile Hatay meselesi ve Irak ile toprak sorunu olan Suriye, Sadabat Paktı’na katılmadı.
Not: Bu paktın ,Balkan Antantından farkı savunma anlaşması olmayıp, dostluk ve işbirliği antlaşması olmasıdır.
Not: Sadabat Paktı II. Dünya Savaşı'ndan sonra önemini kaybetmiştir.

5-HATAY'IN TÜRKİYE'YE KATILMASI (1939):

Mondros Ateşkesi'nden sonra Hatay ve İskenderun Fransızlar tarafından işgal edilmişti. Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra Türkiye ile Fransa arasında 20 Ekim 1921'de yapılan Ankara Antlaşması'yla Hatay ve İskenderun Fransa yönetiminde kalmıştı. Ancak, Fransa bu illerde özel bir yönetim kurarak Türklerin kültürel değerlerini korumasına yardımcı olmayı kabul etmişti.
II. Dünya Savaşı’nın yaklaşması üzerine Fransa 1936 yılında Suriye'yi boşaltma kararı aldı. Bu arada Fransa, Hatay'ı Suriye'ye bıraktı. Sorunları barışçı yollarla çözümlemek isteyen Türkiye, Milletler Cemiyeti'ne başvurarak çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hatay'ın Türkiye'ye verilmesini istedi. Ayrıca Fransa'ya bir nota vererek İskenderun'un bağımsızlığının tanınmasını istedi. Fransa bu teklifi reddetti. Milletler Cemiyeti ise, bir komisyon kurdu ve yapılan inceleme sonunda oluşturulan Sandler Raporu çerçevesinde İskenderun’un içişlerinde serbest, dışişlerinde Suriye’ye bağlı olmasına, sancağın toprak bütünlüğünün Türkiye ve Fransa’nın garantisinde olmasına karar vermiştir.
Önemi: Sandler Raporu, Hatay’ın Türkiye’ye katılmasının yolunu açmıştır.
Hatay’ın devletleşmeye doğru ilerlemesi karşısında, Fransa ve Suriye Hükümeti zorluklar çıkararak bu durumu kabul etmek istemediler. Bu gelişmeler üzerine Türkiye, Hatay sınırına büyük bir askeri yığınak yaptı. Atatürk hasta yatağından kalkarak Adana ve Mersin’deki askeri birlikleri teftiş etti. Diğer taraftan bu dönemde uluslararası ilişkiler de giderek gerginleşmeye başladı. HİTLER'in Avusturya'yı ilhakından sonra, Avrupa'da güçler dengesi bozuldu. Türkiye ile ilişkileri geliştirmek isteyen Fransa, Hatay konusundaki tutumunu yumuşatmak zorunda kaldı. Yapılan seçimler sonunda BAĞIMSIZ BİR DEVLET OLARAK HATAY CUMHURİYETİ kuruldu (2 Eylül 1938). (Hatay’ın Cumhurbaşkanı: Tayfur Söken, Başbakanı: Abdurrahman Melek) Hatay Cumhuriyeti ile Türkiye arasında yakın ilişkiler geliştirildi. 1939'DA HATAY MECLİSİ TÜRKİYE'YE KATILMA kararı aldı.
Avrupa'daki gergin durum Fransa'nın bu durumu kabul etmesini sağladı. 23 Haziran 1939'da Fransa ile Türkiye arasındaki bir antlaşma ile Hatay'ın Türkiye'ye katılması kabul edildi. Böylece ATATÜRK'ÜN ÖLÜMÜNDEN SONRA Hatay meselesi Misak-ı Milli ilkeleri doğrultusunda Türkiye'nin lehine çözümlenmiştir.
Not: Hatay konusunda “Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz”, “Benim şahsi meselemdir” diyen Atatürk Hatay’ı ne kadar önemsediğini şu sözleriyle ifade etmiştir: “Ben toprak büyütme heveslisi değilim; barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak antlaşmaya dayanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu alamazsam edemem. Büyük Meclisin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay’ı alacağım… Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getiremezsem onun huzuruna çıkamam, yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilemem; yenilirsem bir dakika yaşayamam”.

ATATÜRK’ÜN ÖLÜMÜ VE İSMET İNÖNÜ’NÜN CUMHURBAŞKANI SEÇİLMESİ

Yaşamının önemli bölümü askerlikle ve bu mesleğin getirdiği zorlu hayat koşullarıyla mücadeleyle geçen Atatürk’ün sağlığı 1937 yılının sonlarına doğru bozuldu. Yeni kurulan fabrikaların açılışını yapmak için Bursa ve Yalova’ya giden Atatürk bu gezi sırasında rahatsızlandı. Atatürk’ün ölümüne neden olan siroz hastalığının tanısı Dr. Nihat Reşat Belger tarafından Ocak 1938’de konuldu. Ünlü Türk doktorlarıyla birlikte tanınmış yabancı hekimlerde konulan teşhiste birleştiler. Atatürk’ün kesinlikle yoğun çalışmalarını bırakıp dinlenmesini tavsiye ettiler. Ancak Hatay Meselesinin gündemde olduğu o günlerde Adana ve Mersin’de askerî manevraları izledi. Fakat beş gün süren bu yorucu gezi sağlığının artık düzelemeyecek biçimde bozulmasına sebep oldu. Ankara’ya bitkin olarak dönen Atatürk, dinlenmek üzere 26 Mayıs 1938’de İstanbul’a gitti. Deniz havasının iyi geleceği düşüncesi ile bir süre Savarona Yatı’nda istirahat ettiyse de sağlık sorunları ağırlaşınca Dolmabahçe Sarayı’na nakledildi. İlerleyen hastalığına rağmen Atatürk, Dolmabahçe Saray’ında devletin ileri gelenlerini, yabancı ziyaretçileri kabul ediyor ve ülke sorunlarını yakından takip ediyordu. 2 Eylül 1938’de bağımsız Hatay Cumhuriyeti’nin kuruluşu onu çok mutlu etti. Çünkü Atatürk, Hatay meselesini kişisel meselesi olarak görüyordu. Bu sırada hastalığının daha da artması üzerine kendi isteği ile vasiyetnamesini hazırlattı (5 Eylül 1938). Servetinin büyük bölümünü Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumunun çalışmalarına kaynak olması için Türk milletine bağışladı.10 Kasım 1938 Perşembe günü saat 09.05’te Dolmabahçe Sarayı’nda hayata gözlerini yumdu. Atatürk’ün naaşı 19 Kasım 1938’de Yavuz Zırhlısı ile İzmit’e oradan özel bir trenle Ankara’ya getirildi. 21 Kasım 1938’de Atatürk’ün naaşı, Etnoğrafya Müzesindeki geçici kabrine konuldu. 10 Kasım 1953’te ise büyük bir törenle Türk milletinin onun için yaptırdığı ebedi istirahatgâhı olan Anıtkabir’e nakledildi.
Başbakan Celal Bayar, Atatürk’ün ölümünden sonra uzun bir bildiri okudu. 11 Kasım 1938’de toplanan TBMM, Atatürk’ün en yakın silah ve fikir arkadaşlarından İsmet İnönü’yü ikinci Cumhurbaşkanı olarak seçti. İsmet İnönü, 1950’ye kadar Cumhurbaşkanlığı görevini sürdürdü.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDAN SONRA AVRUPA'DAKİ GELİŞMELER

ORTA DOĞU’DA MANDA YÖNETİMLERİNİN KURULMASI

-Yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle büyük devletler için önem taşıyan Orta Doğu toprakları, İran hariç XIX. Yüzyıla kadar Osmanlı Devleti’nin kontrolü altındadır.
-I.Dünya Savaşı sırasında İtilaf devletleri (İngiltere, Fransa ve Rusya) gizli anlaşmalarda bölgeyi paylaşmışlardır.(Sykes-Picot, Mac Mahon, Balfour Deklarasyonu)
-Wilson ilkelerinde gizli antlaşmaların kabul edilmeyeceği, halkların kendi geleceklerini belirleme hakkının olduğunun savunulması, İngiltere ve Fransa’nın sömürge politikalarına engel teşkil etmiştir.
-Bu gelişmeler üzerine İngiltere ve Fransa aleylerine olan durumu lehlerine çevirmek amacıyla manda ve himaye fikirlerini ortaya atmışlardı
Manda ve Himaye
Manda ve himaye daha önce kendisini yöneten devletten ayrılarak bağımsız olan ancak kendi kendini idare etme gücü olmayan devletlerin Milletler Cemiyeti adına büyük devletler tarafından idare edilmesidir.
San Remo Konferansı (Nisan 1920)
-İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu topraklarını kendi aralarında paylaştıkları gelişmedir.
Buna göre:
1-Suriye ve Lübnan Fransa’ya verilecek,
2-Irak, Filistin, Ürdün İngiltere’ye verilecektir.
Not: İngiltere; Arabistan Yarımadası, Yemen, Irak, Ürdün, Filistin, Mısır’da
Fransa; Suriye ve Lübnan’da manda yönetimi kurmuşlardır.

RUSYA’DA BOLŞEVİK İHTİLALİ:

-Fransız İhtilali’nin etkisiyle otokratik düzenin yıkılarak demokrasi düzeninin kurulmak istenmesi,
-XIX. Yüzyıl’da ortaya çıkan Marksizm ideolojisinin Rusya’daki köylü ve işçileri etkilemesi
-Rus aydınlarının eşitlik, özgürlük, kardeşlik fikirlerini halk arasında yayarak halkı devrime yönlendirmeleri etkili olmuştur.
Devrimin Gelişimi
Çarlık Rusyasında modern endüstrileşmenin başlaması işçi sınıfının ortaya çıkmasına ve Batı Avrupa’da görülen liberal dalgalanmaların Rusya’da görülmesine neden oldu. Bu zemin üzerinde Rusya’da işçi örgütlenmeleri ve işçi partileri ortaya çıktı. 1905’te Rus-Japon savaşındaki yenilginin yarattığı hayal kırıklığı ve ekonomik yükün ağırlığı, Petersburg’da bir ayaklanmaya yol açtı. Ayaklanma bastırıldıysa da Çar II. Nikola, RUS MECLİSİNİ (DUMA) açmayı ve bazı özgürlükleri tanımayı kabul etti. 1914’te I. Dünya Savaşı başladığında Rusya ekonomik zorluklar ve toplumsal hareketlerle uğraşmak zorunda kaldı. Savaşın başlaması yaşam koşullarını iyice zorlaştırdı. Rus halkı üç yıldır aç, silahsız ve bıkkın bir şekilde kendilerine göre anlamsız bir savaşı sürdürüyordu. Mart 1917’de başlayan ayaklanma sonucunda II. Nikola tahtan çekildi, böylece çarlık yönetimi yıkıldı. Duma (Meclis) üyeleri tarafından Bolşevikler hariç Rusya’daki bütün siyasi eğilimlerin katıldığı geçici bir hükûmet kuruldu. Kurulan hükûmet, ekonomik sorunları çözemediği gibi Almanya ile savaşı da devam ettirdi. Savaş devam ederken Rus toplumunda barış arzusu yaygınlaşmış, ordudan kaçanların sayısı çoğalmıştı. “Barış, toprak ve ekmek” vaat eden Bolşeviklere halkın verdiği destek gittikçe arttı. Bu gelişmeler üzerine yeniden harekete geçen Bolşevikler, geçici hükûmeti devirerek iktidarı ele geçirdiler (7 Kasım 1917) ve BREST LİTOWSK ANTLAŞMASI ile de savaştan çekildiler. Topraklar kamulaştırılarak köylülere dağıtıldı, bankalar devletleştirildi. Kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik düzenlemeler yapıldı. Rusya’da kurulan bu sosyalist düzen, kapitalist devletleri rahatsız etti. İtilaf Devletleri’nin desteklediği ÇAR YANLISI BEYAZ ORDU, Sovyet yönetimine karşı saldırıya geçti. Üç yıl süren bu iç savaş Bolşeviklerin zaferi ile sonuçlandı. Fakat yaşanan iç savaşta on üç milyon insan ölmüş, ekonomi alt üst olmuş, sanayi üretimi dibe vurmuş ve kitlesel açlık sorunları başlamıştı. LENİN, bunun üzerine NEP (NOVAYA EKONOMİÇESKAYA POLİTİKA) denen yeni ekonomi politikasını uygulamaya koydu. 20 kişiden az çalışanı bulunan küçük işletmelerin devletleştirilmesinden ve tarım ürünlerine el koymaktan vazgeçilmiştir. Büyük sanayi dalları, ulaşım, bankacılık ve doğal kaynaklar dışında kalan işletmelerin özel mülkiyetine izin verildi. Yabancı sermayeye çeşitli imkanlar tanınmıştır.
Bunların dışında Lenin Dönemi’nde;
-Yönetim federasyona dönüştürülmüş, devlet bünyesinde otuza yakın farklı statüde yönetim kurulmuştur.(Sosyalist, özerk, demokratik bölgeler)
-Devlet; 1 Ocak 1923 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri (SSCB) Birliği adını almıştır.
-Siyasi, ekonomik yetkiler merkeziyetçi bir politika izlenerek Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin kontrolüne bırakılmıştır.
-Lenin 1924 yılında ölünce iktidar mücadelesini Joseph Stalin kazanmıştır.

SSCB’DE STALİN DÖNEMİ

-Stalin, Birinci beş yıllık kalkınma planı ortaya koyarak Rusya’nın öz kaynaklarıyla kalkınmasını amaçlamıştır.
-Küçük toprakları birleştirmiş makineleşme yoluna giderek büyük çiftliklere dönüştürmüştür. (Kollektifleştirme Politikası) Bu, 4 milyon kişinin ölümüne sebep olmuştur.
-Eski üretim sektörleri geliştirilerek ağır sanayi hızla iyileştirilmiştir.
-Sanayi alanında traktör imalatı ve demir çelik alanında yatırımlar yapılmış, 1950’den sonra Sibirya’daki petrol, gaz ve maden rezervleri işletilmeye başlanmıştır.
-Temel hak ve özgürlükler kısıtlanarak muhalif gruplar tasfiye edilmiştir.
-Toplumun tüm kesimleri için eğitim mecburi hale getirilmiştir.
-Bilim ve teknoloji alanında büyük ilerlemeler olmuştur.
-SSCB ordusu dönemin en güçlü ordularından biri haline getirilmiştir.

RUSLARIN ORTA ASYA POLİTİKASI

BASMACI HAREKETİ

-Basmacı hareketi baskın eden, hücum eden manasına gelmektedir. -Rusların baskısına karşı bağımsızlığını korumak amacıyla Orta Asya’da yaşayan Türkler tarafından başlatılan direniş hareketine “Basmacı Hareketi” denir.
-1918’de “Milli Hokand” hükümetinin Ruslar tarafından dağıtılması üzerine Hokand şehrinde başlamış kısa zamanda Fergana Vadisine ve diğer bölgelere yayılmıştır.
-Basmacı hareketinin temel amacı Türkistan’ı Ruslardan kurtarmaktır. Bu hedef doğrultusunda Eylül 1919 da Türkistan hükümeti kurulmuştur.
-Enver Paşa’nın 8 Kasım 1921’de Türkistan’a gelerek mücadeleye katılması mücadeleyi canlandırmıştır.
-1922’de Sovyet Rusya’nın genel bir saldırıya geçmesi üzerine Basmacı hareketi liderleri birbirinden ayrılmak zorunda kalmışlardır.
-1922 Ağustos’unda Enver Paşa’nın ölümü sonrasında mücadele devam etmesine rağmen etkili olmamış 1931 yılında mücadele sona ermiştir.
-1936’da ise SSCB’ye bağlı bir şekilde Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan devletleri kurulmuştur.
Not: Korbaşı Ergaş, Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı ve Zeki Velidi Togan gibi kişiler Ruslara karşı mücadele etmişlerdir.

KALICI BARIŞI SAĞLAMA ÇABALARI

Amerika Birleşik Devletleri, I. Dünya Savaşı’na Üçlü İtilaf Grubu’nun yanında girerken ABD Başkanı Wilson savaş sonrası dünya düzeni ve barışın sürdürülmesi için kendi adıyla bilinen ilkeleri açıklamıştır. Fakat savaşın galipleri olarak İngiltere, Fransa ve İtalya bu ilkelere uymak istemediler. Kendi aralarında yaptıkları gizli antlaşmalarla bu ilkeleri geçersiz hâle getirdiler. Bu ülkeler, yenik devletlere imzalatılan barış antlaşmalarının da kabul edilebilir adil şartlar yerine, kendi emellerini gerçekleştirmeye yönelik şartları karşı tarafa itiraz hakkı tanımadan kabul ettirdiler. I. Dünya Savaşı’nı sonlandıran antlaşmaların barış dönemini başlatması beklenirken süreç bu doğrultuda gelişmemiş, hatta bir asker ve yazar olan David Fromkin’in (Deyvid Fromkin) deyimiyle “BARIŞA SON VEREN BARIŞ” antlaşmaları imzalanmıştır.

1-MİLLETLER CEMİYETİNİN KURULMASI (10 OCAK 1920):

ABD Başkanı Wilson, dünya barışının korunması ve sürdürülebilirliğinin sağlanması amacıyla uluslararası bir teşkilatın kurulmasını istemişti. Paris Barış Konferansı’nda bu fikir 32 devlet tarafından kabul edilmiş ve teşkilatın kurulma kararı alınmıştı, ancak ABD bu cemiyet içerisinde yer almadı 10 Ocak 1920’de merkezi CENEVRE olan ve asil üyelerini I. Dünya Savaşı’nın galip devletlerinin oluşturduğu Milletler Cemiyeti kuruldu. Savaşta tarafsız kalmış olan devletler de asil üyeler arasına dâhil edildi. Kuruluşunda 18 üyeden oluşan cemiyetin üye sayısı daha sonra 63’e ulaştı
Kısa süre içinde Cemiyet, galip devletlerin çıkarlarını koruyan bir örgüt hâline dönüştü. İtalya’nın Habeşistan’ı işgaline, Almanya’nın Avusturya’yı ilhakına ve II. Dünya Savaşı’nın başlamasına engel olamayan Milletler Cemiyeti, uluslararası pek çok sorunun çözümünde başarılı olamadı. ABD’nin tavsiyesi üzerine kurulsa da ABD üye olmamıştır.

2-LOCARNO (LOKARNO) ANTLAŞMASI (1 ARALIK 1925):

Fransa’nın Almanya’yı zayıf tutmak için izlemiş olduğu TAMİRAT BORÇLARI POLİTİKASI dolayısıyla, Versay Antlaşması’ndan sonra bir gerginlik sürecine giren Fransız-Alman ilişkileri, imzalanan Locarno Antlaşması ile ancak karşılıklı güven çerçevesi içine girebildi. Locarno Antlaşması, Fransa’nın Almanya’ya karşı kendi güvenliğini sağlama çabalarının bir sonucudur. Bu antlaşmayla Almanya, Alman-Fransız ve Alman-Belçika sınırlarıyla Ren bölgesinin silahtan arındırıldığını teyit etmiştir. Almanya sadece batı sınırları için garanti verirken, İngiltere de Almanya’nın Belçika ve Fransa’yla sınırlarına garantör olmuş, fakat doğu sınırlarına benzer bir garantiden kaçınmıştır.
Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, Polonya, Çekoslavakya ve Belçika arasında İsviçre’nin Locarno şehrinde imzalanan bu antlaşmayla devletler birbirlerinin sınırlarını tanımış oluyorlardı. Almanya’yı tekrar uluslararası iş birliğine dâhil eden Locarno Antlaşması, bu yüzden önemlidir. Bu antlaşmaların ardından Almanya, 1926 yılında Milletler Cemiyetine üye olarak kabul edildi.

3-BRİAND-KELLOG PAKTI (27 AĞUSTOS 1928):

Fransa ve ABD dışişleri bakanlarının öncülük etmesi ile başlayan görüşmeler, 27 Ağustos 1928’de dokuz devlet arasında (ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, Japonya, Belçika, Polonya ve Çekoslavakya) Paris’te imzalandı. Pakta daha sonra 19 Ocak 1929’da Türkiye ve yine 1929’da Sovyetler Birliği katıldı. Briand-Kellog Paktı ile “savunmaya dayanmayan savaş” kanun dışı sayılmış ve anlaşmayı imzalayan devletler anlaşmazlıkların çözümü için savaş yoluna gitmeyeceklerini, barışçıl yöntemlere başvuracaklarını taahhüt etmişlerdir. Bu pakt, barış ve silahsızlanma çabalarında önemli bir aşamadır fakat hayata geçirilememiştir.
Uyarı: Türkiye, Locarno Antlaşması ve Küçük Antanta üye olmamıştır. Buna karşılık dünya barışını korumak için Briant Kellog Paktı ve bunun devamı olan Litvinov Protokülüne, Balkan Antantı, Nyon Konferansı, Sadabat Paktı, Akdeniz Paktına üye olmuştur.

1929 DÜNYA EKONOMİK BUNALIMI (KARA PERŞEMBE):

-1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, dar anlamıyla New York (Wall Strett) Borsasının çökmesidir.
-Geniş anlamıyla ise kredi sistemiyle varlığını sürdüren ekonomide fazla üretimden kaynaklanan üretim-tüketim dengesizliği olarak özetlenebilir.
-I. Dünya Savaşı, özellikle Avrupa dışında üretim kapasitesinin olağanüstü artmasına sebep olmuştu ve sanayi ülkeleri ihraç ettikleri ürünlerle büyük kârlar elde etmişlerdi. Fakat 1920’li yıllardaki tarımsal üretimdeki artış tarım ürünleri fiyatlarının düşmesine neden oldu. Amerikan çiftçilerinin savaş sırasındaki talepleri karşılamak için üretimini artırdıkları tarım ürünleri ellerinde kaldı. Çiftçiler, üretim fazlası ürünlerini ellerinden çıkarmak için fiyatları düşürdüler. Ancak savaş sırasında üretimlerini artırmak amacıyla aldıkları kredileri ödemekte sıkıntıya düştüler.
-ABD 1914-1917 yılları arasında verdiği borçları geri alamaması. İngiliz sterlininin değer kazanmasının ABD ihracatını zarara uğratması.
-Almanya’nın savaş tazminatını ödemek için karşılıksız para basması gibi durumlar krize gidişin habercisiydi.
-ABD’de I. Dünya Savaşı’nın getirdiği zorluklar karşısında küçük şirketler birleşmiş ve tekeller oluşturmuşlardı. 1929’a gelindiğinde Amerika ekonomisinin %50’si 200 kadar holdingin kontrolüne girmişti. Bu dönemde Amerikan banka ve şirketlerinin çalışma esaslarını düzenleyen yasalar yetersizdi Denetlemede ve hissedar yatırımcıların bilgilendirilmesinde büyük eksiklikler vardı. Amerikalı zenginler bu dönemde üretim sektöründeki güvensizlikten dolayı borsaya yönelmiş ve spekülatif (yapay) hareketlenmelere de başvurmaya başlamışlardı. Borsadaki hisse fiyatları dörde katlanırken üretim iki katına bile çıkmadı.
-ABD I. Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında Avrupalı devletlere büyük ölçekte kredi borçlar vermişti. Amerikan ekonomisi sıkıntıya girince ABD yönetimi bu borçların ödenmesini istedi fakat borç alan devletlerin bunu ödemesi mümkün olmadı. Bu gelişmeler üzerine para politikasından sorumlu Amerikalı yetkililer, 1929 yazında kredileri kısıtlamaya karar verdiler. Bu karar sonrasında New York Wall Street Borsası düşüşe geçti. Yabancı yatırımcıların borsa kâğıtlarını ellerinden çıkarmaya başlamasıyla düşüş hızlandı.
-“KARA PERŞEMBE” olarak adlandırılan 24 Ekim 1929 Perşembe günü on iki milyon hissenin satışa sunulmasıyla New York borsası çöktü. New York Borsasının çöküşüyle birlikte birçok banka battı, yüzlerce şirket iflas etti, fabrikalar kapandı. Dünya üzerindeki toplam üretim %42 oranında ve dünya ticaretinin de %65 oranında azalmasına sebep olmuştur. Milyonlarca insan işsiz kaldı.(5 milyon) Köylerde topraklar terk edildi. Pek çok kişi mal varlığını kaybetti, insanların yaşam koşulları kötüleşti. Paranın piyasadan çekilmesiyle takas usulü ekonomiye dönüldü. 1929’da Amerika’da başlayan ekonomik bunalım kısa süre sonra Avrupa’ya sıçradı ve sonrasında bütün dünyayı etkisine aldı. Avrupa’da, I. Dünya Savaşı’nın getirdiği siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlarla uğraşılırken meydana gelen buhran, devletler arası ilişkilerde daha büyük sorunlar yaşanmasına neden oldu. On yıl süren kargaşanın ardından çıkan II. Dünya Savaşı’nın en büyük sebeplerinden biri de bütün dünyayı etkisine alan bu ekonomik bunalım olmuştur.
Not: Durumdan en az etkilenen Sovyetler Birliği olmuştur. Dünya ekonomik krizini yansıtan ve etkilerini gösteren en önemli eser John Steinback’in Gazap Üzümleri’dir.
Not: Planlı ekonomi sayesinde SSCB krizden etkilenmemiştir.
-ABD’de 1932’de Başkan Roosevelt seçilmiştir. Yeni başkanın ABD ekonomisini bunalımdan çıkarmak için ekonomik, sosyal ve siyasal nitelikte yaptığı tüm uygulamaya NEW DEAL (Yeni Görüş) denmiştir.
Krizin Türkiye’ye etkileri:
-Teşviki Sanayi Kanunu uygulanamaz hale geldi.
-Türkiye Devleti ekonomik sistem olarak Devletçilik ilkesini uygulamaya başlamıştır. I. Beş Yıllık Sanayi Planı 1934’te uygulamaya kondu.
-Dış Ticarette ithalat kısıtlanmış, diğer taraftan döviz tasarrufu yapmak amacıyla gümrük vergileri yükseltilmiştir.
-Buhran sonrası döneme para piyasasını belirleyebilmek için 1930’da Merkez Bankası kurulmuştur.
-Türk Parasını Koruma Kanunu çıkarılmıştır.
-Kazım Özalp Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyetini kurmuştur.
-Yerli mal özendirilmiştir. 4 Nisan 1929 “Yerli malı “ haftası ilan edilmiştir.
-1934’te “Dış Ticaret Ofisi” kurulmuştur. Kriling (Takas) Sistemi’ne geçilmiştir.
Not: Dışarıya mal sattığın kadar dışarıdan mal alma sistemidir.
1929 Buhranı sonrası totaliter rejimler kuvvet kazanmış (Nazizm,Faşizm gibi), II. Dünya Savaşına giden yol açılmıştır.

SİYASİ VE EKONOMİK SİSTEMLER

*LİBERALİZM: Serbestlik, bireysel ve toplumsal özgürlük savunuculuğu anlamına gelen bir kavramdır. Devletin ekonomiye müdahale etmemesi, arz-talep mekanizması ya da fiyat mekanizmasıyla piyasanın iktisadi ve sosyal açıdan en yararlı sonuçları üreteceğini, özel sektörün önünü açmak gerektiğini savunan ilkeye iktisadi liberalizm denir.
*KAPİTALİZM: Batı dünyasında XV. ve XVI. yüzyıldan itibaren feodalizmin çözülmesiyle onun yerine geçmeye başlayan, XVIII. ve XIX. yüzyılda ise hâkim iktisadi örgütlenme haline gelen, sermaye egemenliğine dayalı toplumsal aşamadır.
*SOSYALİZM: Üretim araçlarının mülkiyetinin devlete ait olması, üretim ve bölüşümün toplum adına merkezi bir örgütlenmeyle devlet tarafından planlanması, özel teşebbüs ve mülkiyet hakkının olmaması yahut çok sınırlı tutulmasının öngörüldüğü toplumsal sistemdir. Sosyalizmin ulaşacağı düşünülen son aşama ise Komünizm olacaktır.
*KOMÜNİZM: Bütün malların ortaklaşa kullanıldığı ve özel mülkiyetin olmadığı toplumsal düzen.
*Diğer sistemler de aşağıdaki ülkelerde güçlenmiştir.

