SANAT BİLİMİ & TARİHİ

TARİH ÖNCESİ (MÖ 50000-3000)

Tarih öncesi sanat, okuryazar olmayan kültürler tarafından yapılan ilk eserlerin de aralarında bulunduğu çok geniş bir sanatı tanımlar.

Sanatsal etkinliklerin 500000 yıl öncesine kadar gittiğine dair bazı kanıtlar bulunsa da en iyi tanınan tarihöncesi sanat formları, yaklaşık olarak MÖ 50000-3000 arasında yapılmıştır. Tarihöncesi sanat, çağa ve kıtaya göre değişim gösterse de genellikle sosyal sistemleri ve inançları temsil eder. En bilinen alanlardan biri, büyük hayvan resimleriyle dolu olan ve 17000 yıl öncesine dayandığı tahmin edilen, Fransa "LASCAUX"
Lascaux, Fransa'nın güneybatısındaki Dordogne ilindeki Montignac köyü yakınlarında yer alan mağara kompleksidir. 600'den fazla paryetal duvar resmi mağaranın iç duvarlarını ve tavanlarını süslemektedir.
daki Paleolitik mağara kompleksidir. Boğaların Büyük Salonu’nda yüzlerce hayvan resmi yer alır; bunların bazıları minerallerden ve bitkilerden elde edilen "PİGMENT" Pigment, suda tamamen veya hemen hemen çözünmeyen renkli bir malzemedir ler kullanılarak karmaşık renk tonları ve doku özellikleri verilerek boyanmıştır. Tarih öncesi sanatın amacıyla ilgili pek çok teori ortaya atılmıştır. En çok kabul gören teori, bu dönemdeki sanatın, muhtemelen başarılı avlanma için yapılan dini ritüellerin bir parçası olduğudur. Dünyanın çeşitli yerlerinde, abartılı göğüsleri ve göbeği olan, "VENÜS HEYKELCİKLERİ"
Genellikle dişilik organları abartılmış paleolitilik zamanlardan kalma kadın yontucuklara verilen addır.
denilen tarih öncesinden kalma küçük heykeller, büyük ihtimalle doğurganlığı sembolize eder. En ünlüsü, yaklaşık olarak MÖ 28000-25000’li tarihlerden kalma, Avusturya’da yer alan "WİLLENDORF VENÜSÜ"
Avusturya'nın, Eski Taş Çağı'na ait en ünlü kalıntısıdır. Heykel bugün Viyana Doğa Tarihi Müzesi'nde görülebilir. Oolitik kireçtaşı'ndan yapılmıştır ve bu taş heykelin bulunduğu coğrafyada bulunmamaktadır.
dür.

ESKİ YUNAN VE ROMA (MÖ650- MS476)

Kusursuz orantıları ve odak noktasında yer alan estetik duygusuyla Eski Yunan ve Roma Sanatı, Batı sanatının temelini ve esin kaynağını oluşturur.

Eski Yunan İmparatorluğu’nda binlerce yıl boyunca üretilen resimler, heykeller, mimari yapılar ve çömlekler güzellik ideallerini somutlaştırdı. Yunan halkları çok uzak mesafelerde ve farklı şehirlerinde yaşamışlardı, fakat aynı dili ve dini inançları paylaşıyorlardı. Çok keskin bir geçiş olmamakla birlikte, sanatları üslup açısından "GEOMETRİK" Yunan karanlık çağlarının sonlarına doğru gelişen (MÖ800-MÖ750), büyük ölçüde vazo üzerindeki geometrik moztiflerle karaktelize edilen yunan sanatıdır. , "ARKAİK"
Klasik çağ öncesinden (MÖ800)kalan sanat eserlerine denir.
, "KLASİK"
Perspektif, ölçü, plan, kompozisyon ve ışık-gölge gibi ana kurallara bağlı kalarak realist anlamdaki sanattır.
ve "HELENİSTİK"
Büyük İskender’in ölümüyle(MÖ323) başlayan ve yunan anakarasının romalılar alana kadar(MÖ146) olan dönemi kapsıyan sanata denir.
olmak üzere dört ayrı döneme ayrılır. Kusursuzlaştırdıkları teknikler arasında heykel oyma ve döküm yöntemleri, "FREKS"
Yeni sürülmüş ıslak sıva üzerine boyalarla resim yapma tekniğine ve bu teknikle oluşmuş resimlere fresk denmektedir.
boyama ve muhteşem binanlar inşa etme yer alır. En iyi bilinen dönem, Yunan anakarasında ve özellikle de Atina’da altın çağın yaşandığı Klasik Dönemdir. "PANTHEON"
Panteon, ilk olarak Antik Roma'nın tüm tanrıları için tapınak olarak inşa edilmiş bir yapıdır. Panteon kavramı bugün içinde meşhur kimselerin gömülü olduğu anıtlar için kullanılır.
gibi büyük yapı projeleri, döneminin mimari eserlerinin ve heykellerinin ihtiras ve görkeminin somut örneğidir.

MÖ 479’da Atinalılar "PERS İSTİLASI" Büyük Kiros'un, MÖ 547 yılında İyonya'yı istila etmesiyle başlamıştı. Gerçekte Grek dünyası açısından Pers İmparatorluğu ile aradaki düşmanlık, İmparatorluk'un Büyük İskender'in seferi sonunda dağılmasına kadar iki yüzyıldan fazla bir süre devam etmiştir. ndan kurtuldular. Özgüvenleri tazelenince duvar resimleri, "RÖLYEF" Kabartma veya diğer adıyla rölyef, yüzey üzerine yapılan yükseltme ya da çökertmelere denir. Alçak ve yüksek rölyef olmak üzere ikiye ayrılır. Mimarlıkta da heykel sanatında da kullanılan bir terimdir. ler, heykeller ve mimari eserler ürettiler. Tarihte ilk kez, bazı sanatçılar isimleri tanınmaya başladı. "POLYKEİTOS" Polykeitos MÖ 480'de Argoz'ta doğmuş 5. yüzyılın sonuna doğru ölmüştür. Antik çağda yaşamış yaşamış çok ünlü bir heykeltıraştır. , "PHİDİAS" Phidias (MÖ480-MÖ430) bir Yunan heykeltıraş , ressam ve mimardı. Olympia'daki Zeus Heykeli, Antik Dünyanın Yedi Harikasından biriydi . Phidias ayrıca Atina Akropolü'ndeki tanrıça Athena'nın heykellerini , yani Parthenon'un içindeki Athena Parthenos'u ve Athena Promachos'u tasarladı. , "MYRON" Myron MÖ 5. yüzyılın ortalarında Atinalı bir heykeltıraştı . ve "PRAKSİTELES" Atinalı Praksiteles büyük Kephisodotos'un oğlu olup MÖ 4. yüzyılın en tanınmış heykeltıraşlarından biriydi. Çıplak kadın figürünü gerçek boyutlarda heykellere uygulayan ilk heykeltıraştı. ; ideal güzelliğe ve oranlara sahip, canlı gibi görünen, dinamik ve kusursuz insan figürleriyle ün kazandılar. Helenistik Yunan sanatçılar canlılığı, çeşitliliği, gücü, güzelliği ve uyumu daha da geliştirdiler. Bunları Romalı sanatçılara devrettiler, onlar da Roma İmparatorluğu döneminde (MÖ 27- MS 395) kendilerine ait teknikler ve fikirler geliştirdiler.

BİZANS (476-1453)

MS 300’den itibaren Hıristiyanlığın yayılmasıyla birlikte, Yunan ve Roma sanatının gerçekçiliği terk edildi. Tanrıların sıradan insanlarmış gibi tasvir edilmesi putperestlik olarak algılandı.

Roma İmparatoru "KONSTANTİNOS" Mora'da doğmakla beraber çocukluğunu Konstantinopolis'te geçirdi. 1437–1440 döneminde Bizans İmparatoru olan kardeşi VIII. İoannis İtalya'da Floransa Konseyinde Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birbirine bağlanması için müzakerelerde bulunmakta iken Konstantinos, Konstantinopolis'te taht naipliği görevinde bulundu. , Hıristiyanlığı 313’te yasal din ilan ettikten sonra imparatorluğun başkentini Roma’dan Bizans’a taşıdı ve adını "KONSTANTİNOPOLİS"
Konstantinopolis veya Kostantiniyye Roma İmparatorluğu (330–395), Bizans İmparatorluğu (395–1204 ve 1261–1453), Latin İmparatorluğu (1204–1261) ve Osmanlı İmparatorluğu'na (1453–1922) başkentlik yapmış tarihî bir şehir. Günümüzde şehir, Mustafa Kemal Atatürk'ün kararıyla 1930'dan beri dünyada İstanbul olarak adlandırılmaktadır.
olarak değiştirdi. Bizans sanatı burada yaklaşık 330- 1453 yılları arasında gelişti. Yunan, Roma ve Mısır sanatındaki unsurlardan yola çıkan Bizans sanatı, çok güçlü bir düzen duygusu ifade eder. İzleyiciye Tanrı’yı azizleri ve kutsal yazıtları anlatmak için yapılan Bizans sanatında, hiçbir nü ya da anlatı imgesi bulunmaz.

Bizans sanatı, Hıristiyanlıkla birlikte Ravenna, Venedik, Sicilya, Yunanistan ve Rusya gibi başka yerlere yayıldı. Günümüze kalan örnekler arasında, her yerde var olan Tanrı’yı ifade etmek için yapılmış geniş kubbeli kiliseleri süsleyen freksler ve "MOZAİK"
Bir yüzeyin, farklı renklerdeki küçük parçacıkların yan yana getirilmesi yöntemiyle süslenmesi ve bu şekilde üretilmiş eserdir. Taş, cam, tuğla, metal veya deniz kabuğu gibi çok çeşitli malzemelerden mozaik yapılabilir. Kakmacılıktan farklı olarak, mozaik sanatında parçacıklar yüzeydeki çukurcuklara yerleştirilmez, yüzeye yapıştırıcı ile tutturulur.
ler yer alır. Bunların dışında ahşap panel resimler, küçük oyma rölyefler ve yaldızlı elyazmaları da bulunmaktadır. Kutsal figürlerin dekoratif, düz ve stilize edilmiş "İKONO"
Doğu Ortodoks Kilisesi, Oryantal Ortodoksluk, Katolik ve Doğu Katolik Kiliselerinin kültürlerinde en yaygın şekli resim olan dini bir sanat eseridir. Türkçeye Fransızca icône sözcüğünden geçmiş olan kavramın kökeni Yunanca eikon "benzerlik, resim, portre" sözcüğüdür. Bu sözcük ise yine Yunanca eikenai (gibi olmak) kökünden gelir.
ları çoğunluktadır, sanatçılar ise isimsizdir. Önemli olan Tanrı’ya duyulan saygıdır, bireyler önemsizdir. Bizans sanatının amacı natüralizm değildir; gücün ve gizemin aktarılmasıdır.

ORTAÇAĞ (500-1400)

Ortaçağ sanatı Roma İmparatorluğu’nun ve Bizans’ın sanatsal mirasından doğmuş, Kuzey Avrupa’nın “barbar” sanatsal kültürüyle iç içe geçmiştir.

Roma İmparatorluğu’nun yaklaşık 300’deki çöküşüne uzanıp yaklaşık 1400’de Rönesans’ın başlangıcına dek süren ortaçağ sanatı, muazzam bir çeşitliliğe sahiptir. Genellikle mimarisiyle belirlenen üç döneme ayrılır: "ERKEN HIRİSTİYANLIK"
Hristiyanlar tarafından üretilen, Hristiyanlık tarihinin en erken dönemlerinden başlayarak özellikle 260-525 yılları arasında ortaya koyulduğu düşünülen çoğunlukla Eski ve Yeni Ahit'ten sahnelerin tasvir edildiği sanattır. Erken Hristiyan sanatı olarak tanımlanabilecek kalıntılar bütünüyle günümüze ulaşmasa da, bulgular olası tarihlemeyi 2. yüzyıla kadar çekmektedir.
, "ROMANESK"
1066 yılında Normanların İngiltere'yi fethetmesiyle başlayan sanat akımı. İngiltere'de Norman üslubu, Avrupa'da ise Roman üslubu - Romanesk olarak adlandırılır.O dönemde kilise ve manastırlar çevredeki tek taş binalardı. Koca tavanının ağırlığı duvarlardadır. Bu yüzden duvarlar kalın ve pencereler küçüktür. Dört duvar üzerine koca bir tavan oturtulmuştur. Romanesk yapılara "kaba" denmesinin sebebi budur.
ve "GOTİK"
Kendine has özelliği olan bir sanat anlayışı ve yazı şekli. Gotik yazılar ilk baskı denemelerinde denenmiş, çoğunlukla Almanlar tarafından kullanılan bir yazı stilidir. Gotik sanatı 12. yüzyılın ikinci yarısında Romanesk sanatının değişmesiyle, Latin sanatına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Orta Çağı kapatan, Rönesansı başlatan akımdır. Gotik tarzı, yalnız mimarlıkta tesirli olmayıp; heykelcilik, resim, yazı, süs ve hatta gündelik eşyada da etkili olmuştur.m
. Fakat uzun süren gotik dönem (yaklaşık 1150-1400) bir gelişme dönemidir. Erken Hıristiyanlığın en eski örnekleri, Roma’nın altındaki "KATAKOMP" Yeraltında bulunan çoğunlukla ölülerin gömülmesine hizmet eden tonozlu yapılardır. Birkaç kilometre genişliğine kadar ulaşabilen katakomblar Erken Hristiyan döneminde sıklıkla kullanılmışlardır. Katakomb araştırmalarını başlatan bilim insanı Antonio Bosio'dur. larda ya da yeraltı mezarlarındadır. Karanlık çağın ve ilk binyılın ardından; özünde adından da anlaşılacağı gibi Eski Roma örneklerine dayanan Romanesk sanat ve mimari ortaya çıkmıştır.