TOTALİTER REJİMLERİN KURULUŞU

1-İTALYA

-I. Dünya Savaşı’ndan beklentinin karşılanamaması İtalya’da, sosyal ve ekonomik hayatta sarsıntılara neden olmuştur.
-Ülkenin içinde bulunduğu istikrarsızlık Faşist Partisi lideri Mussolininin işine yaramıştır.1919’da seçimlere ilk defa katılan parti, meclise girememiş ancak istikrarsızlıktan dolayı aydınlar, askerler ve halk arasında hızla taraftar toplamıştır.
-1922 Ağustosunda yaşanan işçi grevlerinin ekonomiyi felce uğratmasından yararlanan Mussolini’ye bağlı “Kara Gömlekliler” Napoli’den Roma’ya yürümüş, bu durum karşısında darbe yapılmasından çekinen hükümet istifa etmiştir.
-Bu gelişmeler üzerine İtalya kralı 30 Ekim 1922’de başbakanlığa Mussoliniyi atamak zorunda kalmıştır.
*FAŞİZM: llk olarak İtalya’da Benito Mussolini tarafından oluşturulan, otoriter devlet anlayışı üzerine kurulu radikal milliyetçi siyasi bir ideolojidir

2-ALMANYA

-I. Dünya Savaşı’na sömürge elde etmek amacıyla giren Almanya, sömürge elde edemediği gibi mağlup devletlerin lideri olmasından dolayı siyasi, ekonomik ve askeri anlamda ağır şartlar içeren Versay Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır.
-Savaş sonrası siyasi, sosyal ve ekonomik sarsıntılar atlatılmadan 1929 Ekonomik Buhranı’nın ortaya çıkması sıkıntıların daha da artmasına neden olmuştur. Bu durum Nazi Partisi’nin 1930 seçimlerinde ikinci parti, 1932 seçimlerinde ise en güçlü parti olarak meclise girmesinde etkili olmuştur.
-1933’te Başbakan olan Hitler, tevkif edilen komünist ve sosyal demokrat milletvekillerinin bulunmadığı sırada meclisten 4 yıl süre ile olağanüstü yetkiler alarak diktatörlüğünü ilan etmiştir. Böylece Hitler siyasi, sosyal ve askeri anlamda tek söz sahibi olmuştur.
*NAZİZM: Etnik milliyetçilik ile sosyalizmi birleştiren, ırkçı, anti-kapitalist, anti-semitik ve anti-Marksist bir dünya görüşüdür. Adolf Hitler tarafından ortaya konan nasyonal sosyalizm, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin 30 Ocak 1933’ten Almanya’nın II. Dünya Savaşı’nda teslim olduğu 8 Mayıs 1945 tarihine kadar iktidarda olduğu dönem boyunca Almanya’nın resmî ideolojisi olarak uygulanmıştır.
Hitlerin dış politikası:
1-Versay Antlaşması’ndan kurtulmak,
2-Bir Millet Bir Devlet yani bütün Almanları bir devletin çatısı altında toplamak. (Ein Volk, Ein Reich)
3-Hayat sahası düşüncesini gerçekleştirmek. (Lebensraum)
Not: Hayat sahası, Hitler’in yayılmacı siyasetini meşrulaştırmak için ortaya attığı bir kavramdır.
Hitler bu hedeflerine ulaşmak için şunları yapmıştır:
1-Gizlice silahlanmaya başlayarak Ekim 1933’te Silahsızlanma Konferans’ından ve Milletler Cemiyeti’nden çekilmiştir.
2-1934’ten kara, deniz, hava kuvvetlerini güçlendirme çalışmalarını başlatmıştır.
3-1 Mart 1935’te Versay Antlaşması’yla Fransa’ya bırakılan Saar bölgesini halk oylamasıyla Alman yönetimine almıştır.
4-Modern silah,araç ve gereç yapımına önem vererek asker sayısını arttırmıştır. (Mecburi askerlik)
5-7 Mart 1936’da askerden arındırılan Ren Bölgesi’ne asker çıkarmıştır.
6-13 Mart 1938’de Avusturya ile birleştiğini ilan ederek burayı ilhak etmiştir. (Anschluss Olayı)
7-Almanları birleştirmeyi amaçlayan Hitler’in Çekoslovakya’ya saldırması üzerine 29 Eylül 1938 Münih Konferansı’nı toplayan Avrupalı Devletler Çekoslovakya’da Almanların bulunduğu Südet bölgesini Almanya’ya bırakma kararını Çekoslovakya’ya kabul ettirmiştir. (Yatıştırma Politikası)
Önemli: II. Dünya Savaşı’na giden dönemde İngiltere başbakanı Chamberlain’la özdeşleşen yatıştırma politikası faşist yönetimleri cesaretlendirmiştir.

3-İSPANYA

-Ülke içinde yaşanan istikrarsızlık iç çatışmayı da beraberinde getirmiştir. Bu çatışmalar milliyetçiler ve cumhuriyetçiler arasında yaşanmıştır.
-Milliyetçilerin ilerleyişi karşısında başarılı olamayan Cumhuriyetçilerin, 1939’da Madrid’i kaptırmalarıyla iç savaş son bulmuş ve İspanya’da FRANCO diktatörlüğünü ilan etmiştir.

UZAK DOĞU’DA YENİ BİR GÜÇ JAPONYA

MEİJİ RESTORASYONU

-1867’de imparator olan Mutsuhito aydınların batı tarzı yenilik yapılması fikrine destek vermesiyle Japonya’da, Meiji Restorasyonu denilen reform süreci başlamıştır.
-Meiji Restorasyonu kelime anlamı olarak aydın hükümdar anlamına gelmektedir. Japonya’da İmparator Mutsihito önderliğinde başlatılan reform sürecinin genel adıdır.
-Japonlar kısa sürede büyük bir gelişme sağlamış, sömürülen devletten sömüren devlete dönüştü. 1904-1905 Japon-Rus Savaşı’nı hezimetle yenerek Dünya siyasetine büyük bir devlet olarak girdi.
-1910’da Asya’ya sıçrama tahtası olan Kore’yi işgal etti.
-I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın Pasifik adalarını işgal etti.
-Çin’den ekonomik anlamda birçok ayrıcalık elde ederek Uzak Doğu’nun en güçlü devleti haline gelmiştir.
-1920’lerin sonunda Japonya’da; Liberal hükümetin yerine askeri destekli hükümetin iktidara gelmesi, ayrıca 1929 Dünya Ekonomik Buhranı, Japonya’nın politikasını sertleştirmesine neden olmuştur.
-1931’de Mançurya’yı işgal ederek Çin’e yönelen Japonya, Asya’daki faaliyetlerinde serbest kalmak amacıyla 1933’TE MİLLETLER CEMİYETİ’NDEN; 1934’TE WASHİNGTON SİLAHSIZLANMA ANTLAŞMASI’NDAN ÇEKİLMİŞ, aynı zamanda “ASYA ASYALILARINDIR” diyerek Avrupalı Devletlere tepki göstermiştir.
-1937’ye kadar Japonya’nın yayılmacı politikası karşısında tepkisiz kalan İngiltere ve ABD; bu dönemde JAPONYA’NIN ÇİN’E SALDIRMASI üzerine Çin’e yardım yaparak Japonya’nın faaliyetini önlemeye çalışmışlardır. Ancak 1938’e gelindiğinde Japonya, Doğu ve Orta Çin’in topraklarını ele geçirmeyi başarmıştır.
-II. Dünya Savaşı Japonya’nın Batılıların doğu Asya’dan atılmasını öngören “YENİ DÜZEN”i ilan etmesi ve emperyalist tutumu nedeniyle Uzak Doğu’ya da sıçramıştır.
Not: Japonya yayılmacı politikasını meşrulaştırmak için BÜYÜK DOĞU ASYA ORTAK REFAH ALANI PROJESİni ortaya koymuştur.

İKİ SAVAŞ ARASINDA DÜNYA

-Günlük hayatta elektrik kullanımı yaygınlaşmıştır.
-Kara ve demiryolları ulaşımı hızlanmıştır.
-Taşıt yapımında seri üretime geçilmiştir.
-Gemiciliğin dışında havacılık da gelişmiştir.
-Şehir planlaması ile yüksek binalar, geniş caddeler ve yeşil alanların sayısı arttırılmıştır.
-Almanlar tarafından ortaya konulan “Bauhaus” akımıyla yeni bir mimari tarzı oluşturulmuştur. Gökdelenlerin sayısı arttırılmıştır.
-İletişim ve haberleşme imkanları artmıştır.
-Fotoğraf, çizgi film, sinema gibi görsel sanatlarda gelişme yaşanmıştır. Örneğin; Tenten, Barbar, Temel Reis, Süperman gibi filmler ortaya çıkmıştır.
-Bu dönemde pozitif bilimlerde önemli gelişmeler görülmüştür.
Örneğin;
-Albert Einsteinın daha önce bulduğu İzafiyet Teorisi yepyeni ufuklar açmış
-Rutherford nükleer protonu(1919)
-Anderson pozitif elektronu (1931)
-Chandwick nötronu (1934)
-Frederick et İrene, Joliot-Curie ve Enrico Fermi, yapay radyoaktiviteyi bulmuş, ayrıca uranyum füzyonu Almanya’da gerçekleştirilmiştir. Böylece nükleer enerji alanında gelişmeler yaşanmıştır.
Sağlık Alanında;
-Aşı ve ilaçlar bulunurken ayrıca ogan nakline başlanmıştır.
-Banting ve Best; insülini ayrıştırmayı başarmıştır. (1922)
-Calmette ve Guerin Tüberküloza karşı BCG aşısını bulmuştur (1921)
-Aleksander Fleming penisilini keşfetmiştir. (1929)
Sosyal Bilimlerde
-Felsefede; fenomenoloji ve varoluşçuluk akımları bu dönemde ortaya çıkmıştır.
-1929 Fransız Ekolü ortaya çıkmıştır. Savaş tarihi, kral ve imparatorlar tarihi önceliğini kaybetmiş yeni tarih anlayışı yerel tarih, sosyal, ekonomik ve medeniyet konuları ön plana çıkmıştır.
Edebiyat;
-Savaş sonrası yaşanan sıkıntılar edebi eserlere de yansımış toplumsal sıkıntıları aydınlar yazdıklarıyla ortaya çıkarmışlardı.
-Ayrıca tiyatroda yenileşme süreci yaşanarak eleştiri hakkı tanımış, resim alanında sürrealizm akımı ortaya çıkmıştır. (Salvador Dali)Müzikte ise klasik müzik ve caz müziği yayılmıştır.
Bu Dönemde İcat ve Keşifler
1-ABD’de ilk defa radyo yayını yapılmıştır. (1920)
2-Verem aşısı Fransa’da geliştirilmiştir (1921)
3-Elektrikli trafik ışıkları ABD’de geliştirilmiştir. (1923)
4-Dondurulmuş yiyecekler üretilmiştir. (1924)
5-Elektrikli ses kayıt araçları geliştirilmiştir. (1926)
6-İlk başarılı roket denemesi yapılmıştır (1926)
7-İlk sesli sinema filmi yapılmıştır. (1927)
8-C vitamini geliştirilmiştir (1928)
9-Nötron bulunmuştur (1932)
10-Elektron mikroskobu geliştirilmiştir. (1932)
11-Radarlar geliştirilmiştir. (1935)
12-Çekirdek bölünmüştür (1938) (Füzyon)

II.DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ DÜNYA

II. Dünya Savaşı’nın Nedenleri II. Dünya Savaşı’nda, mevcut durumdan memnun olmayan ve onu değiştirmek isteyen MİHVER DEVLETLER ile MÜTTEFİK DEVLETLER savaşmışlardır. Mihver Devletler Almanya, İtalya ve Japonya idi. Müttefik Devletler ise İngiltere, Fransa, ABD ve SSCB’den oluşuyordu. Avrupa’da I. Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan VERSAY ANTLAŞMASI, Almanya’nın gücünün sınırlandırılması ve bir daha barışı bozamayacağı fikrine dayanıyordu. Fakat diğer devletlerin aralarında çıkan anlaşmazlıklar Versay Antlaşması ile kurulan sistemi zayıflattı. Bu sistemi yıkan esas gelişme, Almanya’da 1933’te iktidara Nazi Partisinin ve Adolf Hitler’in gelmesi oldu. Almanya’nın revizyonist politikaları Fransa ve İngiltere ile beraber ABD’yi de rahatsız etti. I. Dünya Savaşı’ndan istediklerini elde edemeden hayal kırıklığıyla ayrılan İtalya’da, 1922’de Mussolini iktidara gelmiş ve Roma İmparatorluğu’nu yeniden kurmak hevesine kapıldılar. Bu durum Almanya ile İtalya’nın iş birliğine yol açtı. Japonya 1920’li ve 1930’lu yıllarda Uzak Doğu’nun en güçlü devleti hâline gelmişti. Doğal kaynaklar açısından zengin olan Mançurya ve Çin’e egemen olup Asya içlerine kadar yayılmak istiyordu. Bu durum o bölgelerde emelleri olan ABD ve SSCB’yi rahatsız etti. Japonya, Almanya ile 25 Kasım 1936’da ANTİ-KOMİNTERN PAKTI’nı imzalayarak komünizme karşı ülkelerinde sert tedbirler almayı kararlaştırdılar. Bu oluşuma 6 Kasım 1937’de İtalya da katıldı ve BERLİN-ROMA-TOKYO MİHVERİ kurulmuş oldu. Bu durum, çıkarlarını tehlikede gören İngiltere, Fransa ve Rusya’yı bir ittifaka zorladı. Bunların yanında ABD de Anti-Komintern Pakta karşı Avrupa’nın bu güçlü devletlerinin işbirliğini gerekli görmekteydi. Sovyetler Birliği ise bu yıllarda birkaç yönden tedirginlik içindeydi. Uzak Doğu’da Asya’ya göz diken Japonya ile mücadele ederken Avrupa’da da Almanya’nın güçlenmesi, Hitler’in antikomünist söylemleri ve Nazi rejimi, Sovyetler Birliği’ni huzursuz ediyordu

II. DÜNYA SAVAŞI’NIN BAŞLAMASI VE SAVAŞIN SEYRİNİ DEĞİŞTİREN OLAYLAR

II. Dünya Savaşı’nı başlatan gelişme 23 Ağustos 1939’da Sovyet Rusya ile Saldırmazlık Antlaşması imzalayan Almanya, 1 Eylül 1939’da POLONYA’YI İŞGAL ETMESİ ile savaş başlamıştır. Çünkü İngiltere ve Fransa, Polonya’ya verdikleri garanti nedeniyle 3 Eylül 1939’da Almanya’ya savaş ilan ettiler. II. Dünya Savaşı süreci, kendi içinde üç başlık altında ele alınabilir: Bunlardan birincisi 1939-1941 yılları arasındadır. Bu yıllarda Avrupa’da askerî açıdan Alman üstünlüğü kesin olarak kurulmuştur. “YILDIRIM HARBİ” yapan Almanya, kısa süre içinde Polonya, Hollanda ve Belçika ve ardından aşılmaz denilen MAGİNOT HATTI’nı aşıp Fransa’yı işgal etti. Fransa’da Alman yanlısı VİCHY HÜKUMETİ kurulmuştur. Avrupa’da Türkiye, İngiltere ve SSCB dışında Almanya ve İtalya’nın egemenliğine girmemiş ülke kalmadı
Savaşın ikinci aşaması 1941-1943 yılları arasındadır. 1941’de Almanya’nın İngiltere’ye karşı düzenlediği hava saldırıları başarısız oldu. Bunun ardından Almanya, SSCB’ye saldırdı. (BARBAROSSA HAREKATI) Uzak Doğu’da ise Japonya kendisine petrol ambargosu koyan ABD’ye karşı harekete geçti. Japonya 7 Aralık 1941’de ABD’nin Pasifik üstünlüğünü simgeleyen Hawaii takımadalarından Honolulu’daki deniz ve hava üssü PEARL HARBOR’a baskın yaptı. ABD gibi askerî ve ekonomik gücü yüksek olan bir devlet ile SSCB gibi insan kaynakları ve coğrafyası çok geniş, iklimi sert olan bir devleti savaşa sürüklemek Almanya ve Japonya açısından savaşın seyrini değiştirdi.
Not: ABD savaşa müttefik tarafında girdikten kısa süre sonra İngiltere ile beraber Atlantik Bildirisini yayınladı. Bu bildiri Wilson İlkelerinin benzeridir.
Savaşın üçüncü aşaması ise 1943-1945 yılları arasında yaşandı. 1943 yılında Alman kuvvetlerinin STALİNGRAD KUŞATMASI kırıldı. Çok sayıda Alman askeri, Sovyet ordusuna esir düştü. Alman kuvvetleri geri çekilmeye başladı. Müttefik devletler, Kuzey Afrika’yı ele geçirdikten sonra İtalya’yı savaş dışı bırakmak amacıyla 10 Temmuz 1943’te Sicilya’ya çıkarma yaptılar. Başarısızlığa uğrayan MUSSOLİNİ İKTİDARDAN DÜŞTÜ VE HAPSEDİLDİ. Ulusal Faşist Parti kapatıldı ve İtalya savaştan çekildi. 6 Haziran 1944’te ABD ve İngiliz kuvvetleri Quebeck Konferansında 2. Cephenin nereden açılacağına karar verilerek; Eisenhower komutasında yüz elli altı bin asker, beş bin gemi ve on bin uçakla Manş Denizi’ni geçerek Fransa’nın NORMANDİYA SAHİLİNE ÇIKARMA yaptı. Başarıyla gerçekleştirilen çıkarma harekâtından sonra Müttefik orduları hızla ilerleyerek Fransa, Belçika ve Hollanda’yı Alman işgalinden kurtardı. Almanya’nın doğusundan SSCB’nin, batısından da Amerikan ve İngiliz kuvvetlerinin saldırıları sonucu Müttefikler başkent Berlin’e kadar ilerlediler. Müttefik askerlerinin başkanlık binasına yaklaştıkları sırada HİTLER, İNTİHAR EDEREK hayatına son verdi (30 Nisan 1945). 7 Mayıs 1945’te Alman delegeleri Reims (Rems) kentinde, Almanya’nın kayıtsız şartsız teslim oluşunun belgesini imzaladı. Böylece Avrupa’da II. Dünya Savaşı resmen sona erdi. Avrupa’da savaş sona ermişti fakat Uzak Asya’da Japonya ile savaş devam ediyordu. ABD Japonya’yı Mercan Denizi, Midway, ve Leyte Deniz sa Potsdam Konferansı’nda SSCB, Japonya’ya karşı savaşmayı kabul etti. Konferanstan sonra ABD, Japonya’yı kayıtsız şartsız teslim olmaya zorlamak için yeni geliştirdiği atom bombalarını atmayı kararlaştırdı. 6 Ağustos’ta HİROŞİMA’ya, 9 Ağustos’ta NAGAZAKİ’ye atom bombası atıldı. 14 Ağustos 1945’te Japonya da kayıtsız şartsız teslim oldu
Not: 6 Ağustos 1945’te ENOLA GAY isimli savaş uçağı ile Hiroşima’ya, üzerinde LİTTLE BOY (KÜÇÜK ÇOCUK) yazan, ilk atom bombası atılmış ve ilk anda 70.000 kişi hayatını kaybetmiştir. 3 gün sonra da Nagazaki’ye, FAT BOY (ŞİŞMAN ÇOCUK) adını verdikleri bir atom bombası daha atıldı. Bombaların ortaya çıkardığı radyasyonun da etkisiyle kısa süre içinde iki kentte ölenlerin sayısının 500.000’i geçtiği tahmin edilmektedir.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATININ KURULUŞU

Milletler Cemiyeti II. Dünya Savaşı’nın çıkmasına engel olamamıştı. Savaş sırasında ABD ve İngiltere, 14 Ağustos 1941’de ATLANTİK BİLDİRİSİ’ni yayınladılar. Bu bildiride yer alan hükümler daha sonra Birleşmiş Milletler Antlaşması’na temel olmuştur. Amerika’nın savaşa girmesi üzerine tekrar bir araya gelen ABD Başkanı ile İngiltere Başbakanı arasında yapılan görüşmeler sonucunda, Almanya’ya karşı savaşa katılan 26 devletin imzasıyla 1 OCAK 1942’DE BİRLEŞMİŞ MİLLETLER BİLDİRİSİ yayınladı. Bu bildiride 26 devletin Atlantik Bildirisi’ndeki ilkeleri aynen kabul ettikleri belirtilmekteydi. Böylece savaştan sonra kurulacak olan Birleşmiş Milletler Teşkilatının ilk adımı atıldı. Şubat 1945’te toplanan YALTA KONFERANSI’nda BEŞ BÜYÜKLER’E (ABD, SSCB, İNGİLTERE, FRANSA VE ÇİN) Birleşmiş Milletler kararlarını veto etme hakkının tanınmasına karar verildi. Ayrıca 1 Mart 1945’e kadar Mihver Grubu’na savaş ilan eden devletlerin de üyeliğe alınması kabul edildi. Aynı yıl, Birleşmiş Milletleri resmen kurmak için SAN FRANCİSCO KONFERANSI toplandı (25 Nisan 1945). Görüşmeler sonucunda genel kurulda devletlerin eşitliği, Güvenlik Konseyindeki büyük devletlerin üyeliklerinin sürekliliği ve bu devletlerin veto haklarının varlığı kabul edildi. Konferans sonunda Birleşmiş Milletler Teşkilatı kuruldu. 19 Nisan 1946’da Milletler Cemiyeti yetkilerini Birleşmiş Milletler Teşkilatına devretti.
Not: Birleşmiş Milletlerin merkezi New York tur.
Not: BM; Genel Kurul, Vesayet Konseyi, Sekreterlik, Güvenlik Konseyi, Uluslararası Adalet Divanı, Ekonomik ve Sosyal Konseyden oluşmaktadır.
Not: Atlantik Bildirisinin maddelerinin özeti: *Savaştan sonra toprak kazanılmayacak.*Halkların onayı alınmadan toprak değişikliği yapılmayacak.*Milletler kendi geleceklerini kendileri tayin edebilecek. (self-determinasyon).*Uluslararası mecrada iş birliği gerçekleştirilip, geliştirilecek.*Temel ham maddelerden eşit biçimde faydalanılacak. *İnsanlar korkudan ve açlıktan kurtarılacak.*Açık denizlerde ticaret serbestliği mümkün olabilecek.*Mihver devletler silahtan arındırılıp savaştan sonra da topyekun silahsızlanmaya gidilecek.

II. DÜNYA SAVAŞI SÜRECİNDE TÜRKİYE

SAVAŞ DÖNEMİNDE TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI:

Türkiye, Fransa ve İngiltere Yardım Antlaşması (1939): Türkiye 19 Ekim 1939’da Ankara’da İngiltere ve Fransa ile üçlü bir ittifak imzaladı. Buna göre İngiltere ve Fransa bir Avrupa devletinin saldırısına uğrarsa Türkiye tarafsız kalacak fakat Balkanlarda Yunanistan ve Romanya’ya verdikleri garantiler yüzünden savaşa girerse Türkiye onların yanında savaşa girecekti. Antlaşma Türkiye’yi Sovyetler Birliği ile bir silahlı çatışmaya sürükleyecek olursa, ittifak işlemeyecekti.

II. Dünya Savaşı’nda Türkiye-Almanya İlişkileri:

II. Dünya Savaşı fiilen başlayınca Türkiye tarafsız olduğunu duyurdu. Arnavutluk’un İtalya tarafından işgali üzerine İngiltere Türkiye’ye işbirliği teklifinde bulundu. Türkiye İtalya’nın Balkanlar ve Akdeniz üzerinde egemenlik kurma girişiminden rahatsız olduysa da İngiltere’nin teklifini kabul etmesi Mihver’e karşı açıkça cephe almak demekti. Aynı günlerde Almanya Türkiye’ye en kuvvetli diplomatı Franz Von Papen’i tayin etti. Bunu yaparken amacı Türkiye’nin İngiltere cephesine katılmasına engel olmaktı.

Türkiye’nin Savaşa Dahil Edilme Çabaları:

Türkiye birbirleriyle savaşan iki grup tarafından da II. Dünya Savaşı’nın içine çekilmek istendi. Yukarıda bahsedilen antlaşma ve siyasi bakış Türkiye’nin savaş yılları durumunu belirlemiştir. TÜRKİYE UYGULADIĞI DIŞ POLİTİKA SAYESİNDE II. DÜNYA SAVAŞI’NA GİRMEMEYİ BAŞARDI. Türkiye TARAFSIZ olduğunu duyurdu. Kasım 1942’de savaşın seyri değişmeye başladı. Savaşın kısa sürede bitirilmesi için Müttefikler, Balkanlar üzerinden Almanya’ya yeni bir cephe açmak istediler. Ayrıca Kızıl Ordu’nun ve dolayısıyla komünizmin Doğu Avrupa’ya girmesini de önlemiş olacaklarını düşünüyorlardı. Bunun için Türkiye’nin savaşa girmeye ikna edilmesi gerekiyordu. İNGİLTERE BAŞBAKANI GİZLİCE ADANA’YA GELEREK CUMHURBAŞKANI İSMET İNÖNÜ İLE GÖRÜŞTÜ (30 OCAK 1943). Aralık ayında da ABD BAŞKANI VE İNGİLTERE BAŞBAKANI İLE İSMET İNÖNÜ ARASINDA KAHİRE GÖRÜŞMELERİ OLDU. İsmet İnönü, Türk ordusunun asker ve malzeme yetersizliğini öne sürerek Türkiye’yi savaşa sokmak yerine zaman kazanmayı tercih etti. Şubat 1945’TE TOPLANAN YALTA KONFERANSI’NDA SAVAŞTAN SONRA KURULACAK OLAN DÜNYA SİSTEMİNİN NİTELİKLERİ BELİRLENDİ. Bu sistemi yürütecek uluslararası bir örgütün kurulması kararı (Birleşmiş Milletler) alındı. 1 Mart 1945’te kadar Almanya ve müttefiklerine savaş ilan edecek devletlerin de kurucu üyeliğe alınacağı açıklandı. Türkiye de bu gelişmeler üzerine 23 Şubat 1945’te Almanya’ya savaş ilan etti.

II. Dünya Savaşı Sürecinde Türkiye’deki Ekonomik, Toplumsal ve Politik Gelişmeler:

Türkiye, II. Dünya Savaşı’na fiilen katılmamış ancak savaşın getirdiği ağır ekonomik koşulları tüm zorluklarıyla yaşamıştı. Savaş başlayınca Türkiye’de kısmi seferberlik ilan edilmiş, üretimi gerçekleştiren genç nüfusun önemli bölümü silah altına alınmış ve ülke bütçesinin büyük kısmı savunma giderlerine ayrılmıştı. Türkiye, ekonomisini savaşın olumsuz etkilerinden korumak amacıyla birtakım vergi ve yükümlülükler getirdi. Fakat bunların uygulanması sırasında yaşanan suistimaller, haksızlıklar ve tutarsızlıklar büyük şikâyetlere de neden oldu.
MİLLÎ KORUNMA KANUNU (18 OCAK 1940): II Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine ekonomiyi ve fiyatları denetim altına almak için Millî Korunma Kanunu çıkarıldı ve böylece savaş ekonomisi uygulaması başladı. Bu kanunla devletin ekonomiye müdahale olanakları genişledi ve özel girişim devletin vesayeti altına girdi. Fakat üretim artışında yaşanan sorunlar ve ithalattaki imkânsızlıklar yüzünden birçok ürün ve mal yetersiz seviyeye düştü ve karaborsa oluştu. Kanundan istenilen sonuçlar elde edilemeyince fiyatlar serbest bırakıldı. Çiftçi, tüccar ve sanayicinin durumu iyileşti. Fakat sabit ücretle geçinen dar gelirlilerin durumu çok zorlaştı. Yüksek enflasyonla birlikte fiyatların çok artması büyük tepkilere yol açtı. Üretimin düşmesi, silah altına alınan askerlerin ve halkın zorunlu ihtiyaçlarının karşılanamaması hükûmeti yeni tedbirler almaya sevketti. 1942’de ailelerin günlük ekmek ihtiyacı belirlenerek halka ekmek karneleri verildi. Halk, günlük ekmek ihtiyaçlarını karnelerinde yazılı olan miktar kadar alabiliyordu
VARLIK VERGİSİ (11 KASIM 1942): Savaş koşullarının getirdiği karaborsacılık ve fiyatların yükselmesi bazı kimselerin olağanüstü servetler edinmesine yol açmış ve savaş zenginleri ortaya çıkmıştı. Çıkarılan kanunla bir defaya mahsus olmak üzere Varlık Vergisi adı altında servet üzerinden ağır bir vergi alındı. Komisyonlar tarafından belirlenecek vergiyi bir ay içinde ödemeyenler çalıştırılmak üzere Erzurum Aşkale’ye gönderildi. Kanunun uygulanması sırasında komisyonların belirlediği vergilendirmelerdeki haksızlıklar ve ödemelerin kısa bir süre içinde gerçekleştirilmesinin istenmesi gibi uygulamalar birtakım sıkıntıların ortaya çıkmasına yol açtı ve 1944 yılı başlarında Varlık Vergisi uygulamasına son verildi.
Not: Varlık Vergisi, ekonomiden gayrimüslimlerin büyük oranda tasfiyesine sebep olmuştur.
TOPRAK MAHSULLERİ VERGİSİ (26 NİSAN 1944): Tarımla uğraşan kesimi vergilendirmek, askerin ve halkın asgari ölçüde beslenmesini sağlamak için Toprak Mahsülleri Vergisi çıkarıldı. Bu vergi savaş ortamının olağanüstü koşullarının zorunlu kıldığı bir uygulama olarak düşünülmüştü. Çiftçiler yetiştirdikleri ürünün %10’unu ya nakit olarak ya da mal olarak ödediler. İlkel sayılacak şartlar altında üretim yapıldığı ve askere alımlar yüzünden iş gücü azaldığı için köylünün üretimi oldukça düşüktü. Kendi ihtiyacını ancak karşılayabilecek kadar üretim yapan çiftçiler ve köylüler bu vergiden hayli olumsuz etkilendiler. Üç yıl boyunca uygulanan bu vergi, büyük toprak sahiplerinin iktidardaki partiye karşı cephe almalarına da yol açtı.
II. Dünya Savaşı sürecinde Türkiye’de tek parti uygulaması devam etti. Fakat bir takım demokratik açılımlar da gerçekleştirildi. TBMM’de hükûmeti denetleme işlevini görecek bir müstakil grup kurulması kararlaştırıldı. İç işleri bakanının CHP genel sekreteri olması uygulamasından vazgeçildi. 1939 seçimlerinde Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Hüseyin Cahit Yalçın gibi Atatürk döneminde siyaset dışı kalan kişilerin milletvekili olmaları sağlandı. Fakat, 1939’da, II. Dünya Savaşı’nın çıkması bu tür demokratik açılımların kesintiye uğramasına neden oldu. Altı yıl süren II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi sadece Almanya, İtalya ve Japonya’nın yenilgisi anlamına gelmiyordu. Aynı zamanda bu ülkelerin yürüttüğü faşist ve ırkçı politikaların da yenilgisi anlamına geliyordu. Artık DÜNYADA DEMOKRATİK VE KOMÜNİST İDEOLOJİLER KARŞI KARŞIYA GELMİŞTİ. TÜRKİYE SEÇİMİNİ ABD VE İNGİLTERE’NİN BAŞINI ÇEKTİĞİ DEMOKRATİK BLOKTAN YANA YAPTI. Bu seçimde 1945 yılında SSCB’nin Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı istemesi ve Boğazlar’da askerî bir üs kurmak istediğini belirtmesi özellikle etkili oldu. Sovyet tehditi altındaki bir Türkiye’nin Batı’nın sempatisini elde edebilmesi, Batı’nın siyasal değerlerini benimsemesiyle daha kolay olurdu. II. Dünya Savaşı sürecinde Türkiye’de uygulanan ekonomik politikalar nedeniyle toplumsal tepkiler ortaya çıktı. Yeni çözüm arayışları, iç ve dış dinamiklerin etkisiyle İYİCE YIPRANAN İKTİDARI, DEMOKRATİKLEŞME YOLUNDA ADIMLAR ATMAYA ZORLADI. 1945 Yılında MİLLİ KALKINMA PARTİSİ, 1946’da DEMOKRAT PARTİnin kurulmasıyla da Türkiye’de çok partili demokratik hayat başlamış oldu.

II. DÜNYA SAVAŞI’NIN SONUÇLARI

Yalta Konferansı’nda Birleşmiş Milletler Teşkilatının kurulması ve bu örgütün Güvenlik Konseyinde bulunacak beş daimi üyesine veto hakkı tanınması kararı alındı.
YALTA KONFERANSI’nda ABD, İngiltere ve SSCB liderleri savaş sonrasında dünyaya nasıl bir düzen vereceklerini kararlaştırırken gündeme Boğazlar konusu da geldi. Sovyetler Birliği lideri Stalin, Boğazlar’ın statüsünün Sovyet Rusya lehine değiştirilmesini istedi. İngiltere Başbakanı Churchill, ortaya çıkan durumdan hiç hoşnut değildi. Yeni güç dengesinde Sovyetler Birliği’nin ağırlık kazanması, savaşın galipleri arasında yeni bir rekabet ve mücadele döneminin de başlamasına yol açacaktı. Bu sebepledir ki Churchill, Sovyetler Birliği’nin kurtardığı Doğu Avrupa ülkeleri için aramıza sanki bir demir perde indi, arkasını göremiyoruz demiştir. DEMİR PERDE, Sovyet bloku ülkeler için kullanılan bir söz haline gelmiştir.
Almanya’nın savaştan çekilmesi üzerine savaşta üstünlük sağlayan müttefik devletler, Berlin yakınındaki POTSDAM’da bir konferans daha düzenlediler (17 Temmuz-2 Ağustos 1945). Almanya’ya kabul ettirilecek şartları ve kendi nüfuz bölgelerini kararlaştırdılar. Sovyet Rusya, Boğazlar üzerindeki isteklerini bir kez daha gündeme getirerek burada kendisine askerî bir üs kurması için izin verilmesini istedi. Bu durum Sovyetler’in Türk toprağı olan Boğazlar’a gelip yerleşmesi demekti. Kendi çıkarlarına ters düşen bu durumu ne İngiltere ne de Amerika kabul edebilirdi. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte Almanya grubuna karşı kurulmuş olan büyük ittifak sona ermişti. Fakat savaş öncesindeki rekabet ve mücadele daha keskin bir şekilde yeniden başladı. Avrupa kıtasının yarısı üzerinde hâkimiyet KURAN SSCB İLE KARŞISINDA ABD LİDERLİĞİNDE DÜNYA DEVLETLERİ İDEOLOJİK AYRILIĞA DAYALI İKİ GRUBA AYRILDI. Artık dünyada demokratik devletlerden oluşan ABD liderliğindeki “BATI BLOKU” ile SSCB liderliğindeki komünist ideolojilerin oluşturduğu “DOĞU BLOKU” vardı. II. Dünya Savaşı boyunca elli milyondan fazla insan hayatını kaybetti. Bombardımanlar sonucu şehirler yıkıldı, milyonlarca insan göç etmek zorunda kaldı ve mülteci sorunu ortaya çıktı. Tarım ve sanayi üretiminde büyük düşüşler yaşanırken yüksek enflasyon ortaya çıktı. Zor hayat şartları yüzünden bazı ülkelerde ekmek karneye bağlandı. Uluslararası savaş hukuku askıya alındı. İnsan hakları ihlalleri yaşandı. Japonya’nın işgali altında bulunan Çin ve Nazi Almanyası’nda yaşayan Yahudiler başta olmak üzere; Romanlar, engelliler ve siyasi görüşlerine dayalı gerekçelerle birçok insan toplu sürgünlere, toplama kamplarına gönderilip insanlık dışı koşullarda yaşamaya ya da yargısız infazlara maruz kaldılar. Çalışma ve toplama kamplarında yüz binlerce insan yaşamını yitirdi. Savaşın sonunda, savaş suçlarına ve insanlığa karşı işlenen suçlara bakmak üzere NÜRNBERG MAHKEMESİ kuruldu. Japon yöneticiler de Tokyo’da kurulan mahkemede yargılandılar. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 9 Aralık 1948’de “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme”yi kabul etti. Bunun yanı sıra Birleşmiş Milletler, 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul etti.

II. DÜNYA SAVAŞI’NDAN SONRA ORTA DOĞU

Roma İmparatorluğu zamanında Filistin’den sürülen Yahudiler, yüzlerce yıl başka milletler arasında yaşadılarsa da Filistin topraklarına dönmek emellerinden hiç vazgeçmediler. Osmanlı Padişahı II.Abdülhamid, imparatorluğun dağılma sürecinde dahi büyük ekonomik yardım tekliflerine rağmen, Yahudilerin Kudüs’e yerleşmelerine izin vermedi. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Kudüs, Osmanlı Devleti’nin elinden çıktı ve İngiltere’nin mandası altına girdi. Bundan sonra Filistin’de yaşayan Araplarla çeşitli yollarla gelip Filistin topraklarına yerleşen Yahudiler arasında çatışmalar başladı. İngiltere zaman zaman Yahudi göçlerini sınırladıysa da alınan önlemler yeterli olmadı. “HAGANAH” adlı bir gizli örgüt ile “IRGUN” adlı terör örgütleri Filistin’e kaçak göçleri organize etti. Arap-Yahudi çatışması devam etti.
İngiltere, II. Dünya Savaşı’ndan sonra 2 Nisan 1948’de Araplar ve Yahudiler arasındaki anlaşmazlığı Birleşmiş Milletlere götürdü. BM Filistin Komisyonu oluşturuldu ve komisyon oy birliği ile Filistin’in bağımsızlığını teklif etti. Komisyon üyelerini oluşturan üyelerin ÇOĞUNLUĞUNUN TEKLİFİNE GÖRE Filistin, Araplar ile Yahudiler arasında taksim edilmeli ve iki ayrı bağımsız devlet kurulmalıydı. Kudüs şehri ise milletlerarası statüye sahip olmalıydı. Komisyonda AZINLIKTA KALAN DİĞER ÜYELERE GÖRE İSE Filistin, Yahudi ve Arap devletlerinden meydana gelen “federal” bir devlet olmalıydı. Yahudiler çoğunluk planını, Araplar ise azınlık planını desteklediler. BM Genel Kurulunda 27 Kasım 1947’de yapılan görüşmede çoğunluğun kararı benimsendi. Filistin’in Araplar ve Yahudiler arasında taksimine karar verildi. Büyük devletlerden Amerika, Sovyet Rusya ve Fransa taksim lehinde oy verirken İngiltere çekimser kaldı. Türkiye ise Arap ülkeleriyle beraber Filistin topraklarının taksiminin aleyhinde oy verdi. Filistin’in taksim edilmesi kararı bütün Arap dünyasında tepki ile karşılandı. Arap ülkeleri 17 Aralık 1947’de Kahire’de yaptıkları toplantıda Filistin topraklarının taksim edilmesini ve İsrail Devleti’nin kurulmasını önlemek için savaşa girme kararı aldılar. İngiltere BM kararından sonra 15 Mayıs 1948’e kadar Filistin’deki bütün kuvvetlerini çekme kararı aldı. Bu çekilmenin tamamlanmasından bir gün önce, Tel Aviv’de bulunan Yahudi Millî Konseyi, İSRAİL DEVLETİ’NİN KURULUŞUnu ilan etti. Bunu kabul etmeyen Arap ülkeleri İsraile saldırdı, fakat her seferinde İsrail kazanarak topraklarını genişletti.
Arap-İsrail savaşındaki yenilgi, Araplar arasında İsrail’e duyulan öfkeyi ve düşmanlığı artırdı. Arap-İsrail çekişmesi, bölgede farklı emelleri olan birçok devletin müdahaleleri sonucu dünya barışını tehdit eden kanayan bir yara hâline geldi.

II.DÜNYA SAVAŞI SONRASI TÜRKİYE VE DÜNYA

II. Dünya Savaşı Sonrası Türkiye:

1946’ya kadar meclisteki tek parti olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 1950’ye kadar iktidarını sürdürdü. II. Dünya Savaşı’nı demokrasiyle yönetilen ABD, İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği ülkeler kazandı. Türkiye’nin de bu blok içerisinde yer almak istemesi ve demokrasiye verdiği önem, çok partili sisteme geçişi hızlandırdı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü: “Tek partili sisteme son verme zamanı gelmiştir.” diyerek bu düşüncesini ortaya koydu.. Çok partili siyasi sisteme geçişi sağlayan süreç Çiftçiyi Topraklandırma Kanunun çıkarılmasına karşı verilen DÖRTLÜ TAKRİR (ÖNERGE) ile başladı. CELAL BAYAR, ADNAN MENDERES, FUAD KÖPRÜLÜ VE REFİK KORALTAN tarafından imzalanan önerge, 7 Haziran 1945’te meclis başkanlığına verildi. Önerge, meclise dahi taşınmadan parti grubunda görüşülüp reddedildi (12 Haziran 1945). Dörtlü Takrir sahipleri tarafından mecliste başlatılan tartışmalar sürerken 18 Temmuz 1945’te iş adamı Nuri Demirağ öncülüğünde Millî Kalkınma Partisi (MKP) kuruldu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş olan ilk muhalefet partisi MKP, siyasi hayatta çok fazla etkin olamadı. Adnan Menderes ve Fuad Köprülü, basın üzerinden de CHP’ye yönelik muhalif tavırlarını sürdürmeleri üzerine partiden ihraç edildiler. Arkadaşlarının partiden çıkarılma kararını eleştiren Refik Koraltan da partiden uzaklaştırıldı. Celal Bayar ise önce milletvekilliğinden daha sonra da partiden istifa etti. Bu gelişmelerin ardından Demokrat Partinin temelini atacak olan isimler belli oldu ve 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti (DP) kuruldu.
Not: 1946-50 yılları arası kurulan partiler: Millî Kalkınma Partisi Yalnız Vatan İçin Partisi Demokrat Parti Türk Muhafazakâr Partisi Liberal Demokrat Parti Serbest Demokrat Partisi Türkiye Sosyalist İşçi Partisi Millet Partisi Çiftçi ve Köylü Partisi Toprak Emlak ve Serbest Teşebbüs Partisi İslam Koruma Partisi Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi
Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan tarafından kurulan DP’nin genel başkanlığına CELAL BAYAR getirildi. CHP’den ayrılan milletvekilleri tarafından kurulan DP’nin programı ile CHP arasında çok büyük farklılıklar yoktu. DP’nin parti programında, Atatürkçülüğün altı temel ilkesine bağlı kalınacağı belirtildi. CHP’nin devletçi ekonomi anlayışı ile laiklik konusundaki uygulamaları ise dolaylı bir şekilde eleştirildi. Demokrat Partinin parti programı, CHP’den farklı olarak, “siyasette demokrasi” ile “ekonomik hayatta liberalizm” ilkelerine dayandırıldı. 5 Haziran 1946’da hükûmet tarafından hazırlanan Seçim Yasası Tasarısı, TBMM’de oy çoğunluğu ile kabul edilerek yasalaştı. Buna göre seçimler, “AÇIK OY, GİZLİ SAYIM” yöntemiyle yapılacaktı. Artık mecliste grubu bulunan Demokrat Parti, yöntemin demokratik ve güvenilir olmadığını belirtti ve bu tasarıya karşı çıkarak tepki gösterdi. DP’nin muhalefeti, alınan kararlara tesir etmedi. Önceden iki aşamalı olarak yapılan seçimlerin tek dereceli olarak yapılması teklifine ise DP olumlu yaklaştı. CHP, 1947’de yapılacak olan milletvekili genel seçimlerini bir yıl öne aldı. Seçimlerin 21 Temmuz 1946’da yapılması kararlaştırıldı. Seçimlerin erkene alınması nedeniyle DP, ülke genelindeki parti örgütlenmesini tamamlayamadan seçimlere katılmak zorunda kaldı. 21 Temmuz 1946’da yapılan erken genel seçimde, CHP dışında milletvekili çıkarabilen tek siyasal parti DP oldu. Bu seçimlerde CHP 397, DP 61, Bağımsızlar 7 milletvekili çıkarttı. Demokrat Parti; açık oy, gizli sayım yöntemi nedeniyle seçimde usulsüzlüklerin yaşandığını belirtti ve seçim sonuçlarına itiraz etti. Ancak DP’nin yaptığı itirazlar sonuç vermedi. 1946’DA YAPILAN SEÇİM, TÜRK SİYASİ TARİHİNİN TEK DERECELİ VE ÇOK PARTİLİ İLK GENEL SEÇİMLERİ OLDU. 16 Şubat 1950’de TBMM’de yeni seçim yasası kabul edildi. Seçimlerin TEK DERECELİ, GİZLİ OY VE AÇIK SAYIM esasına göre yapılması kararlaştırıldı. Seçimler yargı denetimine alındı. Seçimleri yönetmek amacıyla YÜKSEK SEÇİM KURULU kuruldu. Adnan Menderes, yeni seçim yasasını “Demokrasinin Sakarya Zaferi” olarak nitelendirdi. Fakat DP’nin karşı çıkmasına rağmen seçimlerde çoğunluk sistemi uygulaması devam etti. 14 Mayıs 1950’DE YAPILAN SEÇİMLER DP’NİN ZAFERİYLE SONUÇLANDI. Seçimlerde çoğunluk sistemi uygulandığı için, DP ile CHP arasında oy oranı bakımından çok büyük bir fark olmamasına rağmen, iki partinin milletvekili sayılarında büyük farklılık oluştu. Böylece 14 Mayıs seçimleriyle, 27 yıl süren tek parti iktidarının ardından, ilk defa halkın oylarıyla Türkiye’de siyasi iktidar değişmiş oldu. Milletvekili seçimlerinin ardından DEMOKRAT PARTİ BÜYÜK BİR ÇOĞUNLUKLA İKTİDARA GELDİ. 22 Mayıs 1950’de toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, DP GENEL BAŞKANI CELAL BAYAR’I CUMHURBAŞKANI OLARAK SEÇTİ. REFİK KORALTAN DA TBMM BAŞKANI seçildi. Celal Bayar’ın ardından DP GENEL BAŞKANLIĞINA İSE ADNAN MENDERES getirildi. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle yeni bir siyasi dönem başladı. Bu dönemi değerlendiren eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü: “Benim en büyük yenilgim en büyük zaferim oldu.” sözleriyle demokrasiye olan inancını ve bağlılığını dile getirmiştir.
Not: Çoğunluk Sistemi: Bu sistemde, her seçim çevresinde geçerli oyların çoğunluğunu kazanan partili veya bağımsız aday milletvekili seçilir. Nisbi Temsil Sistem: Nisbi temsil veya orantılı temsil, siyasal partilerin seçimde aldıkları oy oranında parlementoda temsil edilmelerine olanak veren sistemdir.
Ekonomik Hayat:
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren tarımsal alanı kalkındırmaya yönelik çalışmalara büyük önem verildi. Fakat hem II. Dünya Savaşı’nın olumsuz etkileri hem de tarım reformunun uygulanmasını gerçekleştirebilecek nitelikte kadroların olmamasından ciddi bir toprak reformu yapılamadı. II. Dünya Savaşı sona erince çiftçiyi topraklandırma konusunda çalışmalar başladı. Mecliste yaşanan uzun tartışmaların ardından 1945’te Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu kabul edildi. Bu yasayla arazisi olmayan çiftçiyi toprak sahibi yapmak ve tarıma açılan toprakların işlenip üretimin artırılması amaçlandı. 1945’ten sonra CHP, devletçi ekonomi modeli uygulamalarını yumuşattı ve serbest ekonomiye yönelik politikalar takip etmeye başladı. II. Dünya Savaşı süresince yaşanan ekonomik sıkıntılar ve DP’nin liberalizmi savunması, CHP’nin devletçi ekonomi politikasında değişikliğe gitmesine yol açtı. Recep Peker Hükûmeti döneminde devalüasyona gidildi. 7 Eylül 1946’da Türk Lirası’nın değeri ABD doları karşısında %50 oranında düşürüldü. 1 ABD doları 280 kuruş oldu. BÖYLECE DEVLETÇİ EKONOMİDEN LİBERAL EKONOMİYE DOĞRU İLK ADIM ATILDI. Bu devalüasyonla ithalat artırılmaya ve yerli ürünlerin ihracatı kolaylaştırılmaya çalışıldı. Fakat üretim ve dış ticarette istenen sonuç elde edilemedi.
Not: Devalüasyon: Sözlük manası kıymetten düşme anlamına gelen devalüasyonun iktisadi manası, ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki değerinin düşürülmesidir. Devalüasyon özellikle sabit kur sistemi için geçerlidir. Bu sistemde yerli paranın yabancı paralar karşısındaki değeri hükûmet tarafından belirlenir ve devalüasyonda hükûmet kararıyla ve aniden yapılır.
Not: Çalışma Bakanlığı kuruldu. (1945) İşçi Sigortaları Genel Müdürlüğü kuruldu. (1945) İş ve İşçi Bulma Kurumu kuruldu. (1946)
Sosyal ve Kültürel Hayat:
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’de hızlı bir şekilde nüfus artışı yaşandı. Hayat standartlarının iyileşmesi ve sağlık alanındaki gelişmeler nüfustaki artışın en temel nedenleri oldu. 1945’ten itibaren kırsal kesimden kentlere göç yaşanmaya başladı. Tarımda makineleşmenin başlaması, aile içindeki nüfus artışıyla beraber toprakların aileyi oluşturan bireyler arasında bölünmesinden dolayı aileye yetmemesi, şehirlerdeki iş imkânlarının köylere oranla daha çok olması gibi nedenler insanları şehirlere göç etmeye yönlendirdi. Ankara, İstanbul, Adana, İzmir gibi büyük kentler yoğun olarak göç aldı. İkinci Dünya Savaşı sonrası modern baskı ve gazetecilik yöntemlerinin günlük basına girmeye başlaması, siyasal ve sosyal hareketliliğin artması ve basınla ilgili ifade özgürlüğünü kolaylaştırıcı düzenlemeler, basının içerik ve sayısal açısından hızla gelişmesine yol açmıştır. Ayrıca çok partili yaşama geçişle birlikte toplumun siyasete katılımındaki artış, basını da daha zengin bir tartışma ortamına yönlendirmişti. Bu dönemde, basındaki ve edebiyat dergilerindeki nitel değişimler, okur kitlesinin artması gibi nedenlerin de etkisiyle edebiyat dergilerinde yoğun bir tartışma ortamı olduğu gözlemlenmiştir. Buna bağlı olarak 1945-1950 yılları arasında Türkiye’de yayımlanan dergi sayısının neredeyse iki katına çıkmıştır. Bu dönemin kültürel hayatına katkıda bulunan edebiyat dergilerinden başlıcaları; HİSAR, VARLIK, MAVİ, YEDİTEPE, PAZAR POSTASI, MARKOPAŞA VE BÜYÜK DOĞU’dur. Edebiyatta ORHAN VELİ, MELİH CEVDET ANDAY VE OKTAY RİFAT’ın oluşturduğu GARİP AKIMI ön plana çıktı. Bu akıma bağlı şairler, şiirde her türlü kurala ve kalıplara karşı çıkıp günlük konuşma diliyle beraber sokaktaki insanı şiire soktular. Garip Akımı toplumun büyük bir kesiminde ilgiyle karşılansa da edebiyat çevresinde tartışmaları da beraberinde getirdi. Garip Akımı dışında kalan şairler Türk şiirinde yenilik arayışlarını sürdürmeye devam ettiler. Roman türünde Anadolu ve Anadolu insanın hayatı toplumcu gerçekçi bir çizgide ele alınıp işleyen birçok eser yazıldı. 10 Haziran 1949’da, Devlet Tiyatrolarının Kuruluşu Hakkında Kanun’un çıkarılmasıyla kültürel hayatta önemli bir adım atıldı. Devlet Tiyatrosu ve Operası Genel Müdürlüğüne MUHSİN ERTUĞRUL atandı Devlet Tiyatrolarında Shakespeare, Moliere, Goethe, Çehov gibi yabancı yazarların eserlerinin yanı sıra Ahmet Kutsi Tecer, Oktay Rifat ve Cevat Fehmi Başkut gibi yerli sanatçıların eserleri de sergilendi.

İKİ KUTUPLU DÜNYA VE TÜRKİYE

II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’NİN BAŞINI ÇEKTİĞİ BATI BLOKU ÜLKELERİ ile SSCB’NİN ÖNDERLİĞİNDEKİ DOĞU BLOKU ülkeleri arasında ekonomik, askerî, ideolojik, siyasi ve kültürel alanlarda büyük çekişmeler yaşanmaya başladı. 1960’LARA KADAR DEVAM EDEN BU SÜREÇ AYNI ZAMANDA SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ OLARAK DA ADLANDIRILMAKTADIR.
Not: Soğuk Savaş kavramını ilk kez ABD’li devlet adamı Bernard Baruch 17 Nisan 1947’de yaptığı bir konuşmada kullanmıştır.
Nükleer ve kimyasal başlıklı silahların tahrip gücünün yüksek olması, sıcak çatışmada iki taraf da birbirini yok edecek boyutlarda yıkıma yol açabilirdi. Bu yüzden Doğu Bloku ile Batı Bloku arasındaki silahların kullanılmadığı çatışma 1991’DE SSCB’NİN DAĞILMASINA KADAR devam etti

DOĞU BLOKU

II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan iki süper güçten biri Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ydi (SSCB). SSCB’nin bu kadar güçlenmesinde ALMANYA, İTALYA VE JAPONYA’NIN SAVAŞTAN YENİLGİYLE ÇIKMALARI, İNGİLTERE VE FRANSA’NIN SAVAŞI KAZANMALARINA RAĞMEN BÜYÜK ÖLÇÜDE YIPRANMIŞ OLMALARI etkili oldu. SSCB, II. Dünya Savaşı’nda Almanları yenilgiye uğrattıktan sonra Doğu Avrupa’da ilerleyerek bu topraklardaki Alman işgaline son verdi
SSCB’nin kendi topraklarını Alman işgalinden kurtardıktan sonra savaştan çekilmesinden endişe eden ABD ve İngiltere, SSCB’nin ilerlemesine tepki göstermediler. Böylece SSCB savaşın sonlarına doğru Doğu ve Orta Avrupa’daki ülkelerden birçoğunu işgal etti. 1947’de barış antlaşmalarının imzalanması neticesinde SSCB’nin işgal etmiş olduğu ülkelerden çekilmesi gerekiyordu. Fakat SSCB, denetimi altındaki ülkelerde komünist partileri iktidara getirip muhalefet partilerini tamamen tasfiye etmeden buralardan çekilmedi. MACARİSTAN, BULGARİSTAN, ROMANYA, POLONYA VE ÇEKOSLOVAKYA’DAKİ MUHALEFET, BASKI YOLUYLA TAMAMEN TASFİYE EDİLDİ. Bu ülkeler komünist partiler iktidara getirilerek kontrol altına alındı. Anayasaları değiştirilerek sosyal, siyasal ve ekonomik düzenleri Sovyet modeline göre yeniden kuruldu. SSCB, Doğu Avrupa ülkeleriyle dostluk, iş birliği, saldırmazlık gibi antlaşmalar yaparak bir blok oluşturdu ve bu ülkeleri daha sıkı denetim altında tutmaya çalıştı

Doğu Bloku Teşkilatları:

Cominform: İlk olarak 5 Ekim 1947’de Cominform (Kominform) kuruldu. Cominform ile SSCB ve komünist rejimler arasında SİYASİ VE İDEOLOJİK BAĞ sağlandı.
Comecon: MARSHALL PLANI VE AVRUPA EKONOMİK İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜNE KARŞI SSCB öncülüğünde Comecon (Komekon) (KARŞILIKLI EKONOMİK YARDIMLAŞMA KONSEYİ) kuruldu (25 Ocak 1949). Comecon’un amacı; üye ülkelerde ekonomik gelişmeyi hızlandırmak, bilimsel ve teknik gelişmeye önem vermek ve üye ülkeler arasındaki dayanışmayı sağlamaktı.
Varşova Paktı: ASKERÎ ALANDA da Varşova Paktı kuruldu. Varşova Paktı Soğuk Savaş Dönemi’nde öne çıkan uluslararası güvenlik örgütlerinden biridir. NATO’yu varlığına tehdit olarak gören SSCB öncülüğünde; ARNAVUTLUK, DOĞU ALMANYA, BULGARİSTAN, MACARİSTAN, POLONYA, ROMANYA VE ÇEKOSLOVAKYA’nın katılımıyla kuruldu (14 Mayıs 1955). Kuruluş amacı NATO’ya karşı sosyalist ülkeler arasında dostluk ve askerî yardım sağlamaktı. Varşova Paktı, Soğuk Savaş’ın bitmesiyle 1991’de dağıldı.
Not: MARSHALL PLANI’NA KARŞILIK SSCB ve uydu devletleri, aralarındaki ekonomik ilişkileri ve iş birliğini sıklaştırmak için MOLOTOF PLANI doğrultusunda ikili ticaret sistemleri kurdular.

BATI BLOKU

II. Dünya Savaşı sonrasında SSCB’nin yayılma tehlikesi karşısında İngiltere Başbakanı WİNSTON CHURCHİLL, ABD’ye bu tehdidi önlemek için çağrıda bulundu. İngiltere, 21 Şubat 1947’de ABD’ye Türkiye ve Yunanistan’la ilgili uyarı niteliğinde iki nota verdi. Bu notalarda TÜRKİYE VE YUNANİSTAN’IN BATI SAVUNMASI İÇİN ÖNEMİ VURGULANDI. Bu sebeple bu ülkelere askerî ve ekonomik yardım yapılması gerektiğini ancak İngiltere’nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar nedeniyle bu yardımları yapamayacağını belirtti. İngiltere’nin Yunanistan’daki askerlerini de geri çekmek zorunda olduğu açıklandı. SSCB TEHDİDİNE KARŞI ABD’NİN SORUMLULUK ÜSTLENMESİ İSTENDİ. SSCB’nin girişimleri ve yayılmacı tutumu karşısında ABD Uzak Doğu’da, Doğu Akdeniz’de ve Orta Avrupa’da harekete geçti. Böylece II. Dünya Savaşı’nda müttefik olan ABD ile SSCB arasında savaş sonrasında iş birliği yerine çatışma süreci başlamış oldu. Batı Bloku’nun liderliğini üstlenen ABD, SSCB’Yİ ÇEVRELEME POLİTİKASI izledi. ABD’NİN BATI BLOKU’NUN LİDERLİĞİNİ ÜSTLENMESİYLE İNGİLTERE, AVRUPA’DAKİ ÜSTÜNLÜĞÜNÜ ABD’YE BIRAKTI.

Batı Blokunun Teşkilatları:

SSCB’nin yayılmacı politikasının karşısında kendisini “HÜR DÜNYA” olarak adlandıran Batı Bloku ülkeleri ABD öncülüğünde belli alanlarda teşkilatlanmalara gitti. Bu teşkilatlar askerî, ekonomik ve siyasi alanlarda gerçekleşti. Böylece II. Dünya Savaşı’nın getirdiği olumsuz şartlarla var olan SSCB tehdidine tek başına direnmesi mümkün olmayan ülkelerin bir araya getirilerek bu durum aşılmaya çalışıldı. NATO ve Avrupa Konseyi gibi oluşumlar bu amaçla kuruldu. Ayrıca Truman Doktrini ve Marshall yardımı projesi de bu siyaseti destekleyen adımlardı.
Truman Doktrini: ABD Başkanı Harry S. Truman, 12 Mart 1947’de Avrupa’yı desteklemek ve güçlendirmek için Truman Doktrini’ni ilan etti. Truman, Amerikan Kongresine sunduğu bildiride TÜRKİYE VE YUNANİSTAN’A YARDIM YAPILMASI İÇİN kendisine yetki verilmesini istedi. Amerikan Kongresinde; SSCB tehdidine karşılık Yunanistan’a 300 milyon, Türkiye’ye de 100 milyon dolarlık yardımın yapılması kabul edildi. ABD, Truman Doktrini ile iki temel amaca ulaşmaya çalıştı: Bu amaçlardan öncelikli olanı dünyanın neresinde olursa olsun SSCB’nin yayılmasını engellemek ABD’nin ekonomik ve siyasal hâkimiyetinin genişlemesini sağlamaktı. İkinci amaç ise SSCB tehdidine karşı Türkiye ve Yunanistan’a askerî yardım yapmaktı. Marshall Planı: ABD, Avrupa’nın ekonomik yönden güçlü olduğu takdirde SSCB’nin siyasi yayılmacılığına karşı koyabileceğini düşünüyordu. Bu nedenle ABD, 1945- 1946 yılları arasında Batı Avrupa ülkelerine 15 milyar dolarlık yardımda bulundu. Ancak ABD’nin yardımları Avrupa’nın ekonomik ve siyasi sorunlarını çözmeye yeterli değildi. ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, 5 Haziran 1947’de yaptığı açıklamada ABD’nin, Avrupa’nın ekonomik kalkınması için yapacağı girişimden önce, Avrupa ülkelerinin kendi aralarında ekonomik iş birliği sağlamaları gerektiğini belirtti. Ancak bu iş birliği sağlandıktan sonra bir açık ortaya çıkarsa bu açığın kapatılması için ABD’nin yardımcı olabileceğini söyledi

NATO’nun Kuruluşu Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO: North Atlantic Treaty Organization)

Soğuk Savaş Dönemi’nde SSCB’ye karşı kurulan geniş kapsamlı bir savunma ittifakıdır. ABD, İNGİLTERE, FRANSA, BELÇİKA, HOLLANDA, LÜKSEMBURG, NORVEÇ, DANİMARKA, İZLANDA, PORTEKİZ, İTALYA VE KANADA’nın katılımıyla 4 Nisan 1949’da kuruldu. NATO’nun oluşturulmasının ana fikri SSCB yayılmasına ve tehdidine karşı etkili bir set kurmaktı. Bu amacı gerçekleştirmek için öncelikle NATO antlaşmasını imzalayan ülkeler arasında askerî iş birliği sağlandı. Böylece üye devletlerden birine yapılacak olan herhangi bir saldırı, hepsine karşı yapılmış sayılacaktı. NATO’ya üye devletlerin askerî ittifak dışında siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda da iş birliği içerisinde olmaları planlandı. NATO yapılanması sonucunda SSCB öncülüğünde oluşan Doğu Bloku’na karşı Batı Bloku oluşturuldu.
Avrupa Konseyi: Avrupa Konseyinin kuruluş amacı, her alanda üye ülkeler arasında GÜVEN OLUŞTURUP İŞ BİRLİĞİ sağlamaktır. 5 Mayıs 1949’DA LONDRA ANTLAŞMASI İLE İNGİLTERE, FRANSA, BELÇİKA, HOLLANDA, LÜKSEMBURG, DANİMARKA, İRLANDA, İTALYA,NORVEÇ VE İSVEÇ arasında kurulan konsey sadece Avrupa devletlerini kapsayan ve askerî niteliği olmayan bir teşkilattır.