Refahın artmasıyla ve ticaret yapan şehirlerin yükselmesiyle, saraylar ya da Kilise için çalışan bireysel ve profesyonel sanatçılar ortaya çıktı. Gotik sanatın büyük bir kısmı, daha eski sanatlarda olduğu gibi yok edildi. Günümüze kalanlar arasında el yazması "İLLÜSTRASYON"
Posterler, dergiler, kitaplar, öğretim materyalleri, animasyonlar, video oyunları ve filmler gibi yayınlanmış medyaya entegrasyon için tasarlanmış bir metin, kavram veya sürecin görsel olarak ifade edilmesidir.
lar, duvar resimleri, kiliseleri dekore eden taş heykeller ve özellikle ortaçağda özel dualar ve adaklar için yapılan resim ve heykelcikler yer alır.

Çoğu ortaçağ sanatçısı, gerçekçi imgeler yaratmaya çalışmak yerine Tanrı’nın büyüklüğünü ve aynı zamanda merhametini göstermeye odaklanmıştır. 12. Yüzyıldan itibaren sanatçılar, geriye kalan Yunan ve Roma heykellerini incelemeye başlayıp bunların bazılarına öykündüler, fakat genellikle kendi estetik anlayışlarını geliştirmeyi tercih ettiler. Geç dönem gotik eserlerde de mükemmel bir incelik ve anlatıma ulaştılar. "CİMABUE"
Bizans modellerinden büyük ölçüde etkilenmiş olsa da, genellikle Italo-Bizans stilinden kopan ilk büyük İtalyan ressamlardan biri olarak kabul edilir . O zamanlar ortaçağ sanatı nispeten düz ve oldukça stilize görünen sahneler ve formlar iken, Cimabue'nun figürleri, zamanının diğer sanatçılarından daha gelişmiş gerçekçi oranlar ve gölgeleme ile tasvir edildi.
, ANDREA PİSANO
14. yüzyıl en önemli İtalyan heykeltıraşlarındandır.Başlıca yapıtlarını Giotto'nun etkisi altında kaldığıı Floransa'da gerçekleştirdir. 1336'da yapımını tamamlamadan Floransa Katedrali Vaftizhanesi'nin tunç kapılarından en erken tarihli 3 tanesini yaptı. 4 yapraklı yonca biçimindeki 20 tane panoda Vaftizci Yahya'nın yaşamından sahneleri konu almış, yaldızladığı figürleri düz bir arka plan önünde vermişti.
, "DUCCİO GİOTTO Dİ BONDONE"
Floransa'dan bir İtalyan ressam ve mimardı . Gotik / Proto-Rönesans döneminde çalıştı . Giotto'nun çağdaşı, bankacı ve tarihçi Giovanni Villani , Giotto'nun "tüm figürlerini ve duruşlarını doğaya göre çizen, zamanının en egemen resim ustası" olduğunu ve alenen tanınan "yeteneği ve mükemmelliği" olduğunu yazdı.
bu dönem sanatçılarıdır.

ERKEN RÖNESANS (1400-1490)

Erken Rönesans, sanatçıların Bizans sanatının "PARAMETRE" Fransızcadan dilimize geçmişse de parametre sözcüğünün kendisi aslında eski Yunanca olan "yanında, karşın" ve "ölçmek" sözcüklerinin karşılığıdır. Parametre kelimesi aynı zamanda birçok disiplinde terimdir ve daha farklı, spesifik anlamlar içerir. Bu disiplinlere örnek olarak mühendislik, istatistik, bilgisayar programlama gösterilebilir. lerinden tamamen kopmasıyla oluşan büyük bir yaratıcı ve entelektüel faaliyet dönemiydi.

Rönesans’ın 15. Yüzyılın başında İtalya, Floransa’da başladığı kabul edilir. öte yandan, 14. yüzyılda Siena’da, aralarında "SİMONE MARTİNİ" Siena'da doğmuş bir İtalyan ressamdı . Erken İtalyan resminin gelişiminde önemli bir figürdü ve Uluslararası Gotik tarzın gelişimini büyük ölçüde etkiledi. Duccio ve’nin de bulunduğu, pek çok yenilikçi sanatçı çok çeşitli ilerici fikirler ortaya koymuştu. Çok geçmeden, Floransalı sanatçı "GİOTTO Dİ BONDONE yepyeni bir natüralizm anlayışını ve üç boyutluluğu tasvir etmişti. Erken Rönesans; klasik edebiyata, felsefeye ve sanata yönelik ilginin artmasıyla, ticaretin gelişmesiyle, yeni kıtaların keşfiyle ve yeni buluşlarla kendini gösterdi. Güçlü ailelerin öncülüğünde bağımsız şehir devletleri, sanat hamiliğinin ve yeni fikirlerin gelişiminin merkezleri haline gelmişti. Matbaanın "JOHANNES GUTENBERG" 1447 yılında hareketli parçalar ile yazı baskısını Avrupa'da başlatan Alman kuyumcu, matbaacı ve yayıncı. Johann Gutenberg iletişim tarihinin en önemli gelişmelerinden biri sayılan tipo baskı yöntemini 1438'de Avrupa'ya getirerek uygulamalarını yaygınlaştırmıştır. tarafından icat edilmesi özellikle önemlidir, çünkü okuryazarlığı teşvik ederek fikirlerin yayılmasına destek oldu. Eski Roma sanatına ve edebiyatına yönelik ilgi yeniden canlandı. Eski Yunanca ve Latince metinlerin incelenmesi, hümanizm diye bilinmeye başlayan bireysellik ve akıl yürütme gibi kavramları harekete geçirdi. Hümanistler şimdiki zamandaki yaşamı dikkate aldılar, sanatçıların yaklaşımını etkileyen bireysel düşüncenin önemini vurguladılar. Bu dönemde ortak bir sanatsal üslup ortaya çıkmadı. Öte yandan sanatçıların anatomi bilgisinin gelişmesiyle, hatta bazılarının kadavralarla çalışmasıyla, doğrusal perspektifi ve atmosferik perspektifi anlamalarıyla, dikkatle incelenmiş ve yeniden üretilmiş dokumacılığı ve kumaşçılığı kavramalarıyla birlikte, tutarlı eğilimler görülmeye başladı. "MASACCİO" Rönesans akımı başlangıç döneminin ilk önemli ressamlarındandır. Bilimsel perspektif kullanışı alanında getirdiği yenilikler modern realistik resme giriş teşkil etmiştir. Hümanizm içeren çizimleri, daha önce hiç görünmemiş plastikliği ilk defa kullandı. , "LORENZO GHİBERTİ"
Ghiberti Floransa'da kuyumcu ve eğitim görmüş bir sanatçı olan Bartoluccio Ghiberti'nin oğlu olarak doğdu. Lorenzo Ghiberti Brunelleschi'nin de eğitim aldığı Bartoluccio de Michele atölyesine çırak olarak girdi. 1400'lu yıllarda veba salgını Floransa'ya geldiğinde Rimini'ye kaçtı. Orada ünlü paralı askerler birliği komutanı olan I. Carlo Malatesta'nın kalesinde hazırlanmakta olan duvar freskleri üzerinde çalıştı.
, "PAOLO UCCELLO"
İtalyan Rönesansı başlangıcında Floransa ekolünde bulunan ressam. Babası Dono di Paolo bir berber ve cerrah olup, annesi Floransa'nın ileri gelen ailelerinden Antonia di Giovanni del Beccuto idi. Uccello "Geç Gotik" resim gelenekleri ile çalışmış, daha sonra İtalyan Rönesans stili başlangıç çağında resim hazırlayan ressamlardan olup, perspektifi ilk kullanan ressamlardan birisi olarak tanınmıştır. Diğer başlangıç Rönesans ressamları klasik realist konulara önem verirken o eserlerinde renk ve eğlenceye önem vermiştir.
, "DONATELLO" "FLİPPO BRUNELLESCHİ"
İyi bir heykel sanatçısı ve kuyumcu da olan Brunelleschi, 15. yüzyılın başlarında Rönesans'ın ilklerinden sayılmaktadır. İtalyan stili mimarinin değişimine çok önemli katkıları olmuştur. Rönesans sanatının en gözde kişilerinden olan F. Brunelleschi, iyi bir eğitim ile geniş bir kültürel gelişim edindi. Kuyumculuk öğrenmesinin nedenlerinden biri de, o dönemde sanatçı olmak isteyen herkesin mutlaka bu mesleği öğrenmesinin gerekli oluşudur.
, "FLİPPO LİPPİ" Erken rönesans dönemi İtalyan ressam olan ve 1406'da Floransa'da bir kasabın oğlu olarak doğdu. Daha küçük yaşta hem babası, hem annesi öldü. Teyzesi tarafından büyütüldü. , "FRA ANGELİCO"
Kariyerine, el yazması ressamı dominiken rahibi olarak başlayan Fra Angelico. Daha sonra hem yumuşak karakteri nedeniyle hem de sanatıyla en yüksek saygıyı kazandığı için Kutsanmış Angelico olarak tanınmış.Toskana’da yaklaşık 30 yıl boyunca sunak resimlerinin ve diğer dinsel çalışmaların önde gelen ressamı olmuş. Sessiz dindarlığı ve güzel resimleri nedeniyle ölümünden sonra Melek Gibi Ressam olarak anılmış.
bu dönem sanatçılarındandır.

KUZEY RÖNESANSI

Kuzey Rönesansı, “Uluslararası Gotik” diye bilinen Kuzey ve Güney arasındaki sanatsal çapraz verimlileştirme döneminin ardından, 15. Yüzyılın başından itibaren Avrupa’da Alplerin kuzeyinde yaşandı.

Kuzey Rönesansı’yla İtalyan Rönesansı arasındaki en büyük fark, Kuzeyli sanatçıların İtalyan sanatçılar gibi Eski Yunan ve Roma değerlerini canlandırma arayışında olmamalarıydı. İtalya’nın güneyindeki sanatçılar ve hamiler, Kuzeyli sanatçıların yeni geliştirilen bir araç olan yağlıboyayla ulaştıkları müthiş natüralizme ve koyu renklere hayran kalmışlardı. Yağlıboya İtalya’da geleneksel olarak kullanılan "TEMPERA" Orta Çağ'da tutkallı su ile boyanın, çoğu zaman yumurtanın akıyla karıştırılması suretiyle elde edilen boya türü. Doğallığını uzun süre koruyan tempera tabloların ilk örneklerine MS 1. yüzyılda rastlanmıştır. dan ve freskten farklı olarak yavaş kurur, böylece üzerinde yeniden çalışabilir, ince ve yarı şeffaf tabakalar halinde uygulanır. "ROGİER VAN DER WEYDEN"
Flaman ressam ve Jan van Eyck'in yanı sıra İlk Dönem Flaman Resmi'nin en büyük temsilcisi. Tournai'de doğmuştur, babası Henri de le Pasture ve Agnes de Watrélos'dur. Babası bıçak yapımcısı idi. 2 Mart 1436'da Brüksel Şehir ressamı görevine getirildi.
tarafından yapılan duygusal ve dini eserler ile saray portreleri bir Avrupa standardı haline geldi. "HİERONYMUS BOSCH"
15. ve 16. yüzyıl Hollandalı ressam.Rönesans'ın kuzeydeki temsilcilerinden biri sayılır. Yaşadığı dönemde eserleri kral ve asiller tarafından satın alınan ünlü bir ressam olmasına rağmen günümüzde hakkında çok az şey bilinmektedir.
tarafından yapılan pek çok buluş günümüzde de insanlarda hayranlık ve şaşkınlık uyandırmaya devam ediyor.

Almanya’da Dürer, İtalyan perspektifini, orantısını ve anatomisini benimsedi, yeni baskı sanatının eşsiz bir kaliteye ulaşmasını sağladı. Çalışmaları Kuzey’den çok, İtalya’da yaygın şekilde taklit edilip kopyalandı. 16. Yüzyılda patlak veren dini anlaşmazlıklar, Kilise sanatının yok edilmesiyle sonuçlandı ve hamiliğe yıkıcı bir etki oldu. Kuzey Avrupa’da yağlıboya kullanımı, dini gelişmeler ve ticaretin artması sonucunda, sanatçılar keskin detaylara, natüralizme ve doğru "PERSPEKTİF" Üç boyutlu nesneleri iki boyutlu bir düzlem üzerine aşağı, yukarı ve yan görünümlerini ölçü ve oranla çizim tekniğine perspektif denir. e sahip, yoğun bir gerçekçilik içeren imgeler oluşturdular. Dindarlığın ve dürüstlüğün yanı sıra günlük yaşamın da önemi vurgulandı. "JAN VAN EYCK" 15. yüzyılda yeni gelişmekte olan yağlı boya tekniğini yetkinleştirmesiyle tanınır. Çoğunlukla portre ve dinsel konulu resimler yapmıştır. Resimde derinlik anlayışını yepyeni bir teknikle ifade etmeye başlamıştır. Resimleri hayranlık uyandırmış ve birçok ressam tarafından taklit edilmiştir. "Arnolfini'nin Evlenmesi" en ünlü tablolarından biridir. , "ROBERT CAMPİN" , "ROGİER VAN DER WEYDEN" Günümüzde en çok Mérode Altar Panosu 'nu yapmasıyla tanınan ve Erken Flaman resminin ilk büyük ustası olarak görülen Flaman (Belçikalı) ressam. Hacimli ve akıcılığa sahip figürleri tasvir etmesiyle Avrupa'da yaşadığı dönemde yaygın olan Uluslararası Gotik üslubundan kesin bir kopuşu sergileyen Campin'in diğer eserleri arasında Prado Müzesi'ndeki Werle Kanatları öne çıkar. , "HANS MEMLİNG" İlk Dönem Flaman Resmi ressamlarındandır. Jan van Eyck ve Rogier van der Weyden'in takipçisi ve 15. yüzyılda aşağı ülkelerdeki en tanınmış ressamlardan biridir. Almanya'da Frankfurt yakınlarındaki Selingenstadt'ta doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber 1430 ila 1440 arasında olduğu tahmin edilmektedir. , "HUGO VAN DER GOES"
, 15. yüzyılın sonlarının en önemli ve orijinal Flaman ressamlarından biriydi . Van der Goes, portrelerin yanı sıra sunakların da önemli bir ressamıydı. Anıtsal üslubu, belirli bir renk yelpazesi kullanımı ve bireysel portre tarzıyla resimde önemli yenilikler getirdi. 1483'ten itibaren, başyapıtı Portinari Triptych'in Floransa'daki varlığı , İtalyan Rönesans sanatında gerçekçiliğin ve renk kullanımının gelişmesinde rol oynadı .
, "ALBERT DÜRER"
Alman ressam, matematikçi ve matbaacı. Geç gotik Flaman sanatı uygular. Rembrant ve Goya ile birlikte eski basımların en önemli isimlerinden biridir. Nürnberg, Almanya'da doğmuş ve ölmüştür
, "PİETER BRUEGEL"
Peyzaj çalışmaları ve köy betimlemeleriyle tanınan Hollandalı Rönesans ressamı, Hollanda ve Flaman Rönesansı resmi 'nin en önemli sanatçısıdır, aynı zamanda matbaacı, manzara ve köylü sahneleriyle tür resmi ünlüdür. Büyük resimlerde her iki konunun da odak noktası haline getirilmesinde öncüydü.
bu dönem sanatçılarındandır.

RÖNESANS

Erken, Kuzey ve Yüksek Rönesans’ta yer alan Rönesans terimi, Avrupa’da öğrenmeye yönelik yeni bir ilginin yeniden doğuşunun ve yaygınlaşmasının yanı sıra sanatın gelişimini ifade eder. Şaşılacak derecede fazla Rönesans sanatı ve yazılı eseri günümüze kadar varlığını sürdürmüş, çok daha fazlasıyla kaybolmuştur.

Yeni fikirlerin yanı sıra doğrusal perspektifin matematiksel kanunlarının keşfi, matbaanın icadı, yeni bir astronomi sistemi, kurşunkalemlerin üretimi, yağlıboya kullanımı ve kayıp balmumuyla bronz dökümünün yer aldığı yeni teknolojiler ve teknikler de doğdu. Rönesans, 15. Yüzyılın sonunda ve 16. Yüzyılın başında, sanatçıların insanın yaşayışını ve güçlü duygularını, doğal dünyanın güzelliğini ve gizemini yakalama arayışıyla doruğa ulaştı. Sanat, "KLASİK ANTİKİTE" M.Ö 6.yy.da başlayan Ortaçağa kadar süren zaman dilimidir. Modern tarihçilerin "klasik" diye ifade ettikleri bu dönem, Hint öğretilerine göre değerlendirildiğinde, zamanın 4. ve son evresinde, Kali Yuga'da yer alır ve modern çağlara yakındır. den beri ilk kez gerçek gibi görünen inandırıcılığa sahip oldu. Dini süjeler en yaygın temalardı; portreler yeni bir özsaygı duygusunu yansıtıyor, mitolojik öyküler ahlaki mesajları nedeniyle tasvir ediliyordu. Ressamlar, şairler ve saray mensuplarıyla eşit bir konuma ulaşmışlardı: "LEONARDO DA VİNCİ"
Rönesans döneminde yaşamış İtalyan hezârfen, döneminin önemli bir filozofu, astronomu, mimarı, mühendisi, mucidi, matematikçisi, anatomisti, müzisyeni, heykeltıraşı, botanisti, jeoloğu, kartografı, yazarı ve ressamıdır. En tanınmış yapıtları Vitruvius Adamı (1490-1492), Mona Lisa (1503-1507) ve Son Akşam Yemeği'dir.
nin dehası Floransa’da, Milano’da, Roma’da ve Fransa’da tanındı. 15. Yüzyılda Rönesans’ın beşiği olarak adlandırılan Floransa, İtalya’nın en önemli sanat merkeziydi ama 16. Yüzyılda Roma ve Venedik de Floransa’ya yetişti. Urbino, Mantua, Ferrara, Bolonya ve Milano gibi pek çok İtalyan şehrinde de önemli sanat okulları ortaya çıktı.

YÜKSEK RÖNESANS (1490-1530)

15. yüzyıl sonundan itibaren, Katolik Kilisesi’nin gücü Roma’da istikrar kazanınca, şehri yeniden eski görkemine kavuşturmaya azmeden pek çok papa, sanatı ve mimariyi devreye soktu.

16. yüzyılın ilk yıllarında daha önceki gelişmeler uyumlu bir sentez ve insan figürü için klasik, güçlü bir stille sonuçlandı. Özellikle, "PAPA 2. JULİUS" 1503-1513 yılları arasında görev almış olan Papa. III. Pius'un yerine gelmiş; kendinden sonra ise X. Leo bu görevi almıştır.Döneminde aktif bir dış politika izlenmiş, iddialı inşaat projeleri yapılmıştır. Ayrıca, bu dönemde sanatı da himayesi altına almıştır. ve "10. LEO" 1 Aralık 1521 Roma, Papalık Devletleri, (günümüzde İtalya), 9 Mart 1513 - 1 Aralık 1521 döneminde papalık yapmıştır. Kuzeni Giulio di Giuliano de' Medici de sonradan Papa VII. Clemens (1523-34) olarak aynı mevkiye gelmiştir. üstün yetenekli sanatçıları ve mimarları pek çok büyük projede görevlendirdi. Ortaya çıkan eserlerin en önemlileri, Raffaello ve Michelangelo’nun "VATİKAN ODALARI"
Atina Okulu resmi ile meşhur Raphael Odaları, Haritalar Galerisi’nden sonra yer almaktadır. Odalar Rönesans’ın dehası Raphael tarafından öldüğü 1520 yılına dek boyanmış; kalan eksiklikler öğrencileri ve çırakları tarafından tamamlamıştır.
ve "SİSTİN ŞAPELİ TAVANI"
1508-1512 yılları arasında Michelangelo tarafından resimlerle süslenmiştir. Yaklaşık dört yıl süren bu çalışmalar sonucunda, Rönesans döneminin en görkemli ve önemli eserlerinden birisi ortaya çıkmıştır. İsmini IV. Sixtus'tan alan ve 1477-1480 yılları arasında yapımı tamamlanan Sistina Şapeli'nin tavanı, II. Julius'un emriyle yenileme ve görselleştirme projesi kapsamında boyanmıştır.
dır; buralarda hümanizm idealleri bütünüyle uygulanmış, gerçekçilik ve illüzyonizm yöntemleri kusursuzlaştırılmıştı. Klasik geçmişin yakalandığına, hatta bunun ötesine geçildiğine dair bir düşünce vardı.

Sanatçılar, doğrusal perspektifin ve atmosferik perspektifin bir hayli gelişmiş tekniklerinden yararlanabiliyorlar, "RAKURSİ" Resim sanatında tek bir figürün ya da nesnenin, derinlik duygusu verecek şekilde betimlenmesi anlamına gelen terim, derinlik dugusunu yanılsama yoluyla yaratması açısından bir perspektif türü olarak kabul edilir. yi, renk tonları arasındaki geçişi, yeni yeni ortaya çıkan parlak ve değişen renkleri ya da renk vuruşlarını kullanabiliyorlardı. Sanatçıların çoğu, son derece karmaşık bir "ANATOMi"
Canlıların yapısı ve düzeni ile ilgilenen bilim dalıdır. Yunancada "çıkarmak" anlamına gelen ana ve "kesmek" anlamına gelen tome kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Morfolojinin bir alt dalıdır.Hayvanlarla ilgilenen hayvan anatomisi (zootomi) ve bitkilerle ilgilenen bitki anatomisi (fitonomi) olarak iki alt daldan oluşur.
bilgisine sahipti, malzeme kullanımında müthiş bir yetenek sergiliyor, zengin bir hayal gücü ortaya koyuyorlardı. Kendinden önce gelen sanatçıların attığı temelden yola çıkan yüksek Rönesans sanatçıları, perspektif efektlerini doğru kullanıp insan figürlerini yakından inceleyerek çok iddialı kompozisyonlar yarattılar. Klasik antikiteye gönderme yaparken güzelliğe ve uyuma yeni yaklaşımlar getirdiler. Bunların tamamı müthiş bir teknik becerinin ürünüydü. İlk kez bazı sanatçılar, yenilikleri ve yetenekleriyle ün kazandılar. "LEONARDO DA VİNCİ"
Rönesans döneminde yaşamış İtalyan hezârfen, döneminin önemli bir filozofu, astronomu, mimarı, mühendisi, mucidi, matematikçisi, anatomisti, müzisyeni, heykeltıraşı, botanisti, jeoloğu, kartografı, yazarı ve ressamıdır. En tanınmış yapıtları Vitruvius Adamı (1490-1492), Mona Lisa (1503-1507) ve Son Akşam Yemeği'dir.
, "MİCHELANGELO"
İtalyan rönesans dönemi ressam, heykeltıraş, mimar ve şairidir.Michelangelo, 6 Mart 1475'te Arezzo yakınlarında Caprese’de doğar. Ailesi, o daha bir aylıkken Floransa’ya taşınır. Annesi, kendisi altı yaşındayken ölen Michelangelo, 13 yaşına geldiğinde Floransa’da Domenico Ghirlandaio’nun yanına öğrenci olarak verilir.
, "RAFFAELLO"
Rönesans döneminin İtalyan ressamı ve mimarıdır. Çalışmaları, şekillerin belirginliği, eserlerinin zenginliği ve insan ihtişamın neoplatonic (Platonun insan hakkındaki fikirleri) fikirlerinin ifadesindeki görsel başarıları sebebiyle takdir görmektedir. Michelangelo ve Leonardo da Vinci ile birlikte, bu dönemin geleneksel üçlüsü olarak büyük üstatlarını oluşturmaktadır.
, "ANDREA SANSOVİNO"
Antonio del Pollaiuolo'nun öğrencisiydi ve ilk başta 15. yüzyıl Floransa tarzında çalıştı . İlk çalışmaları , Monte San Savino'daki Santa Chiara'daki pişmiş toprak sunak ve Müjde'nin mermer rölyefleri, Meryem'in Taç Giymesi , Pietà , Son Akşam Yemeği ve Floransa'daki Santo Spirito'nun Corbinelli şapelindeki çeşitli heykelciklerdir . Tümü 1488 ile 1491 yılları arasında idam edildi.
, "ANDREA DEL SARTO"
Yüksek Rönesans ve Maniyerizm üslubunun başlangıç döneminde Floransa'da yaşamış ve resimler hazırlamış İtalyan bir ressamdır. Yaşadığı dönemde hazırladığı resimler ve resim yapma yetenekleri gayet övülmüş ve beğenilmiş ve bu dönemde "senza errori (İtalyanca: hiç hatasız)" ressam olarak lakap verilmiştir. Fakat aynı dönemde yaşayıp ve aynı üslupla eserler hazırlamış olan Leonardo da Vinci, Michelangelo ve Raffaello Sanzio gibi ressamların ünleri onun ressamlık ününü gölgede bırakmıştır.
, "PAOLO VERONESE"
Geç Rönesans döneminde maniyerizm stilinde çalışmış Venedikli ressam.Paolo Veronese kendinden bir nesil daha yaşlı ressam Titian ve kendinden on yıl kadar daha büyük olan Tintoretto ile birlikte "16. yüzyılda Geç Rönesans döneminde Venedik resim sanatının zirvesini oluşturan üçlü sanatkarlardır.
bu dönemin önemli sanatçılarıdır.

VENEDİK RÖNESANSI (1430-1550)

15. ve 16. Yüzyıllarda "VENEDİK" , İtalya’daki en güçlü şehirdi; yaklaşık bin yıl süren ticaret, yaklaşık bin yıldır süren ticaret, yakın tarihlerde anakarada ele geçirilmiş topraklar ve batı Akdeniz’deki kolonyal üsler sayesinde zenginleşmişti.

Venedikli sanatçılar, Kuzey’in yeni yağlı boya tekniklerini kullandıkları canlı renklere sahip resimleriyle uluslararası üne kavuştular. Venedik’te "ERKEN RÖNESANSı" n en önemli sanatsal hanedanı, "JACOPO BELLİNİ" (yaklaşık 1400-1470) ve oğulları "GENTİLE" (yaklaşık 1429-1507) ile "BÜYÜK GİOVANNİ" den (yaklaşık 1430-1516) oluşan "BELLİNİ AİLESİ" ydi. Yeni nesildeki "GİORGİONE (1477-1510)" , "TİZİANO (1488/90-1576)" VE "SEBASTİNO DEL PİOMBO " (yaklaşık 1485-1547) ile birlikte, yaşlılık dönemlerine kadar yenilik yapmayı sürdürdüler. Giorgione’nin vakitsiz ölümünün ardından Tiziano 16. Yüzyılın en büyük sanatçısı olarak kabul edildi; çalışmalarını Fransa’ya, İspanya’ya ve İtalya’nın geri kalan bölülerine gönderdi. Giorgione ve Tiziano, manzarayı resimlerinin önemli unsuru haline getiren ilk sanatçılardı. Tiziano’nun mükemmel renkleri (çoğunlukla "MİCHELANGELO" nun tasarımı ile karşılaştırılmıştır), 17. Yüzyılın "BAROK SARAYLARI" nın temalarını ve dekoratif düzenlerini başlatan "TİNTORETTO (1518-1588)" tarafından devam ettirildi.