DOĞU VE BATI ARASINDAKİ TÜRKİYE

Türkiye-SSCB İlişkileri: Stalin, II. Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan koşullar nedeniyle Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin günün koşullarına uygun olarak yeniden düzenlenmesini ve SSCB lehine değişiklikler yapılmasını talep etti. ABD, SSCB’nin karşısında yer alırken, Sovyet RUSYA TEHDİDİNE MARUZ KALAN TÜRKİYE’NİN DE BATI İLE OLAN İLİŞKİLERİ GELİŞTİ.. SSCB 30 Mayıs 1953’te yaptığı açıklamayla, II. Dünya Savaşı’ndan sonra gündeme getirdiği taleplerinden vazgeçtiğini resmen bildirdi. Türkiye ve SSCB arasındaki ilişkiler de bu tarihten sonra yumuşamaya başladı.

Türkiye ve Truman Doktrini

Truman Doktrini ile SSCB’nin yayılmacılık politikasının tehdidi altında kalan Yunanistan ve Türkiye’ye askerî ve ekonomik yardımlar yapıldı. Gerek CHP ve gerek DP üyeleri ABD’nin Türkiye’yi desteklemesini dostane bir tavır olarak gördüler. Türkiye’nin Truman Doktrini ile ABD yardımlarını kabul etmesinin başlıca sebebi, SSCB’nin istekleri ve tehdidi karşısında ABD’nin desteğini almaktı. TRUMAN DOKTRİNİ, TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA DA BÜYÜK DEĞİŞİKLİKLERE YOL AÇTI. Truman Doktrini’nin uygulanmasından sonra Türkiye, tamamen Batı Bloku yanlısı bir dış politika izlenmeye başladı.
Türkiye’nin Avrupa Konseyine Üye Olması: Türkiye, Avrupa Konseyini kurulduktan kısa bir süre sonra Yunanistan ve İzlanda ile birlikte Ağustos 1949’da Avrupa Konseyine davet edildi. Türkiye bu süreçten sonra, KONSEYİN KURUCU ÜYELERİ ARASINDA SAYILDI.

Türkiye’nin NATO’ya Katılması:

II. Dünya Savaşı’nda Japonya teslim olduktan sonra Kore’nin kuzeyini SSCB, güneyini ise ABD denetim altına aldı. Kore, 38. ENLEM SINIR KABUL EDİLEREK Güney Kore ve Kuzey Kore olmak üzere ikiye ayrıldı. SSCB ve ABD arasında gerçekleşen görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca Kore’nin birleşmesi gerçekleşmedi. Güney Kore’de yapılan seçim neticesinde 15 Ağustos 1948’de Güney Kore Cumhuriyeti kuruldu. SSCB’nin desteklediği Kuzey Kore’de de seçimler yapıldı ve 9 Eylül 1948’de Kore Halk Cumhuriyeti kuruldu. Siyasi olarak ikiye bölünen Kore’de yaşanan gerginlikler bitmedi ve bir savaşa dönüştü. 25 Haziran 1950’de SSCB’NİN DESTEKLEDİĞİ KUZEY KORE BİRLİKLERİ, GÜNEY KORE’DEKİ ASKERLERİN SINIRI GEÇTİKLERİNİ İLERİ SÜREREK GÜNEY KORE’YE SALDIRDI. Savaşın başlamasıyla ABD, Güney Kore’ye yardım göndermeye başladı ve Birleşmiş Milletleri harekete geçirdi. ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyelerine barışı sağlamak için Güney Kore’ye asker gönderme çağrısında bulundu. Alınan kararla ABD’nin önderlik ettiği bir Birleşmiş Milletler Kuvveti oluşturuldu ve komutanlığına da Amerikalı General MAC ARTHUR getirildi.
1950 seçimleri sonucu iktidara gelen Demokrat Parti, NATO’ya katılma çalışmalarına hız verdi. Türkiye’nin NATO’ya katılmak istemesinin nedenleri şöyle sıralanabilir: 1. NATO içerisinde yer alarak, SSCB tehdidinin devam etmesi karşısında ülke topraklarının savunulmasının kolaylaştırılması düşünülmüştür. 2. Türk devlet adamları Avrupa Konseyinin kurucu üyelerinden olan Türkiye’yi Batı’nın ayrılmaz bir parçası olarak görüyorlardı.
Bu nedenle KORE SAVAŞI’nda Birleşmiş Milletler Barış Gücü Komutanlığı bünyesinde savaşa katıldı. Kore Savaşı’nda Doğu Bloku’nun yayılmacılığına karşı dünyayla birlikte hareket eden Türkiye, Kore Türk Tugayı Komutanlığına Tuğgeneral TAHSİN YAZICI; Piyade Alay Komutanlığına da Celal Dora atandı. Birleşmiş Milletler Barış Gücü Komutanlığı bünyesinde savaşan Türk askeri, başarılı bir şekilde mücadele etti. Çok şiddetli geçen KUNURİ MUHAREBELERİ’nde önemli başarılar kazanan Türk ordusu, büyük kayıplar verdi. Bu durum TÜRKİYE’NİN NATO ÜYELİĞİ İÇİN BAZI BATI BLOKU ÜLKELERİNİN YAPTIĞI İTİRAZLARI ÖNEMLİ ÖLÇÜDE AZALTTI. Türkiye’nin NATO’ya kabul edilmesini sağlayan bir başka gelişme ise SSCB’NİN NÜKLEER SİLAH EDİNMESİ oldu. 1949’da SSCB, atom silahına sahip olduğunu resmen açıkladı. ABD, SSCB’nin olası bir nükleer saldırısına karşılık verebilmek için SSCB’ye yakın bölgelerde askerî üslere ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. 1952’de TÜRKİYE VE YUNANİSTAN NATO’YA RESMEN katıldı.
Not: Üç yıl süren Kore Savaşı’nda taraflar birbirlerine üstünlük sağlayamadılar. 1950’de başlayan savaş, 27 Temmuz 1953 PANMUNJOM ATEŞKES ANLAŞMASI ile sona erdi. Yapılan ateşkese göre Kuzey Kore ile Güney Kore arasındaki sınır değişmedi ve 38. enlem sınır çizgisi olarak kabul edildi.

1950’Lİ YILLARDA TÜRKİYE

Siyasi Hayat:
14 Mayıs 1950 seçimleriyle başlayan Demokrat Partinin iktidarı kesintisiz olarak on yıl devam etti ve 27 MAYIS 1960 YILINDAKİ ASKERÎ DARBEYLE sona erdi. Bu süreç boyunca CHP ana muhalefet partisi görevini üstlendi. DP genel başkanlığını yürüten CELAL BAYAR, 14 Mayıs seçimlerinden sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin ÜÇÜNCÜ CUMHURBAŞKANI oldu. Celal Bayar, DP genel başkanlığından istifa ederek görevini Adnan Menderes’e bıraktı. Bu on yıllık süreçte DP genel BAŞKANLIĞINI ADNAN MENDERES, CHP genel başkanlığını ise İsmet İnönü sürdürdü. DP iktidarının ilk yıllarında 18 Temmuz 1932 tarihli genelge ile başlayan ezanın Türkçe okunması uygulamasına 16 Haziran 1950’de son verildi. Bu tarihten sonra ezanın okunuşu aslına döndürüldü. Yine aynı dönemde halkı kışkırtmak amaçlı Atatürk heykellerine yapılan saldırılar üzerine 25 Temmuz 1951’de Atatürk’ün manevi şahsiyetini korumak için Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun çıkarıldı. İnşaatı yarım kalan ANITKABİR TAMAMLANDI ve 1953’te Atatürk’ün naaşı geçici olarak konulduğu Etnoğrafya Müzesinden alınarak törenle ebedi istirahatgâhı olan Anıtkabir’e nakledildi. Köy Enstitüleri 1954’te öğretmen okullarına dönüştürüldü. DP döneminde ekonomide önemli gelişmeler yaşandı. Bu dönemde devletçi ekonomi anlayışından liberal ekonomiye geçiş yapıldı. Bunun sonucu olarak 1950’den 1954’e kadar geçen süreçte Türkiye ekonomisinde kalkınmanın yaşandığı bir dönem oldu. Ekonomide tarım sektörüne öncelik verildi. DP, sanayide de özel sektöre dayalı bir siyaset uyguladı. 1951’de Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu çıkarıldı. Truman Doktrini ve Marshall Planı yardımlarından sonra NATO’ya üye olundu. Böylece Türkiye siyasi olarak yüzünü tamamen Batı’ya çevirdi. 2 Mayıs 1954’te yapılan genel seçimlere DEMOKRAT PARTİ, CUMHURİYET HALK PARTİSİ, CUMHURİYETÇİ MİLLET PARTİSİ, TÜRKİYE KÖYLÜ PARTİSİ VE İŞÇİ PARTİSİ katıldı. 1954 seçimlerinin ardından DP, oylarını önemli ölçüde artırarak iktidarını devam ettirdi
DP iktidarı döneminde olumlu gelişmeler yaşanırken iç ve dış politikada olumsuz gelişmeler de ortaya çıktı. Dış politikada; KIBRIS MESELESİ VE 6-7 EYLÜL OLAYLARI’NIN YAŞANMASI büyük sıkıntılara yol açtı. DP iktidarı döneminin ortalarından itibaren ÜLKEDE EKONOMİK SIKINTILAR BAŞ GÖSTERDİ. İKTİDAR VE MUHALEFET ARASINDA YAŞANAN GERİLİMLER TIRMANDI. İktidar ve muhalefet çatışmasının en şiddetli olduğu dönemde DP, 1958 yılında yapılacak seçimleri erkene aldı ve seçimlerin 27 Ekim 1957’de yapılacağını duyurdu. DP’nin erken seçime gitmesinin başlıca nedenleri; muhalefet partileri arasındaki iş birliği arayışları, DP içinde yaşanan çekişmeler, üniversite olayları, ordu içindeki cuntacı hareketlenmeler ve ekonomide yaşanan sıkıntılardı. Altı ay öne alınan seçimleri DP kazandı, ancak diğer seçime göre muhalefet bu seçimden güçlenerek çıkmıştı. TBMM, 2 Kasım 1957’de Celal Bayar’ı 413 oyla üçüncü kez cumhurbaşkanı seçti. 1958’de Cumhuriyetçi Millet Partisi ile Köylü Partisi birleşip Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) adını aldı. Hürriyet Partisi de CHP’ye katıldı. Muhalefet partilerinin birleşme yoluna gitmesi, iktidar-muhalefet ilişkilerini daha da sertleştirdi. Muhalefetin birleşmesi üzerine DP öncülüğünde VATAN CEPHESİ kuruldu. Kuruluş amacı, iktidarın halk tabanını genişletmek ve halkın desteğini sağlamak olan Vatan Cephesine üye olanların İSİMLERİ RADYODAN HER GÜN HALKA DUYURULDU. Bu durumu hükûmetin aleyhine kullanan muhalefetin kışkırtmasıyla ülkedeki siyasî gerginlik arttı. Siyasal gerginliği azaltmak ve istikrarı sağlamak isteyen hükûmet 18 Nisan 1960’da DP milletvekillerinden oluşan ve olağanüstü yetkilere sahip TAHKİKAT KOMİSYONU’nu kurdu. Komisyon ülkenin istikrarını bozacak her türlü yıkıcı faaliyete müdahale etme yetkisine sahip olacaktı. Komisyon, kararlarına uymayan yıkıcı faaliyette bulunanlara hapis cezası verme yetkisine de sahip olacaktı.
27 MAYIS 1960’TA MİLLÎ BİRLİK KOMİTESİ adlı bir cunta yapılanması, Türk Silahlı Kuvvetler adına millî iradeyi hiçe sayarak ülke yönetimine el koydu. DP üyeleri tutuklandı, anayasa ve meclis feshedildi. Tüm siyasi faaliyetler askıya alındı. Böylece demokratik bir süreçle başlayan Demokrat Parti dönemi, demokratik olmayan bir yöntemle sona erdirildi. Dönemin bir askerî darbe ile sona ermesi, Türk demokrasi tarihinde olumsuz bir süreç başlattı.
Not: Cunta: Demokratik yollardan seçilmiş meşru hükûmete karşı darbe yaparak ülke yönetimine el koyan genellikle askerî yapıdaki demokratik olmayan kurullara verilen isimdir.
Ekonomik Hayat
Demokrat Parti, Liberal ekonomi anlayışını savundu. Ancak DEVLETÇİLİK İLKESİ TAMAMEN REDDEDİLMEDİ. Özel teşebbüsün ön planda olduğu bir ekonomik program benimsendi. Yabancı ve yerli sermayenin sanayiye girmesini teşvik etmek amacıyla 1950’de TÜRKİYE SINAÎ KALKINMA BANKASI kuruldu. Ekonomiyi canlandırmak amacıyla 1951’de “YABANCI SERMAYE YATIRIMLARINI TEŞVİK KANUNU” çıkartılarak yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesi kolaylaştırılmaya çalışıldı. Birçok yabancı şirkete Türkiye’de petrol arama izni verildi.
DP, ekonomide liberalizm politikasını benimsemiş olmasına rağmen yatırımların birçoğunu yine devlet yapmak zorunda kaldı. MAKİNE KİMYA ENDÜSTRİ KURUMU, DENİZCİLİK BANKASI, ET VE BALIK KURUMU, DEVLET MALZEME OFİSİ, TÜRKİYE PETROLLERİ ANONİM ORTAKLIĞI, EREĞLİ DEMİR ÇELİK FABRİKALARI GİBİ BİRÇOK KAMU İKTİSADİ TEŞEKKÜLÜ (KİT) kuruldu. Demokrat Parti Dönemi’nde tarım sektörü ön planda tutuldu. Tarımda makineleşme hızlandırıldı. Yapılan tüm çalışmalar ve hava koşullarının tarıma elverişli gitmesiyle 1950-1954 yılları arasında tarımsal üretimde büyük bir artış sağlandı. Marshall Planı çerçevesinde yapılan yardımlar sadece tarım alanında değil madencilik, ulaştırma ve bayındırlık alanlarında da kullanıldı. ABD, yardımların kara yolları yapımı için de kullanılmasını istedi. Bu yüzden demir yolları yapımı durdurulup kara yolları yapımına ağırlık verildi. Amerikalı teknik uzmanların girişimiyle 1949’da KARA YOLLARI İDARESİ KURULDU. Kara yolları yapımı ile köylerden kent ve kasabalara ulaşım daha kolay hâle geldi. Kara yollarının yapımına bağlı olarak ithal otomobil sayısı ve bununla birlikte petrol ihtiyacı da arttı. 1954’ten itibaren yaşanan döviz darboğazı yüzünden DP’nin temel politikası olan liberalizme kısıtlamalar getirildi. İthalatı kısıtlayıcı önlemler alındı ve DEVLET SANAYİDE ÖZEL SEKTÖRÜN YERİNİ ALDI. 1955’ten itibaren tarım ürünlerinin üretiminde düşüşler, dış ticaret açıkları, kamu harcamalarındaki sürekli artışlarlar ile birlikte ekonomik sıkıntılar yaşanmaya başladı. Gümrük tarifeleri yükseltildi ve Millî Korunma Kanunu tekrar uygulamaya konuldu.
Sosyal ve Kültürel Hayat:
1950’li yıllardan itibaren yaşanan yoğun göçler kentlerde konut sıkıntısı, çarpık kentleşme ve altyapı sorunları gibi problemleri ortaya çıkardı. Bu dönemde GARİP AKIMI’NIN ARDINDAN İKİNCİ YENİ ŞİİR ANLAYIŞI ortaya çıktı Soyutlamaların öne çıktığı yeni bir şiir anlayışı getirdiler. Yine bu dönemde ortaya çıkan ATTİLA İLHAN ÖNCÜLÜĞÜNDEKİ MAVİCİLER ise şiirde yeniliği savunup şairanelikten ödün vermeden romantik bir duyarlılıkla toplumcu gerçekçiliğin sözcüsü oldular. Dönemin diğer önemli edebiyat topluluğu ise HİSARCILAR GRUBU, edebiyatta millî zevk ve anlayışını sürdürüp yaşayan dili kullandılar.
Önceden daha çok konserlerde veya radyodan dinlenen müzik, toplumsal, ekonomik, teknolojik alandaki gelişmeler sayesinde endüstri hâline gelmeye başladı. Radyo, plak ve müzik cihazlarına olan ilgi arttı. Müzik evlere kadar girebilen bir sanat dalı hâline geldi. Müzik alanında devlet kontrolü azaldı ve serbestlik sağlandı. Böylelikle dünyada ortaya çıkan farklı müzik türleri daha yakından takip edilebildi. Tüm dünyada olduğu gibi JAZZ ve ROCK’N ROLL gibi müzik türleri bu dönemde Türkiye’yi de etkisi altına aldı. Yabancı müzik türlerine olan ilgi, yabancı dilde şarkılar söyleyen yerli sanatçıların ortaya çıkmasını sağladı. Diğer yandan Klasik Türk müziği ve Türk Halk müziği doğal süreci içinde gelişimini sürdürmeye devam etti. Dönemin önemli ses sanatçıları arasında AŞIK VEYSEL, ZEKİ MÜREN, MÜZEYYEN SENAR yer almaktadır. Sinema tarihinde 1950-1960 yılları YEŞİLÇAM SİNEMASI olarak geçmektedir. KARANLIK DÜNYA ÂŞIK VEYSEL’İN HAYATI (METİN ERKSAN); EVVEL ZAMAN İÇİNDE (TURGUT DEMİRAĞ); HALICI KIZ (MUHSİN ERTUĞRUL), KANUN NAMINA (ÖMER LÜTFİ AKAD); GELİNİN MURADI (ATIF YILMAZ); ÜÇ ARKADAŞ (MEMDUH ÜN); DOKUZ DAĞIN EFSANESİ (METİN ERKSAN) gibi filmler bu dönem çekilen filmlerden bazılarıdır. MÜNİR ÖZKUL, NERİMAN KÖKSAL, AYHAN IŞIK, BELGİN DORUK, ÖZTÜRK SERENGİL, EKREM BORA VE EROL TAŞ gibi Türk sinemasının dev isimleri bu dönemde ilk filmlerine imza atarak oyunculuğa başlamışlardır. 1953’te ilk senaryosu “Kanlı Para” ile sinema hayatına atılan Safa Önal, en fazla filme çekilmiş senaryoya sahip kişi olarak Guinness (Gines) Rekorlar Kitabı’na girmiştir. Sefa Önal’ın 395 senaryosu filme çekilmiştir. Yeşilçam Sineması bu dönemden itibaren başarılı filmlere imza atmıştır.

TOPLUMSAL DEVRİM ÇAĞINDA DÜNYA VE TÜRKİYE

1960 SONRASI GELİŞMELER

Bloklar arası rekabet:
Soğuk Savaş, II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra ABD ve SSCB’nin siyasi gücü etrafında kümelenen devletlerin oluşturduğu, çok kutuplu dünyadaki güç mücadelesiydi. Çok kutuplu dünyanın oluşumu Doğu ve Batı Bloklarının ortaya çıkmasıyla gerçekleşti. Doğu ve Batı Blokları; ABD ve SSCB öncülüğünde askerî, siyasi ve ekonomik alanlarda teşkilatlanarak ülkeler arasındaki ayrışmayı keskinleştirdi. Bloklaşmalar ülkeler arasında gerilimli bir süreci başlattı. Bunun en somut örneklerinden biri de ABD ve SSCB arasındaki gerilimin çatışmaya dönüştüğü Kore Savaşı’dır. Bu süreçte diğer dünya devletleri siyasi durumlarına göre ya ABD ya da SSCB yanında yer almak mecburiyetinde kaldı. Bunun yanında dünyanın herhangi bir bölgesinde meydana gelen politik gerilimin bir süre sonra ABD ve SSCB rekabetine dönüştüğü görüldü. 1950’li yıllarda bu gerilim zirveye ulaştı. Fakat 1955’te Endonezya’da yapılan BANDUNG KONFERANSI ile Batı Bloku ve Doğu Bloku dışında kalan “ÜÇÜNCÜ DÜNYA DEVLETLERİ” olarak isimlendirilen Asya, Afrika ve Latin Amerika Devletleri tarafından BAĞLANTISIZLAR BLOKU’nun oluşturulması, dünya siyaset dengesindeki gerilimin etkisini azaltacak bir süreci başlatmış oldu.
Not: Bağlantısızlığın, yani hiçbir bloğa veya askerî ittifaka bağlı olmama hareketinin ilk teşkilatlanması, Yugoslavya lideri TİTO ile Mısır Başbakanı NASIR’ın teşebbüsü ile 1961 yılında olmuştur. Bu iki liderin teşebbüsü ile 1-6 Eylül 1961 günlerinde BELGRAD’da 25 tarafsız ve bağlantısız ülkenin katılması ile bir konferans toplandı. Toplantının sonunda 27 maddelik bir bildiri yayımlandı. Bildiride, her türlü koloniyalizm ve sömürgeciliğe karşı geliniyor, sömürgelerin bağımsızlık hareketlerinin desteklenmesi isteniyor, bilhassa Kongo, Angola, Cezayir’in bağımsızlık hareketleri destekleniyor, Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki ırkçı ayrım mahkûm ediliyor, Filistin Arap halkının tüm haklarının tanınması, yabancı üslerin kaldırılması, genel ve tam bir silahsızlanma, bütün nükleer silahların yasaklanması, büyük devletlerin kısa zamanda silahsızlanma antlaşması imzalamaları ve Çin’in Birleşmiş Milletlere kabulü isteniyordu.
1960 YILINDAN İTİBAREN SOĞUK SAVAŞ YERİNİ YUMUŞAMA (DETANT) DÖNEMİ’NE BIRAKTI.
Yumuşama Dönemi’ne geçişi sağlayan başlıca etmenler şunlardır:
1. Doğu Bloku arasında meydana gelen çatlaklar (YUGOSLAVYA VE ÇİN’İN SSCB İLE TERS DÜŞMESİ),
2. ABD ve SSCB arasında 1962’de meydana gelen KÜBA KRİZİ ile kendisini gösteren küresel çapta bir nükleer savaş tehlikesinin ortaya çıkması sayılabilir. Yumuşama Dönemi’nde bloklarda meydana gelen yapı değişikleri, Doğu ve Batı Bloklarının yakınlaşmasını sağladı. Böylece önceki yıllara göre blokların arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar, daha yumuşak bir biçimde çözülmeye başlandı.
Bunun en somut adımları şunlardır:
1. 1972’DE SALT I (Moskova’da) ve 1979’DA SALT II (Viyana’da) Antlaşmalarının imzalanmasıyla ABD VE SSCB’NİN NÜKLEER SİLAHLARINI AZALTMA GİRİŞİMLERİ,
2. Blokların birbirlerinin varlıklarına saygı göstereceklerini taahhüt ettikleri HELSİNKİ SÖZLEŞMESİ’ni imzalamaları.
Bloklar arasındaki siyasi gerginliği bitirmek için atılan olumlu adımlar rekabeti tümüyle ortadan kaldırmadı. Siyasi askerî ve ekonomik alanlardaki ülkeler arası rekabet, düşük yoğunluklu da olsa tüm hızıyla devam etti.

ARAP-İSRAİL SAVAŞLARI

Arap-İsrail Savaşları 1948’de Filistin toprakları üzerinde İsrail Devleti’nin kurulmasıyla Orta Doğu’da başlayan gerginlik, uzun soluklu savaş dönemini başlattı.
Amerika, yeni İsrail Devleti’ni daha ilk günden tanıdı. Sovyet Rusya da üç gün sonra, Arap-İsrail Savaşı’nın başlamasından sonra, İsrail’i tanıdı. İsrail Devleti kurulur kurulmaz Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak devletleri 15 Mayıs’ta İsrail’e savaş açtılar ve BİRİNCİ ARAP-İSRAİL SAVAŞI (1948-1949) başladı. Savaş bir yıl kadar sürdü. 75.000 kişilik İsrail ordusuna karşı, savaşa katılan beş Arap devleti her cephede yenilgiye uğradı. Sonuçta BM’nin arabuluculuğu ile bir ateşkes imzalandı. İSRAİL, FİLİSTİN TOPRAKLARININ HEMEN HEMEN DÖRTTE ÜÇÜNÜ ELE GEÇİRDİ. Ayrıca, taksim kararına göre milletler arası statüye sahip olması kararlaştırılan KUDÜS ŞEHRİNİN DE YARISI İSRAİL’İN ELİNE GEÇTİ, DİĞER YARISI DA ÜRDÜN’DE KALDI.
Savaş, Filistin’de yaşayan bir milyon kadar Filistinliyi yerinden yurdundan etmiş ve bugün de süren Mülteciler Meselesi ortaya çıkmıştır.
1956 SAVAŞI ise SÜVEYŞ BUNALIMI ile başladı. 1952’de HÜR SUBAYLAR tarafından KRAL FARUK’a karşı gerçekleştirilen askerî darbeden sonra Mısır devlet başkanlığını ele geçiren ALBAY ABDÜNNÂSIR, SÜVEYŞ KANALI’NI MİLLÎLEŞTİRDİ.
1881’den beri Mısır’da etkin olan İngiltere’nin ülkeden tamamen çekilmesini istedi. Bu girişime İngiltere tepki gösterdi. İngiltere, Fransa ve İsrail aralarında anlaşarak Abdünnâsır’ın bu hamlesini önlemek istediler.
İsrail, Mısır’ın Ürdün ve Suriye ile yaptığı askerî ittifakın kendisini tehdit ettiğini bahane ederek Mısır’a saldırdı. İngiliz ve Fransız birlikleri de Süveyş Kanalı’nı işgal etti. Mısır bu saldırılar karşısında tutunamadı. SSCB’nin Mısır’dan yana tavır sergilemesi üzerine ABD, Arap dünyasında Sovyet etkisinin artacağından çekinerek bu harekâtı desteklemedi. Birleşmiş Milletler tarafından alınan kararla İsrail, İngiltere ve Fransa’nın işgal ettiği Mısır topraklarından çekilmesi istendi. Dönemin iki süper gücünün de bu karara destek vermesi üzerine İngiltere, Fransa ve İsrail işgal ettikleri Mısır topraklarından çekildiler. Bu savaş sonucunda Orta Doğu’da siyasi dengeler değişti. İNGİLTERE VE FRANSA ORTA DOĞU ÜZERİNDEKİ NÜFUZLARINI KAYBETTİLER. Bölgede ABD VE SSCB’NİN ETKİSİ ARTTI. Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır’ın Süveyş Kanalı’nı millîleştirme girişimi savaştan yenilgiyle ayrılmış olmasına rağmen tüm Arap dünyasındaki siyasi etkisini artırdı.
Not: Cemal Abdülnasır’ın iktidara gelmesi ile Ortadoğu’da yeni bir dönem başladı. Gerici olarak nitelediği ARAP MONARŞİLERİNİ YIKARAK YERLERİNE “SOSYALİST-CUMHURİYETÇİ” REJİMLER KURMA çabalarına girişti. Cemal Abdülnasır, İsrail’e karşı alınan yenilginin Arap milliyetçiliğini yükselttiğini görerek, bütün Arapları birleştirip MİLLÎ VE BÜYÜK BİR ARAP DÜNYASI KURMAK ve onun başına geçmek için çabaladı.
1967 ALTI GÜN SAVAŞI’nda Abdünnâsır, 1948 ve 1956 Arap-İsrail Savaşlarındaki yenilgileri telafi etmek için yeni bir savaşa hazırlandı. Mısır, Suriye, Ürdün ve Irak arasında İsrail’e karşı askerî bir ittifak oluşturuldu. Bu doğrultuda Arap devletleri ile İsrail arasındaki gerginlik tırmanmaya başladı. 1967’de Filistinli direnişçi grupların Suriye üzerinden İsrail topraklarına saldırması yeni bir savaşı ateşledi. Fakat SSCB tarafından silahlandırılan Arap devletleri çok kısa bir sürede İsrail karşısında ağır bozguna uğradılar. Tarihe “Altı Gün Savaşı” diye geçen 1967 Arap-İsrail Savaşı sonunda İsrail, MISIR’IN SİNA YARIMADASI’NI, SURİYE’NİN GOLAN TEPELERİ’Nİ, ÜRDÜN’ÜN BATI ŞERİA BÖLGESİNİ VE DOĞU KUDÜS’Ü İŞGAL EDEREK SINIRLARINI DÖRT KAT GENİŞLETTİ. Bu savaş sonucu Yahudiler yaklaşık iki bin yıl sonra ilk defa Kudüs’ün tamamına egemen hâle geldiler
1973 YOM KİPPUR SAVAŞI: 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda ağır yenilgiye uğrayan Mısır, Suriye ve Ürdün kaybettikleri toprakları geri almak için yeniden savaş hazırlıklarına başladı. 1970-1973 yılları arasında İsrail ve Mısır sınırında yaşanan bölgesel çatışmalar sonunda topyekûn bir savaşa dönüştü. Bu savaşta Mısır öncülüğünde Arap devletlerinin oluşturduğu askerî ittifak, İsrail’e sürpriz bir saldırı başlattı. Yom Kippur Yahudilerin savaş yapmadığı kutsal bir aydı. Aynı şekilde Müslümanların da savaş yapmadığı Ramazan ayıydı. Savaşın ilk anlarında Mısır ve Suriye, İsrail karşısında ilerleme sağladılar. Ama savaşın ilerleyen anlarında İsrail toparlanarak savaşı dengeledi. Taraflar, BM Güvenlik Konseyinin çatışmayı durdurma çağrısını dikkate alarak savaşı sonlandırdılar. 1974’te kesin ateşkes sağlandı. İsrail’in Mısır ve Suriye sınırına BM Barış Gücü askerlerinin yerleştirilmesi kabul edildi. 1973 Arap-İsrail savaşı sonunda Arap ülkeleri, İSRAİL’İ DESTEKLEYEN BATI ÜLKELERİNE KARŞI PETROL FİYATLARINI BİR SİYASİ GÜÇ OLARAK KULLANMA KARARI ALDI. Arap ülkelerinin üretimi azaltmasıyla 1970’te varili 1,80 dolar olan ham petrol fiyatı 1973’te 34 dolara kadar yükseldi. Böylece KÜRESEL ÖLÇEKTE BİR PETROL KRİZİ ortaya çıktı. Petrol krizinin başlangıcında endişelenen Batı ülkeleri, yükselen petrol fiyatlarını sanayi ve teknoloji ürünlerine yansıtarak kısa sürede bu ekonomik durumu dengelediler. Böylece Arap ülkelerinin Batı’ya karşı yaptığı petrol fiyatlarını yükseltme girişimi, istenilen amaca ulaşamadı

1978 CAMP DAVİD ANTLAŞMALARI

Mısır’ın yeni devlet başkanı ENVER SEDAT, SSCB ile iş birliğinden vazgeçip ABD’ye yaklaşma kararı aldı. Bunun üzerine ABD, Mısır ile İsrail arasında barış sağlanması için arabuluculuk yaptı.
Antlaşmalara göre İSRAİL, SİNA YARIMADASI’NI MISIR’A GERİ VERECEK, MISIR DA İSRAİL’İN SİYASİ VARLIĞINI TANIYACAKTI. Böylece kurulduğu 1948’den bu yana İsrail’in siyasi varlığını, bir Arap devleti ilk kez resmen kabul etti. Camp David Antlaşmaları, Mısır ve Ürdün’de ABD etkisini artırdı. Antlaşmalara şiddetle karşı çıkan Arap devletlerinden Suriye, Irak, Libya, Güney Yemen ve Cezayir, bir “RED CEPHESİ” kurarak SSCB’ye yaklaştı.