15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren; zengin renkleriyle, dramatik perspektifiyle ve dinamik kompozisyonlarıyla tanınan Venedik resminin kendine özgü stili ortaya çıktı. Venedikli sanatçılar, ahşap panelden uzaklaşıp daha yumuşak bir bitişi olan yağlıboyaya altlık olarak kullanılan tuvalete geçişe öncülük ettiler. "TİNTORETTO PAOLO VERONESE" , "JACOPO SANSOVİNO" bu akımın diğer sanatçılarıdır.

MANİYERİZM (1520-1600)

1520’den itibaren "YÜKSEK RÖNESANS" ta elde edilen başarıları daha da ileriye götürme çabasıyla yeni bir resim üslubu ortaya çıktı, fakat çoğunlukla etkileme ve ustalık sergileme uğruna Yüksek Rönesans’ın düzenliliğini bozdu.

Tarz ya da üslup anlamına gelen İtalyanca sözcük "MANİERA" dan gelen maniyerizm, 1510 ila 1520 yılları arasında İtalya’da her şeyden çok özgünlüğe değer veren sanatçılar arasında gelişen bir resim akımıdır. Sözcük, Yüksek Rönesans’ta ulaşılan mükemmellik standardını ifade etmek için kullanılmıştı. Buna göre, artık sanatın tamamı bu standarda bağlı kalmalıydı, fakat uygulamada üsluplaşmaya ve sanatın gösteriş sanatına dönüşmesine neden oldu. Bazen de "RAFFAELLO" nun öğrencisi "GİULİO ROMANO" nun (yaklaşık 1499-1546) Mantova’daki eserindeki gibi çok büyük başarılara ulaştı. Maniyerizm, saplantılı bir hale geldiğinde ve sanat temsil ettiği şeyin önüne geçip onu belirsizleştirmeye başladığında gözden düşmeye başladı: dini sanat için yeni kurallar getiren "TRENTO KONSİLİ" , maniyerizmin aşırılıklarına karşı çıktı. Terim çoğunlukla İtalyan sanatçı için kullanılıyor olsa da "KUZEY MANİYERİZMİ" de ortaya çıkmıştı. Dolambaçlı, girift mitolojik kompozisyonlar oluşturan, son derece yetenekli "HENDRİK GOLTZİUS (1558-1617)" ve "BARTHOLOMEUS SPRANGER (1546-1611)" "KUZEY MANİYERİSTLERİ" ndendir.

Maniyerizm, sanatı kendi ihtişamlarını sergilemek için kullanmak isteyen OTOKRAT hamilerle aşık atma ve onları memnun etme ihtiyacından türeyen bir saray üslubudur. Maniyerist resimler; uzatılmış figürler, anlaşılmaz pozlar, tuhaf ışık efektleri, perspektif, orantılar ve göz alıcı renkler gibi abartılarla çoğunlukla yapay görünür.
Bu akımın sanatçıları olarak "PARMİGİANİNO" , "ANTONİO DA CORREGGİO ROSSO FİORENTİNO" , "PONTORMO" , "GIULIO ROMANO" yu sayabiliriz.

HOLLANDA ALTIN ÇAĞI (1585-1702)

"PROTESTAN REFORMU" nun yükselişinin ve "SEKSEN YIL SAVAŞLARI" nın (1568-1648) ardından "ÇUKUR ÜLKELER’de (FLEMENK)" alışılmadık gerçeklikte bir resim tarzı gelişti.

Dini ve siyasi huzursuzluk, Çukur Ülkeleri ikiye bölmüştü. Flaman Bölgesi, "ÇKATOLİK" ve kral tarafı olarak devam ederken, "HOLLANDA" Cumhuriyeti olmuş ve "PROTESTAN" lığın merkezi haline gelmişti. Yeni Hollanda Cumhuriyeti, aynı zamanda Avrupa’daki en zengin ülke oldu. Artık kilise eskisi kadar önemli bir hami değildi, onun yerine bireyler devreye girmişti. Sanatçılar, yüzyıl başından 1660’a kadar, yalnızca portreler için değil, yeni zenginleşen tüccar sınıfının evlerine yönelik, gündelik hayatın mütevazı temalarının işlendiği küçük ölçekli resimler için de bir piyasa bulup geliştirdiler. NATÜRMORT, JANR, manzara ve iç mekanlar; sıradan şeylere yönelik yeni ilgiyi gösteriyordu. Bunun ardında yatan felsefe şuydu: Bu şeyler genellikle küçük ve sıradan görünse de Tanrı’nın yarattıklarının gündelik görünüşü önemliydi ve takdir edilmeliydi.

Hollanda Altın Çağı sanatının bir kısmı, "VANİTAS" diye bilinen, yaşamın geçiciliğini ve haz arayışının tehlikelerini anımsatmasıyla karakterize edilmişti. Portreler de daha fazla yaygınlaşmış, sanatçılar anlık detaylarının anlatımının yanı sıra ışık efektlerinin tasvirinde son derece ustalaşmışlardı. Bu zamanın önemli sanatçıları; "REMBRANDT" , "FRANS HALS" , "HARMEN STEENWİJCK" , "JOHANNES VERMEER" , "PİETER DE HOOCH" dur.

"BAROK (1600-1730)"

"PROTESTON REFORMU" ndan sonra, Katolik Kilisesi "KARŞI-REFORM" la tepki verdi; sanatın, izleyenlere tutkulu dini temalarla ilham vermesi gerektiğine hükmetti.

"MANİYERİZM" den sonra gelen ve Avrupa boyunca yayılan dini gerilimlerin sonucundan gelişen "BAROK SANAT" , 16. Yüzyılın sonunda ortaya çıktı. Barok ismi muhtemelen, şekilsiz inci anlamına gelen Portekizce “barocco” sözcüğünden türetilmiştir; duygu, dinamizm ve dramı etkileyici renklerle, gerçekçilikle ve renk tonlarındaki güçlü zıtlıklarla birleştiren sanatı ifade eder. 1545 ila 1563 yılları arasında "TRENTO KONSİLİ" nde dini sanatın; dindarlığı, gerçekçiliği ve doğruluğu teşvik etmesi, izleyenlerin dikkatini çekip empati oluşturmalarını sağlayarak "KATOLİK KİLİSESİ" ni yüceltilmesi ve Katolikliğin imajını yükseltmesi gerektiğine karar verildi. Bir sonraki yüzyılda, barok sanatın radikal yeni stilleri, yüksek Rönesans’ın modelleri benimseyip geliştirdi. Hem dini sanatta hem de "SEKÜLER" sanatın yeni türlerinde, en önemlisi de manzara resimlerinde çığır açtı. "BAROK STİL" , sanatın hem ölçeğini hem de kapsamını genişletti. Önce İtalya’da gelişti, daha sonra Fransa’ya Almanya’ya, Hollanda’ya, İspanya’ya ve Britanya’ya yayıldı; yaklaşık 1720 yılına kadar devam etti.

Atmosferi iyileştirmek ve parlak ışıkla gölgenin muhteşem efektlerini oluşturmak için yeni ışık ve gölge teknikleri geliştirdi. Fırça işçiliği daha etkileyici ve serbest bir hal aldı; boya genellikle oldukça kalın uygulanıyordu, tüm bunlar görüntüyü etkileyici kılmak ve "İLLÜZYON" oluşturmak için tasarlandı. Bu, gerçekçiliğe ve hayranlık uyandırıcı ihtişama odaklanan duygusal, "TEATRAL" bir stildi.
Bu dönem sanatçıları olarak; "CARAVAGGİO" , "ANNİBALE CARRACCİ" , "PETER PAUL RUBENS" , "ARTEMİSİA GENTİLESCHİ" , "DİEGO VELAZQUEZ" , "REMBRANDT" ı sayabiliriz.

ROKOKO (1720-1780)

Yaklaşık 1720’de "PARİS" te ortaya çıkan "ROKOKO" nun temel özellikleri, doğal motifler, yumuşak renkler, yuvarlak çizgiler ve aşk, doğa, tasasız eğlenceler gibi temalardır.

Fransa’da "VERSAİLLES SARAYI" ndaki "14. LOUİS" nin saltanatının "BAROK" ihtişamına tepki olarak başlayan rokoko akımı, özellikle yeni kral 14. Louis’nin (1710-1764) ile özdeşleştirilmişti. Rokoko sözcüğünün kökeni, çakıl taşı anlamına gelen Fransızca “rocaille” sözcüğüdür. Mağaraların içini süsleyen taşlara ve deniz kabuklarına gönderme yapar; çünkü benzer biçimler rokoko tasarımının yaygın bir özelliği haline gelmiştir. İç mekanlara yönelik bir süsleme ve zarif bir tasarım tarzı olarak başlayan rokoko, zarifçe dalgalanan biçimlerle karakterize edilmiştir. Daha sonra mimaride, resimde ve heykelde yaygınlaşmıştır. Duygulara hitap eden neşeli resimleriyle "FRANÇOİS BOUCHER (1703-1770)" en beğenilen rokoko ressamıdır, fakat en önemlisi "FETE GALANTE" açık hava sahneleriyle "JEAN-ANTOİNE WATTEAU" dur. (1684-1721), Fransız sanatının bu türü, Almanya’da ve Britanya’da da popüler olmuştur. Aynı zamanda, Venedikli "GİOVANNİ BATTİSTA TİEPOLO (1696-1770)" benzer bir stilde çalışmıştır. "JOHANN JOACHİM KANDLER (1776-1775)" ise boyanmış "MEİSSEN PORSELENLERİ" nin en büyük ustasıdır.

Bu dönemin önemli temsilcilerinden olan Watteau, ilk önce Paris’teki tiyatrolarda sahne ressamı olarak çalışmaya başladı. Daha sonra tiyatro yaşamının modern süjelerinin resmini yaptı. Watteau’nun resimlerinin gravürcüsü olarak başlayan Boucher; Klasik formları incelikle, zarafetle ve zengin malzemelerle dengeleyerek kralın ressamı oldu.

Fete galante: soyluların açık havada dans ve müzik eşliğinde eğlenmelerini konu edinen rokoko dönemine özgü resimler

YENİ KLASİSİZM( 1750-1830/50)

1748’den itibaren, eski Roma şehirleri "POMPEİ" ve "HERCULANEUM" daki kazılardan ilham alan, "ANTİKİTE SANATI" na yönelik bir ilgi yeniden ortaya çıktı.

Düzeni ve sınırlamaları benimseyen yeni-klasisizm, "ROKOKO" nun uçarı duygusallığa tepki olarak 18. Yüzyılın sonuna doğru gelişti ve "AYDINLANMA ÇAĞI" nın (ya da "AKIL ÇAĞI" nın) akılcı düşüncesini örneklendirdi. "ESKİ YUNAN VE ROMA SANATI" ndan, Fransız sanatçı "NİCOLAS POUSSİN" in (1594-1665) klasik tarihi resimlerinden ve Alman ressam "ANTON RAPHAEL MENGS (1728-1779)" ile arkeolog ve sanat tarihçisi "" JOHANN JOHACHİM WİNCKELMANN’ın (1717-1768) fikirlerinden esinlenen yeni-klasizm, Roma’da başladı, fakat kısa bir süre içinde bütün Avrupa’ya yayıldı. 1789’da Fransa’da devrim gerçekleşmek üzereydi, yeni-klasiszm yanlıları vatansever duyguları ifade etmeye çalışıyorlardı. Sanatın ciddi olması gerektiğini düşünüyorlar, çizime boyadan daha fazla değer veriyorlardı; en önemli amaçları yumuşak konturlara ve fark edilmeyen fırça darbelerine sahip olmaktı. Resimde de heykelde de sakin ve kontrollü olmaya çalışıyor, kahramanlıkla ilgili temalara odaklanıyor, özveri ve milliyetçilik gibi yüce "NOSYON" lara ifade ediyorlardı.

Yeni klasisizm temel özellikleri; belirgin biçimler, mat renkler ve Eski Yunan ve Roma’nın sanat ve kültüründen alınan konuların çizimidir. Genç "ARİSTOKRAT" ların, klasik eğitimlerini tamamlamak için Paris, "VENEDİK" , "FLORANSA" ve "ROMA" yı ziyaret ettikleri popüler Avrupa turları aracılığıyla kısa sürede bütün Avrupa’ya yayılmıştır.
Bu dönemin diğer sanatçıları; "POMPEO BATONİ" , "ANGELİCA KAUFFMANN" , "JACOUES-LOUİS DAVİD" , "J.A.D. INGRES" i sayabiliriz.

ROMANTİZM (1790-1880)

Duygulara odaklanan romantizm; sanatsal, yazınsal ve düşünsel bir akım olarak 19. Yüzyılın başında Avrupa’da ortaya çıktı. Hayal gücüne ve duygulanıma önem veren romantizm, Aydınlanma’nın akıl ve düzen değerlerinin "1789 FRANSIZ DEVRİMİ" nden sonra yarattığı hayal kırıklığıyla gelişti. Çoğunlukla yeni klasisizmin antitezi olarak tanımlasa da her iki akımın üslup açısından örtüşen noktaları bulunur; pek çok romantik sanatçı da klasikçiliğe coşkuyla yaklaşmıştır. Yaklaşık 1800 ila 1850 arasındaki en yoğun olduğu döneminde romantizm, yine de "YENİ KLASİSİZM" e tepki olarak ortaya çıktı; temel özelliği nesnellik ve akılcılıktan ziyade tutkulara, duyarlılığa ve bireyselliğe yaptığı vurguydu. Görsel sanatlar, müzik ve edebiyatta güçlü bir şekilde somutlaşan romantizm; farklı sanatçılar, yazarlar ve besteciler tarafından farklı biçimlerde yorumlandı. Odak noktası doğanın güzelliğinin, öngörülemezliğinin ve gücünün takdir edilmesi, mantık yerine duygunun, akıl yerine sezginin yüceltilmesiydi. Akılcılığı reddeden romantik ressamlar, hareketli fırça darbeleri ve parlak renkler kullandılar. Romantik heykeltıraşlarsa, yaratıcı ve canlı eserler ürettiler.

Doğa, felaket potansiyeliyle en önemli romantik temalardan biriydi; izleyenlerde empati uyandıran güçlü ve harekete geçirici duygular da temalar arasındaydı. Sanatçılar, genellikle rengi çizgiye yeğlemişler ve klasik geçmişin idealize edilmiş tasvirlerindense içgüdülerini ve bireyselliklerini ifade etmişlerdi.
Bu dönemin sanatçıları şunlardır: "EUGENE DELACROİX" , "J.M.W. TURNER" , "JOHN CONSTABLE" , "FRANSİSCO DE GOYA" , "THEODORE GERİCAULT" tur.

GERÇEKÇİLİK (1830-1890)

Batı dünyası, 19. Yüzyılın ortalarında hızla gelişiyordu. Yeni nesil sanatçılar, modern dünyayı ifade etmenin yollarını arıyorlardı.

Özellikle Fransa’da, 1848 Devrimi’nden sonra, pek çok genç sanatçı, teknik ilerleme ve sosyal adaletsizlik unsurlarını da katarak, dünyayı gördükleri gibi resmetmeyi ve bedeni yepyeni bir dürüstlükle tasvir etmeyi amaçladı. Gerçekçilik terimi, Fransız romancı "CHAMPFLEURY (1821-1889)" tarafından arkadaşı "GUSTAVE COURBET" nin (1819-1877) eserlerini tanımlamak için türetildi. 17. Yüzyılın Hollandalı sanatçılarının gerçekliğinden, Hollandalı ve İngiliz manzara sanatçılarının doğal dünya resimlerinden ve yeni bulunan fotoğraf teknikleriyle taşınabilir yağlıboyalardan etkilenen gerçekçiler; yeni klasisizmde ve romantizmde fark edilen aşırılıklara, vurdumduymazlıklara ve akademik sanatın (resmi Avrupa sanat akademilerinin tercih ettiği) yapmacıklığına tepki gösterdiler. Resimde, gerçekleri göstermeyi amaçlayarak nesnel görüntüleri ifade ettiler, üsluptan ya da sanatsal kurallardan kaçındılar; geleneksel sanatta olduğu gibi zenginleri yüceltmek yerine, sıradan emekçi sınıfın yaşamını anlattılar ya da doğaya yönelik imgeleri herhangi bir yanılsama ya da yapmacıklık olmaksızın tasvir ettiler.

Batı sanatı artık akademik kuralların boyunduruğu altındaydı, dolayısıyla sanat çoğunlukla gerçek yaşamdan uzaklaştırılmış gibi görünüyordu. Gerçekçi ressamlar, çevrelerinde gördükleri yaşamın resmini yaptılar; köylülere, emekçi sınıflara, şehir sokaklarına, kafelere ve popüler eğlencelere yer verdiler. Serbest fırça çalışmaları ve süjeleri, üst ve orta sınıftan izleyenlerde şaşkınlık uyandırdı.
Bu dönemin önemli sanatçıları olarak; "GUSTAVE COURBET" , "JEAN FRANÇOİS MİLLET" , "HONORE DAUMİER" , "JEAN BAPTİSTE CAMİLLE COROT" , "EDOUARD MANET" i sayabiliriz.

İZLENİMCİLİK (1865-1885)

19. yüzyılın ikinci yarısında, "PARİS" li bir grup sanatçı bağımsız sergiler düzenledi. Eserleri, uçup giden anları yakalayan bitmemiş resim taslakları gibi görünüyordu.

Kısmen gerçekçilikten kısmen de Hollandalı ve İngiliz manzara ressamlarından türeyen izlenimciler, resmi sanat akademilerinin baskıcılığından ve katılığından kurtulmayı amaçladırlar. Taslak resim ve heykel tekniklerini kullanarak; fotoğraf, taşınabilir boyalar ve yeni sentetik renklerin yer aldığı modern teknolojilerden yararlanarak, parlak renkler içinde hazırlıksız ortaya çıkmış gibi görünen görüntüler, heykeldeyse dinamik anlar ürettiler. En önemli süjeleri, manzara ve sıradan insanların yer aldığı günlük olaylardı; fakat odak noktaları, ışığın anlık ve değişken etkileriydi. Hızlı, kesik fırça izleriyle yapılan hafif renk dokunuşları hava ve ışıktaki değişimi vurguladı; zaten sanatçılar çoğunlukla açık havada resim yapıyorlardı. Çoğu, boyayı stüdyolarında değil de doğrudan motiflerinin önündeyken sürmeyi ifade eden “alla prima” (ilk seferde) tekniğini benimsedi.

İzlenimcilerin çoğu, fotoğrafçılıktan geliştirdikleri yeni fikirlerle, alışılmadık bakış açılarından resim yaptılar; gölgelerde siyah yerine farklı renkler kullandılar. İzlenimciler; gerçekçilik ve manzara ressamlığının yanı sıra "BARBİZON OKULU" ressamlarından, "EUGENE DELACROİX" dan (1798-1863), Japon baskılarından, endüstriyel gelişmelerden, demiryolu yolculuklarının yayılmasından ve bilimsel renk teorilerinden esinlendiler.
Bu dönemin önemli sanatçıları; "CLAUDE MONET" , "CAMİLLE PİSSARRO" , "PİERRE AUGUSTE RENOİR" , "EDGAR DEGAS" , "MARY CASSATT" ’tır.

ARD İZLENİMCİLİK (1885-1910)

İlk kez 1910 yılındaki bir sergide kullanılan ard izlenimcilik terimi, izlenimciliği benimseyen ve yeni, renkli yaklaşımlar keşfeden sanatçıların farklı üsluplarını kapsar.

Sanatçı ve eleştirmen "ROGER FRY ( 1866-1934)" , ard izlenimcilik ifadesini 1910’daki Manet ve Ard İzlenimciler sergisi için türetmişti. Fry’ın bir araya getirdiği sanatçılar, izlenimcilerin dolambaçsız görünüşlerle ilgili uğraşlarına karşı gelmişlerdi ama bir yandan da akımın yaptığı keşifleri optik efektlerle geliştirmişlerdi. Ne gördüklerinden ziyade ne düşündüklerini ifade eden bu sanatçıların kendilerine özgü üslupları vardı. Kendilerini ard izlenimci olarak adlandırmadılar; bu terim, onlar öldükten sonra kullanılmaya başladı. Çoğu bağımsız çalıştı; hepsi olmasa da bazıları başlangıçta izlenimcilikle ilişkilendirildi. Parlak renklerden yararlanmaya devam etseler de dünyayı, izlenimcilerin yaptığı gibi doğrudan tasvir etmediler. Bazıları renk ve sembolizm aracılığıyla atmosferi ve maneviyatı ifade etti, bazıları optik efektleri inceledi, bazılarıysa temeldeki yapıları analiz etti. Her birinin ayrı bir yaklaşımı olsa da renk ve biçim onlar için önemliydi ve fotoğraf gibi bir sahicilik içermese de gördükleri dünyayı resmediyorlardı. Yaptıkları stilize çalışmalar sayende, soyutlama nosyonları ilk kez ortaya çıktı.

Renk, ard izlenimciler tarafında objelerin yapısını modelleme ve ifade etme amacıyla kullanıldı. Fransa’nın güneyinde çalışanlar daha parlak renkler kullandılar; hepsi çağdaş yaşamdan çok çeşitli süjeleri tasvir etti. Eserlerin çoğu neşeliydi; bazıları fotoğrafı izlenimcilerden daha fazla kullandı, yaşamı sıra dışı bakış açılarından resmettiler.
Önemli Sanatçıları: "PAUL CEZANNE" , "VİNCENT VAN GOGH" , "PAUL GAUGUİN HENRİ DE TOULOUSE LAUTREC" , "HENRİ ROUSSEAU" ’dur.

YENİ İZLENİMCİLİK (1886-1906)

Yeni izlenimcilik terimi ilk kez eleştirmen "FELİX FENEON (1861-1944)" tarafından; 1886’da "GEORGES SEURAT (1859-1891)" , "PAUL SİGNAC (1863-1935)" ve takipçilerini ifade etmek için kullanıldı.

"DİVİYONİZM" ve "NOKTACILIK" diye de adlandırılan yeni izlenimcilik, hem bir akım hem de renk canlılığına odaklanan bir üsluptur. Ard izlenimciliğin bir parçası olan yeni izlenimcilik, bilimsel renk teorilerini baz alır. Sanatçılar resimlerini daha canlı kılmak için saf rengi önceden karıştırmadan, hafif dokunuşlar ya da noktalar halinde yan yana sıralarlar. Amaç, renklerin izleyenlerin gözünde daha sonra karışmasıdır; böylece renkler, önceden karıştırıldıklarında olduğundan çok daha canlı ve ışıklı görüneceklerdir. Bu teknik, kimyacı "MİCHEL EUGENE CHEVREUL" ’un (1786-1889) ışık teorilerine dayandırılmıştı. On the Law of the Simultaneous Contrast of Colours "(RENKLERİN EŞZAMANLI KONTRASTI KANUNU ÜZERİNE)" adlı kitabı (1839), Gobelins kilim atölyelerinde kullanılan boyalarla ilgili sorunlara yönelikti. Chevreul, renk algısının, yakınında ya da bitişiğindeki renklerden etkilendiğini belirlemişti; eşzamanlı zıtlık teorisinde de buna gönderme yapıyordu. Gerçek renkler değişmese de görsel algının değiştiğini ileri sürüyordu; parlaklık etkisine bitişikteki tamamlayıcı renklerin ya da renk çemberindeki zıt renkler yani kırmızı ile yeşil, mavi ile turuncunun ve mor ile sarının kullanımıyla ulaşılabileceğini savunuyordu.

Seurat ve takipçileri, izlenimciliğin doğaçlamasından uzaklaştılar ama canlı renk kullanımını sürdürdüler. Tamamlayıcı renkleri yan yana kullanmak, yeni izlenimciler ve çoğu ard izlenimci sanatçı tarafından kullanılan bir yöntem haline getirdi.
Bu akımın önemli sanatçıları: "GEORGES SEURAT" , "CAMİLLE PİSSARRO" , "PAUL SİGNAC THEO VAN RYSSELBERGHE" , "HENRİ EDMOND CROSS" ’tur.

ART NOUVEAU (1890-1914)

Yaygın ama kısa süreli bir sanat tasarım akımı ve felsefe olan art nouveau, 19. Yüzyılın son on yıllarında ortaya çıktı. Avrupa’nın belirli bölümlerinde ve Amerika’da neredeyse eşzamanlı olarak gelişen art nouveau, yeni yüzyılın ruhunu hissettiren özgün ve modern bir ifade biçimi oluşturma çabasıydı. Çok yönlü bir akım olarak; resim, "İLLÜSTRASYON" , heykel, mücevherat, metal işleri, cam, seramik, tekstil, grafik tasarımı, mobilya, mimari, kostüm tasarımı ve moda gibi pek çok alanda kendini gösterdi. Tasarımı modernleştirme ve seri üretimi zanaatkarlıkla bağdaştırma çabası içinde olan art nouveau sanatçıları ve tasarıcıları, çoğunlukla akımın etkisini taşıyan asimetrik kompozisyonlarda girintili çıkıntılı, dökümlü ve zarif tasarımlar oluşturdular. Avrupa’nın büyük bir bölümünün endüstrileşmesinin ve şehirleşmesinin ardından, kolayca bulunan ucuz ürünlerin çoğalmasıyla birlikte tüketim toplumunun sosyal ve ahlaki etkileriyle ilgili kaygılar başladı. Arts and Crafts (Sanat ve Zanaat) hareketi yaklaşık 1880’de ahlaki bir tasarım üslubu olarak başladı; bununla bağlantılı olarak da benzer amaçlarla art nouveau gelişti. Art Nouveau, Arts and Crafts hareketinin yanı sıra "KELT SANATI" , "GOTİK" yeniden canlanma, "ROKOKO" , "ESTETİZM" , "SEMBOLİZM" ve "JAPONİZM " gibi hareketlerden de etkilendi. Art nouveau sanatçıları, özellikle zanaat ve tasarımı, güzel sanatların seviyesine ulaştırmayı amaçladılar.