1980-1988 İRAN-IRAK SAVAŞI

Bu savaşın çıkmasındaki temel etmenler; Irak ve İran’ın Basra Körfezi üzerinde hâkimiyet kurma mücadelesi, Irak’ın güneyinde Fırat ve Dicle nehirlerinin birleştiği Şattülarap Su Yolu meselesi, dinî ve etnik anlaşmazlıklardı. Irak ve İran, ŞATTÜLARAP SU YOLU’nun sınırlarının çizilmesi konusunda XX. yüzyıl başından itibaren anlaşmazlık içindeydiler. 1975’te Cezayir Antlaşması’nın imzalanmasıyla sorun çözülmüştü. Fakat İran’da 1979’da Şah Rejimi’nin yıkılması ve dinî lider Ayetullah Humeynî’nin önderliğinde İslam Cumhuriyeti’nin kurulması bu dengeyi bozdu. Baas Partisinin egemen olduğu Irak ile İran İslam Cumhuriyeti arasında ilişkiler tekrar gerginleşti. Irak’ın devlet başkanı SADDAM HÜSEYİN, İran’ı ülkesindeki Şiî Müslümanları isyana teşvik ettiği gerekçesiyle suçladı. Saddam Hüseyin’in asıl amacı İran’da gerçekleşen devrim sonrası zayıflayan İran ordusunun durumundan yararlanarak saldırıya geçmek ve Şattülarap Su Yolunun denetimini ele geçirmekti.
22 Eylül 1980’de Irak kuvvetleri İran’a sürpriz bir saldırı başlattı. Savaşın başlarında Irak kuvvetleri İran topraklarına girerek Huzistan bölgesini ele geçirdi. Fakat 1982’den itibaren İran kuvvetleri toparlanarak önce Irak’ın ele geçirdiği toprakları geri aldı ve ardından da karşı taarruza geçti. Fakat savaş bir süre sonra cephelerde kilitlendi ve iki taraf birbirine üstünlük sağlayamadı. Sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı, Birleşmiş Milletlerin ara buluculuğu ile 1988’de sona erdi. Savaş sonucunda IRAK VE İRAN ESKİ SINIRLARINA GERİ DÖNDÜ. Savaş sırasında her iki ülkenin birbirlerinin petrol rafinerilerini vurması, petrol üretimini düşürdü ve fiyatların yükselmesine yol açtı. İki ülkeden bir milyona yakın insan hayatını kaybetti. İran-Irak Savaşı’nın ardından Camp David Antlaşmaları sonucunda oluşan ARAP DÜNYASINDAKİ BÖLÜNMELER DAHA DA ARTTI. Savaşta Suriye ve Libya İran’ı desteklerken; Suudi Arabistan, Ürdün ve Körfez Ülkeleri Irak’a destek verdi. ABD, SSCB, Avrupa ülkeleri ve Türkiye tarafsız kaldı

1960 SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKASINI ETKİLEYEN GELİŞMELER
KIBRIS SORUNU VE KIBRIS BARIŞ HAREKATI

Türkiye’nin güvenliği için çok önemli olan Kıbrıs Adasının idaresi 1878’de geçici olarak İngiltere’ye bırakı1dı. 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ile İngiltere’nin rakip taraflarda yer alması üzerine İngiltere, Kıbrıs Adası’nı imparatorluğuna kattığını ilan etti. 1923 Lozan Barış Antlaşması ile Kıbrıs Adası’nda resmen İngiliz egemenliğini dönemi başladı. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sürecini başlatan Kıbrıs sorunu
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanistan’ın Ada ile daha fazla ilgilenmesiyle ortaya çıktı. Yunanistan 1951’de Ada’nın kendi yönetimine bırakılması için İngiltere’ye başvurdu fakat olumsuz cevap aldı. Yunanistan, 1954’te Birleşmiş Milletlere başvurarak Kıbrıs’ın kendi kaderini belirlemesi için Ada’da halk oylaması yapılmasını talep etti. Yunanistan’ın amacı, halk oylamasıyla Ada’nın çoğunluğunu oluşturan Rumlar sayesinde Kıbrıs’ın kendisine bağlanmasını sağlamaktı. Yunanistan’ın bu girişimi de BM tarafından kabul görmedi. Fakat bu girişim, Türkiye’nin de Kıbrıs Sorunu ile ilgilenme sürecini başlattı. Böylece Kıbrıs, 1954’ten itibaren Türkiye’nin dış politikasının en önemli meselesi hâline geldi.
Yunanistan’ın girişimlerinin reddedilmesi üzerine Kıbrıslı Rumlar, EOKA adlı bir terör örgütünü kurdular. EOKA’nın amacı İngilizlere ve Türklere karşı şiddet kullanarak Ada’yı İngilizlerden ve Türklerden temizleyerek Rumlaştırmak ve daha sonra Kıbrıs’ı Yunanistan’a katmaktı. Ada’nın Yunanistan’a katılması düşüncesi Rumlar arasında XIX. yüzyıldan bu yana desteklenen bir siyasal fikirdi. Ada’daki Rumlar bu düşünceye “ENOSİS” adını veriyorlardı. EOKA adlı terör örgütünün saldırılarını artırması ve Kıbrıs Ada’sındaki olayların bunalıma dönüşmesi üzerine İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ı görüşmeye davet ederek sorunu çözmek istedi. Bu sebeple 1955’TE TOPLANAN LONDRA KONFERANSI’nda bir sonuç alınamadı. Üç devletin de Kıbrıs Adası ile ilgili çözüm önerisi farklıydı. İngiltere Ada’ya özerklik önerirken Yunanistan halk oylamasında ısrar ediyor, Türkiye ise var olan durumun korunmasını ya da Ada’nın kendisine bırakılmasını istiyordu
Not: 1955 Londra Konferansı Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye ada için garantörlük hakkı vermiş, BÖYLECE TÜRKİYE HUKUKİ OLARAK ADADA SÖZ SAHİBİ OLMUŞTUR.
Not: Enosis: Megali İdea hedefi çerçevesinde Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını, ilhak edilmesini ifade etmektedir. Kelime anlamı ile “ilhak” demek olan Enosis (yani adanın Yunanistan’a bağlanması) ilk Megali İdea haritasının çizildiği 1791 yılından beri gündemde olan bir konudur.
Not: EOKA (Yunanca: Ethniki Organosis Kyprion Agoniston: Kıbrıslı Mücadelecilerinin Ulusal Örgütü), Kıbrıs Rumlarının Kıbrıs’ta kurduğu silahlı bir örgüttür. EOKA, Kıbrıs Rumlarının Enosis amacını gerçekleştirmeyi hızlandırmak için Birleşik Krallık idaresine karşı kurulmuştur.
Diplomasi masasında sorun çözülemezken Ada’da olaylar tırmandı. EOKA terör örgütünün saldırıları Türk köylerinde yapılan katliamlara dönüştü. Bu durum üzerine 1956’dan itibaren TÜRKİYE, DAHA GERÇEKÇİ GÖRDÜĞÜ TAKSİM TEZİNİ, yani Ada’nın Türk ve Rum toplumları arasında bölüşülmesini önerdi. Türkiye’nin bu önerisine İngiltere ve Yunanistan sıcak bakmadı. Kıbrıs’ta diplomatik çözümsüzlük sürdükçe Rumlar, Türk toplumu üzerindeki baskı ve şiddeti artırdılar. Kıbrıslı Türkler, EOKA terörüne karşı 1957’de TMT’Yİ (TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLATI) kurarak kendilerini savunmaya başladı. 1958’de İngiltere tarafından MAC MİLLAN PLANI ortaya atıldı. Bu plana göre Ada’da İngiltere, Türkiye ve Yunanistan iş birliğine dayalı üçlü bir yönetim kurulacaktı. NATO’nun iki üye ülkesi arasındaki siyasi gerilimin NATO’ya zarar verdiğini düşünen ABD, duruma müdahale etti. Oluşan durum karşısında Yunanistan, İngiltere’nin planını görüşmeyi kabul etti. 1959’da Türkiye ve Yunanistan arasında Zürih’te başlayan görüşmelerde Kıbrıs Adası’nın bağımsız bir devlet olması fikri kabul edildi. 11 Şubat 1959’DA İMZALANAN ZÜRİH ANTLAŞMASI’YLA KIBRIS’IN BAĞIMSIZLIĞI FIRRESMÎLEŞTİ. Zürih Antlaşması’yla Ada’nın bağımsızlığının kabul edilmesi Ada’yı elinde tutan İngiltere’ye sunuldu. 1960’TA İNGİLTERE, TÜRKİYE VE YUNANİSTAN’IN İMZALADIĞI LONDRA ANTLAŞMASI’yla Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci resmen başladı. Böylece ne Yunanistan’ın enosis fikri ne de Türkiye’nin taksim fikri benimsenmiş oldu. Durum her iki taraf için de başarı olarak gösterildi. Londra Antlaşması’yla, Ada’daki Türk ve Rum toplumunun kurulacak Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki temsil şartlarını şöyle belirlendi:
1. Türk ve Rum toplumları kendilerini ilgilendirecek işleri toplum meclislerinde yürüteceklerdi.
2. Yürütmenin başkanı olan CUMHURBAŞKANI RUM, YARDIMCISI TÜRK olacaktı.
3. Cumhurbaşkanı, üyelerinden üçünün Türk, yedisinin Rum olacağı bakanlar kurulu ile görevini yürütecekti.
4. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal düzeninin sürekliliği İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantisi altında olacaktı.
Böylece Kıbrıs’ta yaşayan Türk ve Rum toplumlarının yanı sıra, garantör devletler olan Türkiye ve Yunanistan da aynı hukuki haklara kavuşmuş oluyordu. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması, Kıbrıs Anayasası’nın yürürlüğe girmesi ve uluslararası antlaşmalar, Ada’da yaşanan sorunları bitirmedi. Özellikle Rumlar, Yunanistan’ın sürekli kışkırtmaları sonucu her fırsatta enosis fikrini öne sürdüler ve Türklerin kendileriyle eşit haklara kavuşmasını kabul etmediler. 1960-1963 yılları arasında Rumlar, antlaşmalarla Türklere tanınan hakların verilmesini geciktirdiler. Böylece Kıbrıs’ta oluşan mevcut durumu kendi lehlerine çevirmek istediler. Rumlar, enosis fikrini hayata geçirmek için AKRİTAS PLANI adı verilen bir proje hazırladılar. Rumların planına göre anayasada yapılmak istenilen değişiklikler Türkiye ve Ada’daki Türk toplumu tarafından reddedildi. Rumlar ve Türkler arasında gerginlik arttı. Bu gerginlik sırasında bir Türk kadınının Rum polisi tarafından öldürülmesi iki taraf arasında çatışmalara yol açtı. Rumlar Akritas Planı gereğince genel saldırıya geçtiler ve pek çok Türk’ü vahşice katlettiler. Yaşanan bu cinayetlere ve katliama KANLI NOEL adı verildi. Kanlı Noel olaylarının yaşanması ve Ada’daki Türklerin katledilmesine Türkiye sert tepki gösterdi. TÜRK SAVAŞ UÇAKLARI RUMLARI İHTAR ETMEK İÇİN KIBRIS ÜZERİNDE UÇMAYA BAŞLADI. Bu hava harekâtı sırasında Ada üzerinde uçuş görevinin komutanı Yüzbaşı CENGİZ TOPEL’in uçağı, Rumlar tarafından düşürüldü. Esir düşen Yüzbaşı Cengiz Topel daha sonra Rumların işkencesi sonucu şehit oldu. Kıbrıs’taki Türk alayı garnizondan çıkarak Türkleri korumak için Lefkoşa’nın Türk mahallelerine yerleşti. Olayları sakinleştirmek amacıyla Lefkoşa’nın Rum ve Türk tarafını birbirinden ayırmak için İngiltere tarafından YEŞİL HAT adı verilen bir sınır çizildi. Türkiye, dünya kamuoyuna Ada’daki olayların devam etmesi hâlinde garantör olarak müdahale edeceğini duyurdu. Türkiye’nin bu tutumu Yunanistan ile olan ilişkileri gerginleştirdi. Durumun ciddileştiğini gören ABD BAŞKANI JOHNSON, BAŞBAKAN İSMET İNÖNÜ’YE BİR MEKTUP yazarak Türkiye’nin müdahale fikrinden vazgeçmesini ve bu durumun endişe verici olduğunu söyledi. Başbakan İsmet İnönü de diplomatik bir mektupla Başkan Johnsonn’a Türkiye’nin kararlılığını dile getirdi. Türkiye’nin kararlı tavrı ile 1964’te Rum saldırıları azaldı. Fakat 1967’den itibaren Ada’da tekrar tansiyon yükseldi. Yunanistan, Kıbrıs’a çok sayıda asker gönderdi. Yunanistan’ın desteği ile silahlandırılan RUM MİLLÎ MUHAFIZ TEŞKİLATI, Türklere karşı sistematik olarak etnik bir temizliğe başladı. Bu durumun üzerine TÜRK SAVAŞ UÇAKLARI TEKRAR ADA ÜZERİNDE UÇUŞLARA BAŞLADI. Uluslararası toplumun da tepki göstermesiyle Rumların saldırıları tekrar durduruldu. Ada’daki Türkler ve Rumlar fiilen birbirlerinden kopmuşlardı. Bu gelişme üzerine Kıbrıs’taki Türk toplumu, 1967’de Dr. FAZIL KÜÇÜK önderliğinde KIBRIS GEÇİCİ TÜRK YÖNETİMİ’ni kurdu. 1971’de geçici ifadesi kaldırılarak oluşum KIBRIS TÜRK YÖNETİMİ’ne dönüştü.
Kıbrıs Barış Harekâtı 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta Yunanistan’a bağlı subaylar askerî bir darbe yaparak CUMHURBAŞKANI MAKARİOS’u devirdiler. Yerine EOKA’ya bağlı NİKOS SAMSON’u geçirdiler ve KIBRIS ELEN CUMHURİYETİ’ni ilan ettiler. Kıbrıs Anayasası’na aykırı olarak yapılan ve Ada’yı Yunanistan’a bağlamak demek olan harekete Türkiye sert tepki gösterdi.
Türk Silahlı Kuvvetleri, 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta barışı ve anayasal düzeni yeniden sağlamak için KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI’nı gerçekleştirdi. Barış Harekâtı, planlara tam uygun bir şekilde gerçekleştirilerek belirlenen hedeflere ulaşıldı. Durumun Türkiye ve Yunanistan arasında bir savaşa dönüşmesi tehlikesi karşısında Birleşmiş Milletler taraflara ateşkes çağrısında bulundu. 25 Temmuz 1974’te taraflar CENEVRE KONFERANSI’nda toplandı. Konferansın sonuçsuz kalması üzerine Türkiye “AYŞE TATİLE ÇIKTI” parolasıyla 14 Ağustos 1974’te İKİNCİ BARIŞ HAREKÂTI’na başladı.
İkinci Barış Harekâtı ile LEFKE-LEFKOŞA-MAGUSA HATTI çizildi ve adanın üçte biri Türk kontrolüne geçince harekât sona erdi. Kıbrıs Barış Harekâtı sonunda Ada’daki Türk toplumu 13 Şubat 1975’TE KIBRIS TÜRK FEDERE DEVLETİ’ni kurdu. Başkanlığa seçilen RAUF DENKTAŞ’ın temsil ettiği Türk tarafı, Rum tarafı ile yaptığı görüşmelerden bir sonuç elde edemedi. Rumlar, Kıbrıs Sorunu’nu 1983’te Birleşmiş Milletlere taşıdılar. BM Genel Kurulu 13 Mayıs 1983’te; Küba, Yugoslavya, Cezayir, Mali, Hindistan, Guyana ve Sri Lanka’nın oylarıyla Rum tasarısını kabul etti ve Türk tarafının siyasal oluşumunu tanımadı. Tasarı; Türkiye, Pakistan, Malezya, Somali ve Bangladeş tarafından reddedildi. ABD ve İngiltere oylamada çekimser kaldı. BM Genel Kurulunun bu yanlı kararından sonra Kıbrıs Türk toplumu Türkiye’nin desteğiyle 15 Kasım 1983’TE KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’ni kurarak bağımsızlığını ilan etti. Kıbrıs Türklerinin bağımsızlık kararı Kıbrıs sorununda yeni bir dönemin başlamasına yol açtı. Ancak bu karara uluslararası kamuoyunun yanlı bakışı, sorunun var olan gerçekler içerisinde çözüm bulunmasını önledi ve çözümsüzlüğü sürekli hâle getirdi.
Not: ABD Başkanı Johnson Mektubunda Türkiye’yi tehdit ederek Amerikan silahlarının kullanılmasına müsaade etmeyeceği gibi olası Sovyet müdahelesinde ise Nato ülkesi olan Türkiye’yi korumayacağını bildirmiştir. İsmet İnönü ise karşı cevabında müttefik olarak hayal kırıklığına uğradığını belirttikten sonra zulmü Rum kesiminin herkesin gözü önünde yaptığını ve askeri müdahale yapılması durumunda milletlerarası antlaşmalara uygun olarak yapılacaktır diyerek adada garantörlük hakkının bulunduğunu belirtmiştir.
Not: Akritas Planı: Bir dizi anayasa değişikliği yapılarak Ada’daki Türklerin hakları kısıtlanıp Türkler azınlık durumuna düşürülecekti. Türkler buna tepki gösterdiğinde ise kuvvet kullanarak bastırılacak ve böylece enosis fikri gerçekleştirilecekti.

TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ

Ege Adaları Sorunu: Yunanistan 1829’da Osmanlı Devleti’nden ayrılarak bağımsız olduğunda bu adalardan bir kısmını ele geçirmişti. Balkan Savaşları’ndan sonra imzalanan 1913 TARİHLİ LONDRA ANTLAŞMASI’ndan bir yıl sonra alınan KARARLA YALNIZCA GÖKÇEADA, BOZCAADA VE MEİS TÜRKİYE’YE BIRAKILMIŞ, Taşoz, Semadirek, Limni, Midilli, Sakız ve Sisam Yunanistan’a verilmiş, RODOS VE 12 ADA’NIN İSE İTALYANLARIN elinde kalması uygun görülmüştü. Millî Mücadele’nin kazanılmasından sonra Türkiye ve İtilaf Devletleri arasında yapılan Lozan Barış Antlaşması’nda, Bozcaada ve Gökçeada Türkiye’ye bırakıldı. On İki Ada ise İtalya’da kaldı. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI’NA GÖRE ANADOLU YARIMADASI’NA YAKIN ADALARIN SİLAHTAN ARINDIRILMIŞ OLMASI GEREKİYORDU. II. Dünya Savaşı’ndaki gelişmeler Ege Denizi’nde oluşan bu durumu bozdu. İtalya, savaştan yenik çıktı. Bunun üzerine 1947 PARİS ANTLAŞMASI’YLA İTALYA, ASKERÎ ÜSLER KURMAMAK VE SİLAH YIĞINAĞI YAPMAMAK KAYDIYLA ON İKİ ADA’YI YUNANİSTAN’A BIRAKTI. 1963 Kıbrıs Bunalımı’ndan sonra, Lozan ve Paris Antlaşmaları’na aykırı olarak Ege Denizi’ndeki adaları silahlandırmaya başladı. Ege Denizi’ni bir Yunan denizi hâline getirmek istemesi, Türkiye tarafından sert tepkiyle karşılandı. Böylece Türkiye ve Yunanistan arasındaki Kıbrıs Meselesi’ne Ege Adaları Meselesi de eklendi.
Kıta Sahanlığı Sorunu: 1973’TE TÜRKİYE’NİN EGE DENİZİ AÇIKLARINDA PETROL ARAMAK ÜZERE TÜRKİYE PETROLLERİ ANONİM ŞİRKETİNE ARAMA RUHSATI VERMESİYLE BAŞLADI. Yunanistan, söz konusu bölgenin Yunan karasularına ait olduğunu ve Türkiye’nin bu konuda ruhsat vermeye yetkisi olmadığını iddia etti. Türkiye ise coğrafi olarak Anadolu’nun doğal uzantısının Ege Denizi’nin altından ruhsat verilen bölgelere kadar uzandığını, buraların kendi kıta sahanlığı içerisinde yer aldığını savundu. Türkiye ve Yunanistan konuyu uluslararası platformlara taşıyarak çözmek istedi
1976’DA SİSMİK-I ADLI TÜRK ARAŞTIRMA GEMİSİnin Ege Denizi’ne savaş gemileri korumasında açılması, Türkiye ve Yunanistan’ı savaşın eşiğine getirdi ancak iki taraf da temkinli davrandı. Yunanistan’ın sorunu BM Güvenlik Konseyi’ne ve ardından Uluslararası Adalet Divanı’na taşıması sonuçsuz kaldı. İki taraf arasında yapılan müzakerelerden de bir sonuç çıkmadı. Kıta sahanlığı sorununda Türkiye ya da Yunanistan’ın tezlerinden birinin kabul edilmesi, Ege Denizi’nin hukuki yapısının değişmesi demekti. Bu sebeple tarafların inisiyatifleriyle kıta sahanlığı meselesi hallolmadan olduğu gibi bırakıldı.
Not: Kıta Sahanlığı: Hukuki anlamda kıta sahanlığı, kıyı devletinin, kara sularının ötesinde fakat kıyıya bitişik su altı alanlarında egemen haklara sahip olduğu deniz alanına denir.
Not: Yunanistanlar Hava Sahası (Fır Hattı) sorunu da yaşanan diğer bir sorundur.

Batı Trakya Türk Azınlık Sorunu:

Yunanistan’ın, Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlığa karşı takındığı olumsuz tutum, iki ülkenin ilişkilerini doğrudan etkilemektedir. Bölge I. Balkan Savaşı sonucunda Osmanlı Devleti’nin Midye-Enez hattının batısından çekilmesiyle Türk egemenliğinden çıkarak Bulgaristan hâkimiyetine girdi. II. Balkan Savaşı sırasında Türk birlikleri Edirne’yi geri almalarına rağmen Meriç Nehri’nin batısına ilerleyemediğinden Batı Trakya düşman işgalinden kurtarılamadı. Bulgar çetelerinin Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türklere şiddet uyguladıklarına dair haberlerin çıkması üzerine, Enver Bey’in (Paşa) buyruğuyla, Kuşçubaşı Eşref komutasında 116 kişilik bir birlik bölgeye gönderildi. Kısa zamanda destansı bir başarı gösteren birlik, Batı Trakya’yı işgalcilerden temizledi. Gümülcine’yi alarak 31 Ağustos 1913’te “BATI TRAKYA TÜRK CUMHURİYETİ”ni kurdu. Türk tarihinin en kısa ömürlü devleti olan bu devlet aynı zamanda TÜRK TARİHİNDE KURULAN İLK CUMHURİYET OLDU. Fakat bir yandan büyük devletlerin tehditleri diğer yandan İstanbul Hükûmeti ile Bulgaristan arasında İstanbul Antlaşması’nın imzalanmasıyla Batı Trakya resmen Bulgaristan’a bırakıldı. Osmanlı Devleti’nin desteğini yitiren Batı Trakya Türk Cumhuriyeti de varlığını sürdüremedi
I. Dünya Savaşı’nda Batı Trakya, Fransızlar tarafından işgal edildi. Aynı dönemde Osmanlı Devleti de Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı ve Osmanlı toprakları İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmeye başladı. İşgal yıllarında Edirne’de 1919’da kurulan Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Heyet-i Osmaniye Cemiyetinin amacı “Trakya Cumhuriyeti”ni kurmaktı. Ama Batı Trakya temsilcisi olarak Edirne’deki Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Heyet-i Osmaniyesi ile ilişkiye geçen Hafız Galip ve Hafız Salih Efendi, Batı Trakya’nın ayrı bir devlet olması görüşünü savundu. Bu dönemde Mustafa Kemal Paşa, Trakya’da faaliyet hâlinde bulunanlardan Celal Bey’e, Cafer Bey vasıtasıyla gönderdiği telgrafta Batı Trakya için istenilen maddi yardımın sağlanmasının imkânsız olduğunu belirterek şöyle demiştir: “Batı Trakya’nın tamamen Müslümanların elinde tek parça olarak kalması ve uygun zaman ve fırsatta anavatana katılması hepimizin yegane gayesidir.” Fakat 1920 yılında bölgenin Yunanlar tarafından işgal edilmesiyle Batı Trakya Türklerinin de kendi kaderlerini belirlemesi planı gerçekleşemedi. Batı Trakya, 1913’te Bulgaristan’a bırakılmış olsa da Millî Mücadele Dönemi’nde Balkanlarda yitirilen toprakların ve yabancı yönetim altında bırakılmak zorunda kalınan Türk azınlıkların bir simgesi oldu. Çünkü Misak-ı Millî’nin üçüncü maddesinde özel olarak Batı Trakya’da halk oylamasına başvurulması istendi. Zafer kazanıldıktan sonra da Batı Trakya konusu, Lozan Barış Konferansı sırasında çok çetin tartışmalara neden oldu. Türkiye bölgede bir halk oylaması yapılmasını isterken Yunanistan Türkiye’nin bölgeyi 1913’te kaybettiğini ve burada söz hakkı olmadığını savundu. Batı Trakya, Lozan Barış Konferansı’nda Yunanistan’a bırakılmak zorunda kalınmıştı. Fakat Batı Trakya konusu Türkiye ve Yunanistan arasında mübadele yapılması söz konusu olunca tekrar gündeme geldi. Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan mübadele antlaşmasına göre Batı Trakya’daki Müslümanlar yerleşik sayılacaklar ve mübadele dışı kalacaklardı. Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Türkiye, Yunanistan’la imzaladığı her antlaşma ve protokolde Türk azınlığın haklarını metne dâhil ederek pekiştirmiştir. Fakat Yunanistan verdiği taahhütlere rağmen Batı Trakya Türklerini sistemli bir şekilde asimilasyona tabi tutma ve yıldırarak göç ettirme politikası izlemektedir. Yunanistan’ın Batı Trakya Türklerine uyguladığı baskılar genel olarak şu şekilde sıralanabilir:
1. Batı Trakya’daki Türk kimliği inkâr edilerek bölgedeki Türkler, Yunan resmî makamlarınca ‘MÜSLÜMAN AZINLIK’ olarak kabul edilmektedir.
2. Lozan Barış Antlaşması’na göre Türklere tanınan vakıf ve kurum kurma hakkı önlenmiştir.
3. Batı Trakya’daki Türk okullarında eğitim, özellikle Yunan öğretmenlere verdirilmektedir.
4. 1977’de çıkarılan iki yasayla; Lozan Barış Antlaşması, 1951 Türk-Yunan Antlaşması ve 1968 Türk-Yunan Kültür Protokolü ihlal edilerek Batı Trakya Türklerinin Türkçe eğitim hakları ellerinden alınmıştır
5. Lozan Barış Antlaşması çerçevesinde Müslüman Türklere tanınması gereken dinî haklar tanınmamaktadır. Türkler kendi müftülerini seçememektedir. Fakat tüm baskılara rağmen Batı Trakya Türkleri millî kimliklerini korumuşlardır. Türkiye bu konularda Yunanistan ile dönem dönem sorunlar yaşamaktadır. Türkiye, uluslararası alanda imzalanan antlaşmaların verdiği hukuki haklar doğrultusunda Batı Trakya Türklerinin haklarını savunmaktadır.

ERMENİLERİN FAALİYETLERİ VE ASALA TERÖR ÖRGÜTÜ

Milli Mücadele yıllarında bahsedildiği gibi Gümrü Antlaşması’yla 1880’lerden beri devam eden Ermenilerin yıkıcı faaliyetleri son buldu. Gümrü Antlaşması’nın imzalanmasından sonra 1965’e kadar Türk-Ermeni ilişkileri sakin bir dönem geçirdi. Ermeni lobisinin kışkırtması ve Batılı devletlerin desteğiyle Türklere karşı Ermeni şiddeti yeniden canlandı. Bu yeni dönemde isminden en çok söz ettiren ve Ermeni terörü ile eş anlamda kullanılan “ERMENİSTAN’IN KURTULUŞU İÇİN ERMENİ GİZLİ ORDUSU” isimli terör örgütüdür. Bu terör örgütünün adının kısaltılmış şekli “ASALA”dır. ASALA terör örgütü yurt dışındaki 1973-1984 yılları arasında Türk diplomat ve temsilciler şehit edildiği gibi havalimanlarında bombalı saldırılar yaptılar. ABD ise hem Türkiye’nin müttefikliğini hem de Ermeni lobisinin desteğini kaybetmekten kaçınmaktadır. Bu yüzden her yıl 24 Nisan yıl dönümlerinde “soykırım” kelimesi yerine “katliam, trajedi” gibi kelimeler kullanarak Türk ve Ermeni taraflarını dengeleme yoluna gitmiştir. Bu durum her 24 Nisan’da Türkiye-ABD ilişkilerinin gerginleşmesine yol açmaktadır. Avrupa’da ise Ermeni diasporasının etkisi ABD’de olduğu kadar güçlü değildir. Avrupa Birliğinden farklı olarak Ermeni meselesinde Türkiye’ye karşı daha olumsuz bir tavır takınan ülke Fransa’dır. Rus Duması (Meclisi) iki kez, 1995 ve 2005 yıllarında, Ermeni soykırımı iddialarını kabul eden kararlar almıştır. Bunun yanında Rus yöneticileri, Rusya’daki güçlü Ermeni lobisinin etkisiyle 24 Nisan’da yapılan sözde soykırım anma törenlerine katılmakta ancak Türkiye’yi incitecek sert ifadelerden de kaçınmaktadırlar. Türkiye, sorunun çözümünün siyasi olmadığını, tarihî bir mesele olduğunu savunmaktadır. Bu sebeple bir tarih komisyonunun kurulmasını ve bu komisyonun da tarafsız olarak tarihî belgeler ışığında olayı çözüme kavuşturmasını istemektedir. Fakat Ermenistan bilimsellikten uzak fanatik söylemlerle diğer ülkelere asılsız soykırım iddialarını kabul etmeleri için diplomatik baskı uygulamaktadır.

1960 SONRASI TÜRKİYE’DE YAŞANAN SİYASİ, EKONOMİK VE SOSYAL GELİŞMELER

Askeri darbeler: 1950’de seçimi kazanan. Demokrat Parti 1954 ve 1957 seçimlerini de kazanarak iktidarını sürdürdü. Fakat 1955’ten itibaren ekonomik büyümenin durması ve DP iktidarının halkın belli kesimlerine verdiği sözleri tutamamış olması, ülkede bunalım ortamını hazırladı. Oluşan bunalımı çözmek için DP tarafından alınan önlemler, kimi çevrelerce DP’nin otoriterleşmeye başlaması olarak değerlendirdi. Bu ortamda iktidarın seçimle değil, kuvvet yoluyla el değiştirmesi amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri içinde kurulan bir cunta, antidemokratik ve hukuka aykırı bir uygulamayla 27 MAYIS 1960’TA YÖNETİME EL KOYDU. Demokrat Parti kapatıldı. Demokrat Parti yöneticileri Yassıada’da kurulan bir mahkemeyle yargılandı
Mahkeme sonucunda Başbakan Adnan Menderes, bakanlardan Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edildiler. 1960 darbesini 1971 Askerî Muhtırası takip etti.
1961 Anayasası sonrasında Türkiye’de yeni anayasanın sağladığı ortamda farklı siyasi hareketler gelişme göstermeye başladı. Siyasal örgütlenmeler serbestçe yapılabildi. Temsili demokrasinin getirilmesiyle toplumun her kesimi mecliste temsil edilebilir hâle geldi. Özellikle, aşırı politik gruplar yaygın bir şekilde örgütlendi. Bunların yanında 1950’lerde hızlanan sanayileşme ve kırsal bölgelerden kente göçün etkisiyle sosyal ve siyasi yaşam, çalkantılı bir sürece girdi. Artan politik gerilim yeni bir askerî darbeyi getirdi. 12 Mart 1971’de Genel Kurmay Başkanı ve dört kuvvet komutanının imzaladıkları bir muhtıra ile ortaya çıkan darbe, Türk siyasi tarihinde 12 MART MUHTIRASI olarak adlandırıldı. 27 Mayıs Askerî Darbesi’nden farklı olarak bu sefer yönetime el konulmadı ve parlamento kapatılmadı. Fakat askerî komuta heyeti, antidemokratik bir yöntemle, hükûmeti ve Meclis’i muhtıradaki şartları yerine getirilmediği takdirde TBMM’yi kapatacaklarını söyleyerek tehdit etti. Muhtıradaki ilk istek, görevdeki hükûmetin istifa etmesiydi. Seçimle göreve gelmiş olan Adalet Partisi Hükûmeti ve Başbakan Süleyman Demirel bu isteğe boyun eğmek zorunda kalarak istifa etti. Böylece adı ‘ara rejim’ olarak konulan 12 Mart Dönemi başladı
1970’lerin ikinci yarısından itibaren Türkiye’de siyasi gerilim sokaklara taştı. Görev başına gelen hükûmetler genelde kısa süreli koalisyon hükûmetleri olduğundan ülkede yaşanan siyasi ve ekonomik sorunlara köklü çözümler getiremediler. Artan politik gerilim ve ekonomik darboğaz, bir kargaşa ortamı yarattı. Bu durumu gerekçe gösteren Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesi demokrasi dışı bir yöntemle 12 EYLÜL 1980’DE MEVCUT HÜKÛMETE ASKERÎ DARBE YAPTI Hükûmet görevden alındı, TBMM lağvedildi, partiler kapatıldı ve anayasa askıya alındı. Siyasi parti liderleri önce askerî üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı ve siyasetle ilgilenmeleri yasaklandı. Türkiye siyasetinin ve ekonomisinin baskı altında yeniden yapılandırıldığı bir dönem başladı. Yaşananlar Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde yeni bir engel oluşturdu.

1961 VE 1982 ANAYASALARI

Türk tarihinde 1876 Kanun-ı Esasi ile başlayan anayasa deneyimi,. 1921 Anayasası, Millî Mücadele Dönemi’nin ihtiyaçlarını yansıtan daha genel bir metindi. 1924 Anayasası ise yeni kurulan Cumhuriyet Türkiye’sinin yapılandırılmasını hedefliyordu. 1961 ve 1982 Anayasaları aynı olumsuz şartların oluşturduğu anayasa metinleriydi..
1961 ve 1982 Anayasalarının benzer yönleri şunlardı:
1. Her iki anayasa da askerî darbe ile oluşturulmuştur.
2. Her iki anayasa da yürürlüğe girmeden önce halkoyuna sunulmuştur. 3. Her iki anayasa da bir askerî, bir sivil kanadın oluşturduğu kurallar aracılığıyla yapılmıştır.
Bu benzerliklerin yanı sıra 1961 ve 1982 Anayasaları yapı bakımından temel farklılıklara sahipti.
Bu yapı farklılıkları şöyleydi:
1. 1961 Anayasası ile temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması, yargısal denetime tabii kılınarak önemli bir gelişme sağlanmıştır. Oysa 1982 Anayasası ile devlet otoritesinin ağırlığı artmıştır. Kamu yararının, kişilerin yararından önce geldiği düşüncesi ve toplumsal kaygılar sebebiyle hak ve hürriyetlerde sınırlamalara gidilmiştir.
2. 1961 Anayasası’na göre devletin temel görevi, sosyal devlet görevini yerine getirmekti. 1982 Anayasası ise güçlü devlet, otoriter idare kavramlarını ön plana çıkarmıştır.
3. 1961 Anayasası’na göre 1982 Anayasası, yürütmede cumhurbaşkanının ve başbakanın yetkilerini daha çok güçlendirmiştir. 4. 1961 Anayasası’nda yasama yetkisi, Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu olarak iki meclis arasında bölüşülmüştür. Parlamenter sistem uygulanmış ama iki meclis sistemi getirilmiştir. 1982 Anayasası’nda ise Cumhuriyet Senatosu kaldırılmıştır.
5. 1961 Anayasası’nda çoğulcu bir yapı oluşturulmuş, siyasi partiler güvenceli bir hukuki statüye kavuşturulmuştur. Genel idare içinde özerk yönetimle, kendi kendilerini yönetme yetkisine sahip kuruluşların yapılanmasına izin verilmiştir. 1982 Anayasası’ndaysa siyasi partiler, dernekler, kamu kuruluşlarına getirilen yasaklarla daha az katılımcı demokrasi anlayışı benimsenmiştir. Özerk yönetimle, kendi kendilerini yönetme yetkisine sahip kuruluşların yapılanmasına izin verilmemiştir.
6. 1961 Anayasası’nda Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliğini tanımlanırken kullanılan “insan haklarına dayalı” ifadesinin yerine 1982 Anayasası’nda “insan haklarına saygılı” ifadesi kullanılmıştır.
7. 1982 Anayasası, 1961 Anayasası’na göre daha ayrıntılı maddeler içermektedir ve hükümler detaylandırılmıştır.

GÖÇLER VE SOSYAL HAYAT

1960’lı yıllarda Türkiye’de aşırı uç politik eğilimler ortaya çıktı. 68 KUŞAĞI olarak adlandırılan gençlik hareketleri bu durumun en somut örneğidir.
1963’TE “SUSUZ YAZ” FİLMİ, BERLİN FİLM FESTİVALİ’NDE “ALTIN AYI” ödülünü kazanarak uluslararası alanda önemli bir ödülün sahibi oldu. Türk sinemasının gelişme göstermesiyle ilk kez 1964’TE ANTALYA FİLM FESTİVALİ düzenlenmeye başlandı. 1970’lerden itibaren sinemada teknik gelişmeler yaşansa da televizyonun Türk toplum yaşamına girmesiyle, sinema ikinci plana itildi. Köyden kente göçle oluşan durum beraberinde yeni anlayışları ve yeni estetik değerleri getirdi. Kente göç eden ama kentte aradıklarını bulamayan kesimler birtakım hayal kırıklığı yaşadılar. Bu durum “ARABESK” adı verilen yeni bir müzik anlayışını ortaya çıkardı. Bunun yanında 1960’ların sonunda Batı’da ortaya çıkan Rock’n Roll müzik anlayışı ve yerli folklorun birleştirilmesiyle ANADOLU ROCK adı altında yeni bir müzik tarzı da oluştu. Türkiye’de yaşanan bir diğer sosyal değişim de yurt dışına yapılan göçlerdir. Bu göçler, Almanya başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkeleriyle Libya ve Suudi Arabistan gibi Orta Doğu ülkelerine oldu. Yurt dışı göçlerinin başını çeken Almanya’ya yapılan göçler, 1958’de başladı, 1960’lı yıllarda hızlandı. Almanya, Türkiye’den işçi talep eden ilk ülke oldu Bu işçilerin gittikleri ülkelerde biriktirdikleri dövizler Türkiye ekonomisi için önemli bir gelir kaynağı oldu. Türkiye’den sanayileşmiş ülkelere yapılan bir başka göç hareketi de beyin göçüdür. Doktor, mühendis, ekonomist, sanatçı vb. çeşitli mesleklerde iyi yetişmiş, yetenekli ve başarılı insanların yurt dışına göç etmesi Türkiye için büyük kayıp oldu.
Not: 68 Kuşağı: 1968, dünya gençliğinin demokrasi adına başkaldırı yılıydı. Gençlik hareketleri, Batı Avrupa’yı, Kuzey Amerikayı, Orta Doğu’yu, bazı Asya ülkelerini ve hatta Doğu Bloku ülkesi olan Çekoslovakya’yı etkiledi. Dünya ölçeğindeki bu hareketlilik Türkiye’de daha önceki yıllarda başlamış olan gençlik hareketlerine ivme kazandırdı. Özellikle üniversite gençliğinin eylemleri hızla tırmanışa geçti.

EKONOMİDE YAŞANAN GELİŞMELER

Türkiye’nin 1950-1960 yılları arasındaki ekonomi politikası, devletçi ekonomik politikalardan liberal ekonomik politikalara geçiştir. LİBERAL EKONOMİYE GEÇİŞİN ANLAMI; SANAYİLEŞMENİN ÖZEL SEKTÖR ÖNCÜLÜĞÜNDE GERÇEKLEŞTİRİLMESİ, SERBEST PİYASA EKONOMİSİ UYGULANMASI, ÖZELLEŞTİRMELERİN DESTEKLENMESİ VE İTHALAT YASAKLARININ KALDIRILMASIDIR.
DP Dönemi’nde devletin ekonomideki yeri küçültülerek kamu yatırımları ve özel girişimler geliştirilmeye çalışıldı. Böylece ülkede her türlü yokluğun, kıtlığın ve yoksulluğun nedenini “Devletçilik” olarak gösteren Demokrat Parti, yoksul halk kitlelerinin umudu oldu.
1950’de iktidar olan Demokrat Parti Dönemi’nde dışa kapalı ve korumacı iktisat politikaları hızla terk edildi. Serbest dış ticaret rejimi benimsenerek ithalat yasağı kaldırıldı ve dış pazarlara yönelik bir kalkınma anlayışı izlendi. 1954’ten itibaren Demokrat Parti, dış ticarette ve tarım sektöründe meydana gelen tıkanmalar sonucunda tarıma ve dış ticarete dayalı sanayileşme politikasını terk etti ve özelleştirmeye dayalı sanayileşmeye öncelik verdi. Böylece enflasyon oranını düşürmeyi, döviz bağımlılığını azaltmayı ve dış ticaret açığını kapatmayı hedefledi. Fakat özelleştirmek istenen kamu kuruluşlarına özel sektörün az fiyat teklif etmesi ya da devletten kredi talep etmesi üzerine bu adımlar sonuçsuz kaldı. Bu nedenle liberal ekonomi anlayışının tam aksine, Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) adı verilen devlete ait işletmeler kuruldu.
1960’dan sonra anayasada yer alan sosyal devlet anlayışı doğrultusunda hareket edildi. PLANLI EKONOMİye tekrar geçildi. Fakat dış ticaret açığının kapatılamaması, enflasyon ve bütçe açıkları 1970’li yılların sonunda ekonomiyi tıkadı. Buna bağlı olarak 24 OCAK 1980’DE (24 OCAK KARARLARI ) ekonomiye yön verecek bazı kararlar alındı. Bu kararların temel hedefleri şunlardı: 1. Enflasyonun aşağıya çekilmesi 2. Serbest piyasa ekonomisinin harekete geçirilmesi 3. Ekonomiyi dışa açarak döviz gelirlerinin artırılması Alınan kararlar doğrultusunda Türkiye ekonomisinde köklü bir liberalleşme süreci başladı. Böylece 1977’de durgunluğa giren ekonomi, yükselmeye başladı.
Türkiye ekonomisinde bu dönemde önemli rol oynayan bir kurum da ULUSLARARASI PARA FONU (INTERNATİONAL MONETARY FUND: IMF) oldu. Türkiye, II. Dünya Savaşı sonrası Batı Bloğu’na yakınlaşmış, ABD’nin tasarladığı yeni ekonomik sistemle bütünleşme sürecine girmişti. Buna uygun olarak 1947’de IMF ve Dünya Bankasına üye oldu. ABD ile ilişkilerini stratejik ortaklık düzeyine taşıyan Türkiye, bu kuruluşlardan aldığı krediler ve danışmanlık destekleriyle yeni uluslararası ekonomik düzene ve para sistemine dâhil oldu. Türkiye, ilk defa 1950’de Dünya Bankasından ve 1961’de IMF’den kredi aldı. 1994’te Türkiye’deki ekonomik krizin etkilerini yumuşatmak için IMF’nin isteği doğrultusunda yürürlüğe konan program çerçevesinde “5 NİSAN” KARARLARI alındı. 2008 yılında Türkiye, IMF’den borç alma dönemini kapattı. Bu tarihten sonra IMF´de borç veren ülke olarak yer almaya başladı. Türkiye’de vergi kaçakçılığının azaltılması, sanayi üzerindeki vergi yükünün azaltılması sağlanması için 1985 yılında, KATMA DEĞER VERGİSİ (KDV) yürürlüğe kondu.

1960’LARDAN İTİBAREN TÜRKİYE’DE MEYDANA GELEN SOSYO-KÜLTÜREL GELİŞMELER

1950’den sonraki yıllarda ise kara yolları, demir yoluna göre ön plana çıktı. Türkiye’de otomotiv sanayisinin, montaj yoluyla da olsa, kurulması kara yolu taşımacılığının hızla gelişmesine neden oldu. Bu durum 1960 sonrası planlı ekonomi döneminde de devam etti. 1950’li yıllarda demir yolu ve kara yolunun yolcu taşımacılığındaki payı neredeyse yarı yarıyayken 2000’li yıllara gelindiğinde yolcu taşımacılığında kara yolunun payı %95’lere çıktı. Gelişmişliğin göstergelerinden biri kabul edilen otoyolları Türkiye’de ilk defa 1973 yılında hizmete açıldı. 1950 sonrası Türkiye’de kara yollarının gelişmesi sonucu yerli otomobil yapma ihtiyacı ortaya çıktı. Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, 16 Haziran 1961’de tümüyle yerli üretim bir otomobil yapılmasını emretti. Görevin, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları (TCDD) işletmesine verilmesi üzerine 23 mühendis “DEVRİM ARABASI” projesine başladı. Türk mühendisler, TCDD’nin Eskişehir’deki fabrikasında, 129 günde tamamıyla yerli üretim olan üç araç yaptı. Devrim Arabası 29 Ekim 1961’de Cumhuriyetin kuruluş yıl dönümünde gerçekleştirilen sürüş testiyle kamuoyuna takdim edildi. Fakat dönemin şartları içinde bu projeye yeterince sahip çıkılmadığı için yerli otomobil üretimi süreci başarıyla gerçekleştirilemedi. 1980 sonrası dönemde ise otoyol yapımına hız verildi ve kara yoluna yapılan yatırımlar öncelik kazandı. 2000’li yıllarda hava, deniz ve demir yolu ulaşımındaki gelişmelerle yolcu taşımacılığında kara yolunun payı %89,3’e düştü. Osmanlı döneminde 1847’de İLK TELGRAF HATTInın kurulması ve 1881’de TELEFON HATTInın çekilmesiyle iletişim teknolojisi kullanılmaya başlandı. Cumhuriyet Dönemi’ndeyse telgraf ve telefon hizmetleri yaygınlaştı. 1927’de İSTANBUL RADYOSU kuruldu. 1960 sonrasında dünyadaki gelişmelere uygun olarak Türkiye’de iletişim teknolojisi gelişti.1964 yılında Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) kuruldu . 1968’de TRT tarafından televizyon yayını yapılmaya başladı. 1973’te TELEKS, 1979’da uydu teknolojisi Türkiye’de kullanılmaya başlandı. Özellikle 1983’ten sonra iletişimde otomatik santrallerinin kullanılması telefonu yaygınlaştırdı. Türkiye; 1986 yılında çağrı cihazları, 1994 yılındaysa Mobil İletişim İçin Küresel Sistem (GSM: Global System for Mobile Communications) teknolojisiyle tanıştı. Türkiye’de ilk kez 12 Nisan 1993’te kullanılmaya başlanan İNTERNET, GSM ve modern teknoloji araçlarıyla birlikte kullanılarak hızla yaygınlaştı.

1990 SONRASI TÜRKİYE’DEKİ GELİŞMELER

Ekonomik Krizler:
Türkiye, 1987 ile 2001 yılları arasında siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların birbirini etkilediği bir dönem yaşamıştır. Bu dönemde ülke sık sık değişen koalisyon hükûmetleri tarafından yönetilmiştir. Görev yapan kısa süreli hükûmetler, kısa vadeli ekonomik ve siyasi hedeflere yönelmeyi tercih etmişlerdir. Siyasi iktidarların hedefi, ekonominin büyük sorunlarını çözmekten ziyade, görev yaptıkları kısa vadede bütçe dengesizliklerini gidermek olmuştur
Bu süreçte 1994 yılı, Türkiye’nin biriken ekonomik sorunlarla karşı karşıya kaldığı bir yıl olmuştur. 1994 yılına gelindiğinde vergi gelirleri iç borç ödemesine yetmiyordu. Bu yüzden devlet, iç borç açığını kapatmak için dış borçlanmaya yönelmişti ve Merkez Bankası birikimlerini de kullanılmak zorunda kalmıştı. Yüksek enflasyonun ve cari açığın yaşandığı bu süreçte faiz oranları yüzde 400’ü aşarken, enflasyon yüzde 121’e sıçradı. Ekonomiyi hızla istikrara kavuşturmak, kamu açıklarını daraltmak, ekonomide bir büyüme sağlamak ve ekonomik istikrarı sürekli kılacak düzenlemeleri başlatmak amacıyla IMF (Uluslararası Para Fonu) yardımıyla bir çözüm planı hazırlandı. Bu plan, 5 NİSAN KARARLARI olarak bilinmektedir. Bu kararlar; devlete ait KİT (Kamu İktisadi Teşebbüsleri) adı verilen işletmelerin zararlarını karşılamaya, döviz piyasalarına güven getirmeye, Merkez Bankasına güç kazandırmaya, kamu gelirlerini artırmaya ve iş hayatına disiplin getirmeye yönelik kararlardı. Fakat 5 Nisan Kararları ile atılan adımlar, ülkede yaşanan ekonomik soruna kökten bir çözüm getiremedi. Kararlar piyasalarda durgunluğa sebep oldu. Sıkı denetlenen bazı bankalar iflas etti. Ekonominin bütün sektörleri kararlardan olumsuz etkilendi. Uluslararası sahada da Moody’s (Mudiys) gibi yatırım notu veren kuruluşlar Türkiye’nin kredi notunu düşürdü. Ama 5 Nisan Kararları’nın ardından altı ay içinde kamu kesimi borçlarında azalmalar yaşandı. 5 Nisan Kararları’nın en önemli başarısı, kamu kesimi borcunun azaltılması ve belli bir oranda bütçe disiplinin sağlanabilmesidir. 5 Nisan Kararları, yaşanabilecek ekonomik bir krizi yalnızca bir süreliğine ertelemiştir.
Not: 5 Nisan Kararları ile Döviz kurunun hedeflenen enflasyon oranı ile uyumlu bir şekilde gelişme sağlaması, Hazine ve diğer kamu kuruluşlarının Merkez Bankasından kredi kullanımlarına sınırlama getirilmesi, Kamu açıklarının denetim altına alınması, Bütçe açıklarının süratle kapatılması amacıyla akaryakıt vergisinden bütçeye aktarılan payın %50’den %70’e çıkarılması, Kamuda personel alımlarının durdurulması öngörüldü.
Şubat 2001’de gerçekleştirilen Millî Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin cumhurbaşkanı, Ahmet Necdet Sezer ile dönemin başbakanı, Bülent Ecevit arasında yaşanan sert tartışma siyasi krize yol açtı. Siyasi kriz Türkiye’de büyük bir ekonomik krizi de beraberinde getirdi
Yaşanan bu siyasi gerginliğin ardından ülke ekonomisi altüst oldu. Faiz oranları gecelik % 7.500’e kadar çıkarken borsada %15 oranında düşüş yaşandı. Kamu bankaları büyük açıklar verdi. Böylece piyasalar kontrol edilemez bir hâle geldi. Bu gelişmeler üzerine dönemin hükûmeti piyasaları denetleyebilmek için dalgalı kur sistemine geçti. Bu kararın ardından ABD doları, 695 bin liradan 900 bin liraya yükseldi. Günlük yaşamı olumsuz etkileyen kriz aynı zamanda yatırımcıları da etkilemeye başladı. Yatırımcıların güven kaybı yaşaması sebebiyle ülkede sermaye çıkışı hızlanarak arttı. Yaşanan tüm bu olumsuz gelişmeler bütçe açıklarının artmasına ve şirketlerin batmasına neden oldu. Türkiye’yi çok olumsuz etkileyen bu krize 2001 EKONOMİK KRİZİ adı verilmektedir. 2001 Ekonomik Krizi’nin en ağır sonuçlarından biri de faizlerin ve enflasyonun çok yükselip günlük yaşamı olumsuz etkisi altına alması oldu. Dövizde dalgalı kura geçilmesiyle birlikte piyasalardaki belirsizlik de arttı. Piyasada faaliyet gösteren pek çok şirketin krizi aşamayarak batması, aynı zamanda ülkede milyonlarca kişinin de işsiz kalmasına sebep oldu. İnsanların alım gücü düştü. Ekonomide yaşanan darboğaz nedeniyle esnaflar, kepenk kapatarak protestolar yapmaya başladılar. Krizle baş edemeyen dönemin hükûmeti, olumsuz durumu aşmak için IMF’ye başvurdu. IMF’nin Türkiye’ye verdiği programı uygulamak üzere Dünya Bankası başkan yardımcılarından KEMAL DERVİŞ, Türkiye’ye getirildi ve ekonomiden sorumlu devlet bakanı olarak göreve başlatıldı. 2008’de ise Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan ve giderek tüm dünya ülkelerine hızlıca yayılan ekonomik bir kriz meydana geldi. Krizin temel nedeni, konut sahiplerinin ipotekli konut kredilerini ödeyememeleri üzerine bankalar ve finans kuruluşlarında başlayan darboğazın üretim ve hizmet piyasasını da darboğaza sokmasıydı. ABD’de başlayıp daha sonra Avrupa’ya sıçrayan kriz, AB ülkelerini de derinden etkiledi. Bu kriz sonucu birçok AB ülkesi ekonomik anlamda iflasın eşiğine geldi. Krizin, AB ile ekonomik ilişkileri olan Türkiye’ye de olumsuz etkileri görüldü fakat bu etkiler sınırlı kaldı.
Türkiye’de yatırım bankacılığı olmadığı için bankacılık sistemi ABD ve AB bankaları gibi bu krizden doğrudan etkilenmedi. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası da dünyadaki diğer merkez bankaları gibi faizleri düşürerek krizin etkilerini hafifletmeye çalıştı. Ancak alınan önlemlere rağmen 2008 krizinin etkisiyle Türkiye ekonomisi 2009’da %4,8 küçüldü. Küresel ekonomik krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki ilk etkisi para piyasalarında görüldü. Borsada düşüşler yaşandı. Ekonomik krizin etkisiyle ülkedeki işsizlik oranı 2007’de %9,2 iken 2008’in Ağustos ayında %9,8’e yükseldi. Dünya piyasalarında yaşanan tüm bu olumsuzlukların Türkiye üzerindeki etkisi uygulanan istikrarlı ekonomik programla en düşük düzeyde hissedildi. Bunun en büyük göstergesi Türkiye’de kişi başına düşen millî gelirde yıldan yıla gösteren artış oldu.

MİLLÎ İRADEYE DARBELER

Türkiye’de 27 MAYIS 1960, 12 MART 1971, 12 EYLÜL 1980 askerî darbelerinden sonra da demokrasiye karşı hukuk dışı müdahaleler yapılmıştır. 28 ŞUBAT 1997, 27 NİSAN 2007 VE 15 TEMMUZ 2016 tarihlerinde yapılan askerî darbeler Türk demokrasisinin gelişimine zarar vermiştir. 28 Şubat Müdahalesi 28 Şubat Müdahalesi, dönemin iktidar ortağı Refah Partisinin kapatılması ve bazı siyasilerin yasaklanmasıyla sonuçlanan askerî bir müdahaledir. Refah Partisi (RP) lideri Necmettin Erbakan ve Doğru Yol Partisi (DYP) lideri Tansu Çiller hükûmeti, silahlı kuvvetler tarafından istifaya zorlandı. 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinin aksine askerler 28 Şubat’ta yönetime bizzat el koymadılar. Silahlı kuvvetlerin hükûmeti görevden zorla almaması nedeniyle 28 Şubat Müdahalesi o zamana kadar gerçekleştirilmiş olan klasik darbelerden farklıdır. 4 Aralık 1995’te gerçekleştirilen seçimlerde Refah Partisinin birinci parti çıkmasına rağmen hükûmeti kurma görevi, Anavatan Partisi (ANAP) ve Doğru Yol Partisi koalisyonuna verildi ve yeni hükûmet kuruldu. Fakat kurulan hükûmetinin kısa bir sürede başarısız olmasının ardından 1996 yılında Doğru Yol Partisi ile Refah Partisi arasında yeni bir koalisyon kuruldu. Koalisyon sonucu RP lideri Necmettin Erbakan başbakan oldu. Ancak yeni hükûmete ordunun bazı üst düzey komutanlarının tepkisi oldu. 28 Şubat Müdahalesi’ne giden süreçte; - Başbakanlık Resmî Konutu’nda, kamuoyunda tartışılan bir iftar yemeği verilmesi. -Sincan Belediyesi’nin Filistin ile dayanışma gecesi düzenlemesi ve geceye İran Büyükelçisi’nin çağrılması. - Gecede yapılan konuşmaların ve sergilenen tiyatro oyununun içeriğinden rahatsız olunmasıyla gerginlik daha da tırmandı. Bunun üzerine TSK, 4 Şubat 1997’de Ankara’nın Sincan ilçesinde 20 tank ve 15 zırhlı araçla şehir merkezinden geçiş yaptı. Bu olay askerî müdahale tartışmalarını başlattı. Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı daha sonra yaptığı bir açıklamada, tankların geçişi için “DEMOKRASİYE BALANS AYARI YAPTIK.” ifadesini kullanmıştır.
Millî Güvenlik Kurulu (MGK), 28 Şubat 1997’de ‘irtica’ gündemiyle toplandı. MGK’da yer alan askerî kanat, 18 maddelik bir karar listesi ortaya koydu. 28 Şubat MGK kararları sonrasında Yargıtay Başsavcısı, iktidardaki Refah Partisi hakkında; “Laik cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerin odağı olduğu” iddiasıyla kapatma davası açtı. Bu gelişmeler karşısında Başbakan Necmettin Erbakan, başbakanlık görevini koalisyon ortağı Tansu Çiller’e devretmek için istifa etti. Fakat Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükûmeti kurma görevini Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a verdi. 20 Haziran 1997’de ANASOL-D HÜKÛMETİ kuruldu. Yargıtayın davası 16 Ocak 1998’de sonuçlandı ve Refah Partisi kapatıldı. Necmettin Erbakan ve parti yöneticilerine 5 yıl siyaset yasağı getirildi. Refah Partisinin kapatılma gerekçesi olarak parti görevlilerinin laiklik karşıtı eylemlerde bulunduğu gösterildi.