Art nouveau; böcekler, bitkiler, hayvanlar ve dişi formlar gibi organik temaları sahiplendi. Kurşun-kalay alaşımı, gümüş ve sedef gibi malzemeler süslemelerde kullanıldı; basitleştirilmiş, akışkan Japon stili kompozisyonlar hızla çoğaldı. Anlamsız dekorasyon diye algıladıkları her şeyi terk etmeyi amaçlayan art neoveau tasarımcıları, nesnenin işlevinin biçimini belirlemesi gerektiğine inandılar.
Önemli sanatçıları: "GUSTAV KLİMT" , "ALPHONSE MUCHA ARTHUR HEYGATE MACKMURDO" , "CHARLES RENNİE MACKİNTOSH" , "LOUİS COMFORT TİFFANY" , "RENE LALİQUE" .

DIŞAVURUMCULUK (1905-1930)

Dışavurumculuk, uluslararası bir akım olmasına rağmen önce modern dünyaya yönelik kaygıları anlatmak üzere, çeşitli Alman şehirlerinde eşzamanlı olarak ortaya çıktı.

İnsan davranışı ve çağdaş dünyayla ilgili rahatsız edici duyguların yanı sıra maneviyatın yitirildiğine ilişkin düşünceler de 20. Yüzyılın başlarında arttı. Kısmen "SEMBOLİZM" den ilham alan dışavurumcular, modern toplumun gidişatına ilişkin kaygılarını aktarmak için biçimleri bozdular, güçlü renkler kullandılar. 1905’te, dört Alman sanatçıdan oluşan bir grup, "DRESDEN" de dışavurumculuk akımını müjdeleyen "DİE BRÜCKE" yi (köprü) oluşturdu. Birkaç yıl sonra, 1911’de, bir başka sanatçı grubu "MÜNİH" te "DER BLAUE REİTER" ı (Mavi Binici) kurdu. Dışavurumculuk, genel olarak 1905’ten 1930’a kadar devam etti ve tüm Avrupa’ya yayıldı. Uygarlığa, özellikle kapitalizmin olumsuz etkileri olarak gördüklerine yönelik eleştirilerinde sanatçılar ilk kez, dış dünyanın tasvirini yapmak yerine, içlerindeki duyguları çoğunlukla abartılı, heyecanlı fırça darbeleri ve güçlü, uyumsuz renkler kullanarak ifade ettiler. "BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI" ndan önce, savaş sırasında ve savaştan sonraki atmosfer; öfke, şiddet ve hüsran, duygularının ifadesinin ilham kaynağıydı; duygularının ifadesinin ilham kaynağıydı; resimlerinde fahişeler ve maskeli ya da maske gibi görünen yüzlerin yer aldığı yabancılaşmış bireyler yer alıyordu.

Almanya’da başlamış olsa da en çok saygı duyulan dışavurumcuların birçoğu Alman değildi. Bütün dışavurumcular, güçlü düşüncelerini ve görüşlerini, izleyenler empoze etmeyi amaçladılar, düşüncelerini aktarmak için sembolizmin bireysel formlarını kullandılar. Sanatçılar yoğun duyguları ifade etmek istedikleri için uyum ve denge önemli değildi.
Önemli Sanatçılar: "EDVARD MÜNCH" , "PAUL KLEE" , "GEORGES ROUAULT" , "OSKAR KOKOSCHKA" , "EGON SCHİELE" , "FRANZ MARC" .

ALMAN DIŞAVURUMCULUĞU

Almanya’da başlayan dışavurumculuk akımı, Dresden’de "DİE BRÜCKE" ve Münih’te "DER BLAUE REİTER" adlı iki küçük akım ortaya çıkardı.

Geçmişte, "MATTHİAS GRÜNEWALD" (yaklaşık 1470-1528) gibi tutkulu sanatçıların yaşadığı Almanya, dışavurumculuğun ortaya çıkması için uygun bir yerdi. "VAN GOGH" ve "EDVARD MUNCH (1863-1944)" - özellikle de 1893’teki "ÇIĞLIK" (The Scream) tablosu- diğer güçlü etmenlerdi. 1889’da, Aşağı Saksonya’da "WORPSWEDE GRUBU" ortaya çıktı; başlangıçta Fansız "BARBİZON RESSAMLARI" na benzer manzara resimleri yapıyorlardı, fakat kısa süre sonra daha dışavurumcu bir yaklaşım geliştirdiler. Die Brücke sanatçıları; figürler, kent görüntüleri ve manzaralarıyla radikal sosyal görülerini ifade ettiler. Der Blaue "REİTER SANATÇILARI" ysa renk aracılığıyla sanata manevi değerler katmanın yollarını aradılar. 1920’lerde savaş sonrası Almanyasındaki yolsuzluklardan ve ahlaki çöküntüden görsel olarak yakınan bir sanat üslubu olan "NEOE SACHLİCHKEİT" (Yeni Nesnellik) ortaya çıktı. Neue Sachlichkeit sanatçıları dışavurumculuğun odak noktasında yer alan öznellik yerine, nesnel gerçekliği tasvir etmeyi amaçladılar. Aralarında "MAX BECKMANN (1884-1950)" , "OTTO DİX (1891-1969)" VE "GEORGE GROSZ" un (1893-1959) bulunduğu Alman dışavurumculuk akımının sanatçıları, "WEİMAR" toplumunun iğneleyici, satirik imgelerini ürettiler. Çoğu, Birinci Dünya Savaşı nedenleriyle sarsılmıştı; 1915’ten itibaren yaptıkları çalışmalar da bilinçli bir protestoya dönüşmüştü.

20.yüzyılın başlarında, Almanya’nın en önemli sanat merkezi, Berlin’de özellikle Die Brücke ve Der Blaue Reiter sanatçılarının resimlerini yer aldığı dışavurumcu eserleri sergileyen "STURM GALERİSİ" ydi. Galeri, sol görüşlü Alman sanat eleştirmeni "HERWARTH WALDEN (1879-1941)" tarafından kurulmuştu, yönetimini de o üstlenmişti. Herwarth Walden, aynı zamanda Alman dışavurumculuğunu destekleyen "STURM DERGİSİ" ni çıkarmıştı.

Önemli Sanatçılar: "ERNST LUDWİG KİRCHNER" , "MAX BECKMANN" , "OTTO DİX GEORGE GROSZ" , "EMİL NOLDE" , "MAX PECHSTEİN" .

FOVİZM (1905-1909)

Birkaç ARD "İZLENİMCİ" den ilhamla başlayan ve "LES FAUVES" (yabanıl hayvanlar) diye adlandırılan ressamlar grubu, canlı renkler ve serbest fırça darbeleri kullandılar.

"HENRİ MATİSSE (1869-1954)" , "ALBERT MARQUET (1875-1947)" ve "GEORGES ROUAULT (1871-1958)" gibi birçok fovist, sembolist sanatçı "GUSTAVE MOREAU" nun (1826-1898) öğrencisiydi. Çoğunlukla, "PAUL CEZANNE" nin (1839-1906) sağlamlık keşfinden, "VİNCENT VAN GOGH" un (1853-1890) dışavurumcu fırça darbelerinden ve "GEORGES SEURAT" nın saf, yan yana dizilmiş renklerinden ilham almışlardı. Matisse, genellikle fovizmin öncüsü olarak görülür; diğer sanatçılar ışık ile mekanı tasvir etmek ve coşkulu bir duyguyu aktarmak için yoğun renkleri kullanarak onun izinden gittiler. Geniş ölçüde Moreau’nun “kişisel ifadenin, büyük bir ressamın önemli bir meselesi” olduğuna dair öğrettiklerinden etkilenen Matisse, özellikle "SEURAT" nın noktacılığından da ilham almıştı. Kendinden önce gelen sanatçıların canlı gibi görünen imgeler oluşturma amaçlarını terk eden fovistler, olumlu ruh hallerini yansıtmak ve doğrudan doğal dünyayı kopyalamadan bir yapı duygusu oluşturmak için rengi yeni şekillerde kullandılar. Yalınlaştırılmış biçimleri ve doygun renkleri de resim yüzeylerinin düzlüğüne dikkat çekti. Duygusal tepkileri ve sezgiler, akademik teoriden ya da ön plana alınan ana konudan çok daha önemliymiş gibi algılandı.

Renk kullanımına getirdiği yeniliklerle, dışavurumculuğuyla ve resim yüzeyinin düzlüğünü vurgulamasıyla fovizm; kübizm, dışavurumculuk ve soyutlamanın öncüsü oldu. Paris’te Matisse önderliğinde bir grubun 1905’te düzenlediği sergi sonrasında eleştirmen "LOUİS VAUXCELLES (1870-1943)" onların resimlerini “yabanıl hayvanlar” diye adlandırmıştı.
Diğer önemli sanatçılar: "ANDRE DERAİN" , "MAURİCE DE VLAMİNCK" , "HENRİ MANGUİN" .

KÜBİZM

Belki de en önemli ve kesinlikle en etkili modern sanat akımı olan kübizm, "PABLO PİCASSO (1881-1973)" ve "GEORGES BRAQUE (1882-1963)" tarafından 1907-1908’de yaratıldı.

Resme yeni bir boyut getiren kübistler, "RÖNESANS" tan beri mekanı tanımlamak için kullanılan "PERSPEKTİF" i bıraktılar; figürlerin gerçekçi bir şekilde modellemesini de reddettiler. Bunun yerine, objelerin çeşitli açılardan resmini yaptılar. 1906’daki "RETROSPEKTİF" bir sergisinde eserlerini gördükleri "CEZANNE" den ilham alan Picasso ve Braque önce birlikte çalıştılar; Avrupa sanatındanki sabit bakış açılarından mekan yanılsamaları oluşturma geleneklerini kasıtlı olarak terk ettiler. Kübizm, Picasso’nun1907 tarihli "AVİGNONLU KIZLAR" (Les Demoiselles d’ Avignon) tablosuyla başladı; bu tabloda Cezanne’nin yanı sıra "AFRİKA MASKELERİ" nin ve "İBERYA HEYKELLERİ" nin etkileri görülüyordu. Kübizmin ilk aşamasına analitik kübizm dendi ve 1912 yılına kadar devam etti. Gazete gibi sanat dışı malzemelerin kolaj unsuru olarak kullanıldığı, daha parlak renklerin yer aldığı ikinci aşama, sentetik kübizm olarak anıldı. "SENTETİK KÜBİZM" 1914’e kadar sürdü. Diğer sanatçılar, kübizmin fikirlerini bireysel olarak yorumlayarak çeşitli şeyler denemeye başladılar, nihayetinde kübizm sonraki pek çok sanatçıya ve sanat akımına esin kaynağı oldu.

Nesneleri aynı anda birden çok bakış açısından resmeden kübistler, geleneksel tek bakış açılı imgelere göre çok daha fazla şey gösterdiler. Düz yüzeylerde buna ulaşmak için farklı açılardan yaptıkları tasvirler, geometrik düzlemler gibi görünür. Eserlerine ilk eleştiriyi getiren "LOUİS VAUXCELLES" bunları “küçük küpler” diye tanımlamış, bu da kübizm adının ilham kaynağı olmuştu.
Önemli sanatçılar: Pablo Picasso, Georges Braque, "JUAN GRİS JEAN METZİNGER" , "FERNAND LEGER" .

FÜTÜRİZM (1909-1914)

1909’da bir edebiyat akımı olarak başlayan ve İtalya’nın ilk modern sanat akımı olan fütürizm, makineleri, modernliği, hızı ve şiddeti göklere çıkardı.

Şair "FİLİPPO TOMMASO MARİNETTİ (1876-1944)" , 1909’da Fransız gazetesi Le Figaro’da yayımlattığı Fütürizm "MANİFESTO" sunda “Dünyanın ihtişamının değerinin yeni bir güzellikle, hızın güzelliğiyle arttığını ilan ediyoruz” diye yazdı. Fütürizmin amaçları, geçmişle ilişkiyi kesmek, böylece İtalyan geleneklerini yok etmek ve teknolojiyi, mekanikleşmeyi, güç ve enerjiyi kucaklayan yeni bir sanat yaratmaktı.

“Tarihlerinin Yükü” olarak algıladıkları şeylerden kararlı bir şekilde uzak durmak isteyen sanatçılar, ülkelerini geçmişten kurtarmak için sanat galerini ve müzeleri yok etmeye söz verdiler. İlk olarak 1911’de Milano’da, daha sonra başka Avrupa şehirlerinde sergi açtılar. Günlük hayattan seçtikleri süjelerde, hareketi ve hızı yansıttılar; çoğunlukla fotoğrafçılıktaki çoklu pozlamayı referans aldılar. Toplumu ileriye götürmeyi ve klasik baskılardan kurtulmayı amaçlayan fütüristler; ressamlardan, heykeltıraşlardan, müzisyenlerden, yazarlardan, mimarlardan ve tasarımcılardan oluşuyordu. Fütürist sanatın çok boyutlu şekiller gibi pek çok unsuru kübizmle uyumluydu. Öte yandan, kübizm genellikle statik ve durgunken, fütürizm parlak ve dinamikti.

"UMBERTO BOCCİONİ (1882-1916)" öncülüğündeki fütürist faaliyetin merkezi Milano’ydu. 1911’de "BOCCİONİ" , "CARLO CARRA (1881-1966)" yanında kaldılar. Hep birlikte yeni bir sanatsal dil geliştirdiler. “Nesnelerin mekanda genişlemesi” ve “ruh halleri”yle ilgilenen bir sanat ortaya çıkardılar. Diğer önemli sanatçıları: "LUİGİ RUSSOLO" , "GİACOMO BALLA" .