27 Nisan E-Muhtırası:

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin sona erecek olması nedeniyle siyasi gerginlik arttı. Anayasaya göre cumhurbaşkanını TBMM seçiyordu ve meclis çoğunluğu AK Parti’de olduğundan AK Partinin göstereceği adayın seçilme ihtimali yüksekti. Bu nedenle cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça siyasî tartışmalar şiddetlendi. Mecliste 27 Nisan günü gerçekleşen seçimlerin ilk turuna muhalefetin de küçük desteğiyle 361 milletvekili katıldı ve 367 sayısının altında kalındı. Aynı gün saat 23.17’de Genel Kurmay Başkanlığının resmî internet sitesinin Basın Açıklamaları ve Duyurular kısmında, daha sonradan “e-muhtıra” olarak adlandırılacak olan bir bildiri yayınlandı. Muhtırada; laiklik konusundaki hassasiyetinden bahseden TSK, Kutlu Doğum Haftası faaliyetleri sırasında duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte kamuoyunda ortaya çıkan laiklikle ilgili tartışmalarda TSK’nın taraf olduğu ve laikliğin kesin savunuculuğunu üstlendiğini vurguluyordu. “Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.” ifadesiyle bildiri noktalanıyordu. TSK tarafından “dinî duyguların istismar edildiği” açıklamasını yapıldı. Yaşanan gelişmelerin “sözde değil özde rejime bağlılık” ilkesine bağlanmasıyla cumhurbaşkanlığı seçimine ve hükûmetin iç işlerine müdahale edilmekteydi. Yayınlanan bildiri bu yönüyle bir muhtıra hüviyetine bürünmekteydi. 28 Nisan’da, Hükûmet Sözcüsü, bu bildiriye karşı hükûmet adına açıklama yaptı
Hükûmet Sözcüsü: “Başbakanlığa bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığının herhangi bir konuda hükûmete karşı bir ifade kullanması, demokratik hukuk devletinde düşünülemez. Genelkurmay Başkanlığı, hükûmet’in emrinde, görevleri anayasa ve ilgili yasalarla tayin edilmiş bir kurumdur…” sözleriyle hükûmetin; TSK’nın siyasete karışmasına karşı çıktığını ilan etti. Böylece demokrasiye ve millî iradeye yönelmiş büyük bir saldırı bertaraf edildi. Hükûmetin bu konudaki kararlı tutumu, halk tarafından da destek gördü.

15 Temmuz Hain Darbe Girişimi ve Milletin Zaferi:

15 Temmuz 2016’da TSK içerisinde örgütlenmiş bir grup FETÖ (FETHULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ) mensubu subay tarafından demokrasiye ve millî iradeye karşı başlatılan hain darbe girişimi, tüm yurtta yaklaşık 22 saat süren bir mücadele sonucunda bertaraf edildi. Darbe süreci 15 Temmuz Cuma günü saat 22.00’de İstanbul Boğaziçi (15 Temmuz Şehitler Köprüsü) ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinin bir grup asker tarafından trafiğe kapatılmasıyla başladı. Ardından Ankara’da TRT BİNASI darbeciler tarafından ele geçirildi. Meydana gelen durumun hemen ardından Çankaya Köşkü’nde bir koordinasyon merkezi kuruldu. Başbakan Binali Yıldırım, televizyon kanallarına bağlanarak bunun bir darbe girişimi olduğunu ve bu girişime izin verilmeyeceğini açıkladı.
Darbeciler, Ankara Gölbaşı’ndaki Polis Özel Harekât Merkezine saldırdılar. Burada görevli 44 polis memuru şehit edildi. Bir diğer saldırı MİT Müsteşarlığına yapıldı. Başka bir darbeci grup Genelkurmay Başkanlığını basarak, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ı rehin aldı. Darbeci askerler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a suikast yapmak için Marmaris’te kaldığı otele baskın düzenlediler. Suikast timinden önce otelden ayrılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir uçakla İstanbul Atatürk Havalimanı’na hareket etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu sırada çeşitli televizyon kanallarına görüntülü bağlantı gerçekleştirerek askerî kalkışmaya tepki gösterdi ve halkı darbe girişimine karşı meydanlara çıkmaya davet etti. Küçükçekmece Başsavcısı Ali Doğan, girişimin yasadışı olduğunu belirterek darbeci askerler hakkında tutuklama kararı çıkarttı. Darbeci askerler kendilerine karşı direnişi kırmak için savaş helikopterleri ile sivil halkın üzerine ateş açmaya başladılar. TBMM, savaş uçakları ve savaş helikopterleri ile darbeciler tarafından bombalandı. Savaş helikopterleriyle Ankara Emniyet Müdürlüğüne ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne saldırıldı.
Darbe sürecinde yaşanan en önemli gelişme, özel kuvvetler mensubu astsubay Ömer Halisdemir’in komutanından aldığı emirle özel kuvvetleri ele geçirmeye çalışan general Semih Terzi’yi vurmasıyla yaşandı. Bu olay darbecilerin planlarının bozulmasına yol açtı. Bu yaşanan süreçte halk darbeye karşı birlik olup sokaklara çıktı ve darbecilere karşı direnişe geçti. Darbeciler sivil halkın üzerine helikopterle, tanklarla ve tüfeklerle ateş açtılar. Ancak silahsız halkın karşısında direnemediler. Ankara’da darbeci askerler tarafından ele geçirilen TRT binası, İstanbul’da bazı özel televizyon kanalları darbecilerin elinden kurtarıldı. Yurdun pek çok yerinde halk kamu binalarına giderek darbecilere karşı kalkan oluşturdu. Böylece emniyet güçleri darbeci askerleri tutuklamaya başladı. Darbeciler tarafından ele geçirilen Atatürk Havalimanı, halkın desteğiyle darbecilerden temizlendi. Saat 03.20’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İstanbul’a geldi ve darbeye karşı sokaklara dökülen halk tarafından coşkun sevgi gösterileriyle karşılandı. 16 Temmuz Cumartesi sabahı darbe girişiminin başarısız olacağını anlayan darbeci askerler, Ankara’da sivil halkın üzerine bomba atmaya devam etti. Fakat Boğaziçi Köprüsü, Genelkurmay Başkanlığı binası ve kuvvet komutanlıkları binaları emniyet güçleri tarafından darbecilerden geri alındı. Savcılığın başlattığı soruşturmayla darbeye karışan ve destek veren FETÖ mensupları tutuklanmaya başlandı. Böylece darbe girişimi bastırıldı. 15 Temmuz Darbe Girişimi, Türkiye’de daha önce yaşanmış olan demokrasi ve hukuk dışı darbe girişimlerinden çok farklıydı. Bu darbe girişimi, TSK içine sızmış FETÖ mensuplarının sivil halka, devletin güvenlik güçlerine ve TBMM başta olmak üzere resmî kuruluşlara saldırdığı bir ihanet hareketi olarak tarihe geçti. Türk milleti, darbecilere karşı millî iradeyi korumak adına sivil bir inisiyatif göstererek ilk kez meydanlara indi. Yaşanan bu olayla milletin iradesinin silah ve şiddetle yenilemeyeceğini tüm dünyaya gösterildi. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonucu 248 kişi şehit oldu ve 2196 vatandaş yaralandı. Darbe girişiminin ardından TBMM’deki siyasi partiler darbeye karşı ortak bir bildiri yayımladılar. Darbeciler ve onları destekleyenlerle etkin mücadele için TBMM, hükûmete anayasa gereği Olağanüstü Hâl (OHAL) uygulama yetkisi verdi ve Türkiye’de OHAL uygulaması başladı. Sadece darbeye karışanlar değil TSK başta olmak üzere tüm kamu kuruluşlarına sızmış bulunan FETÖ mensupları ve FETÖ yapılanmasında yer alanlar için yargı süreci başlatıldı. Milletin darbecilere karşı gösterdiği iradenin ve kazanılan zaferin ardından her yıl, 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü kutlamaları gerçekleştirilmektedir.
Not: Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Zekai Aksakallı’nın darbe girişimi sırasında, koruma astsubayı Başçavuş Ömer Halisdemir’i aradığı “Sana, vatanımız ve milletimiz adına tarihi bir görev veriyorum. Tuğgeneral Terzi vatan hainidir, isyancıdır. Onu, karargâha girmeden öldür! Bunun sonunda şehadet var. Biliyorsun seninle 20 yıllık beraberliğimiz var. Hakkını helal et” dediği belirtiliyor. Astsubay Halisdemir ise ‘Baş üstüne komutanım, hakkım helal olsun. Siz de helal edin’ demiş. İddiaya göre darbeci general Semih Terzi, 10 kişilik koruma ekibiyle helikopter pistinden karargaha yürüyordu. Karargah binasının girişinde Özel Kuvvetler Komutanlığı Koruma Astsubayı Başçavuş Ömer Halisdemir tarafından durduruldu. Terzi ve korumaları, “Karargâha giremezsiniz. Zekai Paşa’nın emri” dedi. Korumalar Halisdemir’i etkisiz hale getirmek istedi. Halisdemir ise tabancasını çekti ve darbeci Terzi’yi vurdu. Halisdemir ise 10 koruma tarafından ateş edilerek 30 kurşunla şehit edildi.

Terörle Mücadele:

Terörizmin amacı şiddet yoluyla kargaşa çıkararak toplumun direnme gücünü kırmak, bir ülkedeki siyasi ve sosyal düzeni zayıf göstererek halkın siyasal düzene desteğini azaltmaktır. Terörizmi yöntem olarak benimseyen yasa dışı örgütler, bu yolla birtakım siyasi ve ekonomik çıkarlar sağlamayı hedeflemektedir.
11 Eylül 2001’deki New York terör saldırılarından sonra, uluslararası sistem kökten değişmiş ve terörizm devletler için en önemli tehdit hâline gelmiştir. 11 Eylül terör saldırılarının ardından ABD, dış politikasını terörizme karşı küresel bir savaşa dayandırmıştır. Fakat bu doğrultuda ABD’nin Afganistan ve Irak’a saldırması sonucu bu ülkelerde oluşan istikrarsızlık, terör örgütlerine uygun ortam hazırlamıştır. Orta Doğu başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde bazı devletler, ekonomik veya politik çıkarları gereği, diğer devletlere karşı dolaylı yıpratma ve dayatma yöntemi olarak terör örgütlerini bir silah olarak kullanmaktadırlar. Bu devletlerin gizli destekleri sonucu terörizm, günden güne yaygınlaşmış ve uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Terörizmin dünya devletlerince belirlenmiş ortak bir tanımı, terörist örgütlenmeleri kendi gizli emelleri için araç olarak kullanan devletler yüzünden yapılamamaktadır. Bu sebeple terörle mücadelede dünya devletleri birlik içinde hareket edememektedir.
Türkiye, 1973’te başlayan dış destekli bir Ermeni Terör Örgütü ASALA şiddeti ile karşılaştı. Başta yurt dışında görevli diplomatlar olmak üzere pek çok Türk vatandaşı bu terör örgütünün kurbanı oldu. ASALA terörünün bitirilmesinin ardından 1980’lerin sonunda PKK bölücü terör örgütü saldırıları başladı. PKK terör örgütüyle uğraşan Türkiye, sınır komşuları olan Irak ve Suriye’de yaşanan iç istikrarsızlıklar nedeniyle, 2014 yılından itibaren bölgedeki güvenlik açığını değerlendirerek güç kazanan ve dış desteklerle büyüyen DAEŞ terör örgütünün hedefi hâline geldi. DAEŞ, Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’deki yerleşim birimlerine saldırılar düzenleyerek ya da Türkiye içinde düzenlediği bombalı saldırılarla terör eylemleri gerçekleştirdi. FETÖ, 1999 yılından beri ABD’nin Pennsylvania (Pensilvanya) Eyaleti’nde yaşayan Fetullah Gülen’in liderliğinde kurulmuştur. Uluslar arası güçlerin emrinde olan FETÖ, Türkiye’de devletin bütün anayasal kurumlarını, güvenlik birimlerini, mülki ve adli yapısını ele geçirmeyi amaç edinmiş bir terör örgütüdür. FETÖ, deşifre olmasının ardından yargı ve emniyet teşkilatları içine yerleştirdiği kişilerle demokratik yolla seçilmiş Türkiye Cumhuriyeti hükûmetine karşı 17-25 Aralık Yargı Darbesi girişiminde bulundu. Fakat başarılı olmadı. Devletin etkin mücadelesiyle güç kaybeden FETÖ, bu kez Türk Silahlı Kuvvetleri içerisine yerleştirdiği kadrolarıyla 15 Temmuz 2016’da askerî bir darbeye kalkıştı.

Bilim, Sanat ve Spordaki Gelişmeler:

1980’li yıllarda Turgut Özal’ın liberal politikalarıyla Türkiye dünyadaki gelişmelere ve rekabete açılmaya başladı. Bu ortamda iş ve ekonomi dünyasına ek olarak yazılı medya ve bazı sivil toplum örgütleri de bu sürece katıldı. Medyanın gelişimi Türkiye’de devlet dışındaki sivil alanların canlanıp gelişmesine yardımcı oldu. 1990’lı yıllarda özel medyanın gelişmesi Türk sinemasını olumsuz etkiledi. Türk sinema sektörü 1990’lı yılları ekonomik kriz içinde geçirdi. Bu süreçte sinema sektöründe çok az film üretilebildi
Yavuz Turgul’un yönettiği ve senaryosunu yazdığı Eşkıya filmi, 1996-1997 sezonunda 2 milyon 568 bin 339 kişi tarafından izlendi. Böylece Türk sineması için yeni bir umut doğdu. 1990’lı yıllarda genç bir yönetmen kuşağı ortaya çıktı. Önceleri kısa filmlerle ve senaryolarla varlık gösteren bu kuşak zamanla Türk Sineması’na yeni bir soluk getirdi. Sinemanın izleyici profili değişti, sinemacıların anlatımlarında belirgin değişiklikler gözlemlenmeye başladı. 2004’TE, 5224 SAYILI “SİNEMA FİLMLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE SINIFLANDIRILMASI İLE DESTEKLENMESİ HAKKINDA KANUN” çıkarıldı. Bu kanun Türk Sineması için bir dönüm noktası oldu. Bu yasa ile uluslararası değerlendirme ve sınıflandırma sistemine geçildi. Film üretiminde ve yerli film seyirci sayılarında artış yaşanmaya başladı. Bu artış, tüm film yapımcılarının ilgisini çekerek sinema sektörüne bir ivme kazandırdı. 1990’lı yıllarda Türkiye’de başlayan liberalleşme ve medyanın gelişimi, müzik alanında pop müzik tarzının gelişmesini sağladı. 1980’lerde egemen olan arabesk müziğin toplumsal temalar içeren sözleri ve melankolik müziği, artık yerini salt aşk temaları işleyen neşeli müziklere bıraktı.
1990’lı ve 2000’li yıllarda Türkiye’de spor alanında önemli gelişmeler yaşandı. Bulgaristan Türklerinden NAİM SÜLEYMANOĞLU, Türklere yapılan baskılardan kurtulmak ve Türkiye adına müsabakalara katılabilmek için 1986’da Avustralya’da düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası’nda Türkiye Büyükelçiliğine sığınarak Türkiye’ye iltica etti. 1993 Dünya Şampiyonası’nda üç altın madalya kazanmasının yanı sıra, iki dünya rekoru kıran Süleymanoğlu, 1994’te Bulgaristan’da yapılan Avrupa Halter Şampiyonası’nda sadece üç kaldırış yaparak üç dünya rekoru kırdı. 1988 Seul, 1992 Barcelona ve 1996 Atlanta olimpiyatları olmak üzere üç kez olimpiyat şampiyonu olan Naim Süleymanoğlu, Türkiye’nin güreş sporu dışında olimpiyatlarda altın madalya kazanan ilk sporcusu oldu. Naim Süleymanoğlu halter kariyeri boyunca 46 dünya rekoru kırdı. 1999-2000 FUTBOL SEZONUNDA UEFA KUPASI’NDA OYNAMA ŞANSINI ELDE EDEN GALATASARAY FUTBOL KULÜBÜ, BU KUPAYI KAZANARAK İLK KEZ BİR AVRUPA KUPASINI TÜRKİYE’YE GETİREN TÜRK TAKIMI OLDU. 2002’de Güney Kore ile Japonya’nın ortaklaşa düzenlediği Dünya Kupası’na Türkiye A MİLLÎ FUTBOL TAKIMI, 48 yıl aranın ardından turnuvaya ikinci kez katılma başarısı gösterirken aldığı DÜNYA ÜÇÜNCÜLÜĞÜYLE de tarihî bir başarıya imza attı. 1979’dan itibaren çalışmalarını ABD’de sürdüren Prof. Dr. AZİZ SANCAR, kanser hastalığı konusunda yaptığı önemli çalışmalar ve hücrelerin hasar gören DNA’ları nasıl onardığını haritalandıran araştırmaları sayesinde 2015 NOBEL KİMYA ÖDÜLÜ’ne layık görüldü

1990 SONRASI DÜNYA’DAKİ GELİŞMELER:

SSCB’nin Dağılması ve Türk Cumhuriyetleri’nin Bağımsızlıklarına Kavuşması.

Bağımsızlıklarına Kavuşması
Batı Bloku ile küresel siyaset sahasında girişilen güç yarışı, Sovyet sistemini işlemez hâle getirdi. Bu süreçte NÜKLEER SİLAHLANMA VE YILDIZ SAVAŞLARI adı verilen uzay çalışmaları SSCB ekonomisini olumsuz etkiledi. SSCB sisteminin çıkmaza girmesi, Doğu Bloku’nun diğer ülkelerine de yansıdı. Ekonomide ve sistemde yaşanan sorunlar, SSCB’nin diğer Doğu Bloku ülkeleri üzerinde kurduğu siyasi ve askerî otoriteyi sarstı. Bu durum SSCB’nin uydu devletleri kabul edilen diğer sosyalist ülkelerin kamuoyunda daha fazla özgürlük taleplerine yol açtı. SSCB yönetimi, 1987’de Devlet Başkanı Gorbaçov’un açıkladığı GLASNOST VE PERESTROİKA programlarıyla, Sovyet sisteminde şeffaflığa ve yeniden yapılanmaya gidileceğini ilan etti. Böylece demokratik uygulamalarla totaliter yapı gevşetilerek toplumsal hareketlerin yatıştırılması hedefleniyordu. Ayrıca devlet denetimindeki sosyalist ekonomi anlayışının yumuşatılarak ekonominin canlandırılması düşünülüyordu. Bu adımlar atılarak Sovyet sistemindeki sorunların aşılacağı ve uluslararası sahada ABD ile rekabetin sürdürülebileceği öngörülüyordu. SSCB Devlet Başkanı MİHAİL GORBAÇOV, ortaya koyduğu Perestroika düşüncesiyle ile tıkanan siyasi sistemi ve devlet teşkilatını yeniden düzenlenmek istedi. Fakat diğer yandan SSCB’yi oluşturan cumhuriyetlerde SSCB’den ayrılmaya yönelik eğilimler güçlendi.
Bu sorunu aşmak için Gorbaçov, 1990’da “Egemen Devletler Birliği Antlaşması” adımını attı. Bu adımı SSCB’nin geleceği açısından iyi görmeyen ordu içindeki bazı komutanlar Gorbaçov’a karşı bir darbe yaptı. SSCB’nin en büyük cumhuriyeti olan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı BORİS YELTSİN, darbeyi yapanlara karşı halkı direnmeye çağırdı. Yeltsin’in çağrısıyla halk darbecilere karşı koydu. Aynı zamanda Batılı devletler de Yeltsin’e destek verdi. Kısa süre sonra darbe yapanlar dağılmak zorunda kaldı. Olayın hemen ardından SSCB yapısı içinde yer alan devletlerin tamamına yakını, bağımsızlıklarını ilan ettiler. 19 Ağustos 1991’de Kremlin Sarayı’na SSCB bayrağı yerine Çarlık Dönemi’nde kullanılan Rus bayrağının çekilmesi ve ardından Sovyet Komünist Partisinin faaliyetlerine son verilmesiyle SSCB resmen dağıldı.
Not: Perestroika: Rusça ‘yeniden yapılandırma’ anlamına gelen siyasi bir kavramdır. SSCB’de gerek ekonomik gerekse katı siyasi merkeziyetçiliğin ortadan kaldırılmasına ve idareyi yenilemeye yönelik siyasi programa verilen isimdir. Glastnost: Sovyet Komünist partisi içinde daha demokratik bir yapılanmayı hedefleyen, katı bürokratik yapıyı aşmayı ve bürokratik ayrıcalıkları ortadan kaldırmayı amaçlayan bir dizi düzenlemeye yönelik siyasi programa verilen isimdir.

Orta Asya Cumhuriyetleri ve Türkiye

25 Aralık 1991 tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Orta Asya ve Kafkasya’da birçok devlet bağımsızlığını kazandı. Türkiye, bu süreçte bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetleri’ni tanıyan ilk ülke oldu. Bağımsızlığını kazanan KAZAKİSTAN, TÜRKMENİSTAN, ÖZBEKİSTAN, AZERBAYCAN VE KIRGIZİSTAN ile Türkiye’nin ortak bir dile, ortak bir hafıza ve ortak bir kültüre sahip olması bu devletlerle olan ikili ve bölgesel ilişkilerin güçlenmesine zemin hazırlamıştır.
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA): Türkiye’nin SSCB sonrası dönemde Orta Asya ve Kafkasya’da yapılacak faaliyetleri ve dış politika önceliklerini uygulayacak, koordine edecek bir organizasyon ihtiyacı doğrultusunda 1992’de Dışişleri Bakanlığına bağlı olarak Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) kurulmuştur. TİKA, 1999 yılında başbakanlığa bağlanarak faaliyetlerini sürdürmüştür. Türkiye’nin, TİKA aracılığı ile dost, kardeş ve akraba ülkelere yönelik olarak yaptığı çalışmaların temelinde, bir barış kuşağı oluşturma çabası bulunmaktadır.
SSCB sonrası süreçte TİKA’nın Türk Cumhuriyetlerindeki hedefi; bu ülkelerin kendi sosyal yapısını kurması, kendi kimliğini sağlıklı bir şekilde inşa etmesi, kültürel ve siyasi haklarını geliştirmesi, teknik altyapı konusunda eksiklerini giderebilmesi konularında destek vermekti. Bu süreçte eğitim, sağlık, yenileme, tarımsal kalkınma, maliye, turizm ve sanayi alanında birçok proje ve faaliyet TİKA tarafından gerçekleştirildi.
1995’e kadar Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetler yürüten TİKA, o tarihten itibaren eğitim ve kültürel iş birliği çalışmalarına ağırlık verdi. Özellikle okullar, kütüphaneler, laboratuvarlar inşa edildi; üniversitelere teknik donanım yardımları yapıldı. TİKA, dünyadaki gelişmeler doğrultusunda 2000’li yıllardan itibaren faaliyet coğrafyasını genişletti. Türkiye’nin izlediği aktif ve ilkeli dış politikaya bağlı olarak TİKA’nın çalışma yaptığı ülkelerin sayısı her geçen gün arttı
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı 6 Nisan 2010’da başbakanlığa bağlı müsteşarlık düzeyinde bir kamu kurumu olarak YURT DIŞI TÜRKLER VE AKRABA TOPLULUKLAR BAŞKANLIĞI kurulmuştur. Kurumun görevi; yurt dışındaki Türk vatandaşlarının, kardeş toplulukların ve Türkiye’de öğrenim gören uluslararası burslu öğrencilerin çalışmalarını koordine etmek; bu alanlarda verilen hizmetleri ve yapılan faaliyetleri geliştirmek olarak tanımlanmıştır. Kurumun çalışmalarıyla yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarıyla ve kardeş topluluklarla ilişkiler güçlendirilmiştir. Bu ilişkilerin sağlamlaştırılmasında ekonomik, sosyal ve kültürel alanlar daha öne çıkarılmıştır.

Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY):

Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı 1993’TE AZERBAYCAN, KAZAKİSTAN, KIRGIZİSTAN, ÖZBEKİSTAN, TÜRKMENİSTAN VE TÜRKİYE’nin Kültür Bakanlarının imzalamış olduğu antlaşma ile kurulmuştur. TÜRKSOY’un kuruluş amacı Türk halklarının gönül birlikteliğini ve kardeşliğini güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve dünyaya tanıtmak için çalışmaktır. TÜRKSOY’un 6 kurucu üyesi ile beraber 8 tane de gözlemci üyesi bulunmaktadır.
Nevruz kutlamaları, TÜRKSOY’un geleneksel etkinliklerinin başında gelir. Sanatsal buluşmalar kapsamında her yıl Türk dünyasından fotoğrafçılar, ressamlar, opera sanatçıları, şairler, medya mensupları, tiyatro grupları, dans ve müzik toplulukları TÜRKSOY tarafından düzenlenen etkinliklerle bir araya getirilmektedir. YUNUS EMRE ENSTİTÜSÜ YUNUS EMRE VAKFI, Türkiye’nin diğer ülkeler ile kültürel alışverişini artırıp dostluğunu geliştirmek amacıyla 2007’de kurulmuş bir kamu vakfıdır.
Kurumun görevi aşağıdaki gibidir:
1. Türkiye’yi, Türk dilini, tarihini, kültürünü ve sanatını dünyaya tanıtmak,
2. Bununla ilgili bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak,
3. Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurt dışında hizmet vermek.
2007’de yasa ile kurulan ve 2009’da faaliyetlerine başlayan Yunus Emre Enstitüsünün yurt dışında 40’tan fazla kültür merkezi bulunmaktadır. Kültür merkezlerinde verilen Türkçe eğitiminin yanı sıra, farklı ülkelerdeki eğitim kurumlarıyla yapılan iş birlikleri ile Türkoloji bölümleri ve Türkçe öğretimi desteklenmektedir. Kültür merkezleri aracılığıyla Türk kültür ve sanatını tanıtmak amacıyla birçok etkinlik düzenlenmekte, ulusal veya uluslararası etkinliklerde Türkiye temsil edilmektedir.

AVRUPA BİRLİĞİ (AB) VE TÜRKİYE:

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma yolunda uluslararası gelişmeleri yakından takip etmiştir. Bu amaçla OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) ve NATO gibi uluslararası teşkilatlara üye olunmuştur. Yine bu doğrultuda II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa için bir barış ve iş birliği projesi olarak nitelendirilen AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞUNUN (AET) 1957’de kurulmasından kısa bir süre sonra Türkiye, 31 Temmuz 1959’da topluluğa ortaklık başvurusunda bulunmuştur. Türkiye adına bu başvuruyu, dönemin başbakanı ve aynı zamanda da Demokrat Parti lideri olan Adnan Menderes yapmıştır. Menderes, bu başvuruyla Türkiye’nin Avrupa’ya ilk adımı attığını ifade etmiştir. AET Bakanlar Konseyi, Türkiye’nin yapmış olduğu başvuruyu kabul ederek üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık antlaşması imzalanmasını önermiştir. Söz konusu antlaşma 12 Eylül 1963’te imzalanmış ve 1 Aralık 1964’te yürürlüğe girmiştir. ANKARA ANTLAŞMASI, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinin hukuki temelini oluşturmaktadır. Türkiye’nin AET’ye uyum süreci antlaşmanın yürürlüğe girdiği 1 Aralık 1964 itibarıyla başlamıştır. Bu dönem taraflar arasındaki ekonomik farklılıkları azaltmaya yönelik çalışmalar içerdiği için “Hazırlık Dönemi” olarak adlandırılmıştır. Türkiye-AB ilişkileri, 1970’li yılların başından 1980’lerin ikinci yarısına kadar Türkiye’de yaşanan siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı istikrarsız bir süreç yaşamıştır. 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nin ardından AB ile ilişkiler resmen askıya alınmıştır. 1983’te Türkiye’de sivil idarenin yeniden kurulmasıyla Türkiye dışa açılma sürecine girmiştir. Böylece 12 Eylül 1980’den itibaren dondurulmuş bulunan Türkiye-AET ilişkileri yeniden başlamıştır. AET, 1991 MAASTRİCHT (MASTRİKT) ANTLAŞMASI ile resmen Avrupa Birliği (AB) adını almıştır. Yeniden başlayan ilişkiler sonucu 5 Mart 1995’de yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında alınan karar uyarınca, Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girmiştir. 10-11 Aralık 1999’da yapılan HELSİNKİ ZİRVESİ’nde Türkiye’nin AB’ye adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir. Türkiye adaylık sürecinde AB ile üyelik müzakerelerinin devam etmesi için ön şart olarak belirlenen siyasi kriterlerin karşılanmasına yönelik uyum yasası paketlerini meclisten geçirmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin kapsamını genişleten demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, insan hakları gibi alanlarda mevcut düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan reformlar yapılmıştır.
17 Aralık 2004 tarihli BRÜKSEL ZİRVESİ’nde, AB-Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktası daha yaşanmış ve zirvede Türkiye’nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005’te üyelik müzakerelerine başlanması kararı alınmıştır. Günümüzde de müzakereler hâlâ devam etmektedir. Bu amaçla Türkiye Cumhuriyeti siyasi sisteminde Avrupa Birliği bakanlığı da kurulmuştur.

BOSNA SAVAŞI VE BALKANLARDAKİ GELİŞMELER:

Bosna Savaşı, 1 Mart 1992’den 14 Aralık 1995’e kadar sürmüş olan bir savaştır. Bosna Savaşı, 1945’te Balkanlarda kurulan Yugoslavya Cumhuriyeti’nin dağılmasının ardından çıkmıştır. Yugoslavya Devleti; Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Kosova, Slovenya, Makedonya ve Karadağ Cumhuriyetlerinden oluşan federal bir cumhuriyetti. 1980’de Devlet Başkanı MAREŞAL TİTO’nun ölümünden sonra Yugoslavya’yı oluşturan federal devletler arasındaki ilişkiler bozulmaya başladı. Oluşan siyasi gerginlik sonucu 1990’da Yugoslavya’yı oluşturan cumhuriyetlerden birisi olan Slovenya bağımsızlığını ilan etti. Böylece Yugoslavya parçalanma dönemine girdi.
Slovenya’nın ardından Hırvatistan ve Makedonya’nın da bağımsızlığını ilan etmesi üzerine ağırlıklı olarak Sırplardan oluşan Yugoslavya ordusunun bu devletlere saldırmasıyla YUGOSLAVYA İÇ SAVAŞI başladı. Yaşanan gelişmeler karşısında 27 Kasım 1991’de Bosna-Hersek kendi ülkesinin bütünlüğünü korumak için bağımsızlığını ilan etti. Bosna-Hersek nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Boşnaklar ve Hırvatlar bağımsız bir devlet olarak tanınmak isterken Bosna-Hersek’te yaşayan Sırplar, Batı Sırp Cumhuriyeti’ni ilan ettiler ve istedikleri bölgeleri ele geçirmek için Müslüman Boşnaklara karşı saldırılara başladılar. 1992’de Müslüman Boşnaklara karşı etnik temizlik yapmak amacıyla Sırp ağırlıklı federal ordunun, Sırp milislerin ve daha sonra da Hırvat milislerin saldırıları üzerine Bosna-Hersek harabeye döndü. Mostar şehri, Hırvat güçleri tarafından 9 ay boyunca kuşatma altına alındı ve şehir, yoğun bombardımana tutuldu. Şehrin sembolü olan Osmanlı mirası MOSTAR KÖPRÜSÜ, Hırvat topçuları tarafından imha edildi.
Bosna Savaşı’nın başlarında, Sırp kuvvetleri, Sırp köylülerinin de desteği ile Bosna’nın doğusundaki SREBRENİCA çevresindeki Boşnak kasabalarına ve köylerine saldırdı. Sırplar, Boşnak yerleşim yerlerinde hâkimiyeti ele geçirdikten sonra tüm sivilleri topladılar. 1993’te, BM Güvenlik Konseyi Srebrenica’yı güvenli bölge olarak ilan etti ve bölgeye yönelik her türlü silahlı saldırıyı yasakladı. Ancak, bu karar hiçbir şekilde uygulanamadı ve bölgedeki Müslüman Boşnaklar, 1995 yılına kadar Sırplar tarafından abluka altında tutuldu. 1995’te Radko Miladiç komutasındaki Sırp güçleri, sabaha doğru Srebrenica kentini tank ve top ateşiyle bombardımana tutmaya başladılar. Srebrenica, BM komutasındaki 400 Hollandalı asker tarafından korunuyordu. Ancak bu askerler Sırpların gerçekleştirdikleri katliamı engellemek bir yana, katliama seyirci kaldılar. BM komutasındaki bazı Hollandalı askerler Sırplar tarafından esir alındılar. NATO tarafından takviye olarak gönderilen uçaklar da Sırpların katliamlarını durduramadı ve Sırpların tüm Hollandalı askerleri öldürme tehdidi karşısında geri çekilmek zorunda kaldılar. Şehrin düşmesinden sonra, yaklaşık 25.000 kişi büyük bir korku içinde Srebrenica yakınlarında bulunan Potoçari köyündeki BM’e bağlı Hollanda askerî kampına doğru kaçmaya başladılar. Bunlardan 6.000 kadarı kampa girmeyi başarırken geri kalanlar kampın çevresinde toplandılar veya dağlara kaçtılar. Sırp tehditleri sonucu kampta bulunan tüm Müslüman Boşnaklar, Hollandalı BM askerleri tarafından silah zoruyla dışarı çıkmaya zorlandılar. Bu insanlara hiçbir şey yapılmayacağını söyleyen Sırplar, 11 Temmuz 1995 ile 17 Temmuz 1995 tarihleri arasında 8 binden fazla genç ve yetişkin erkeği katlettiler. Bu hadise SREBRENİCA SOYKIRIMI olarak tarihe geçti. Sırp milislerin Srebrenica ve Markale’de sivillere karşı giriştiği katliamlar uluslararası camiada tepkiyle karşılandı. 1995’te yapılan NATO toplantısında Bosna-Hersek’teki Sırp hareketine müdahale etme kararı çıktı. Bu doğrultuda NATO hava kuvvetleri, Sırpların ikinci Markale katliamından sonra 30 Ağustos tarihinde Sırp hedeflerine yönelik büyük bir saldırı başlattı ve Sırpların tüm askerî altyapısı imha edildi. Bosna’daki Sırp askerî birliklerine yönelik düzenlenen NATO bombardımanına gerekçe olarak Markale’deki silahsız Boşnaklara karşı gerçekleştirilen saldırı ve Srebrenica katliamı gösterildi. 5 Eylül 1995’te ABD’nin girişimiyle savaşan taraflar Cenevre kentinde barış görüşmelerine başladılar. CENEVRE’DE VARILAN ANTLAŞMADAN SONRA Bosna-Hersek’teki üç toplumun liderleri OLAN ALİYA İZZETBEGOVİÇ, SLOBODAN MİLOSEVİÇ ve FRANJO TUDJMAN ABD’nin Dayton kentinde barış masasına oturdular ve 21 Kasım 1995’TE DAYTON BARIŞ ANTLAŞMASI’nı imzaladılar.
Antlaşma özetle şöyleydi:
1. Bosna-Hersek adı aynı olan ve daha önce tanınan uluslararası sınırlara uygun sınırları olan tek bir devlet olarak kalacaktır.
2. Devlet iki birimden, Bosna-Hersek Federasyonu ve Bosna Sırp Cumhuriyeti’nden oluşacaktır.
3. Tüm taraflar La Haye’deki savaş suçları mahkemesine yardımcı olacaktır.
Dayton’da imzalanan ön antlaşma, 14 Aralık 1995’te Paris’te tarafların imzasıyla kesinleşti. Böylece Bosna Savaşı resmen sona erdi.

ORTA DOĞU’DA MEYDANA GELEN BAŞLICA GELİŞMELER SİYONİZM SORUNU VE FİLİSTİN:

1978’de Mısır ve İsrail arasında imzalanan Camp David Antlaşması’yla İsrail ve Arap devletleri arasında bir daha sıcak çatışma yaşanmadı. Ancak Filistinlilerin işgal edilmiş topraklarını koruma mücadelesi sona ermedi. Filistin’de başlayan ve Filistin halkının başkaldırısı anlamına gelen ‘İNTİFADA’ bu mücadelenin en somut örneğidir. İsrail işgaline karşı Filistin halkının başkaldırısı olan BİRİNCİ İNTİFADA, 1987’de başladı. İKİNCİ İNTİFADA İSE 2000’DEN 2005 yıllına kadar devam eden Filistin ayaklanmasıdır.
CEZAYİR’DE toplanan Filistin Millî Konseyi, 15 Kasım 1988’de ilan ettiği bildiriyle BAĞIMSIZ FİLİSTİN DEVLETİ’ni ilan etti. Bağımsız Filistin Devleti’ni Türkiye dâhil birçok ülke tanıdı. Filistin Devleti’nin tanınması için uluslararası sahada yapılan diplomatik girişimler sonuç verdi. ABD öncülüğünde yapılan görüşmeler sonucunda 1993’te İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) liderleri barış antlaşması imzaladı.
Bu antlaşmaya göre:
İsrail, Batı Şeria ve Gazze bölgelerinde Filistinlilerin özerkliğini resmen kabul etti. Fakat bu gelişmeler yaşanırken İsrail, Filistinlilere şiddet uygulamaya ve Filistin topraklarında yeni Yahudi yerleşim merkezleri kurmaya devam etti. 2002’de İsrail, Batı Şeria’da ördüğü bir duvarla Batı Şeria’yı tamamen dünyadan soyutlamak istedi. İsrail, Gazze bölgesinden kendi topraklarına füze atılmasını bahane ederek 2007’de Gazze’ye 2009’a kadar sürecek olan şiddetli bir saldırı başlattı. Bu saldırı uluslararası camiada büyük tepki gördü. İsviçre’nin Davos kentinde DAVOS Dünya Ekonomik Forumu sırasında gerçekleştirilen bir panelde, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e bu konuda sert tepki gösterdi ve paneli terk ederek tüm dünyaya Türkiye’nin Filistinlilerin yanında olduğunu gösterdi. 2010-2011 yıllarında başta Rusya olmak üzere Brezilya, Arjantin ve Şili, 1967 öncesi sınırlarını esas alarak Filistin’i bağımsız bir devlet olarak kabul ettiklerini dünyaya ilan ettiler. Fakat İsrail, 2011’de uluslararası camiayı dikkate almayarak havadan Gazze’yi yine bombaladı. Aynı yıl FİLİSTİN DEVLET BAŞKANI MAHMUD ABBAS, bağımsız bir devlet olarak tanınmak için Birleşmiş Milletlere resmen başvurdu. Yapılan oylamada başta Türkiye olmak üzere 138 ülke evet oyu verdi. ABD, İsrail, Kanada, Çek Cumhuriyeti, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Palau ve Panama hayır oyu kullandı. 41 ülke ise çekimser kaldı. Böylece Filistin, BM nezdinde bağımsız bir devlet olarak kabul edildi. Fakat İsrail’in uyguladığı şiddet politikalarından dolayı Filistin’in bağımsızlığının tanınması Filistin halkının sorunlarını çözemedi. 1948’den itibaren meydana gelen İsrail işgalleri nedeniyle yaklaşık 6 milyon Filistinli başka ülkelere göç etmiş ve mülteci hâline gelmiştir.

KÖRFEZ SAVAŞLARI

I. Körfez Savaşı: /Körfez Savaşı’nın çıkmasındaki temel neden Irak’ın komşusu , 2 Ağustos 1990’da KUVEYT’İ İŞGAL ETMESİydi. Böylece Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan bölgesel kriz, küresel bir sorun hâline geldi. Kuveyt işgali üzerine toplanan Birleşmiş Milletler, Irak’ı kınadı ve Irak’a yönelik yaptırımlara ek olarak Kuveyt’i Irak işgalinden kurtarmak amacıyla ABD öncülüğünde uluslararası askerî bir güç oluşturuldu.
Irak’ın BM kararlarına uymayacağını açıklaması üzerine, 17 Ocak 1991’de Irak’a karşı önce hava harekâtı ardından da kara harekâtı. Uluslararası güç ile Irak kuvvetleri arasındaki savaş kısa sürdü. Irak ordusu mağlup oldu ve Kuveyt işgalden kurtarıldı. Irak, 1991’de BM tarafından önerilen ateşkes anlaşmasını imzaladı. Böylece savaş resmen sona erdi.
Barışın sürekliliği ve ekonomik ambargonun kaldırılması Kuveyt’in işgalden önceki sınırlarının kabul edilmesi Irak’ın nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlardan arındırılması kararına uymasına bağlandı. Savaşın ardından Irak’ta iç karışıklık baş gösterdi. Irak’taki Baas rejimine muhalif Kürt gruplar ülkenin kuzeyinde, Şii gruplar ise ülkenin güneyinde ayaklanma başlattılar. Baas rejiminin şiddet kullanarak bu gruplara saldırması üzerine, Irak birliklerinin 36. paralelin kuzeyi ile 32. paralelin güneyine geçirilmeme şartı kabul edildi. Ayrıca ateşkesi denetlemek ve gerekirse müdahale etmek için ABD, İngiltere ve Fransa birliklerinden oluşan uluslararası askerî bir kuvvet (ÇEKİÇ GÜÇ) oluşturuldu. Irak hükûmetinin ülkenin kuzeyindeki kontrolü kaybetmesiyle birlikte bu bölgede otorite boşluğu oluştu. Bölgede güçlenen muhalif Kürt gruplar, Irak’tan kopuş sürecine girdiler. Ayrıca oluşan otorite boşluğu nedeniyle Türkiye’ye karşı bölücü eylemlerde bulunan PKK terör örgütü, Irak’ın kuzeyine yerleşmeye başladı. Bu durum Türkiye için bir güvenlik sorunu hâline geldi.
II. Körfez Savaşı ve ABD’nin Irak’ı İşgali: ABD, 11 Eylül 2001 yılında New York şehrinde bulunan Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırıdan sonra, İngiltere ile birlikte teröre karşı dünya çapında bir mücadele başlattığını ilan etti. Bu doğrultuda teröre destek verdiği iddiasıyla önce AFGANİSTAN’a askerî müdahalede bulunan ABD, ardından IRAK’a yöneldi. ABD, Irak’ı kitle imha silahları edinmek ve dünya barışını tehdit etmekle suçladı. ABD’nin girişimleriyle Birleşmiş Milletler, Irak’a bu konuda baskı yapılması kararı aldı. Bu karara karşılık Irak, ülkesindeki askerî tesislerin BM yetkililerince denetlenmesini kabul etti. Irak’ın BM kararlarını koşulsuz kabul etmesi, Kuveyt işgali nedeniyle komşularından resmen özür dilemesi ve BM yetkililerinin kitle imha silahlarına rastlamadıklarını rapor etmeleri üzerine gerginlik yumuşadı. Fakat ABD yönetimi bu kez de Irak Devlet Başkanı SADDAM HÜSEYİN ve ailesinin Irak’ı terk etmelerini istedi. Aksi takdirde Irak’a askerî müdahale yapılacağını açıkladı. Irak yönetimi ABD’nin bu uyarısını reddetti.
ABD’ye destek olarak İngiltere, İspanya, Çek Cumhuriyeti, Portekiz, Danimarka, İtalya ve Macaristan’dan oluşan bir Avrupa koalisyonu oluşturuldu. Savaş öncesi ABD yönetimi, Türkiye topraklarından geçerek Irak’a askerî müdahale yapmak istedi. Fakat 1 Mart 2003’te yapılan oylamada ABD’nin bu isteği TBMM tarafından reddedildi. ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, 20 Mart 2003’te Irak’a hava saldırısını başlattı. 22 Mart 2003’te ise kara harekâtı başladı. ABD kuvvetleri, 9 Nisan 2003’te Irak’ın başkenti Bağdat’ı işgal etti
Irak kuvvetleri ve koalisyon güçleri arasındaki savaş, ABD Başkanı GEORGE W. BUSH’un 15 Nisan 2003 tarihinde kesin zaferin kazanıldığını ilan etmesiyle son buldu. Savaş sonucunda Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin ve Baas rejimi devrildi. Irak’ı işgal eden ABD, ülkeye geçici valiler atayarak ülkeyi yönetmeye başladı. 13 Temmuz 2003’te ABD nüfuzunda “Geçici Irak Yönetim Konseyi” oluşturuldu ve bu geçici konsey BM nezdinde tanındı. Böylece dünyanın küresel gücü olan ABD, İngiltere ile birlikte, dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip ülkesi olan Irak’ı ele geçirerek Orta Doğu’da önemli bir güç kazandı. Fakat 2003’ten sonra Irak’ta etkin siyasi gruplar arasında bir antlaşma sağlanamaması ve çöken devlet sisteminin yeniden kurulamaması nedeniyle Irak’ta siyasi istikrarsızlık sona ermedi. Siyasi istikrarsızlık ve otorite boşluğu, Irak topraklarındaki denetlenemeyen terör gruplarının sayısını ve buna bağlı olarak şiddet olaylarını artırdı. Irak’ta yaşanan bu istikrarsızlık hem Irak’ın komşularında hem de tüm bölgede güvenlik sorunlarını ortaya çıkardı.

ARAP BAHARI:

Arap Baharı, 2010’da Orta Doğu ülkelerindeki demokratik olmayan yönetimlere karşı bu ülkelerin halkları tarafından daha çok demokrasi ve özgürlük talebiyle başlatılan, protesto ve ayaklanmalarla gerçekleşen halk hareketleridir
Arap Baharı olarak adlandırılan süreç TUNUS’ta başladı. Süreci başlatan olay; iş bulamamaktan ve geçim sıkıntısından dolayı seyyar satıcılık yapan üniversite öğrenimli Tunuslu Muhammed Buazizi adlı gencin bir zabıta görevlisince tokatlanması ve tezgâhı ile mallarına el konulmasıdır. Bu olayın ardından Tunuslu genç Muhammed Buazizi’nin kendisini yakarak intihar etmesi sonrası başlayan hükûmet karşıtı gösteriler sonucu, Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali görevinden istifa etti. Bu sürece YASEMİN DEVRİMİ adı verildi. Yasemin Devrimi’nden sonra Tunus’ta daha demokratik bir yönetim kuruldu ve yeni bir dönem başladı.
Tunus’ta başlayan olaylar diğer Arap ülkelerine de yayıldı. 25 Ocak 2011’de MISIR’ın en büyük meydanı olan TAHRİR MEYDANI’nda, Arap baharının esintileri yayılmaya başladı. Kısaca “ÖFKE GÜNÜ” olarak da bilinen 25 Ocak gününde, Mısır halkı özgürlük için sloganlar atmaya başladı. Tunus’ta olduğu gibi Mısır’da da açlık, işsizlik, yolsuzluk, diktatörlük gibi benzer sorunlar sebebiyle halk isyan etmeye başladı. Ülkede gitgide büyüyen isyan nedeniyle Hüsnü Mübarek’in 1981’de başlayan yönetimi, 11 Şubat 2011’de istifa etmesiyle son buldu. Mısır’da yapılan demokratik seçimleri Muhammed Mursi kazandı. Muhammed Mursi, Mısır’da demokratik seçimle başa geçen ilk cumhurbaşkanı oldu.
Mısır’dan sonra LİBYA’da da protestolar başladı. Libya’daki protestolar bir süre sonra demokratik gösterilerden Libya hükûmetine karşı silahlı bir başkaldırıya dönüştü. Bu durum Libya’yı iç savaşa sürükledi. Bu çatışmalarda ölenlerin sayısı artmaya başlayınca dünya kamuoyu yaşanan duruma tepki göstermeye başladı. Fransa, yaşanan olaylara seyirci kalamayacağını söyleyerek NATO ile birlikte olaylara müdahale etti. NATO güçleri Libya askerî güçlerini havadan vurdu. Libya yönetiminin zayıflamasıyla muhalif güçler başkent Trablus’u ele geçirdi. Libya Lideri Muammer Kaddafi, muhalif milisler tarafından linç edilerek öldürüldü. Arap Baharı’nın etkileri SURİYE’de daha sert ortaya çıktı. Ülkeye egemen Baas Partisi yönetiminin demokratik olmayan ve baskıcı yönetiminden bunalan halk, rejime karşı protestolara başladı. Devlet Başkanı Beşşar Esed yönetimindeki Baas rejiminin protestolara karşı müdahalesi çok sert oldu. Bunun üzerine harekete geçen halk ise silahlanmaya başladı. Suriye’de iç savaş başladı. Yüzbinlerce insan hayatını kaybetti. Ülkede yaşamın zorlaşmasıyla beraber birçok Suriyeli kendi ülkesinden kaçarak başka ülkelere sığındı. 4 milyon kadar Suriyeli dünyanın çeşitli yerlerine sığınmacı olarak yerleştirildi. Bu sığınmacılardan yaklaşık 3 milyonu ise Türkiye’ye geldi. Körfez ülkelerinden BAHREYN ve YEMEN’de de Arap Baharı’nın etkileri görüldü. Bu iki ülkede protestolar bir süre sonra mezhep çatışmasına dönüştü. Suudi Arabistan’ın müdahalesiyle Bahreyn’de muhalifler bastırıldı. Fakat Yemen’de durum Libya ve Suriye’deki gibi bir iç savaşa dönüştü.
2010’da Tunus’ta başlayan değişimle Orta Doğu’da daha demokratik bir dönemin başlayacağı düşünüldü. Fakat beklenen olmadı. Sürecin bazı ülkelerde iç savaşa dönüşmesi bölgede istikrarsızlığa yol açtı. Batı ülkelerinin siyasi çıkarları nedeniyle bu çatışmalara müdahale etmesi bölgedeki sorunları daha da derinleştirdi. Bu istikrarsızlık sonucu ortaya çıkan terör örgütleri, hem çatışmaların yaşandığı ülkeler hem de bölgenin diğer ülkeleri için bir güvenlik sorunu hâline geldi. Mısır’da ise demokratik yollarla seçilmiş Muhammed Mursi’nin askerî bir darbeyle devrilmesi ülkedeki ve bölgedeki demokrasi beklentilerini sonlandırdı.

11 EYLÜL SALDIRILARI VE KÜRESEL TERÖR

ABD, II. Dünya Savaşı’nın ardından SSCB ile birlikte küresel bir güç hâline gelmişti. Soğuk Savaş sürecinde ABD, Batı Bloku’nun lideri olmuştu. 1991’de SSCB’nin ve Doğu Bloku’nun dağılmasıyla birlikte ABD, dünyanın en büyük küresel gücü oldu. ABD, iki kutuplu dünya dengesinin ortadan kalkmasıyla birlikte siyasi gücünü ve sistemini dünyaya benimsetmek amacıyla çeşitli girişimlerde bulundu. Dağılan SSCB sahasında ve eski Doğu Bloku ülkelerinde siyasi etkisini artırdı. ABD, siyasi gücünü artırdığı ve tek kutuplu dünyada yön verici bir ülke konumuna geldiği bir dönemde büyük bir terör saldırısı yaşadı. 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin New York kentinde bulunan Dünya Ticaret Merkezine, Washington’a ve Pentagon’a sivil uçakların kullanıldığı saldırılar düzenlendi. Bu saldırılarda Dünya Ticaret Merkezinin iki binası da çöktü ve burada çalışan binlerce kişi hayatını kaybetti. 11 Eylül Saldırısı, ABD sınırları içine doğrudan ABD’ye yapılan ilk saldırıydı. Saldırı İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Türkiye dâhil olmak üzere pek çok devlet tarafından kınandı ve dünya kamuoyunda çeşitli tepkilere yol açtı. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush, saldırıyı ABD’ye yönelik bir savaş ilanı olarak niteledi. ABD yönetimi ayrıca bu saldırıyı dünyadaki tüm özgür ve demokratik ülkelere yönelik bir savaşa benzetti ve bütün dünyayı seferber edeceğini dile getirdi. Bu doğrultuda 12 Eylül 2001 günü yapılan NATO toplantısında NATO’nun 5. Maddesi’nin hayata geçirilmesine karar verildi. Bu maddeye göre NATO üyelerinden birisi saldırıya uğradığında NATO’nun bunu tüm üyelere yapılmış bir saldırı olarak kabul etmesi öngörülüyordu. 11 Eylül Saldırısı’nı ülkesine bir savaş ilanı olarak kabul eden ABD yönetimi, saldırının arkasında olduğuna inandığı ülkelere karşı savaş başlattı. İlk olarak saldırıyı üstlenen El-Kaide adlı terör örgütünün konumlandığı Afganistan’a karşı askerî bir operasyon başlatıldı. 7 Ekim 2001’de başlayan bu harekât sonucunda Afganistan’daki Taliban yönetimi devrildi. ABD, Afganistan’ı işgal etti. 11 Eylül Saldırısı’nı desteklediği ve kitle imha silahları bulundurduğu iddiasıyla ABD, 20 Mart 2003’te Irak’a karşı askerî operasyon başlattı ve Irak’ı yeniden işgal etti. ABD kendi politikası için tehlikeli gördüğü İran ve Kuzey Kore’ye karşı Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya ‘KÜRESEL FÜZE KALKANI’ adı altında füze sistemleri yerleştirdi. Fakat bunu kendisine karşı bir hareket olarak gören Rusya, ABD’ye sert tepki gösterdi. 11 Eylül Saldırısı’ndan sonra dünya siyaseti, Soğuk Savaş Dönemi’ndeki Doğu-Batı Bloku çatışmasından küresel teröre karşı mücadele anlayışını benimsedi. Avrupa Birliği ülkeleri de bu süreçte aynı yolu izledi. Avrupa Birliği’nin öncü devletlerinden olan Fransa, Akdeniz havzasında ve Afrika’daki eski sömürgelerinde ne AB kararlarını ne de BM kararlarını beklemeden askerî operasyonlar düzenlemeye başladı. 2003 tarihinde AB Konseyi, “Daha iyi bir dünyada daha güvenli bir Avrupa” başlıklı ilk AB güvenlik stratejisini kabul etti. Bunun en somut adımı; Almanya’nın öncülüğündeki AB Acil Müdahale Gücü’nün ilk olarak Makedonya’da tek başına sorumluluk üstlenmesiydi. Yaşanan gelişmeler neticesinde dünya siyaseti, SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ’NDEKİ DOĞU-BATI BLOKU ÇATIŞMASINDAN, KÜRESEL TERÖRE KARŞI MÜCADELE ANLAYIŞINA GEÇTİ.

IRAK VE SURİYE’DE YAŞANANLAR

Irak’taki Gelişmeler:
Irak’ın 2003’te ABD tarafından işgalinden sonra Irak’ın yeniden yapılandırılması süreci başladı. ABD tarafından Irak’ın başına getirilen sivil yöneticiyle yönetimi paylaşacak olan Geçici Hükûmet Konseyi tarafından 13’ü Şii, 5’i Sünni, 5’i Kürt, 1’i Türkmen ve 1’i Asuri olan 25 bakandan oluşan Irak Hükûmeti kuruldu. Bu süreçte Türkiye’nin girişimiyle 2003’te Şam’da toplanan IRAK’A KOMŞU ÜLKELER ZİRVESİ’nde Irak sorununun barışçı yollardan çözümü ve Irak’ın yeniden yapılandırılması görüşüldü. İşgalci ABD güçleri, yeni Irak hükûmeti ile imzaladığı güvenlik antlaşmasıyla belli şartlarda Irak’taki etki ve varlığını korumayı garanti altına alarak 2009’dan itibaren askerlerini Irak’tan çekmeye başladı. Çekilen ABD kuvvetleri, görevlerini Iraklı askerlere ve polislere devrettiler. Savaş sonrası Irak’ta sivil bir yönetim kurulmasına karşın var olan şiddet azalmadı. Irak’ın kuzeyinde kurulan özerk yönetim ve merkezî Irak hükûmeti arasında başta petrol olmak üzere pek çok konuda anlaşmazlık olması, ülke siyasetinin mezhep ve aşiret esası üzerinden belirlenmesi ülkede istikrarsızlığı artırmıştır. Bu istikrarsızlıktan yararlanan PKK terör örgütü, Irak’ın kuzeyinde üslenmiş ve Türkiye’ye karşı terör saldırıları gerçekleştirmiştir. Bunun yanında 2014’te Irak’ın en büyük kentlerinden Musul ve Tikrit’in yanı sıra bölgedeki bazı kentlerde kontrolü ele geçiren DAEŞ terör örgütü, hem bölge hem de Türkiye için büyük bir tehdit hâline gelmiştir. Irak’ın bu durumu Türkiye için ciddi bir güvenlik sorunu hâline gelmiştir.
Suriye’deki Gelişmeler:
2010’da Orta Doğu ülkelerindeki demokratik olmayan yönetimlere karşı başlayan ve Arap Baharı olarak adlandırılan süreç, her ülkede farklı etkilere yol açtı. Arap Baharı’nın etkisiyle Suriye’deki tek partili Baas rejimine karşı başlayan protestolar, rejimin sert tutumu sonucu bir iç savaşa dönüştü. Daha fazla demokrasi talebiyle başlayıp bir iç savaşa dönüşen Suriye olayları, Baas rejiminin sert müdahaleleri, radikal unsurların çatışmalara dâhil olmasıyla büyüdü. ABD, İran ve Rusya’nın doğrudan ya da dolaylı yollardan destekledikleri gruplar aracılığı ile Suriye’ye müdahale etmesi ülkeyi büyük bir yıkıma sürükledi. Suriye’de devlet otoritesinin ortadan kalkmasıyla birlikte DAEŞ terör örgütü güçlendi ve Türkiye için bir tehdit hâline geldi. DAEŞ, Türkiye’nin sınır yerleşimlerine zaman zaman terör saldırıları gerçekleştirdi. Bunun yanı sıra PKK’NIN SURİYE KOLU OLAN PYD TERÖR ÖRGÜTÜ ülkedeki otorite boşluğundan yararlanarak Suriye’nin kuzeyinde etkin hâle geldi. DEAŞ terörü ile mücadele bahanesi ile özellikle ABD tarafından silahlandırılan PYD terör örgütü, Suriye’nin kuzeyini ele geçirerek devletleşmeye doğru gitmek istedi. Fakat 24 Ağustos 2016’da Türk Silahlı Kuvvetlerinin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte başlattığı FIRAT KALKANI HAREKÂTI ile PYD’nin uygulamak istediği planın önüne geçildi. Azez, Cerablus ve El Bab bölgeleri DAEŞ’ten temizlenerek huzur sağlandı
Suriyeli Mülteciler:
2011’de başlayan Suriye olaylarının en büyük etkisi Suriye ile en uzun kara sınırına sahip ülke olan Türkiye’de hissedildi. Suriye’de yaşanan insani bunalımın büyümesi sonucunda 2011’de 300-400 kadar Suriye yurttaşının Hatay ili Yayladağı ilçesindeki Cilvegözü Sınır Kapısı’na doğru hareketlenmesi, Suriye’den Türkiye’ye yönelik ilk toplu göç hareketini oluşturdu. Suriyeli mülteciler sınırdan içeri alınarak Hatay’daki bir spor salonuna yerleştirildi. Suriye’de iç savaşın şiddetinin artması üzerine Türkiye’ye yapılan göçler artarak devam etti. Türkiye, savaştan kaçan Suriye halkını etnik köken ve inanç gözetmeden “AÇIK KAPI” İLKESİ ve “geçici koruma” politikası çerçevesinde kabul edeceğini duyurdu ve bu politikasına sadık kaldı. Türkiye kişi başına düşen millî gelire oranla dünyanın en çok yardım yapan ülkesidir. Bu konuda yalnız kalmasına rağmen Türkiye, Suriyeli mülteci hareketini acil müdahale edilmesi gereken bir durum olarak görmüş ve bu kapsamda AFAD’I (AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ BAŞKANLIĞI) görevlendirmiştir. Türkiye, Suriyeli mültecileri yalnızca mülteci kamplarında barındırmamıştır. 2016’dan itibaren Suriyeli mültecileri Türkiye toplumuna kaynaştırma projelerinin önü açılmıştır. Mülteciler, bütün bakanlık ve kurumların stratejik planlarına dâhil edilmiştir.

KONU BAŞLIKLARI