SUPREMATİZM

Soyut sanattaki ilk ve en radikal gelişme, Rus sanatçı "KAZİMİR MALEVİÇ (1878-1935)" tarafından gerçekleştirildi.

Maleviç, 1915’te beyaz zemin üzerinde büyük, siyah bir kare yaptı; bu suprematizmin başlangıcıydı. Yalnızca dikdörtgenlerden, çizgilerden ve dairelerden oluşan tablolarında tuvallerinin şeklini ve düzlüğünü vurguladı. Ona göre bunlar pozitif ve negatif güçlerin nihai dengesini ifade ediyordu; sanatının geçmişteki sanatlarını tamamından üstün olduğunu ve resim sanatındaki saf duygunun ve algının üstünlüğüne öncülük edeceğini düşünüyordu. Büyük ölçüde kübizm, fütürizm ve bazı "AVANGARD ŞAİRLER" den etkilenen Maleviç, bütünüyle soyut olan bir sanat icat etti. Yaşamın özündeki şeylerin en yalın halini tasvir etme arayışına kendisini kaptırmıştı. Renklerin ve formların saflığıyla, izleyenlerin dış görünüşündeki yüzeyselliklerin ötesindeki fikirler üzerinde kafa yormaları amaçlanıyordu. Her ne kadar komünist makamlar suprematizme daha sonra saldırmış olsalar da başlangıçta akımı, yeni rejime yönelik taze bir üslup olarak karşılamışlardı. Diğer yandan, suprematizm konstrüktivizmin şekillenmesi için de önemliydi.

Gerçek dünyaya ait bütün nosyonları terk eden suprematizm soyut sanatı etkiledi. Maleviç’in 35 resminin yer aldığı ilk suprematist sergi, 1915’te "SAİNT PETERSBURG" da gerçekleşti. Maleviç, 1927’de soyut resmin gelişmesinde çok büyük bir etkisi olan The Non Objecktive World "(NESNEL OLMAYAN DÜNYA)" adlı kitabı yayımladı.
Diğer önemli sanatçıları: "EL LİSSİTZKİ" , "LYUBOV POPOVA OLGA ROSANOVA" , "İLYA ÇAŞNİK" .

DADA (1916-1930)

Birinci Dünya Savaşı'nın vahşetine tepki olarak, tarafsız durumdaki "İSVİÇRE" nin "ZURİCH" kentinde başlayan dada, bir "anti sanat" akımı olarak gelişti.

"KUBİZM" , "FÜTÜRİZM" , "KONSTRÜKTİVİZM" ve "DIŞAVURUMCULUKTAN" etkilenen dada; görsel sanatları, edebiyatı, şiiri, tiyatroyu, müziği ve grafik tasarımı kapsadı. Savaş karşıtı olmasının yanı sıra burjuvazi karşıtıydı; radikal solla siyasi yakınlık içindeydi. Bireysel dadacılar tarafından üretilen sanat, sanatsal gelenekleri kabul etmedi; değişken, renkli ve absürttü. Dadacıların hepsi şok etkisi yaratmayı, öfke ve kırgınlığa neden olmayı amaçlıyor, kaba ve saygısız olmaya çalışıyorlardı. Yazar "HUGO BALl" 'un (1886-1927) sahibi olduğu, Zürich'teki gece kulübü Cabaret Voltaire'de pek çok sanatçının ve yazarın buluşmasıyla başladı her şey. Dada ismi, şair "TRİSTAN TZARA (1896-1963)" tarafından seçilmişti. Sözlükte özellikle mantıksız bir sözcük aramıştı. "Dada", Fransızca "oyuncak tahta at", Rusça ve Romence "evet evet" anlamına gelmek dışında, pek çok dilde anlamsızdı. Bu kızgın ve alaycı tutumlar "BERLİN" , "HANNOVER" , "PARİS" , "NEW YORK" ve "KÖLN" gibi başka şehirlere de hızla yayıldı. Buralarda başka gruplar kuruldu. Dada, sanatçıların toplum, sanatçıların rolü ve sanatın amacı hakkında kasıtlı olarak zor sorular sordukları ilk kavramsal sanat akımıydı.
Dadacılarda, özel olarak hiçbir araç baskın çıkmadı; her şey kabul edilebilirdi, çoğunlukla "hazır nesneler" ya da başka amaçlar için yapılmış nesneler kullanılıyordu. Bazı sanatçılar çöpten "KOLAJ" yaptılar, bazılarıysa performans sergilediler. Kasıtlı olarak skandallara imza attılar, ancak yarattıkları şok sonsuza dek süremezdi. Akım kısa süre sonra ivmesini kaybetti ve yerini gerçeküstücülük aldı.
Önemli sanatçıları; "HANS ARP" , "MARCEL DUCHAMP" , "HANNACH HÖCH FRANCİS PİCABİA" , "MAN RAY" , "KURT SCHWİTTERS" tir.

YENİ PLASTİSİZM (1917-1931)

Hollandalı sanatçı "PİET MONDRİAN (1872-1944)" ; düz çizgiler, siyah ve beyaz ile ana renklerden oluşan soyut resimlerini tanımlamak için yeni plastisizm terimini kullandı.
1917'de ressam, tasarımcı, yazar ve eleştirmen "THEO VAN DOESBURG (1883-1931)" , bir grup sanatçı ve mimarın fikirlerini ifade eden "DE STİJL" [Stil] adlı bir dergi çıkardı. Bu dergi, Mondrian'in sanat hakkındaki düşüncelerinin önemli bir aracı haline geldi. İlk sayılarda yayımladığı “Resim Sanatında Yeni-plastisizm'de şu cümleler yer alıyordu: "Sanat, insan zihninin saf bir temsili olarak kendisini estetik açıdan saflaştırılmış... soyut bir biçimde ifade edecektir... bu yeni-plastik fikir... kendi ifadesini... düz çizgide ve açıkça tanımlanmış ana renkte bulacaktır." Mondrian, stilini yeni-plastisizm olarak adlandırmış olsa da buna De Stijl de dendi. Bu akımda, sanatçının kendi maneviyatını ya da sezgisini izleyerek, tüm unsurları en temel renklere ve biçimlere indirgemesi gerekiyordu. Mondrian'ın teosofi inancından yeni düşünceler ortaya çıktı. Bu felsefe, sanatı aracılığıyla gerçek evrensel uyumları ve dünyanın ruhani düzenini aramasına neden oldu.

"KÜBİZM" , "SUPREMATİZM" ve "KONSTRÜKTİVİZM" ile "VAN DOESBURG" ve "BART VAN DER LECK" in (1876-1958) düşüncelerinden etkilenen Mondrian, yalnızca geometrik şekillere, düz çizgilere, asimetriye, dengeye ve uyuma odaklanma konusunda ısrarcıydı. "İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI" nın çıkmasıyla birlikte, bazı bağımsız sanatçılar, akımın ilkelerine sadık kalmayı sürdürseler de bütün yeni-plastisistler dağıldı.
Önemli sanatçıları; "PİET MONDRIAN" , "THEO VAN DOESBURG" , "BART VAN DER LECK" , "GEORGES VANTONGERLOO" dur.

BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİK (1920-1960)

Her zaman fotoğrafik bir sahiciliği olmayan büyülü gerçekçilik, "BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI" ndan sonra muğlak düşüncelere ve ayrıntılara yer veren bir sanat stili olarak gelişti.
Büyülü gerçekçilik, "ALMAN İZLENİMCİLİĞİ" nin ardından oluşmaya başladı, ancak birbiriyle bağlantılı sanatçıların olduğu bir grup yoktu; önce Avrupa'da, daha sonra Amerika kıtasında gelişen, yavaş ilerleyen bir fikirdi. Derinlerde yatan duygulara odaklanarak temsili bir resim stili olarak gelişti; gizemli ve beklenmeyen düşünceleri gizleyen fantezi unsurlarıyla karıştırılmış, oldukça sıradan görünen sahnelerden oluşuyordu. Resimler genellikle parlak renklerle yapılıyordu; bazen tuhaf ve esrarengiz ruh hallerini yansıtıyordu. Büyülü gerçekçilik, dışavurumculukta olduğu gibi duyguları inceledi, ancak tam tersi bir şekilde, soyutlamalardan ve biçim bozmalardan uzak durdu. Büyülü gerçekçilik terimi ilk kez, yazar "FRANZ ROH" tarafından 1925'te "MANNHEİM" deki bir sergideki "Die Neue Sachlichkeit" "(YENİ NESNELLİK)" başlıklı bazı resimleri tanımlamak için kullanılmıştı. Gerçek dünyayı açıkça temsil etseler de bu resimlerin hepsi tam da gerçek gibi değillerdi, bazıları oldukça naif bir stile sahipti. Öte yandan hepsi karmaşık ayrıntılara, net konturlara ve örtük, ikincil anlamlara yer veriyordu. "HENRİ ROUSSEAU" nun (18441910) ve "GİORGİO DE CHİRİCO" nun (1888-1978) metafizik resimlerinin önemli etkisi oldu. Akımın gerçeküstücülük üzerindeki etkisi çok büyüktü.

Büyülü gerçekçiler, herhangi bir "MANİFESTO" ya da organize bir grup olmaksızın, bağımsız çalıştılar. 1930'lardaki "EKONOMİK BUHRAN" ve "ALMANYA'da NAZİ PARTİSİ" nin yükselişi, akımın oradaki gelişiminin sona ermesine neden oldu. Öte yandan, dünyanın farklı bölümlerinde, özellikle de Avrupa'daki gelişmelerle alakası olmayan "AMERİKA" kıtasında devam etti.
Önemli Sanatçıları; "EDWARD HOPPER" , "ANDREW WYETH" , "GEORGE TOOKER" , "FRİDA KAHLO" , "COLLEEN BROWNİNG" dir.

GERÇEKÜSTÜCÜLÜK (1924-1966)

"DADACILIK" tan türeyen gerçeküstücülük, "BİLİNÇALTI" ndaki düşünceleri ve duyguları ifade etme arayışıyla hem bir edebiyat hem de bir sanat akımı olarak 1920'lerde ortaya çıktı.

"ANDRÉ BRETON (1896-1966)" tarafından yazılan Gerçeküstücülük "MANİFESTO" sunun yayımlanmasıyla "PARİS" te 1924'te resmen başlayan gerçeküstülük, uluslararası bir entelektüel ve politik akım olarak başladı. Breton; dadacılıktan, psikanalist "SİGMUND FREUD" un (1856-1939) teorilerinden ve rüya araştırmalarından ve "KARL MARX" ın (1818-1883) politik düşüncelerinden etkilenmişti. Başlangıçta görsel sanatçılarla ilişkiye geçmeye isteksiz olan gerçeküstücü şairler, sanatın önceden tasarlanarak yapılmasının, kendi içlerinden gelen ve serbest dışavurumlarıyla çeliştiğini düşündüler. Öte yandan, bazı sanatçılara saygı duydular ve kısa süre sonra, iki ifade biçiminin birlikte iyi çalıştığını anladılar. "MAX ERNST (1891-1976)" , gerçeküstücülüğü sanatsal bir akım olarak keşfeden ilk sanatçılardan biriydi. Serbest çağrışım, trans benzeri durumlar ya da rüyalar gibi Freudcu yöntemler aracılığıyla bilinçaltına odaklanan bazı gerçeküstücüler, psişik "OTOMATİZM" i uyguladılar. Bu, otomatik yazı ya da çizimdi; bilinçli zihni kapatıp doğrudan bilinçaltından akan sözcükler ya da imgeler üretiyordu. Bilinçaltını bu yolla ortaya çıkaran gerçeküstücülük, hiçbir sanatçının birbirine benzer işler üretmediği, bireysel bir ifade şekliydi.

Freud'un psikanaliz teorilerinden, dadacılıktan ve "GİORGİO DE CHİRİCO" nun çalışmalarından etkilenen pek çok gerçeküstücü ressam, bilinçaltının süreçlerini inceleyen ve belirleyen rüya benzeri sahnelerin resmini yaptı, uyumsuz şeyleri mantıksızca yan yana koydu. Beklenmeyen bir imgeleme ve sembolizm, bilinçaltına odaklanma ve gelenekleri küçümseme sanata yeni bir alan açtı.
Önemli Sanatçıları; "RENÉ MAGRİTTE" , "SALVADOR DALİ" , "JOAN MIRÓ" , "MAX ERNST" , "ANDRÉ MASSON" dur.

SOYUT DIŞAVURUMCULUK (1943-1965)

Avrupa'nın "İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI" ndan sonra toparlanmaya çalıştığı sırada, "AMERİKA" politik, ekonomik ve kültürel anlamda güçlü bir konuma doğru ilerledi.

1943'te başlayan, 1950'lerin ortalarına kadar süren soyut dışavurumculuk, Amerika'nın ilk kendine özgü, uluslararası etki yaratan sanat akımı olarak ortaya çıktı. Nihayetinde de sanat dünyasının odağı "AVRUPA" dan "NEW YORK" a kaydı. Başlangıçta "NEW YORK EKOLU" olarak adlandırılan soyut dışavurumculuğun ilk sergileri 1940'larin ortalarında gerçekleşti. Benzer bakış açılarına ancak farklı yaklaşımlara sahip, birbirine fazla bağlı olmayan küçük bir sanatçı grubuydular. Büyük ölçüde gerçeküstücülükten etkilenmişlerdi; kendiliğindenliğe, ifade özgürlüğüne ve son yıllarda ulusal sanatı karakterize eden Amerikan yaşantısına ait temaların terk edilmesine inanıyorlardı. "İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI" nın etkisi, akımı fitilledi. Savaşın vahşetiyle dehşete kapılan sanatçılar, duygularını resimle ifade ettiler. Gerçeküstücülerin otomatizm tekniğinden esinlendiler; oysaki sanatlarını çoğunlukla yönlendirebildikleri belliydi. Dinamik, enerjik bir sanat ortaya koydular, bazen kullandıkları ölçülerle dikkat çektiler; bu da eserlerinin alternatif aksiyon resmi olarak tanınmasına neden oldu.

Soyut dışavurumcular, yüzeydeki görüntülerin altında bir şey bulmayı ve en içsel duygularını ifade etmeyi amaçladılar. Akım en çok Jackson Pollock (1912-1956) tarafından sahiplenilmişti. Resimlerini yaparken, yere serdiği kocaman tuval bezine boyayı dökmesi, sıçratması ve damlatması; çubuklar, malalar ve bıçaklar kullanması ve bütün vücudunu çalıştırması onun radikal, dışavurumcu tekniğinin birer parçasıydı.
Önemli Sanatçıları; "JACKSON POLLOCK" , "WİLLEM DE KOONING" , "PHİLİP GUSTON" , "LEE KRASNER" , "ARSHİLE GORKY" , "FRANZ KLİNE" dir.

RENK ALANI (1947-1965)

1940'larda çığır açan, soyut dışavurumculuğun bir açılımı olan, çok geniş koyu renk şeritlerin yer aldığı resimler renk alanı diye adlandırıldı.

Oldukça bireysel bir tarz olan renk alanı, doğrudan soyut dışavurumculuğun serbest, resimsel yaklaşımından türedi. İfadeler, bir iki ya da üç renkle tuvallerinin içine işledi; böylece boyalar iç içe geçti ve birbirine karıştı, köşeler yumuşadı, renkler arasındaki ayrım belirsizleşti. Renk alanı sanatçıları; oldukça bireysel, hareketli uygulama yöntemleriyle figüratif unsurlardan kaçındılar. Derinlemesine düşünme, dikkatle izleme ve meditasyona esin kaynağı olmayı amaçlayan soyut resimler ürettiler. Dıştan gelen bütün ayrıntıları reddederek yalınlaştırılmış, renk “alanları”yla tamamen boyanmış kompozisyonlar oluşturdular. Renk alanı stili, aksiyon resminden bağımsız olarak 1940'ların sonlarında, "MARK ROTHKO (1903-1970)" , "BARNETT NEWMAN (1905-1970)" ve "CLYFFORD STİLL (1904-1980)" ile başladı. Hepsi birbirinden bağımsız şekilde, modern olduğu kadar manevi olmasını amaçladıkları soyutlamaya, kişisel bir yaklaşım getirme arayışındaydılar. Özellikle, sözü geçen sanat eleştirmeni "CLEMENT GREENBERG (1909-1994)" akımın savunucusu oldu; akımın özgün ve yenilikçi olduğunu, diğer sanat akımlarıyla ve geleneksel kısıtlamalarla bağlantısız olduğunu açıkladı.

Her türlü yapmacıklıktan kaçınan renk alanı sanatçıları, tuvallerini ve resimlerini bütüncül sanat objeleri olarak ortaya koydular. Cisimselliği ve derinliği akla getirmeyen renk alanları ya da yüzeyleri, herhangi bir başlangıcı ya da belirli bir sonu yokmuş gibi görünen şeritler halinde uygulandı ve izleyenlerin öznel, kişisel duygularını uyandırmayı amaçladı.
Önemli Sanatçıları; "MARK ROTHKO" , "BARNETT NEWMAN" , "ROBERT MOTHERWELL" , "CLYFFORD STİLL" dir.

POP SANAT (1955-1970)

"İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI" ndan sonra, tüketim kültürü ve kitle iletişim araçları aniden yükselişe geçti; bunun sonucu olarak da pop sanat, hem "LONDRA" da hem de "NEW YORK" ta gelişti.

1956'da Londra'daki bir sergide "pop" sözcüğü, "RİCHARD HAMİLTON (1922-2011)" tarafından Amerikan dergilerinden yapılan bir "KOLAJ" da kullanıldı. Sergi, çağdaş toplum ve kültürel yaklaşımlar konusunda uluslararası bir tartışma başlatmak isteyen "BAĞIMSIZ GRUP" tarafından gerçekleştirilmişti. Seri üretilmiş malların fazlalığı, tüketim kültürü ve kitlesel eğlence; yüksek kültürden ayırt edilmesi için popüler kültür diye adlandırıldı. Bu da Uluslararası Grup'un odak noktası oldu. Birkaç yıl sonra New York'taki sanatçılar da pop kültürü hakkındaki düşüncelerini eserlerinde yorumladılar; öte yandan, eşzamanlı olarak soyut dışavurumculuğa karşı çıkıyorlardı. Tüketim kültürünü ve ticarileşmeyi değerlendiren ve öven pop sanatçılar, tanınmaya başladıklarında reklamcılığı, medyayı ve alışverişi baz alan, film yıldızları, çizgi romanlar, bayraklar, ambalajlar, yiyecek gibi, yalnızca azınlıkta olan aydınların değil, herkesin ilişki kurabildiği şeylere yer veren renkli imgeler ürettiler. Geleneksel güzel sanatlardan bilinçli bir şekilde farklı olan pop sanatının süjeleri cüretkârdı ve kolayca ulaşılabilirdi, teknik beceriler ise çoğunlukla önemsenmiyordu. Bu sanat türü, "İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI" sonrası toplumunu yorumluyor, materyalizmi memnuniyetle kabul ediyor, ticari sanat ve güzel sanat arasındaki ayrımı bulanıklaştırıyordu.
Yerleşmiş sanattan radikal bir biçimde farklı olan pop sanat, insanların İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra özlem duyduğu iyimserliği yansıttı ve çok popüler oldu. Çağdaş kültürü odağına almasıyla ve saygısız tutumuyla dadaya benzer yönleri olsa da hiçbir zaman öfkeli değildi. Pop müzik gibi, büyük ölçüde üzerinde durduğu konu, yeni modern dünya ve yeni bir biçimde güçlendirilmiş bir neslin göklere çıkarılmasıydı; ancak politik bakış açılarına da sahipti.
Önemli Sanatçıları; "RICHARD HAMILTON" , "PETER BLAKE" , "ROY LICHTENSTEIN" , "ANDY WARHOL" , "JASPER JOHNS" tur.

PERFORMANS SANATI (1960’LAR)

Doğrudan "FÜTÜRİZM" , "DADA" ve "GERÇEKÜSTÜCÜLÜK" gibi pek çok akımdan türeyen performans sanatı, canlı olarak izleyiciye sunulan çeşitli sanat biçimlerinden oluşur.

20. yüzyılda ortaya çıkan performans sanatı, önce "FÜTÜRİST" lerin manifestolarını izleyenlere okudukları ve "DADACILAR" ın anlamsız sunumlar yaptıkları, daha sonra gerçeküstücülerin "AVANGARD" prodüksiyonlar sahneledikleri zamanlarda, geleneksel resim ve heykele, kabul edilebilir bir alternatif haline geldi. 1957'de Amerika'da, canlı sanat performanslarını ifade etmek için "ALLAN KAPROW" un (1927-2006) kullandığı "happening" (oluşum) terimi, daha sonra dünyanın her yerinde çeşitli sanatçılar tarafından benimsendi. Bu ilk sunumlar özellikle bedene odaklandı, bu nedenle çoğu kez beden sanatı diye de adlandırıldı. Performans sanatı 1960'larda yaygındı, fakat janr hiçbir zaman yok olmadı ve çeşitli sanatçılar tarafından farklı bakış açılarını ifade etmek için, genellikle geleneksel görsel sanatlara meydan okumak amacıyla kullanıldı. Eylemlerden etkinliklere, ritüellerden tekrarlanan görevlere kadar sınırsız bir çeşitlilik gösterebilen eserler; çoğunlukla (dada geleneklerini izleyerek) absürddür, bir eğlence biçimine benzetilebilir ve kitle kültürünü pop sanat gibi kullanır.

İlk performans sanatçılarının pek çoğu, HANS NAMUTH'un (1915-1990) Jackson Pollock'u resim yaparken gösteren 1950'lere ait fotoğraflarından esinlendi. Performans sanatının diğer çeşitleri "aksiyonlar" şeklinde ifade edildi. Sanat performanslarını geleneksel tiyatro eğlencelerinden ayırt ettiği için "JOSEPH BEUYS" da bu terimi tercih etti. Aksiyonlar genellikle sosyal ve politik konuların karmaşık alegorilerini içerir.
Önemli Sanatçıları; "YVES KLEIN" , "VITO ACCONCI" , "JOSEPH BEUYS" , "BRUCE NAUMAN" , "MARİNA ABRAMOVİÇ" tir.

MİNİMALİZM (1960’LAR)

Minimalizm terimi yeni değildi, ancak özellikle bağımsız bir kısıtlamayla karakterize edilen sanatı ifade etmek üzere 1960'larda ivme kazandı.

New York'ta ortaya çıkan minimalizm, soyut dışavurumculuğa bir tepkiydi; öte yandan, sanatın modern, endüstriyel malzemelerden yapılması gerektiğini ifade eden "KONSTRÜKTİVİST" fikirleri kucaklıyordu. Minimalizm terimi en çok, çevrelerindeki mekânları yeniden değerlendiren, belirli varsayımlara, mevcut tanıdık nesnelere ve biçimlere yeni yollarla meydan okumayı amaçlayan bir grup Amerikalı heykeltıraşı ifade etmek için kullanıldı. Minimalistler genellikle sanatın tükendiğini, akademik bir hale geldiğini düşündüler. Herhangi bir tasvir ve illüzyon oluşturma çabasına girmeden, soyut dışavurumculuktan bilinçli olarak uzak durarak, tuğla ya da floresan lambalar gibi endüstriyel olarak işlenmiş malzemeler kullandılar. Bunları; herhangi bir sembolizm ya da gizli anlam atfetmeden, kişisel ifade ve sanatsal beceri katmadan ya da herhangi bir göndermede bulunmadan ve başka yönlere kaymadan, doğrudan güzel sanatların geleneklerinden uzaklaşarak yeni bağlamlarda ele aldılar. Minimalist sanatçılar, nesnellik ve anonimlik duygusunu kaybetmemek adına, çoğunlukla matematiksel oranlar ve boyutlar kullandılar; böylelikle izleyenlerin, sanatı ve biçimlerin çevresindeki mekânları yeniden değerlendirmelerini sağlamaya çalıştılar.

Basit geometrik biçimlerin uç noktadaki yetersizliğini ön plana çıkaran sınırlanmış, tekdüze düzenlemeler yaptıklarından tekrar, minimalist eserlerin ortak yönüydü. Genellikle büyük ölçekli olan eserleri; dışavurum, ihtişam ve teatrallik yerine kesinliği, soğukkanlılığı ve düzgünlüğü vurguladı.
Önemli Sanatçıları; "SOL LEWITT" , "DONALD JUDD" , "ROBERT MORRİS" , "CARL ANDRE" , "DAN FLAVİN" dir.

KAVRAMSAL SANAT (1960’LAR)

Her ne kadar, "DUCHAMP" in sanatsal gelenekleri hiçe saymasından 50 yıl sonra ortaya çıksa da kavramsal sanat, sanatın her zaman estetik açıdan ele alınmaması gerektiğini gösterdi.

Kavramsal sanat, hiçbir zaman tek, uyum içinde bir akım olmadı; Amerika'da ve Avrupa'da neredeyse aynı zamanlarda ortaya çıkan ve birbirinden farklı sanat türlerini kapsayan genel bir ifade haline geldi. Kavramsal sanatçılar, fikirlerin ya kavramların sanatını geliştirirler; bunların modern dünyada teknik beceriden ve estetikten daha geçerli olabileceklerini savunurlar. Güzel sanatların çok değerli ve saygın olması gerektiğine yönelik "NOSYON" u bertaraf eden kavramsal sanatçılar; performans, video ve arazi sanatı gibi pek çok farklı şekillerde çalışırlar, geleneksel malzemeleri ve yaklaşımları terk ettikleri "ARTE POVERA" [Yoksul Sanat] gibi eğilimlerle, koleksiyonu yapılabilen sanat objeleri fikrini ortadan kaldırmayı amaçlarlar. Tüm bunlar, görsel görünümlerin çok az öneme sahip olduğu teorisiyle sonuçlanır. Genellikle heybetli, geçici "ENSTALASYONLAR" ya da gelenekselin dışında kalan üretimler gerçekleştiren kavramsal sanatçılar, sanatsal sınırları genişlettiklerini ve sanatı çok daha fazla insan için ulaşılabilir kıldıklarını ileri sürerler. Kavramları uçsuz bucaksızdır; ciddi ve şok edici olabilecekleri gibi, önemsiz ve eğlendirici de olabilirler.

Kavramsal sanat, özellikle 1960'larda ve 1970'lerde çok yaygındı; gerçek dünyayı yepyeni yollarla irdeleyip yansıtıyordu. Tek bir teması, grubu ya da manifestosu bulunmayan kavramsal sanat, çoğunlukla tartışmalı ya da politiktir. Performanslar, yazılar, özellikle de her türden enstalasyonlarla ifade edilmeye devam eder.
Önemli Sanatçıları; "JOSEPH KOSUTH" , "MICHAEL CRAIG-MARTIN" , "FÉLIX GONZÁLES-TORRES" , "MARTIN CREED" , "GILLIAN WEARING" , "TRACEY EMİN" dir.